Tükürün O Lâinin Hayasız Yüzüne

Tükürün O Lâinin Hayasız Yüzüne

Bediüzzaman Molla Said Daru’l Hikmet-il İslamşye de çalışırken Anglikan kilisesi baş papazına da cevap verir.

İstanbul İngilizlerin işgali altındadır.İngiliz kilisesi başpapazı İstanbul’a gelir.Şeyhu’l İslamlıktan altı sorusuna altıyüz kelime ile cevap verilmesini ister.Şeyhu’l İslamlık cevap işini Bediüzzaman Molla Said’e havale eder.Bediüzzaman İngiliz Anglikan kilisesine şu cevabı verir:

“Bir adam seni çamura düşürmüş öldürüyor, ayaını senin boğazına basmış olduğu halde İstifham-i İstihfaf (alaylı bir soru ile) ile sual edior ki: Mezhebin nasıldır?

Buna cevab-ı müskit; küsmekle sükut edip, yüzüne tükürmektir.

Tükürün o lâinin o hayasız yüzüne…

Bediüzzaman yazdığı “Rûmuz” adlı eserinde İngiliz başpapazına bu cevabı verir, aynı günler eserini bastırıp dağıtır.

Aynı konuda Lemeât eserinde de şöyle der:

“Bir zamanlar İngiliz devleti İstanbul Boğazı’nın toplarını tahrip ve İstanbul’u istila ettiği hengamda, o devletin en büyük daire-i diniyesi olan Anglikan kilisesinin başpapazı tarafından meşihat-ı İslamiye’den altı sual soruldu.Ben o zaman Daru-l Hikmet-i İslamiye’nin azâsı idim. Bana dediler: Bir cevap ver!Onlar altı suallerine altıyüz kelme ile cevap istiyorlar…

Ben dedim:altıyüz kelime ile deği, altı kelime ile değil hatta bir kelime ile de dahi değil, belki bir tükrük ile cevap veriyorum.

Çünkü o devlet, işte görüyorsunuz, ayağını boğazımıza bastığı  dakcesur ve ikalarda onun papazı mağrurane üstümüze sual sormasına karşı tükürmek lazım geliyor:”Tükürün o ehl-i zulmün, o merhametsizin yüzüne.”demiştim.

Bediüzzaman Molla Said hazretlerinin engin ve üstün dini hamiyyete gayrete doğru cesur ve yılmayan bir ruha sahip olduğu görülüyor.

Hainlerin İttifakını Bozuyor

Bediüzzaman Molla Said, Daru’l Hikmet il İslamiye’de çalışırken Paris’de Ermenilerle Kürtlerin ittifak yaptıkları haberi gelir.İslam alemini derinden yaralayan bu haber, Bediüzzamanı son derece üzer.Yanına Berzenci aşiretinden Dava vekili Ahmet Arif ile Hizan Sadatından Binbaşı Muhammet Sıddık’ı alarak bir beyanname yayınlar, Müslümanları parçalamak gayesini günde bu ittifakı protesto eder.Protesto beyannamesinde Bediüzzaman Molla Said ve arkadaşları şöyle diyorlar:

“Dört buçuk asırdan beri İslam birliğinin fedakar ve cesur hadimleri ve taraftarları olarak yaşamış ve dini annesine sadakatı hayatının gayesi bilmiş olan Kürtler henüz beşyüz bine yakın şehitlerinin kanı kurumadan şişelere geçirilmiş yetimlerinin gözleri oyulan ihtiyarlarının hatıralarını teessürle anarken, İslamiyetin zararına olarak tarihi ve hayatı düşmanları ile ittifak yapmak suretiyle salabet-i diniyeleri hilafına hareket edemezler.Binaenaleyh Kürd vcdan’ı milisinin bu tarz tahassüsüne aykırı hareket edenleri de tanımazlar.”

Paris’te Ermeni hain Boğos Nubar Paşa ile ittifak eden hain şarif paşa ittifaklarında başarıya ulaşamazlar.

Yad Eyledikçe Ağlarım

Bediüzzaman Molla Said, Daru’l Hikmet-il İslamiye azalığından ayrıldıktan sonra önce Sarıyer’de bir “Halvethane” de sonra “Yuşa” tepesinde inzivaya çekilir. Burada manevi ve ruhani zevkler tadar, derin br iç hesaplaşma içine girer.Dünyadan ayrılan arkadaşlarını düşünür, şöyle der:

“Ömür ağacının kırkbeşinci dalındaki yüksek makamından ta hayatımın aşağı tabakalarına nazar gezdirdim.Gördüm ki, o aşağıda her bir dalında her bir senenin zarfında sevdiklerimden ve alakadarlarımdan ve tanışıklarımdan hadsız cenazeler var… ve o firak (ayrılık) ve iftiraktan (ayrılmadan) gayet rikkatli bir manevi teessürat içinde Fuzul-i Bağdadi gibi mufarakat(ayrılan) eden dostları düşünerek enin edip:

Vaslını (ayrılığını) yad eyledikçe ağlarım,

Ta nefes var ise kuru cisimde feryad eylerim,” diyerek bir teselli br nur, bir rica kapısını aradım.Birden ahirete iman nuru imdada yetişti.Hiç sönmez bir nur, hiç kırılmaz bir rica verdi.”

Bediüzzaman Molla Said, yine Yuşa tepesinde tefekkür ve tezekkür neticesinde şöyle der: “Ey kardeş bil ki; benim kalbim bazen arapça olan eninlerin arasında Türkçe konuşan muhitin heycanlandırması ile Tükçr olarak ağlıyor.Bende o ağlamalarımı aynen yazıyorum.İşte:

İstemem zail olanı istemem.

Faniyim fani olanı istemem.

İsterim, fakat bir yarı-baki isterim.

Zerreyim,fakat bir şems-i sermed isterim.

Hiç –ender- hiçem, fakat bu mevcudatı birden isterim.”

Yine Bediüzzaman Molla Said, Yuşa tepesindeki inziva hayatında “Cevşenulkebir” adlı münacaat-ı peygamberiyi kendisine Vird edinip okumaya başlar.

Yine Yuşa tepesindeki inziva hayatında Esma-i sitte olan Ferdün, Hay’yün, Kayyumun, Hakemun, Adlün, Kuddüs’ün isimlerini de okumaya başlar.

Cihad Şehadet Mertebesinin Merdivenidir

Bediüzzaman Molla Said’i kurtuluş savaşı başladığı zaman Ankara’ya davet etmişlerdi.O burası tehlikelidir, ben tehlikeli yerde kalmalıyım diye Ankara’ya gidişini tehir etmişti.

Bediüzzaman Molla Said İstanbul’da vazifesini yapmış işgal güçlerine karşı halkı daima uyarmış ve Ankara’daki kurtuluş hareketini de desteklemiştir.

Eskişehir’de ilk zafer kazanıldığı zaman “Cihad, şehadet mertebesinin merdivenidir” başlığı ile bir beyanname yayınlamış “Kuva-i Milliye mücahidlerini”zaferlerinden dolayı kutlamış, bu zaferi “İslam aleminin hak ve hürriyetinin, Allah’ın izni le geri alınışının bir başlangıcı” olarak nitelemiştir.

Ankara’nın ısrarlı davetleri devam etmekteydi.İstanbul’da acil yapacağı bir iş olmadığı için davete uyarak Ankara’ya gitti.19 Mayıs 1922’de yeğeni Abdurrahmanla birlikte Ankara’ya ulaştı.

Bediüzzaman Molla Said’i, Türkiye Büyük Millet Meclisi merasimle karşıladı.Kürsüye davet edildi.Kısa bir dua yaptı.

Bediüzzaman Molla Said Ankara kalesini ziyaret etti.Kalenin başında duyduğu halet-i ruhiyesini Farsça olarak kaleme aldı.Daha sonraları bu risalesini “Rabab” ismi le Arapça olarak yayınladı.

Bediüzzaman Ankara’ya geldiği zaman, İstiklal Savaşı kazanılmış, saltanat kaldırılmıştı.

Ankara’da Gizli Dinsiz ve Zındık Komiteleri

Bediüzzaman Molla Said, vakti ile İstanbul’da İttihat ve Terakki Partisi içinde gördüğü gizli dinsiz ve zındık komitlerinin uzantısının Ankara’da da bulunduğunu farketti.Bunlar Ankara’da yeni bir hava meydana getirmek için gizli gizli çalışıyorlar.Kuva-i Milliye ruhunu tersine çevirmek için uğraşıyorlardı.Ziya Gökalp ve benzeri muhidlerin meclis içinde ve çevresinde çöreklenmeleri bunu gösteriyordu.Bunların fikirlerine kapılan safdil, kısır idraklı bazı alimlerin de kendilerini dinde ictihad,  dinde reform düşüncelerine saplandıkları görülmekte idi.

Bediüzzaman Molla Said, İslam ordusunun Yunanı mağlup etmesinden meydana gelen neşe ve sevinç içinde gayet müthiş bir zındık taifesinin deisane çalıştığını gördüm.”Eyvah” dedim, “Bu ejderha imanın erkanına ilişecek dedim.”

Bediüzzaman Molla Said, hemen konu ile ilgili bir risale yazar, bastırır, dağıtır.Risalenin adı “Hibab”dır.Arapçadır.Kendi ifadesine göre, Arapça bile az olduğu için risalenin bir tesiri görülmez.Ziya Gökalp ve benzerlerinin dinsizlik fikirleri hem gelişir, hem de kuvvet bulur.

Meclis içinde ve dışında İstiklal Savaşının gayesine uymayan düşünceler ve çalışmalar gelişirken, İngiliz Hükümeti, Ankara Hükümet’ni Lozan konferansına davet eder.Ankara Hükümeti’nin konferansa katılması ve Türk İstiklali’nin tanınması için İngiliz Dış İşleri Bakanı Lord Gürzon dört şart ileri sürer:

1.Hilafetin tam manası ile Türkiye’den kaldırılması.

2.Hlaife’nin Hudud dışına sürülmesi.

3.Halife’nin tüm mal varlığına el konulması.

4.Türk Devletinin laikliğe dayandığının resmen ilan edilmesi.

3 Mart 1923’de halifelik ilga edildi.Dinin devlet işlerinden ayrılması kabul edildi.

8 Mart 1923’de İsmet İnönü İngiliz Dış İşleri Bakanına bir mektup yazarak bütün şartlarının kabul edildiğini bildirdi.

23 Nisan 1923’de Lozan Konferansı yeniden yapıldı.

24 Temmuz 1923’de Lozan Anlaşması yapıldı.

29 Ekim 1923’de Cumhuriyet ilan edildi.

3 Mart 1924’de Halife ve Osmanlı Hanedanı yurt dışına sürüldü.

15 Nisan 1924’de İngiliz Kralı anlaşmayı imzaladı.

Türkleri Öyle Bir Bağladık ki…

İngiliz avam kamarasında Lozan anlaşması görüşülürken bazı üyeler:

“Nasıl olur? Siz Türklere İstiklal tanıdınız.Yarın yine diğer İslam milletleri onların etrafına toplanacak ve batıya hücum edecekler.” Derler.

İngiliz Dış İşleri Bakanı Lord Gürzon bunlara şu cevabı verir:”Durun beyler!Biz Türkiye’yi ve Türkleri öyle bir bağladıkki, bundan sonra artık deprenemezler.”

Lord Görzon’un sözleri avam kamarasında uzun uzun alkışlanır.

İngilizlerin istediği bu değişiklikler, bu milletin kimlik değiştirmesidir.Milleti millet yapan esasların ortadan kaldırılmasıdır.Bunlarla da yetinilmeyecek, milletin duygu ve düşünceleri değiştirilecek, değer verdiği dini ve diyaneti, geçmişi ve tarihi kötülenecek, halk zorla başka bir yöne yönlendirilecektir.

Bediüzzaman Molla Said’in Ankara Beyannamesi

Bediüzzaman Molla Said, kendisini Ankara’ya davet ettikleri zaman İstanbul tehlike içindedir, ben tehlikeli yerde kalmalıyım demişti, Anakra’ya gelişini geciktimişti.

Şimdi Anara tehlike içindeydi ve Bediüzzaman’da Ankaradaydı.Mebusların çoğu namaz kılmıyordu.Savaş dolayısıyla içki yasağı vardı, ama ileri gelenlerin çoğu içki içiyordu.Anakra tehlikeli bir gidişin merkezi durumundaydı.

Bediüzzaman Molla Said, mebuslara bir beyanname yayınladı. Onların akıllarına, izanlarına, duygularına hitap etti.

Bediüzzaman beyannamesine Besmele ve Nisa Surecinin 103. Ayetinin sonundaki namazla ilgili bölümü ile başlar, on şeyi onlara hatırlatır.Bediüzzaman Molla Said beyannamesinde özetle şöyle demektedir:

1.Şu zaferdeki harikulâde ilahi nimetler bir şükür ister ki, devam etsin, yoksa nimet böyle şükür göstermezse, gider.

Madem ki Kur’anı, Allah’ın yardımı ile düşmanın hücumundan kurtardınız.Kur’an’ın en açık ve kesin emri olan “Namaz” gibi bir farza sarılmanız lazımdır.Ta onun feyzi böyle harika suretinde üstünüzde kalsın ve devam etsin.

2.İslam alemini sevindirdiniz.Sevgi ve takdirini kazandınız.Fakat o sevgi ve takdirin devamı İslam esaslarına bağlılığınıza bağlıdır.Zira müslümanlar , müslüman olduğunuz için sizi severler.

3.Bu dünyada evliyaullah hükmünde olan gazi ve şehitlere kumandanlık ettiniz.Kur’an’ın kesin emirlerine uymakla da, öteki alemde de o nurani topluluğa arkadaş olmaya çalışmak yüce himmet sahibi olanların şanındandır.Yoksa burada bir kumandan iken orada bir erden nur yardımı istemek mecburiyetinde kalırsınız.Bu alçak dünya şan ve şerefi ile öyle bir mal değildir ki, aklı başında insanları doyursun, tatmin etsin ve maksadı olsun.

4.Bu İslam milletinin cemaatleri, her ne kadar namazsız kalsa, hatta fasıkda olsa, yine baştakilerini dini emirlere uyanlar olarak görmek isterler.Hatta bütün şarkta, umum memurlara dair en evvel sordukları sual bu imiş:

Acaba namaz kılıyorlar mı? Derler, namaz kılıyorsa mutlak emniyet ederler; kılmazsa ne kadar muktedir olsa nazarlarında mutehhemdir.

Bir zaman “Beytüşşebab aşiretlerinde isyan vardı.Ben gittim sordum:

-Sebep nedir?

Dediler ki;

Kaymakamımız namaz kılmıyordu, öyle dinsizlere nasıl itaat edeceğiz?Halbuki bu sözü söyleyenlerde hem namazsız hem de eşkıya idiler.

5.Peygamberlerin çoğu şarkta, filozofların çoğunun garbtan gelmesi ezeli kaderin bir işaretidir ki, şarkı ayağa kaldıracak din ve kalptir.Akıl ve felsefe değildir.

Madem şarkı uyandırdınız, yaratılışına uygun bir cereyan veriniz.Yoksa çalışmanız ya hebaen mensure(tamamen boşa) gider, ya sathi kalır.

6.hasmınız ve İslamiyet düşmanı İngiliz, dindedi kayıtsızlığınızdan pek fazla faydalandılar ve faydalanıyorlar.Hatta diyebilirim ki, Yunan kadar İslama zarar vereni dinde ihmalinizden faydalanan insanlardır.

İslam davası ve milletin selameti için bu ihmali çalışmaya dönüştürmeniz lazımdır.Görülüyorki; İttihatçıların o kadar büyük sebatı ve fedakarlıkları ile, hatta İslamın şu uyanmasına da sebep oldukları halde bir kısmı dinde laubalik tavrını gösterdikleri için dahildeki milletten nefret ve teyzif, hariçteki İslamlar, dindeki ihmallerini görmedikleri için, onlara takdir ve hürmet verdiler ve veriyorlar.

7.Küfür alemi, bütün vasıtaları ve medeniyetiyle, felsefesiyle, fenleriyle ve misyonerleriyle; İslam alemine hücum ve maddeten uzun zamandan beri galebe ettikleri halde, İslam alemine dinen galebe edemediler ve dahili bütün islam i sapık fırkaları, birer küçük zararlı azınlıklar halinde mahkum kaldığı ve müslümanlık metanetini ve selabetini sünnet ve cemaatle muhafaza eylediği bir zamanda, laubaliyane Avrupa’nın habis medeniyetinden süzülen bir bidat cereyan, sinesinde yer tutamaz.

Demek, İslam alemi içinde mühim ve inkılapçı bir iş görmek İslam Düsturlarına dayanmakla olabilir, başka olamaz, hem olmamış, olmş ise çabuk ölüp sönmüş.

8.Dinde zaafa sebep olan Avrupa’nın selif medeniyeti yırtılmaya yüz tuttuğu bir zamanda ve Kur’an medeniyetinin zuhuru zamanı geldiği bir anda lâkaydane ve ihmalkaranemüzbet bir iş görülemez.Menfi, tahrip edici işe ise, bu kadar yaralara maruz kalmış, İslam muhtaç değildir.

9.Sizin zaferinizi ve hizmetlerinizi takdir eden ve sizi seven müslüman topluluğudur, ve bilhassa halk tabakasıdır ki, sağlam müslümanlardır.Sizi ciddi sever ve tutar ve size minenttardır, ve fedakarlığınızı takdir ederler ve uyanmış en cesim ve müthiş bir kuvveti size takdim ederler.Siz dahi Kur’an’ın emirlerine uymakla, onlarla birleşmeniz ve dayanışmanız İslam davası adına zaruridir. Yoksa dinden uzaklaşan bedbaht, dinsiz Avrupa meftunu frenk mukallidlerini müslümanlara tercih etmek, İslam alemi nazarına başka tarafa çevirecek ve başkasından yardım isteyecektir.

10.Bir yolda dokuz ihtimal helak, tek bir ihtimal kurtuluş varsa hayatından vaz geçmiş mecnun bir cesur lazım ki, o yola girsin.Şimdi yirmi dört saatten bir saati işgal eden namaz gibi dini zaruretlere uymakta yüzde doksan dokuz ihtimal kurtuluş vardır.Yalnız gaflet tembellik dolayısıyla, bir ihtimal dünyevi zarar olabilir.Halbuki farzların terkinde doksan dokuz ihtimal zarar vardır. Yalnız gafletei delalete istinad eden tek bir ihtimal necet olabilir.

Acaba dine ve dünyaya zarar olan ihmal ve farzların terk edilmesine ne bahane bulunabilir? Hamiyet nasıl müsaade eder?

Bahusus bu mücahid kumandanlar ve büyük meclis taklit edilir.Kusurlarını millet ya taklit veya tenkit edecek.İkisi de zararlıdır.

Demek onlar da Allah hakkı ve kul hakkı tazammun ediyor.Sırrı tevatür ve icmai tazammun eden ve sayısız haberleri ve delilleri dinlemeyen nefsin safsatası  ve şeytanın vesvesesinden gelen bir vehmi kabul eden adamlarla hakiki ciddi bir iş görülmez.Şu büyük inkılabun temel taşları sağlam olmak gerek……

Bediüzzaman Molla Said’in beyannamesi şöyle sona erer:

“Harice karşı kazandığınız iyiliği dahildeki fenalıkla bozmayınız.

Bilirsiniz ki, ebedi düşmanlarınız ve zıtlarınız ve hasımlarınız İslamın şiarlarını tahrip ediyorlar.Öyle ise vazifeniz İslamın şiarlaerını yaşatmak ve korumaktır.Yoksa şuursuz olarak şuurlu düşmana yardımdır.İslamın şiarlarını benimsememek ve onlara ehemmiyet vermemek milletin zaafiyetini gösterir.Zaaf ise düşmanı durdurmaz, cesaretlendirir.”

Bediüzaaman’ın bu beyannamesi görüldüğü gibi mebuslara bir namaz çağrısı değildir.Temel meselelerde kullanılması lazım gelen temel kuralları da bildirmekte, Avrupa medenyeti, ile islam medeniyetinin dayandığı temellerin de ayrı olduğu belirtilmektedir.

Anakra’da kurulacak yeni düzenin İslami şiaralara dayanması lazım geldiği anlatılmaktadır.

Dünyada gazi olanların, Ahirette gazi muamelesi görmeleri içim, Müslümanca yaşamalarının şart olduğu açık açık anlatılmaktadır.

Bediüzzaman Molla Said’in beyannamesi gerek mebuslar arasında gerekse halk arasında ilgi ile karşılandı.Bu beyannameden sonra halk ve mebuslar arasında dini bir uyanış oldu.Mebuslardan altmışdan fazlası daha namaza başladı.

Mustafa Kemal Paşa İle Münakaşası

Beyannameyi okuyan .mustafa Kemal Paşa çok kızar, riyasette bir çok mebusun huzurunda Bediüzzaman’a şöyle bağırır:

“Seni buraya çağırdıkki, bize yüksek fikir beyan edesin. Sen geldin namaza dair birşeyler yazıp içimize ihtilaf verdin.”

Bediüzzaman Molla Said’de Mustafa Kemal Paşa’ya aynı sertlikte cevap verir: Namaz kılmayan haindir.Hainin hükmü merduddur.Münakaşa Mustafa Kemal Paşa’nın özür dilemesi ile sona erer.

Şeriye ve evkaf vekaleti kaldırılmış yerine Diyanet İşleri Başkanlığı kurulmuştur.Bediüzzaman Molla Said’e Kürdistan umum vaizliği teklif edilir.İsterse diyanet merkezinde mühim bir vazife verebileceği söylenir.İsterse mebus yapılacağı da anlatılır.Oturması için bir köşk teklif edilir.Bediüzzaman bu tekliflerin hiç birini kabul etmez.Temelini attığı Brinci Dünya Savaşı’nın başlaması ile kendi haline terk edilen Van Üniversitesi “Edrese’tüz-zehra” nın kurulmasını ister.Başta Mustafa Kemal Paşa olmak üzere mebusların çoğunun imzaları ile kanun tasarısı meclise verilir, komisyona havale edilir Komisyonda iki sene bekledikten sonra teklif edlir.

Bediüzzaman Molla Said’e yapılan bütün teklifler onu Ankara’da göz altında tutmaki kendi düşünceleri doğrultusunda çalıştırmaktı.

Bediüzzaman Molla Said Anlara’da bulunduğu süre içinde yeni hükümetin islami esaslara uygun urulması için hükümet erkanı ve mebusları arasında çalışmaya devam etmiştir.

Bediüzzaman Zehirleniyor

Mecliste tifo görülür, bütün mebuslar aşılanır.Bediüzzaman’da aşılanır.Onun aşısı başka olur.Aşı ile vücuduna verilen zehir kalp nahiyesi üzerinde bir tabaka meydana getirir.İnayeti Hakla zehirlenmeden kurtulur.

Zehirlenme hadisesinden sonra Bediüzzaman Molla Said, 30 Nisan 1923 tarihinde Gebzeye kadar aldığı bir biletle anı olarak Ankara’dan ayrılır.

Ayrılırken Mustafa Kemal Paşa’ya İstanbul Sarayburnuna diktireceği heykeli konusunda bir mektup yazar ve Mustafa Kemal Paşa’ya verilmesini ister.

Mektup konusunda Siverek mebusu Abdulgani Ensari şöyle diyor:

“Mustafa Kemal Paşa heykelini yaptırmaya ilk teşebbüs ettiği sıralarda üstad hazretleri ona hitaben uzun bir mektup yazdı ve paşanın yaverine verdi.Mustafa Kemal Paşa’ya vermesini söyledi.O mektubu bende görmüş ve çok korkmuştum.”

Bediüzzaman Molla Said’in Ankara hayatında beş ay sürer.Davetle geldiği Ankara’dan gizlice ayrılır.

O bu beş ay içerisinde çalışmış ve doğru yolu göstermişti.Ne yazıkki, öğütlerini tutmadaılar, söylediklerinin tam aksini yaptılar.

O ne demişti:

“”Ey kumandanlar! Bundan sonra öyle hareket edinizki kıyamet gününde, mahkeme-i kübrada bir neferden istimdad-ı nur etmeye muztar kalmayasınız.”

Kendi istekleri ile hem kendilerinin hem de başkalarının ahiret hayatını sürdürenler için söylenecek söz ne olabilir?

Yazık!Çok yazık!

Sekizyüz Sene İhtiyarlayan Şehir

Bediüzzaman Molla Said, 1916 yılının Şubat ayında; Ruslara esir düşmesi ile terk etmek mecburiyetinde kaldığı Van’a, tam sekiz sene sonra gelmişti..

Van bir harabeye dönmüştü.Medresesi yıkılmıştı.Rus ve Ermeni zulümlerinin eseleri her tarafta görünüyordu.Gördüğü manzara karşısında Bediüzzaman Molla Said çok üzülür, duygulanır, Van kalesine çıkar, kalede duyduklarını şöyle yazar:

“Daussıla tabir edilen iştiyakı vatan hissi beni vatanıma sevk etti.Madem öleceğim, vatanımda öleyim diye Van’a gittim.

Herşeyden evvel Van’da Horhor denilen medresemin ziyaretine gittim.Baktımki, diğer Van haneleri gibi, onu da Rus istilasında Ermeniler yakmış..

Ven’ın meşhur kalesi ki dağ gibi yek pare taştan ibarettir.Benim medresem onun tam altında ve ona tam bitişiktir.Benim terk ettiğim yedi sekiz sene evvel; o medresemdeki hakikaten dost, kardeş, enis talebelerimin hayalleri gözlerimin önüne geldi. O fedakar arkadaşlarımın bir kısmı hakiki şehit, bir kısmı da o musibet yüzünden manevi şehit olarak vefat etmişlerdi..

Ben ağlamkatan kendimi tutamadım.. ve kalenin, ta medresenim üstündeki iki minare yüksekliğinde medreseye bakan tepesine çıktım, oturdum. Yedi sekiz sene evvelki zamana hayalen gittim. Benim hayalim kuvvetli olduğu için beni o zamanda hayli gezdirdi.

Etrafta kimse yoktuki, beni o hayalden çevirsin ve o zamandan çeksin. Çünkü yalnız idim. Yedi sekiz sene zarfında gözümü açtıkça bir asır geçmiş kadar bir tahavvulat (değişiklikler) görüyordum.

Baktımki; benim medresemin etrafındaki şehir içi kale gibi mevkii bütün baştan aşağıya yandırılmış tahrib edilmiş… Evvelki gördüğümden şimdiki gördüğüme güya ikiyüz sene sonra dünyaya  gelip öyle hazin bakışlarla baktım.

O hanelerdeki adamların çoğu ile dost ve ahbap idim.Büyük çoğunluğu Allah rahmet etsin muhaceret ile vefat etmişlerdir.Hem Ermeni mahallesinden başka, Van’ın bütün müslümanlarının hanelerini tahrip edilmiş gördüm.Benim kalbim en derinden sızladı, o kadar rikkatime dokundu ki binler gözüm olsaydı, araber ağlayacaktı.

Ben gurbetten, vatanıma döndüm, gurbetten kurtuldum zannediyordum.Ve esefâ! Gurbetin en dehşetlisini vatanımda gördüm.Ruhumla pek alakadar yüzer talebelerimi, dostlarımı kabirde… Ve ahbapların yerlerini harabezâr gördüm.

Eskiden beri hatırımda olan bir zatın bir fıkrası vardı, tam manasını göremiyordum, fıkra şudur:

“Eğer dostlardan ayrılık olmasa idi, ölüm ruhlarımızı yol bulamazdı ki, gelsin alsın.Demek en ziyade insanı öldüren dostlardan ayrılıktır.”

Evet hiçbir şey beni o vaziyet kadar yandırmamış ve ağlatmamıştır.

Eğer Kur’an’dan, imandan meded gelmeseydi; o gam, o keder, o hüzün ruhumu uçuracak gibi tesirler yapacaktı.

Hem insan nasıl cismiyl, evi ile alakadardır.Öyle de kasabasıyla, memleketiyle, belki dünyasıyla alakadar olduğunu kendimde gördüm.Çünkü vücudum itibariyle ihtiyarlık rikkatinden iki gözümle ağlarken, medresemin yalnız ihtiyarlığı değil, belki vefatından dolayı on gözle ağlamak istiyordum. Ve o şirin vatanımın yarı ölmesiyle yüz gözle ağlamaya ihtiyacım vardı.

Evet binlerce sene yaşamış o ihtiyar kalenin başındaki menzillerin harap olması ve onun altındaki şehrin sekiz sene zarfında sekizyüz sene ihtiyarlaması… Ve kale altındaki gayet hayattar mecma-ı ahbab (dostların toplandığı yer) olan medresemin vefatı, umum Osmanlı devletinde bütün medreselerin vefatını gösteren cenazesinin manevi azametine işaret koca Van kalesinin yekpare taşı ona bir mezar taşı olmuş, adeta o medresedeki sekiz sene evvel benimle beraber bulunan merhum talebelerim, kabirlerinde benimle beraber ağlıyorlar… Belki o kasabanın harabe duvarları, dağılmış taşları benimle beraber ağlıyorlar..

Ve onları ağlıyor gibi gördüm…

Bediüzzaman Molla Said, yedi sekiz sene sonra geldiği Van’da gördüklerini, Van’ın Ruslar ve Ermeniler tarafından harabe haline getirmeleri karşısında duygularını böyle ifade eder.Duygu ile dolu o insan kendi elemleri için ağlamaya iki gözün yeteceği fakat memeleketin harap olması karşısında ağlamak için yüz gözün olması lazım geldiğini söyler. Vatana bağlılığın en büyük duygulardan olduğunu ifade eder. Bediüzzaman Molla Said, Van’a geldiği zaman önce küçük kardeşi Molla Abdulmecid Efendi’nin evinde kalır, daha sonraları Nurşin camiinin içinde bulunan hücremsi bir odaya yerleşir. O yazı, sonbaharı ve kışı Nurşin Camiindeki odasında geçirir.

Scroll to Top