Bu Zat Bir Denizdir
Bediüzzaman Said-i Nursî, Isparta’da Müftü Tahsin efendinin oğlunun satın aldığı, dînî bir hizmet için beklettiği medresenin bir odasına MüftüTahsin Efendi’nin isteği üzerine yerleştirilir. Tarih: 25 Ocak 1926. Sıkı bir kontrol altında tutulur. Müftü Tahsin Efendi, Müftü olması ve medresenin oğlunun mülkiyetinde bulunması solayısı ile, Bediüzzaman Said-i Nursî ile rahat görüşme imkanına sahip olur. Hatta Bediüzzaman Said-i Nursî’nin bulunduğu medrese odasında haftada iki gün sohbet etmesini sağlar, kendisi de sohbetlere devam eder.
Bediüzzaman Said-i Nursî’nin sohbetlerinde, O’nun ilim ve fazilet sahibi olduğunu, olgunluğunu anlayanlar, ona talebe oluyorlardı. Isparta’nın ileri gelen alimlerinden Şeyh Mustafa Efendi’nin O’nun hakkında: Taftazaniler, Fahreddin-î Raziler birer çeşme ise, bu zat bir denizdir. Demesi ve sohbetlerine devam etmesi, Isparta çapında tanınmasına sebep oldu. Burdur’dan da talebeleri ziyaretine geliyordu.
Yeni Sürgün
Isparta Valisi Ekrem, Bediüzzaman Said-i Nursî’nin sohbetlerinden ve ziyaretçilerinden evhama kapıldı, valiliğime zarar verir diye 22/2/1926 tarihinde O’nu ücrâ bir köşe dediği Barla’ya sürdü. Bediüzzaman Said-i Nursî ikinci sürgün yeri olan Isparta’da da bir ay bile kalmadan bu kez de Barla’ya sürülmüştü.
Önce Eğridir ilçesine, ordan da kayıkla Barla’ya göderildi.
Eğridir’den Barla’ya gidişi Gelendostlu jandarma eri Şevket şöyle anlatır:
“Eğridir pazarından bir gün sonra, sabahleyin beni belediyeden çağırdılar. Gittim. Orada kaymakam, jandarma kumandanı, belediye encümen azaları ve birde kırk yaşlarında gözüken başında sarığı, sırtında cübbesi olan bakışları heybetli bir zat vardı. Jandarma kumandanı bana: Bak oğlum bu Hoca Efendi’yi alıp Barla’ya görtüreceksin. Bu zat meşhur Bediüzzaman Said Efendidir. Vazifen çok mühimdir. Oraya karakola teslim edince, evrakları imzalatır, döner durumu buraya da bildirirsin.” Dedi.
Baş üstüne diye vazifeyi aldım… ve oradan Hoca Efendi ile çıktım. Yolda: “Hocam sen benim atamsın, kusura bakma ne yapalım vazifedir.” Dedim. İskeleye geldik, orada bir kayıkçı ile anlaştık. Elli kuruşa götürmeyi kabul etti. Kayık parasını Bediüzzaman Efendi çıkardı verdi. Sonra on kuruş vererek, bir kilo çekirdeksiz kuru üzüm aldırdı. Kayığa bineken eşya olarak elinde bir sepeti, sepetin içinde çay demliği ve birkaç bardaki bir tane seccadei diğer elinde bir Kelamı Kadim vardı. Gemide iki kayıkçı ile kayıkçnın tanıdığı bir zat, ikide biz beş kişi idik. Öğleden sonra idi. Hava soğuktu. Günlerden birinci cemrenin düştüğü zamandı. Göl yer yer buz tutmuştu. Önde kayıkçının biri, elinde uzun bir sopa ile buzları kırarak yelkenli kayıpa yol açıyordu. Bediüzzaman Efendi yolda bize birer parça kuru üzüm ve şark işi pestil ikram etti.
Dikkatle haline bakıyordum, son derece sakin ve mutedil idi. Eftraftaki dağları ve gölü seyrediyordu. Parmakları ince uzun idi. Sanki içinde elektrik yanıyor gibi pırıl pırıl parlıyordu. Taşlı gümüş bir yüzüğü, sırtında çok kıymetli kumaştan bir abası vardı.
Günler bu mevsimde kış olduğu için hemen ikindi vakti girmişti. Kayıkta namaz kılmak istedi. Kayığın yönünün kıbleye çevirdik. “Allahu Ekber” diye bir sada duydum. Ömrümde ilk defa bu şekilde heybetli ve haşmetli bir tekbir alışı duymuştum.öyle bir tekbirle namaza durdu ki hepimiz adeta ürperdik. Hali hiçbir hocanın haline benzemiyordu. Biz kayığı kıbleden ayırmamaya çalışıyorduk. Selam verdikten sonra bize döndü ve “Beli kardeşimi zahmet ettiniz” dedi.
Çok nazik ve efendi bir adamdı. İki saatlik bir deniz yolculuğundan sonra Barla iskelesine çıktık. İskelede korucu Burhan dolaşıyordu. Ona seslendim. Geldi. Docanın sepetini, postunu elinden alıp mektebe yükledik. Bu arada gemici Mehmet bekçinin tüfeğini alarak korudaki keklikleri avlamk istedi. Fakat Bediüzzaman Said-i Nursî mani oldu. “Şimdi bahar yakındır. Bunların yavrulama mevsimidir, yazıktır. Beni dinlerseniz vazgeçin” diye ateş etmelerine mani oldu. Kekliklerde uçtular.
Ben tüfeğimi sol omzuma astım. Hoca Efendi’nin sol koluna girdim. Yavaş yavaş bir saat kadar yürüdükten sonra Barla’ya ulaştık.
Akşam yaklaşmıştı. Barla’daki Akmescid’in yanında bulunan karakola indik. Orada nahiye müdürü Bahri Baba ve karakol kumandanı vardı. Bediüzzaman Efendi’yi onlara teslim edip evrakı imzalattım. Geceyi orada geçirdikten sonra, sabahleyin tekrar Eğridir’e döndüm.”
Risale-i Nur’un Tarlası
Bediüzzaman Said-i Nursî, Barla’da ilk geceyi karakolda geçirir. Karakolda bir sandalyenin üstünde oturarak mı oksa suçluların atıldığı “Nezarethane”de üstü kilitli olarak mı geceyi geçirdi? Bir şey bilmiyoruz. Bildiğimiz bir şey varsa o da, O büyük islam aliminin karakoldan karakola demirbaş bir eşya gibi imza karşılığında teslim edilmesidir. Ankara’nın zulmü karşısında, o halinden hiç şikayette bulunmaz, kimseye şikayet etmez. Sadece Rabbine sığınır, O’na iltica eder.bütün hadiseleri, yapılanları soğukkanlılıkla karşılar. Onda derin bir içe yönelme vardır. Çocukluğundan beri artarak devam eden bu içe yönelme Burdur’da “Nur” olarak doğma noktasına gelir, Barla da bütünü ile açığa çıkar. Barla “Risale-i Nur”un tarlası olur. Barla “Risale-i Nur” ve onun sahibi ile özdeş hale gelir.
Barla denilince, Bediüzzaman Said-i Nursî ve O’nun Risale-i Nur eserleri akla gelir.
Barla denilince, Ankara idaresinin müslümanlara ve müslümanlığa ait herşete yaptıkları zulüm akla gelir.
Barla, Ankara’nın islam insanını yok etmek için her türlü yollara başvurduğu o yıllarda, Bediüzzaman İslam insanını korumak ve yetiştirmek için sessiz ve sedasız çalıştığı yerdir.
Başımıza Devlet Kuşu Kondu
Barla, küçük bir nihayedir. Bediüzzaman Said-i Nursî’nin kalacağı bir yer yoktur. Nahiye müdürü köyün ileri gelenlerinden muhacir hafız Ahmet Efendi’yi çağırır, ona, Bediüzzaman’ı bir yer buluncaya kadar evinde misafir etmesii teklif eder. Ahmet Efendi teklifikabul eder, Bediüzzaman’ı evine götürür, ona bir oda verir. Her türlü hizmetini görür, misafire hizmette kusur etmez.
Muhacir Hafız Ahmet Efendi bir gece uyanır, bakar ki ev sallanıyor, Bediüzzaman Said-i Nursî’nin odasına bakar. Bediüzzaman Said-i Nursî Ferdün- Hayyün- Kayyumun- Hakemün- Adlün- Kuddusün diye sesli bir şekilde ve aheste aheste zikrediyor. O her bir Ferdün-Hayyün… dedikçe evde onun zikrinin ahengine uymuş sallanıyor görür. Muhacir Hafız Ahmet Efendi hemen hanımını uyandırır. “Kalk manzaraya bak” “Galiba başımıza talih kuşu kondu” der.
Muhacir Ahmet Efendi ile hanımı canı gönülden Bediüzzaman Said-i Nursî hazretlerine bağlanırlar, hayatları boyunca da O’na hizmet ederler. Muhacir Ahmet Efendi Barla’da onun ilk talebesi olur.
Bediüzzaman Said-i Nursî, Muhacir Ahmet Efendi’nin evinde bir hafta kalır. Bir hafta sonra nahiye müdürlüğünce, köy odasının bir odasına yerleştirilir. Sıkı kontrol altında tutulur. Odasından çıkması izinle olur. O nahiye müdürlüğünden izin alarak Barl’nın etrafını dolaşır.su başlarında oturur, ağaç gölgelerinde gölgelenir. Dağ, tepe ve derelerinde gezer, Barla’yı çok sever.
Barla
Barla çok güzel, latif ve şirin bir yerdir. Kaldığı köy odasının önünde bir mescit vardır. Mescidin önünde bir aç asırlık bir çınar ağacı bulunmaktadır. Çınarın altında gece gündüz durmadan akan bir çeşme vardır. Ön tarafta Barla’nın bağ ve bahçeleri biraz ötede masmavi Eğridir gölü vardır. Barla’yı saran yüce dağlar vardır. Kocapınar, Taşlıpınar, deliklipınar, Karadut, Kara kavak, ardıç ağaçları, Karaca Ahmet Sultan, Bey deresi ve cennet bahçesi Çam dağı ve Tomus kayası Bediüzzaman Said-i Nursî’nin ibadet vemünacaatlarına menzil olmuş yerlerdir.çam dağı tepesindeki yüksek ağacın başında yapılmış “üstü açık pdacık” diğer adı ile “nur köşkü” Bediüzzaman Said-i Nursî’nin âfâki seyrettiği Eğridir gölünü, bağ ve bahçeleri temşa ettiği derin tefekküre daldığı bir yerdir. “Ben burayı yıldız köşküne değişmem” der.
Barla halkı da Bediüzzaman Said-i Nursî Hazretlerini severler O’na saygı gösterirler. Resmi makamlardan gizli olarak ona hizmet ederler, sohbetlerinde bulunurlar.
Nahiye müdürü ve birkaç öğretmenin dışında Barla’da herkes Bediüzzaman Said-i Nursî’yi sever ama, nahiye müdürü ve adamları Bediüzzaman Said-i Nursî’ye eziyet etmekten ve onu incitmekten çekinmezler. Ziyaretçilerine engel olurlar. Ziyaretçileri karakolda sorguya çekerler. O büyük zatı vebalı bir insanmış gibi gösterirler.
Risale-i Nur’un Yazılışı
Bütün gizli, açık düşmalıklara ve zorluk çıkarmalarına karşılık, Barla Risale-i Nur’un tarlası olur. Temel Risale-i Nur eserlerini Bediüzzaman kırlara çıktığı, dağlara tırmandığı, çeşme başlarında, ağaç gölgelerinde oturduğu zaman yazdırır, yahutta yazılanları tahsis ederdi.
Oturmaya mecbur tutulduğu odasında çoğu zaman eselerini yazdıramaz, yazdırdıkalrını bulunduramazdı. Çünkü sık sık gece ve gündüz baskını yapılır , yasak şeyler aranır. Mektuplar bile yasak şey diye alınırdı.
“Risale-i Nur”un yazılması ile ilgili emekli yüzbaşı Refet Bey şöyle der:
“Bir gün Hazreti üstad bizi çağırdı, kalem kağıt hazırlamamızı söyledi ve “Yirmi altıncı Lema, ihtiyaçlar hakkındadır… Yirmi altıncı ricayı ihtiva eder. “Birinci Rica” dedi yazdırmya başladı.
Beş altı rica yazdırdı, çylece kaldı. Aradan bir müddet geçti. Bu arada diğer Risalelerden bazı parçaları yazdırdı.
Yine bir gün bizi çağırarak kaldığı yerden hiç soru sormadan “nerede kalmıştık, biraz okuyun” gibi bir şey demeden kaldığı yerden yirmi altıncı Lemaya devam etti.” Bediüzzaman Said-i Nursî eserlerini kendisi yazmazdı. Kendisi söyler talebeleri yazardı. Talebelerinin çoğalttığı nüshaları da mutlaka tashih ederdi.
Risale-i Nur’un Yayılması
Barla’daki idarenin bütün baskısı ve zulmüne rağmen halkın Bediüzzaman Said-i Nursî’ye olan bağlılığı daha da artar. Onun ilmine vakıf olanlar, ahlakını görenler, dağlardan, tepelerden, derelerden, gizli yollardan aşıp gelirler, onu bulurlar. Ona talebe olurlar. Yazılan Risalelerden alıp götürürler, kendi aralarında okurlar, okuttururlar. Yeni yeni talebeler “Raisale-i Nur” kervanına katılırlar. Barlada, civar köylerde, Isparta’da, Burdur’da, hattan başka köy ve şehirlerde Risale-i Nur’un yeni talebeleri ortaya çıkar. Barlalı muhacir Ahmet Efendi, Sıddık Süleymn Efendi gibi hayatını Bediüzzaman Said-i Nursî’ye hizmete ve Risale-i Nur’un yayılmasına adayanların sayısı gün geçtikçe artar. Bu hal Barla nahiye müdürlüğünü, Isparta valiliğini, hatta hüümeti son derece rahatsız eder.
Birkaç defa zehirlemeye teşebbüs ederler. Başaramazlar. Mescidi kapatırlar. Hem ibadetine engel olmak, hem de cemaatle ilgisini kesmek isterler. Emellerine kavuşamazlar. Barla dışından gelen ziyaretçilerle görüştürmedikleri gibi, ziyaretçileri karakola çekip işkence etmeye başlarlar. Bu zulümleri de müslümanların Bediüzzaman Said-i Nursî’ye olan sevgi ve bağlılığını azaltmaz, aksine daha da artırır.
Ücra bir köşe kimse ilgilenmez diye gönderdikleri Barla’dan bu sefer de gözümüzün önünde olsun diye tekrar Isparta merkezine alırlar, sürgün yerini yine değiştirirler. 20/2/1926 da sürgüne gönderdikler Barla’dan 8.5 sene sonra Ağustos 1934 de tekrar Isparta’ya getirirler.
İslam İnsanını Yok Etme ve Hükümet Koruma Mücadelesi
Sekiz buçuk sene içerisinde yeni sistemine göre yeni bir insan yetiştirmek için her çareye başvurmuş, her tedbiri almış, kendi düşüncesine göre müesseselerini kurmuş ve kurmaya da devam ediyordu.
Bu sekiz buçuk sene içinde Bediüzzaman Said-i Nursî de İslam insanını korumak ve yetiştirmek, imana zararları def etmek için Kur’an’a, sünnete dayalı temel esrlerini hazırlamış bu eserlere göre düşünen ve yaşayan bir insan topluluğu meydana getirmişti. Bu konuda Bediüzzaman Said-i Nursî yalnız da değildi. Din aleyhtarı çalışmaların yapıldığı ve ilk ayların ve yılların şaşkınlığını üzerinden atan müslümanlar, gizli de olsa mukabil çalışmalarına başlamışlar. Muhammed Esad Erbili ve halefi Mahmud Sami Efendi Hazretleri gibi zatlar imanı ve islami hasletleri korumak için var güçleri ile çalışmışlar. Allah kelamının öğrenilmesi ve öğretilmesi için hoca efendiler her türlü tehlikeyi göze alarak hizmetlerine devam etmişlerdir. Doğuda, Karadenizde ve Orta Anadoluda medrese eğitimi evlerde ve gizli yerlerde devam etmiştir.
Ispartada eskiden kaldığı medrese odasına Bediüzzaman Said-i Nursî’yi yerleştirirler. Ispartalı, hamiyet sahibi zengin bir zat, köşkünü Bediüzzaman Said-i Nursî’nin hizmetine verir. O da medrese odasından ayrılır, köşke yerleşir. Yeni Nur Risalelerini yazdırır. Yalanları tanzim, tertip ve tahsis eder. Yedi sekiz ay devam eden ikinci Isparta hayatı, hem hizmet bakımından, hem de bedeni rahatlık bakımından hoş geçer. Risale-i Nur hizmeti daha da genişler.
Risale-i Nur Talebeleri Tesbit Ediliyor
Bediüzzaman Said-i Nursî’nin, Risale-i Nur eserlerini yazması bu eserleri okuyan, okutan, yayan gayret sahibi bir insan topluluğunun meydana gelmesi İçişleri Bakanı’nın hiç mi hiç hoşuna gitmez. Evhamı artar. Risale-i Nur ile meşgul olanların tespiti ile ilgili çalışmalar gizli komiteler tarafından yapılır. Hükümete karşı toplu bir isyanın hazırlıklarının yapıldığı jurnal edilir.
Gizli komitelerin çalışmalarını haber alan Bediüzzaman Said-i Nursî yanında bulunan Risale-i Nur kitaplarının çoğunu talebelerine vermiş, saklamalarını istemişti. Bayram münasebeti ile yapılacak ziyaretleri kabul edemeyeceğini ilan etmişri. Ama idare gelip gidenlerin tespiti için yine de Bediüzzaman Said-i Nursî’nin kaldığı evin kapısına polis koydu. Bediüzzaman fiilen nezaret altında idi.ne dışarı çıkabiliyordu, ne de ziyareçi kabul edebiliyordu.
Risale-i Nur talebelerinin evlerine baskın yapılmaya başlandı, ama Risale-i Nur talebeleri baskına hazırlıklı oldukları için kendilerine göre suç aleti kabul ettikleri dini kitap ve yazılardan, levhalardan, hatta Kur’an-ı Kerimlerden bir şey bulamadılar. Konu ile ilgili Risale- Nur talebelerinden Tenekeci Mehmed Efendi şöyle der:
“Üstadın yanına gelip giden ne kadar talebesi varsa, onları da taharri (araştırma- arama) ettiler. Bir arkadaş geldi bizi de haberdar etti. Evde ne kadar Nur Risaleleri, İslami ve dini kitap varsa hepsini bahçeye gömdüm. On sekiz tane polis geldi. Soba borularının deliklerine kadar aradılar. Neticede “aramada bir şey bulunamadı” diye zabıt tutup gittiler.”
Şükrü Kaya Isparta’da
Bediüzzaman Said-i Nursî ve talebelerini cezalandırmakta kararlı olan Ankara bütün aramalarına rağmen suç olacak bir şey bulamazlar. Eğridir’de yarı deli bir adamın Bediüzzaman Said-i Nursî hakkında bir jandarma çavuşu ile yaptığı ağız kavgasına dört elle sarılırlar.iç işleri bakanı Şükrü Kaya yüz jandarma, yirmi polis ile Isparta’ya gelir. Havalide terör estirirler. Büyük bir ayaklanma varmış gibi yaygara koparırlar. Polis Bediüzzaman’ın evine baskın yapar. Kitaplarına el koyar. Kendisini de emniyete götürür. İfadesini alırlar, serbest bırakırlar. Bediüzzaman Said-i Nursî bu arada kendisine yapılanları anlatan, gçtürülen kitaplarının iadesini isteyen bir dilekçeyi savcılığa verir. Dilekçeye cevap verilmez. Bediüzzaman Said-i Nursî ve yüz yirmi arkadaşı gece baskınları ile yeniden evlerinden alınırlar, nezarete atılırlar. Polisler, ihtiyar bir nur talebesini evinden alıp karakola götürürken düşer ölür. Böylece ilk şehit verilir.
Garip Şeyler
Bediüzzaman Said-i Nursî’nin yazdığı bir kitabın üzerinde “Ramazan’a aittir” diye bir yazı bulunduğu için Isparta’da Ramazan adında bir kişi aranır, bir köyde bulunur ve tutuklanır. Kitabın ramazan ayını ve orucu anlatan bir kitap olduğu düşünülmez. Gerçek mahkemede anlaşılır. Aylarca yok yere hapiste yatan ve işkence gören köylü Ramazan bırakılır.
Tüccar Şükrü Şahin, kendisinden mal isteyen Risale-i Nur talebesine isteği ile ilgili mektup yazdığı için yakalnıp hapse atılır. Aydında göz doktorluğu yapan Şevket Gözalan, bir Risale-i Nur talebesini muayene ettiği ve tedavi ettiği ettiğinden doalyı, Said-i Nursî’nin kendisine yazdığı teşekkür mektubu yüzünden tutuklanmış ve Bediüzzaman ile birlikte Eskişehir hapishanesine gönderilmiştir.
Bir zarfın üzerinde “İzmir Müftüsü” yazısı olduğu için, İzmir müftüsü de aylarca Eskişehir hapishanesinde yatmıştır.
Binbaşı Ruhi Bey Ordudan Atılıyor
Türlü acayip ve garip şeylerin yapıldığı, devlete büyük bir isyan olduğu yalanının her tarafa dinsizler tarafından yayıldığı gergin bir hava içerisinde, İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’nın muzafferane ve gururane bir hava içinde yürüttüğü çalışmaları ile Bediüzzaman ve yüzyirmi arkadaşı geniş ve sıkı tedbirler arasında elleri arkalarına bağlı olarak askeri cemselere doldurulur. Yol güzargahında da geniş askeri tedbirler alınır. Isparta, Afyon ve Eskişehir askeri ve mülki erkanın ayakta ve tetikte beklediği bir atmosfer içerisinde yola çıkılır.
Bediüzzaman Said-i Nursî ve yüz yirmi arkadaşını Eskişehir’e götüren kafilenin kumandanı Binbaşı Ruhi bey namaz vakti geldiği zaman kelepçelerini çözer, cemaatle namaz kılmalarına müaade eder. Bir daha da kendilerine kelepçe takmaz. Kumandan Ruhi Bey’in yaptıklarını haber alan Ankara Binbaşı Ruhi beyi ordudan atar.
Eskişehir Mahkemesi ve Hapishanesi
Bediüzzaman Said-i Nursî ve arkadaşlarının bir kısmını tecrid-i mutlaka yani tek kişilik yerlere koyarlar. Kimseyle konuşturmazlar. Bir kısmını da on kişilik koğuşlara 20-30 kişi olarak doldururlar. Eskişehir mahemesine Ankara hükümeti “en ağır şekilde cezalandırılacak” diye baskı üzerine baskı yapar.
Sorgu halimliklerinde elde edilmiş nur risaleleri mazlumların hal ve hareketleri en ince teferruatına kadar incelenir.
Sorgulamada Bediüzzaman ve talebelerinin isyanlarına, siyasi muhalefetlerine dair tek bir delil bulunamaz. Gizli cemiyet iddialarının bir iftira olduğu ispat edilir.
Sorgulamayı beklerken emekli Binbaşı Asım bey rahatsızlık geçirir ve oracıkta vefat eder. Risale-i Nur hareketi Asım beyin vefatı ile ikinci şehidini verir.
Hakimler Kanaatlerine Göre Karar Veriyor
İki aylık bir tahkikat sonunda mazlumların yarısı meni muhakeme yani muhakeme edilmesine gerek olmadığına karar verilerek salıverilir. Diğerlerinin mahkemesi iki ay devam eder.iki duruşma yapılır, üçüncü duruşmada karar verilir. Karada Bediüzzaman Said-i Nursî’ye on iki ay hapis, bir sene Kastamonu’da gözetim altında bulundurma cezası verilir. On beş talebesi de altışar ay hapse mahkum olurlar. Diğerleri beraat eder. Mahkeme kararının sebebi de hakimlerin Vicdani Kanaatlaridir. Delil bulamamışlar, kanaatlerine göre suçlu görmüşlerdir. Öyle zannediyoruz ki, kanaatlarine göre mahkum etmeleride Ankara’dan korkmalarıdır, kendileri mahkum etmezlerse, Ankara’nın kendilerini mahkum etme endişeleridir.
1935’de Döndürülen Plak
Bediüzzaman Said-i Nursî ve talbelerine isnat edilen suçlar şunlardır:
- Dini alet edip dahili emniyeti ve umumi huzuru bozmak.
- Dahili emniyeti ve umumi huzuru bozmak için gizli cemiyet kurmak.
- Nur Risalelerini hükümetin müsaadesi alınmadan yayınlamakla ileride bir isyana bir hadiseye medar olması.
- Kanunen yasaklanmış olan tarikat dersleri
- Kürtçülük çalışmalarında bulunmak.
- Inkılap ve laiklik ve Cumhuriyet prensiplerine muarız olup onları kaldırmaya fiili teşebbüsde bulunmak.
- Nur Risaleleri ile halkın nazarını sırf ahirete çevirip alet olmak ihtimali.
- Asayiş ve idareyi bozmak ve bozmak isteyenlere alet olmak.
- Şapka giymeyerek kanunlara karşı gelmek.
- Medeni kanunun getirdiği irsiyet, kadın haklarına karşı gelmek.
- Mustafa Kemal ve inkılaplarını tahrik ve muazara etmek.
1935 yılında Bediüzzaman ve talebelerine isnat edilen bu suçlamalar, Ankara’nın ve Ankara’nın kurduğu kurumların yıllar boyu müslümanlara isnat ettiği suçlamalardır. Bugün de dini faaliyetlerinden dolayı savcıların ve hakimlerin karşısına çıkarılanlar bu suçlamaları biri veya bir kaçı ile itham edilmektedir. Laikperest insanların ve gazetecilerin müslümanlara isnat ettikleri ithamların başında bu suçlamalar gelir. Demek oluyor ki, laikperestler müslümanlara eza etmek ve müslümanları cezalandırmak için bugün de 1935 yılında döndürdükleri plağı çalmaktadırlar.
İdam Yaygaralarına Rağmen Hafif Ceza
Bediüzzaman Said-i Nursî, mahkemede kendisine karşı yapılan itham ve isnatları uzun bir müdafaa ile reddeder. İthamların asılsız, nir iftira olduğunu son derece mühim açıklamalarla ispat eder, ama mahkeme, mahkumiyet kararı verir. Maheme öncesi gizli komitelerin ve idam istekleri karşısında Eskişehir mahkemesinin verdiği kararlar son derece hafif kalır. Nitekim bu durumu Bediüzzaman Said-i Nursî temyize gönderdiği müdafaasında şşöyle ifade eder:
“Evet her bir hükümetin bir kanunu bir usulü vardır. O kanuna göre ceza verilir. Hükümet-i Cumhuriye’nin kanunları ile beni ve dostlarımı en ağır cezaya müstahak edecek esbab (sebepler) bulunamazsa, elbette takdir ve mükafaat ve tarziye ile beraber tam hürriyetimizi vermek lazımdır. Çünkü meydanda gayet ehemmiyetli hizmet-i Kuraniyem, eğer hükümetin aleyhşnde olsa böyle bir senelik ceza bana, birkaç dostuma altşar ay mahkumiyetle olamaz. Belki yüz bir sene ve idam gibi ceza bana… ve en ağır cezaları da benim ciddi hizmetime irtibat edenlere vermek lazım gelir.”
O zama hakimlerin “hakimlik teminatı” yargı bağımsızlığı gibi hakları yoktu. Onlarda sıradan birer devlet memunu idiler. Hükümet istediği zaman vazifeden uzaklaşrırır veya istediği yere sürer veyahut sıradan bir memur haline getirirdi. Ankara’nın ağır ceza verme baskılarına rağmen Eskişehir mahkemesi suçsuz olduklarını bildiği halde kendilerini kurtarmak için bilinen cezayı vermek mecburiyetinde kalmıştır. Temyiz (yargıtay) da cezalarını tasdik etmiştir.
Bediüzzaman Said-i Nursî verilen cezayı Eskişehir hapishanesinde çeker. Hapishanede kaldığı müddetçe de koğuşunda bulunan Risale-i Nur talebelerine yeni eserler yazdırır! Diğer mahkumlara hizmet eder. Onların da dığru yolu bulmalarını, birer Risale-i Nur talebesi olmalarını sağlar. Eskişehir hapishanesi bir medreseyi Yusufiye olur. Hapishane idaresi de asayiş yönünden Bediüzzaman Said-i Nursî’nin mahkumları iyi hal sahibi yapmasından memnun kalır.
Bediüzzaman Said-i Nursî bir senelik mahkumiyet cezasını Eskişehir hapishanesinde çektikten sonra, bir senelik polis nezaretinde bulundurma cezasını çekmek üzere kara trenle Ankara’ya, oradan da Kastamonu’ya gönderilir.