Hükümdar Süleyman bin Abdülmelik, amcasının oğlu Ömer İbn-i Abdülaziz’i sever, sözlerine değer verirdi. Süleyman’ın vezir yaptığı Recâ da insaf sahibi bir insandı. Recâ vezir olur olmaz, Haccac’ın hapishanelere doldurduğu insanları salıverdi.
Tabii Haccac ölmüştü. Haccac sağ olsaydı, o’nun hapishanelere doldurduğu insanları hükümdar bile zor salıverirdi. Çünkü Haccac yönetimin temel direklerinden bir idi. Çok büyük yetkilerle donatılmıştı. Adeta “la yüs’el” bir vali idi. Kendisini ancak hükümdar sorgulayabilirdi. Süleyman 99 yılında ağır bir hastalığa yakalandı, Dabık’ta öldü. Veliaht oğlu Eyyub daha önce ölmüştü. Diğer iki oğlu ise çok küçüktü. İkinci veliahdı yoktu.
Süleyman ölünce veziri Recâ kumandanları ve valileri Dabık’ta mescidde toplantıya çağırdı. Onların huzurunda Süleyman’ın kapalı ve mühürlü gizli vasiyetini açtı. Yüksek sesle okudu. Vasiyette Ömer İbn-i Abdülaziz birinci veliaht, kardeşi Yezid bin Abdülmelik’te ikinci veliahttı. Ömer İbn-i Abdülaziz, idarenin kendi omuzlarına yüklendiğini duyunca ağır sorumluluk yükleyen bu vazifeyi kabul etmek istemedi. Vezir Recâ çabuk davrandı, Ömer İbn-i Abdülaziz’in koltuğuna girdi, O’na söz söyleme fırsatı vermeden minbere çıkardı, orada bulunanların biatını aldı.
Vezir Recâ, dürüst bir insandı. Ömer İbn-i Abdülaziz’i çok severdi. Ömer İbn-i Abdülaziz’in veliaht olmasını hükümdar Süleyman’a ısrarla tavsiye eden de o idi.
Beşinci Halife
Ömer İbn-i Abdülaziz’e ikinci Ömer, beşinci halife diyorlar. Gerçekten de o ikinci Ömer’di, halifeliğe layık bir insandı. Hakkı ile de halifelik yaptı. Biz O’na hükümdar demiyoruz. Kendisi de hiçbir zaman bir hükümdar gibi davran madı. Tarihin dediği gibi biz de O’na halife diyoruz.
Halifelik makamına gitmek için alay atları getirildi.
- “Bunlar nedir?” dedi.
- “Halifeye mahsus bineklerdir” dediler.
- “Benim hayvanım var, bana yeter” dedi. Hep kendi hayvanına bindi.
Halife ikinci Ömer’i üzüntülü gören hizmetkârı: - “Üzüntünüz nedir? Neden düşüncelisiniz?” diye sordu.
- “Doğudan batıya kadar Ümmet-i Muhammed’in hukukunu korumak bana vazife oldu. Bundan büyük üzüntü olur mu?” cevabını verdi.
Hz. Ali ve Evlâdına Lanet Okuyacak mı?
Şam, Emevî devletinin kurulduğu şehir. İmparatorluğun merkezi. Emevî câmii ise, hükümdarların cuma namazı kıldırdığı ve hutbe okuduğu cami. Ömer İbn-i Abdülaziz ilk cuma namazını halife olarak kıldıracak ve hutbe okuyacaktır. Emeviler hutbenin sonunda Hz. Ali ve evladına lanet okur.
Ömer İbn-i Abdülaziz’in Hz. Ali ve evladı aleyhine bir kötü sözü işitilmemiştir. Hz. Ali ve evladını sevdiği de söylenir.
Halkta ve özellikle Emevî sülalesinde müthiş bir merak vardı. Yeni halife hutbenin sonunda Hz. Ali ve evladına ne diyecekti?
Ömer İbn-i Abdülaziz hutbeye çıktı. Güzel bir hutbe okudu. Hutbenin tam metni elimizde değil. Kısas-ı Enbiya sahibi merhum Ahmet Cevdet Paşa hutbeden şu cümleyi nakleder:
“Ey insanlar! Bizimle beraber bulunacak kimselerde şu beş şartın bulunması lazımdır:
1-Halini bize söylemeyecek olanların durumlarını gelip bize söylemek
2-Hayırlı işlerde bize yardımcı olmak
3-Hayra delalet etmek
4-Gıybet etmemek
5- boş sözlerle meşgul olmamak
Bunları kabul edenler bizim yanımıza gelsin, yoksa bize yaklaşmasın.”
Ömer İbn-i Abdülaziz bu beş şartlarla kimlerle çalışacağını, kimlere danışacağını, kendisi ile beraber olmak isteyen insanların özelliklerini belirtmiş oldu. Dalkavukları, meddahları, dedikodu ehlini kapı dışarı etti.
Yeni halife Ömer İbn-i Abdülaziz hutbeyi okudu. Hutbede sıra Hz. Ali ve evladına lanet okumaya geldi. Ne diyecekti? Cemaat büyük bir merak içindeydi.
Ömer İbn-i Abdülaziz, Eûzü-besmele çekti. Nahl suresinin 90. ayetini okudu, hutbeden indi.
Ayeti meali şöyledir: “Muhakkak ki Allah, adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder, çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.”
Bu ayet, hayrın ve şerrin bütün çeşidini içine almaktadır.
İbni Mesud şöyle der: “Kur’an ayetleri içinde hayrı da, şerri de en toplu bir şekilde bir arada bildiren bu ayettir.”
Yine der ki; “Eğer Kur’an’da başka ayet olmasaydı, yalnız başına bu ayet her şeyi açıklamaya ve âlemlere hidayet rehberi olmaya kâfi gelirdi.”
Dünya Nizamını Sağlayan Üç Esas
Allah bu ayette dünya nizamını sağlayan üç esası emrediyor, buna karşılık üç çirkin davranışı da yasaklıyor.
Emrettiği esaslar: Adalet, İhsan ve Akrabaya yardımdır.
Yasakladıkları ise; Fahşa, Münker ve Bağiydir.
Adalet, ihsan ve akrabaya yardım, kimde, nerede varsa, onda, orada saadet, hayır, sevgi, saygı, insanlık, kardeşlik ve insan yaratılışına uygun bir yaşayış vardır.
Fahşa, münker ve bağiy, kimde, nerede varsa, onda, orada haksızlıklar, zulümler, çirkinlikler, hayâsızlıklar, düşmanlıklar ve insan yaratılışına uygun olmayan bencil ve hayvanî bir yaşayış vardır.
Kelimeler üzerinde duralım:
Adalet
Adâlet; insanın bütün düşünce, inanç ve hareketlerini değerlendiren toplum ve devlet yönetiminde esas olan adâlettir.
Adâlet; her şeyi tam olarak yerine getirmek, herkesin hakkını vermek ve ölçülü davranmak demektir.
Adâlet, hakkı yerine koymak, zulme ve haksızlığa engel olmaktır. İnançta adalet esastır.
Allah’ı inkâr adâletsizliktir, zulümdür. Çünkü Allah’ın varlığını yok saymaktır. Hıristiyanların Allah’ın varlığını baba, oğul, ruhul kudüsten, üçlü elemandan kabul etmeleri, müşriklerin Allah’a eş koşmaları da adâletsizliktir, zulümdür. Çünkü Allah birdir. Elemanlı değildir. Bunun içindir ki, Allah: “Şirk büyük bir zulümdür” buyurmuştur. (Lokman: 13)
İnançta adâlet İslâm’dadır. İslâm’ın dışında kendilerine din denilen sistemlerin hepsinde zulüm vardır. Çünkü onlar ya Allah’ı inkâr ediyorlar yahut da çok kabul ediyorlar, yahut’da Yahudilikte olduğu gibi Allah’ı kendilerine tahsis ediyorlar.
Adâletin başı Allah’ın varlığına ve birliğine inanmaktır. İbadette de adâlet vardır.
İbadeti terk edenler adâletsiz insanlardır.
Dünyayı terk edip sadece ibadetle meşgul olanlar da adâletsiz insanlardır. İbadeti bildirilen şekil ve surette, zamanında yapanlar ve dünya işlerini de uygun bir şekilde yerine getirenler âdil insanlar, kendilerini zulümden koruyan bahtiyarlardır.
Ahlakta da adâlet vardır.
Zillete düşmek zulüm olduğu gibi, büyüklenmek, gurura kapılmak da zulümdür. Onurunu koruyup, ahlakî umdelere bağlı olarak mütevazı yaşamak ahlakta adâlete uygun yaşamaktır.
Ekonomi de adâlet ise, helal kazanmak, cimrilikten ve israftan sakınarak, cömert olarak yaşamaktır.
İnsan’î ilişkilerde, muamelelerde de adâlet vardır.
Kimseye haksızlık yapmamak, haksızlığa da razı olmamak, insanî ilişkilerde ve muamelelerde adâletin esasını teşkil eder.
Hukukta adâlet, insanların eşit haklara sahip olduğu esasına riayet etmek, hakkı sahibine vermek, zulmü önlemek ve zalimi cezalandırmaktır.
Devlet işlerinde adâlet, devletin esasını teşkil eder.
İhsan
İhsan: İyilik etmek, hayır yapmak, bağışta bulunmak ve emredilen şeyi gerektiği gibi yerine getirmektir.
İbadette ihsan ise, Allah’ı görür gibi ibadet etmektir. Çünkü biz O’nu göremiyorsak da, O bizi görüyor.
İhsan; kötülük yapanlara dahi iyilik yapmaktır.
İhsan; insanın kendisi için arzu ettiği şeyleri başkaları için de arzu etmesidir.
Gazali merhum:
“Adâlet insanların vacip olan vazifeleri yapması, ihsan ise, insanların fayda göreceği bir işi mecbur olmadığı halde bir lütuf ve ikram olarak yapmasıdır” der.
İhsan, adâletin ilerisinde insanın gönül hoşnutluğu ile meydana getirdiği güzellikler, yaptığı iyilikler ve hayırlı davranışlardır.
Adâletin ve ihsanın bulunduğu gönül ilahî bir bahçedir. Herkes bu bahçenin sahibinden güzellikler, iyilikler, hayırlar derleyebilirler.
Akrabaya Yardım
Akrabaya yardım; İnsanın insanlık borcudur. Toplumun temel bağıdır.
Akrabaya yardım; uzak ve yakın akrabaya iyilik etmek, ihtiyaçlarını karşılamak ve onlara karşı iyi davranmak demektir.
Akrabayı ziyaret, ona yardım etmek, onu kötülüklerden korumak, onu sağlam ve faydalı bilgilerle donatmak huzurlu ve ahenkli bir toplumun temelini teşkil eder. Bu temel vazifeyi başta imkanı olan akrabalar olmak üzere bütün toplum fertlerinin ve bu fertlerin meydana getirdiği devletin en güzel ve en verimli bir şekilde yerine getirmesi şarttır. Aksi halde, fertleri perişan eder, toplum ve devletin varlığını da tehlikeye düşürür.
Ferdi ve Toplumu Perişan Eden Üç Çirkin Davranış
Ayet de belirtilen ferdi, toplumu ve devleti perişan eden üç çirkin davranışta
şunlardır: Fahşa, Münker ve Bağiy.
Fahşa
Fahşa; fuhuş demektir. Fuhşun her türlüsü kötü görülmüş ve yasaklanmıştır.
Fahşa; edep, terbiye ve ahlaka aykırı işler, davranışlardır.
Fahşa; yalan, iftira ve zina gibi söz veya fiille işlenen günah ve çirkinliklerdir.
Fahşa; işte ve sözde beğenilmeyen, yerilmiş, ayıplanmış işler ve davranışlardır.
Fahşa; zina gibi nikahsız birleşmeler, çiftleşmeler, açık çıplak gezmeler, dans gibi davranışlar, çirkin ve ayıp sözler fahşa kavramı içindedir.
Fahşa; şehevî arzulara uymada haddi aşmaktır, nikah dışına taşmaktır.
Fahşa; insanın en kötü ve en çirkin halidir.
Fahşanın, halk tabiri ile fuhşun hakim olduğu insanlarda ve yerlerde edep, haya olmaz; haktan, hukuktan ve ahlaktan söz edilemez.
Fuhşun her türlüsü haramdır. Ve büyük günahtır. Dünyada cezası, âhirette azabı vardır.
Fuhuşla meşgul olanlar, insanlık duygusunu kaybedenlerdir.
Münker
Münker; Kur’an ve sünnete aykırı ve muhalif olan her şeye Münker denir.
Münker; şeriatın ve aklı selimin beğenmeyip, fena kabul ettiği iş ve davranışlardır.
Her münker, gayri meşrudur.
Her münkerde başkasının hakkına tecavüz vardır.
Münker; dince yapılması yasak edilen her şeydir.
Bağiy
Bağiy; Azgınlık, serkeşlik, kötülük yapmada ileri gitmek demektir.
Bağiy; insanlara karşı üstünlük iddia edip, onları zulüm ve baskı altında yaşatmak demektir.
Bağiy’ın yol göstericisi nefs-i emmaredir, lanetlenmiş şeytandır.
Bağiy; hak, hukuk tanımaz, merhamet ve şefkat bilmez. Aklına koyduğunu yapar.
Bağiy toplum anarşistidir.
Fahşa, münker ve bağiy, şer cephesinin sloganlarıdır. İnsanları ve toplumu perişanlığa ve hayvanî yaşayışa çağırır.
Adalet, ihsan ve akrabaya yardım ise; hayır cephesinin umdeleridir. İnsanları ve toplumu hayra, saadete, ebedi mutluluğa götürürler.
Allah fahşayı, münkeri ve bağiyi yasaklamıştır.
Allah adaleti, ihsanı ve akrabaya yardımı emretmiştir.
Ömer İbn-i Abdülaziz hutbenin sonunda bu ayeti okumakla nasıl bir toplum ve idare arzu ettiğini açıklamıştır:
Allah’ın emirlerine göre yaşayan ve yaşatan idareciler ve Allah’ın emirlerine göre yaşayan insanlardan meydana gelen bir toplum ve devlet.
Ömer İbn-i Abdülaziz’in arzu ettiği ve görmek istediği hak ve adalet üzere yaşayan bir toplumdur. Böyle bir toplumun oluşması ise bu ayette emredilen hususlara bağlılıkla ve yasak edilen hususlardan da sakınmakla ve mümkündür.
“Allah iyilik yapanları ve adâletli olanları sever.” (Ali İmran: 148, Hucurat: 9)
Herkes adâletli olacaktır. Ama yöneticiler, devlet başkanı ve davaları halletmekle vazifeli hâkimler daha adaletli olacaklardır.
Çünkü devletin temeli adalettir. Devlette adaleti idareciler, devlet başkanı ve hâkimler tahakkuk ettirirler.
Bunların adâlete riayet etmesi dünyada düzeni sağladığı gibi, ahiret hayatında da insanı mesut ve bahtiyar eder.
Peygamberimiz (sav) şöyle buyurur: “Adâletle hükmedenler, Allah indinde nurdan minberler üzerinde oturtulacaklardır!” (Riyaz-u Salihin 2/79, hadis
no: 663)