İlk Sürgün

İlk Sürgün

Cezire’den Mardin’e geçer.Burada alimlerin soruları ile karşılaşır.Bütün sorulara cevap verir.Mardin’de Cemaleddin-i Afgani’nin bir talebesi ve Sunûsi tarikatının bir mensubu ile bir araya gelirler.Dünya ahvalini ve dünya Müslümanlarının durumunu görüşürler.

Mardin’de ilk defa siyaset, hürriyet ve meşrutiyet hakkında düşüncelerini açıklar.Hürriyet taraftarlarını destekler.Gerçek hürriyetin tahakkuku ile İslam birliğinin kurulacağına inanır.Bu düşüncesini de her yerde açıkça söyler.Mardin valisi halk arasında hürriyet konusunda muhtemel dalgalanmayı önlemek ve bu yüzden kendisine gelebilecek bir dertten kurtulmak için Bediüzzaman Molla Said’i iki jandarma nezaketinde Mardin’den uzaklaştırır.Bediüzzaman Molla Said, hayatının ileri safhlalarında, hayatından bir parça haline gelecek olan sürgün olayını ilk defa Mardin’de yaşar.

1895 yılında meydana gelen ilk sürgün olayında, Mardin’den Bitlis gelirken Bediüzzaman’dan gördükleri güzel hal ve hareket karşısında jandarmalar onun muhafızları değil, hizmetkarları olurlar.

Vali’nin Piri Oluyor

Bitlis’e gelirler.Jandarmalar geri döner, Bediüzzaman Molla Said, Bitlis’de yaşamaya başlar.

Bitlis’de vali ile bir kısım memurların içki içtiklerinin söyler.Haberi duyan Molla Said:

“Madem ki buraya sürgün geldim.Bitlis gibi dindar bir memlekette hükümeti temsil eden bir zatın işlediği bu kötülüğü kabul edemem.”der.

Bir Rovelver ile bir hançer alarak işret meclisine gider.İçki hakkında bir hadis-i şerif okur, ağır sözlerle içki meclisinde bulunanlara hitap eder.Bir eli de tabancasının üzerinde bulunur.

Vali Ömer Paşa susar, orada bulunanların da konuşmasına izin vermez.

Bediüzzaman Molla Said meclisden ayrılır.

Valinin yaveri Molla Said’e:

“Yahu yaptığının farkında mısın?Sarfettiğin sözler idamını mucibidir.”der.

Bediüzzaman Molla Said de:”İdam aklıma gelmemişti..hapis veya sürgün zannediyordum.Mamafih, bir münkeri kaldırmak yolunda ölsem de mühim değildir.”cevabını verir.

İki saat sonra vali iki polis göndererek onu makamına çağırır.Bediüzzaman Molla Said valinin makamına girdiği zaman, vali ayağa kalkar, yol gösterir.Bediüzzaman Molla Said gösterilen yere oturur.

Vali “herkesin bir piri vardır.Benim de pirim sensin.”der.Vali içkiyi, işreti bırakır.

Vali, Bediüzzaman’ın cesaret, fazilet ve zekasına hayran kalır, onu evine götürür, ona bir oda tahsis eder; ona şöyle der:

“Bu odada kalıp ilmine çalışacaksın.”

Bediüzzaman Molla Said, vali Ömer Paşa’nın evinde kalır, kütüphanesinden faydalanır, kırka yakın kitabın metinlerini ezberler.

Bediüzzaman Molla Said hep Şafi kitaplarını okumuştu.Burada Hanefi mezhebine ait kitapları da okur.

Bediüzzaman Said-i Nursi’nin Şeyhleri

Bediüzzaman Molla Said, Bitlis’de bulunduğu sırada Şeyh Muhammed Elküfrevî Hazretleri’nin ziyaret eder.Ondan silsile-i ilmiye dersini alır.Daha önce de Şeyh Seyyid Nur Muhammed Hazretlerinden tarik-i  nakışbendiye dersini, Şeyh Abdurrahman Tağı Hazretlerinden mesleki muhabbet dersini, Şeyh Fehim-i Arvasî Hazretlerinden ilmi hakikat dersini almıştı.Çocukluğundan beri de Şeyh Abdulkadir Geylani hazretlerine bağlı idi.

Bediüzzaman Van’da İlmin Merkezi Oluyor

Bitlis’de hem talebe okutuyor, hem halka vaaz ediyor ve irşad vazifesini yapıyorken, 1897 yılında Van valisi Hasan Paşa’nın ısrarlı daveti üzerine Van’a gitti.Bir müddet vali konağında misafir kaldıktan sonra Horhor medresesine yerleşti.Medrese de talebe okutmaya başladı.

Van valisi Hasan Paşa gider, yerine İşkodralı Tahir Paşa gelir.Tahir Paşa geniş kültürlü, ilmi ve ilim adamlarını seven bir validir.Yeni vali kısa zamanda Bediüzzaman Molla Said’in ilim ve fazilet sahibi olduğunu anlar, ona büyük saygı gösterir, bir çok ilimlere ait kitaplarla dolu olan kütüphanesini istifadesine açar.

Vali Tahir Paşa akşam konağında ilim adamlarına, çeşitli meslek mensuplarını devletle ilmi toplantılar yapar.Bediüzzaman Molla Said, gündüz medresesinde talebeleri ile meşgul olurken akşamları da valinin tertiplediği ilmi toplantılara katılır.

Bu ilmi toplantılarda din ilimleri başta olmak üzere, hendese, cebir, fizik, kimya, tarih, coğrafya, astronomi konularında münazaralar yapılır.

Bediüzzaman münazaralarda karşı tarafa soru sormaz ama, sorulan her soruya cevap verir.Fen bilimleri alanında sorulara  cevap vermek için her gece bu konularda bir kitap okur.Kısa bir zamanda fen bilimlerinde liselerde hocalık yapacak derecede bir bilgiye sahip olur.

İslam hakkında ileri sürülen itham ve şüpheleri def etmek için sadece dini ilimlerin kafi gelmeyeceğini, fen bilimlerinin de gerekli olduğu kanaatine bu sohbetler sayesinde varır.Medrese talebelerine ders verirken, fen bilimleri konusunda da ders vermeye başlar.

Valinin konağında yapılan ilmi toplantıların merkezinde Bediüzzaman Molla Said bulunuyordu.İlmi toplantılarda bir galip belirtmek gerekli ise o hep Bediüzzaman Molla Said’di. Bir akşam bir coğrafya öğretmeni ile, coğrafya konusunda bir münazara yapılır, münazara o akşam neticelenmez, ikinci güne kalır. Bediüzzaman Molla Said yirmi saat içinde bir coğrafya kitabını ezberler.Akşamleyin başlayan münazara, Bediüzzamanın galibiyeti ile neticelenir.

Bediüzzaman Molla Said diyor ki:

“Her gece yatmazdan önce iki buçuk saat kadar hafızamdakileri tekrar ederim.O zaman hakikaten doksan kitabı hafızama almıştım.Her gece hafızamdakileri iki buçuk üç saat tekrar etmekle üç ayda bu kitapların tekrarını yaparak devrini bitiriyordum.”

Din İlimleri İle Fen Bilgilerini Birbirine Katarak Ders Verirdi

Bediüzzaman Molla Said’in ders verme usulü de şöyle idi:

Talebelerin medresenin salonunda boydan boya uzanan bir masa etrafına oturtur, kendisi ayakta dolaşır, ders verirdi.Genellikle alet ilimlerini ezbere söyler talebelere de yazdırırdı.

Medresede dini ilimlerle, fen bilgilerini birbirine katarak dinin hakikatlerini müsbet ilimlerle de teyit ederek, talebelerin zihinlerine yerleşecek şekilde anlatırdı.

Dini ilimlerle fen bilimlerini bir arada okutmak Bediüzzaman Molla Said’e has bir yenilikti.Belki de medrese de ilk defa uygulanıyordu.

Bediüzzaman talebelerine bir hoca olarak değil, bir ağabey bir kardeş olarak yaklaşır, zaman zaman da onlarla şakalaşırdı.Yaz mevsiminde onları sık sık kırlara özellikle Erkek dağına götürür, o günkü dersini de açık hava da yapardı.

Bediüzzamanın talebeleri kendisine son derece bağlı idiler ahlak ve bilgi yönünden de seviyeleri yüksek idi.

Çünkü Bediüzzaman Molla Said; talebelerini, ilimde, amelde, takva ve ibadette, cesaret ve ferağatte numune olarak yetiştirirdi.Kendisi de her yönü ile talebelerine bir örnekti, bir önderdi.

Van civarında bulunan aşiret reislerinin ve ağaların çoğu hürmeten, bir kısmı da onun cesaret ve yiğitliğinden, pervasızlığından, taşıdığı manevi heybetinden dolayı ondan çekinirlerdi.Halk üzerinde manevi bir otoritesi vardı.

Kur’an Söndürülemez

Bir gün Van valisi Tahir Paşa bir gazete haberini Bediüzzaman Molla Said’e okur.Valinin okuduğu 1899 tarihli gazete haberi şöyledir:

İngiliz Sömürgeler Bakanı elinde Kur’an-ı Kerim, Avam kamarasına şöyle konuşur:

“Bu Kur’an Müslümanların elinde bulunduğu müddetçe biz onlara hakiki hakim olamayız.Ne yapıp yapıp ya bu Kur’an’ı sükut ettirip ortadan kaldırmalıyız, veya Müslümanları ondan soğutmalıyız.”

Kafir bakanın yaptığı bu konuşma Bediüzzaman Molla Said’in ruhunda fırtınalar koparır.İslam gayreti ve hamiyeti galeyana gelir, Bediüzzaman Molla Said bakanın sözlerine karşı şöyle hayrkırır:

“Ben de dünyaya Kur’an’ın sönmez, söndürülemez ebedi bir mucize olduğunu ilan edeceğim.”

Bediüzzaman Molla Said çalışmalarını iki yönde yoğunlaştırır.

1-Kur’an’ın ebedi bir mucize olduğunu gösteren icazını tespit ederek bütün dünyada İslam düşmanlarının planlarını altüst etmek.

2-Van’da, Mısır’daki Ezher Üniversitesi gibi büyük bir üniversite kurmak, bu üniversitede hem Kur’an ilmiyle, hem de fen bilgileri ile mücehhez talebe yetiştirmek.

Bediüzzaman Molla Said, medresesinde ders verirken eline Kur’an-ı Kerim’i alır.Önce Kur’an hakikatlerini anlatır.Sonra da diğer ders konularını okuturdu.

Bediüzzaman Molla Said, İngiliz bakanın konuşmasını okuduktan sonra bütün dikkatini,  heyecanını Kur’an hakikatlerinin ve Kur’an’ın icazının yayılması ve kuracağı ve adına “Medresetü’zzehra” dediği üniversitenin plan ve programına verir.

Bediüzzaman için artık her şey Kur’an hakikatlerinin anlatılması içindi.Bütün okumalar, araştırmalar ve çalışmalar bu yönde idi.

İleride zuhur edecek olan “Risâle-i Nur” eserlerinin dayanak noktası da, Kur’an hakikatlerinin ilanı ve yayını esasına dayanır.

Van Üniversitesi

Yıllar sonra Van’da kurmak istediği üniversite hakkında şöyle der:

“Câmiül-Ezher Afrika’da bir medrese-i umûmi olduğu gibi, Asya Afrika’dan ne kadar büyük ise daha büyük bir darulfünün bir İslam üniversitesi Asya’da lazımdır.Taki İslam kavimlerini mesela Arabistan, Hindistan, İran, Kafkas, Türkistan, Kürdistandaki milletleri menfi ırkçılık ifsat etmesin.Hakiki müsbet ve kudsi ve umumi milliyet-i hakiki olan İslamiyet milliyeti ile “müminler ancak kardeştir.” Kur’an’ın bir kanûn-i esasinin tam inkişafına mazhar olsun ve felsefe fununu ile umumu diniye birbiri ile barışsın ve Avrupa medeniyeti, İslamiyet hakikati ile müsalaha etsin.

Ve Anadolu’daki ehl-i mektep ve ehl-i medrese birbirine yardımcı olarak ittifak etsin diye vilayet-i şarkıyyenin merkezinde, hem Hindistan, hem Arabistan hem İran, hem Kafkasya hem Türkistan’ın ortasında “Medresetüzzehra” manasında Câmiül-Ezher üslubunda  bir Darû’l fûnun, hem mektep, hem medrese olarak çalıştığım gibi ona da çalışmışım.”

Bediüzzaman Molla Said’e göre bu üniversite ahretimizi kurtarmaya dünya hayatımızda delaletin felaketinden uzak kalmaya,insani hürriyetin ve İslam milletlerinin arasındaki kardeşliğin gelişmesine sebep olacaktır.Bediüzzaman o tarihe kadar çeşitli ilimleri merak eder okurdu.İngiliz bakanın sözlerini okuyunca fikri bir inkılap geçirdi, merakı değişti.Bütün ilimleri Kur’an’ın anlaşılması ve hakikatlerinin ispatına yönelik kullanmaya başladı.Üniversite, Kur’an hakikatlerinin yayılması için en mühim vasıtalardan biri idi.Üniversitenin kurulması hilafetin merkezi İstanbul’un müsaadesine bağlı idi.Yaş otuz dört, 1907 yılında İstanbul yolunu tuttu.

Medreset-üz-zehra Kurulabilecek mi?

Yıl 1907.Bediüzzaman Molla Said, İstanbul’dadır.Gayesi; sekiz senedir plan ve programını zihninde çizdiği dünya çapındaki büyük İslam Üniversitesi, “Medreset-üz-Zehra”nın Van’da kuruluşunu sağlamaktır.

Bediüzzaman Molla Said’e göre, bu üniversite ile şark vilayetlerindeki cehalete son verilecek, dünya çapında yeni İslam âlimleri yetişecek, bu İslam âlimleri ile İslam dünyası yeniden dirilişe geçecek, güçlenecek ve birliğini sağlayacaktır.

İki ay Ferik Paşa’nın evinde kalır.Üniversitenin kurulması ile ilgili uzun ve gerekçeli biraz da yazışmadaki saray adabına uygun düşmeyen dilekçesini padişaha sunmak üzere “Mabeyn-i Hümayuna” verir.

Bediüzzaman Molla Said, üniversite kurmak için verdiği dilekçesine cevap alamaz.Dilekçesini takip ederken saraya yakın paşalarla münakaşa eder.Ferik Paşa’nın evinden ayrılır, önce Şişli’de sonra Şekerci hanında kiraladığı bir odada kalır.

Oda kapısının üzerine yazdığı “Burada her soruya cevap verilir.” levhası kısa zamanda O’nu bütün İstanbul’da tanınmış bir insan haline getirir.Bilhassa ulema ilmine ve irfanına hayran kaldığı Bediüzzaman Molla Said’e büyük hürmet gösterir.

İki Mektebi Musibetin Şehadetnamesi

Bediüzzaman Molla Said, padişahla görüşemez, paşalarla da arası açılır.Paşalar halkın Bediüzzaman Molla Said’e gösterdiği ilgiden ve onun açık açık pervasızca konuşmalarından kuşkulanırlar.Deli ve mecnun diye onu tımarhaneye atarlar.Doktorlar üstün bir akla ve zekaya sahip diye rapor verirler.Tımarhaneden çıkar.Bu seferde aynı paşaların desiseleri ile huzuru bozuyor diye hapishaneye gönderirler, hapishanede onu gözetim altında tutarlar.

O, İstanbul’a cehalet içinde yüzen şark vilayetlerini cehaletten kurtarmak ve dünya çapında bir İslam Üniversitesi kurmak için gelmişti.Bunun için çalışıyordu.Sarayın, makamın merasim ve adabını bilmediğinden son derece rahat ve serbest hareket ediyordu.Düşüncelerini açık açık söylüyordu .Serbest hareketi ve açık açık konuşması onun hapishaneye atılmasına ve gözetim altında tutulmasına yetti.

Bediüzzaman Molla Said,tımarhane ve hapishaneye atılması ile ilgili “İki mekteb-i musibetin şehadetnamesi” isimli kitabını yazdı.Kitabında İstanbul’u medeni libasını giymiş  vahşi bir insana benzetir.”Şark hasta, uzvu hastalanmış zannediyordum, hasta İstanbul’u gördüm.Nabzını tuttum.Teşrih ettim, anladım ki kalbi hasta.”der.

Zabtiye Nazırı Şefik Paşa hapishanede O’nu ziyaret eder.Padişahın selamını getirir.Bediüzzaman Molla Said, padişahın selamını alır.Nazır padişahın kendisine maaş bağladığını ve teberru para verdiğini bildirir.Bediüzzaman Molla Said maaşı ve teberru payı reddeder.

Nazır:Padişahın iradesi red olunmaz der.

Bediüzzaman Molla Said “Red ediyorum, padişah bana darılsın, beni çağırsın, doğrusunu bende söyleyeyim.” der.

Bediüzzaman maaşı ve teberru parayı reddetmiş, kabul etmemiştir.Çünkü o hayatında hiç kimseden dünyalık kabul etmemiştir, hiç kimseye dünyalık için can kaygısı için boyun eğmemiştir.

Zabtiye Nazırı Şefik Paşa, “isteğin vekiller meclisinde görüşülüyor” demiş ve hapishaneden ayrılmıştır.

Bediüzzaman ne kadar nezarette kaldı, kesin olarak belli değildir,ama birkaç aydan da fazla değildir.

 1908 İkinci Meşrutiyetin Getirdikleri

İkinci meşrutiyetin ilanında Bediüzzaman Molla Said İstanbul’da idi.Hapiste değildi.

İttihat ve Terakki Partisi’nin hürriyet şenliklerini gördü.Bir kısım sefih insanların her şeyi mübah görüp, hürriyeti hayvani bir hayatın vasıtası olarak gördüklerini müşahede etti.

Bir kısım ulema ve maşayihin de hürriyeti kötülediklerine şahit oldu.

Birden bire çoğalan cemiyet ve partilerde başta İttihat ve Terakki Partisi olmak üzere her şeyi tenkit ediyordu.

1908 Hürriyet’in ilanı ile her kafadan bir ses çıkıyordu. Her şey karma karışıktı.

Bediüzzaman Molla Said, meşrutiyeti, meşrutiyet olarak kabul ediyor, İslam’ın ve insanın adına alkışlanmalı, kötüye yorumlanmamalı, hele sefalet ve rezalete uygun bir şey zannedilmemeli diyordu.Bunun için yazılar yazıyor, konuşmalar yapıyordu.

Jön Türkler ki, Avrupa’ya satılmış insanlardı.Hürriyet’i zulme ve intikama vasıta olarak kullanıyorlardı.

Dine ve hilafete hücum ediyorlardı.

Rum, Ermeni ve Yahudiler başta olmak üzere gayrimüslim azınlıklar, ayrılık tohumları eken cemiyetler, kulüpler ve teşkilatlar meydana getiriyorlardı.

Şeriat Dairesince Düşünmek ve Hareket Esastır

Bediüzzaman’ın İslam birliği, İslam anane ve anlayışı adına kabul ettiği hürriyet anlayışı, İttihat ve Terakki Partisi’nin bir kısım kollarının onun alyhine geçmelerine sebep oldu.Bunlar Bediüzzaman Molla Said’e mürteci yani gerici diye hücum ediyorlar ve onu kötülüyorlardı.

Bir kısım ittihatçıların karşısına geçmesini anlatan Bediüzzaman Molla Said, şöyle der:

“Ben hamiyetli dindar adamlarla daima beraberim.Ben Selanik’te hürriyet meydanında okuduğum nutuk ile ilan ettiğim mesleğimi şimdi de takip ediyorum ki, Allah’ın kelamının yüceltilmesi ve İslam’ın ilanına vasıta olan Meşrutiyet’in şeriat dairesince idamesine çalışıyorum.”

Bediüzzaman Molla Said’in bahsettiği önce İstanbul’da, daha sonra da Selanik meydanında okuduğu nutku sın derece önemlidir.Üzerinde araştırmacıların çalışma yapması gerekli olan bir konuşmadır.Bu konuşmada Bediüzzaman Molla Said derdi teşhis etmiş, tedavi yollarını da göstermiştir.

Bediüzzaman konuşmasını şöyle tamamlar:

“yaşasın Şeriat-ı Garra!(Parlak Şeriat)

Yaşasın Adâlet-i İlâhî!

Yaşasın İttihâd-ı Millî!

Ölsün İhtilah!

Yaşasın Muhabbet-i Millî!

Gebersin ağraz’ı şahsiye, (kişisel kinler), fikri intikam!

Yaşasın şecâat-i mücessem askerler!

Yaşasın satvet-i muşahhas ordular.

Yaşasın akıl ve tedbir-i mücessem dindar Cemiyeti Ahrar!

Yaşasın yaraları tedavi etmek fikrinde olan Halife-i Peygamber!

Scroll to Top