Ku’an-ı Kerim’de Dualar
* Kur’an-ı Kerim’de dua ayetleri vardır.
* Bu ayetlerde, Allah’ın dua ile ilgili emirleri vardır.
* Bu ayetlerde, peygamberlerin, geçmiş salih kulların ve meleklerin duaları vardır.
* Bu ayetlerde, Allah’ın peygamberimiz(s.a.v)’e emrettiği dualar vardır.
* Bu ayetlerde, Allah’ın mü’minlere yapılmasını emrettiği dualar vardır.
* Bu ayetlerde, sıkıntılı anlarda dua eden, sıkıntı geçtikten sonra Allah’ı unutan insanların hallerini açıklayan hükümler vardır.
* Bu ayetlerde, kafirlerin, münafıkların, fasıkların ve dinsizlerin ahirette tekrar dirildikleri zaman pişmanlıkla yaptıkları dualar vardır.
* Bunların cehennem azabı ile karşılaştıkları zaman yaptıkları dualar vardır.
* Bu dualar, aynı zamanda bize nasıl dua edeceğimizi öğretmekte ve bize dua etmeyi telkin etmektedir.
Bütün bu dualar göstermektedir ki, başta peygamber olmak üzere iyi kullar dua etmeyi kendileri için bir ibadet ve nimet bilmişlerdir. Zâlim,fâsık insanlar ise, dua’dan uzak durmuşlar,başları sıkıştığı zaman dua etmek mecburiyetinde kalmışlardır… Biz, Kur’an-ı Kerim’de bulunan duaları,başta peygamberin duaları olmak üzere nakletmeye çalışacağız.
İnsan Melek Değildir, Amma
İnsanın Allah’ın gönderdiği peygambere ve ona indirdiği ilâhî kitaba uyması,sağlam inancı, ibadeti, duası,güzel ahlakı,iyilikleri,helal rızkı,kul hakkına riayeti,,nefsine hakim olması,haramlardan ve kötülüklerden kaçınması, insanî ve İslâmî kimlik ve değerini korumakla kalmaz,sahip olduğu bütün değerleri, faziletleri daha da geliştirir ve yükseltir ve melekleşir,hatta meleklerden de üstün hale gelir.
Böyle olanlar melek gibi hanım ve melek gibi adam diye anılır (1)
İnsan Hayvan Değildir, Amma
İnsan, Allah’ın gönderdiği peygamberi ve ona indirdiği ilâhî kitabı tanımaz,hakkı kabul etmez, vicdanını köreltir, aklını kötülüklere kullanır,ibadet ve duadan uzak yaşar,kötü huyların, kötü işlerin sahibi olur, nefsine esir düşer, insanların haklarına tecavüz eder,zalim olur, azgınlaşırsa hayvanlaşır, hatta hayvanlardan daha aşağı derekelere düşer.
Allah, bunlar hakkında Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurur:
“Andolsun biz, cinler ve insanlardan, kalpleri olup da bunlarla anlamayan ,gözleri olup da bunlarla görmeyen,kulakları olup da bunlarla işitmeyen bir çoklarını cehennem için var ettik. İşte bunlar hayvanlar gibi, hatta daha da aşağıdadırlar. İşte bunlar gafillerin ta kendileridir.”
Araf:7/179
Böyle olanlar, “Alçaklığa saplanır kalırlar ve heveslerine uyarlar.”
Araf:7/176
“Yoksa sen onların çoğunun (söz) dinleyeceklerini yahut akıllarını kullanacaklarını mı sanıyorsun? Onlar hayvanlar gibidirler,belki yolca onlardan daha da şaşkındırlar.”
Furkan: 25/44
Bunlar, beyinlerini, duyu organlarını, bilgilerini ve güçlerini irade ve hürriyetlerini kendilerine yol gösteren bir peygamber ve ilâhî kitap bulunduğu halde insan gibi kullanmazlar. Hayvanlar gibi kullanırlar. Hayvanlar gibi yerler içerler. Yemeleri, içmeleri de besmelesiz ve şükürsüzdür.
İnkar edenler, dünyadan faydalanırlar, hayvanların yediği gibi yerler.(2) Yaratılışlarını ve yaratılış gayelerini değiştirmeye çalışırlar.(3) Hayvanlar ise, iç güdü ile hareket ederler. Önlerine ne gelirse, önlerine ne konulursa, koklarlar, yenilecek, içilecek bir şey ise, onu yerler, içerler. Merhum M.Hamdi Yazır konu ile ilgili şunları yazar:
“Tam anlamı ile gafil diye bunlara denir. Zira beyinleri ve kalpleri var,fakat şuurları yoktur. Nefislerine karşı şahit olmuşlardı da kendi özlerinden haberleri olmaz, yaratılışlarındaki misak ve taahhüdü duymazlar,aldırmazlar. Kendi iç gözlemleriyle, fıkh-ı nefsî denilen kendi iç dikkatleriyle duymadıkları gibi,dışarıdan gözlerine sokulan ayetlerin,kitabın ve kulaklarına okunan hak kelamının verdiği haberlerin şahitliği ile de duymazlar. Vücud var, vicdan namına bir şeyleri yoktur. Dini bir vehim; kitabı bir eğlence;ilâhî kelamı bir musıki diye karşılarlar. İlâhî işlerle dünya işleri arasındaki inceliğin farkına varmazlar,kimin kulu olduklarını,neye veya kime tapacaklarını bilmezler. Gönülleri boş heva, gözleri şekil ve resim, kulakları anlamsız sesler,müsemmasız isimler peşinde dolaşır durur.
Kendilerine kalp, göz, kulak verip yaratan, yaratılıştan kendilerini Rablık misakına taahhüt ettiren, Semi (işiten) Basîr(gören) ve eşi- benzeri olmayan Allah Teâlâ’ya türlü türlü şirkler koşarlar, gafletlerinden dolayı Allah’ı anmazlar. Anarlarsa bile O’nun münezzeh şanına layık olmayan isim,sıfat ve özelliklerle anarlar.”(4) Merhum şehid Seyyid Kutub da şunları yazar:
“Çevrelerinde bulunan kainat ve hayat sahnesindeki Allah’ın ayetlerini görmeyenler, kendi başlarından ve diğerlerinin üzerinden geçen hadiselerde Allah’ın kudretini görmemezlikten gelerek gaflete dalanlar. İşte onlar hayvanlar gibidirler. Hatta daha da sapıktırlar. Çünkü hayvanlar kendilerine verilen fıtrata tabidirler. Cinler ve insanlara gelince bunlar duygu sahibi, kalp, göz ve gerçekleri alan kulaklarla donatılmışlardır. Kalplerini, kulaklarını ve gözlerini bu gerçekleri kavramak için açık bulundurmazlarsa, hayatları gaflet içinde geçerek kalpleri gayesini anlamazsa, gözleri gördüğü sahneleri ve dalalet ettiği gerçekleri kavramazsa, kulakları gelen duyguları ve ilhamları almazsa. Şüphesiz onlar fıtratın pençesine terk edilmiş olan hayvanlardan çok daha sapık olacaklardır. Sonra da cehennemin yakacağı haline geleceklerdir.” (5)
İnsan, Akıl ve İrade Sahibidir
İrade, istemek demektir. Allah, insanları bir şeyi isteme ve onu yapmak için güç kullanma yetkisine sahip olarak yaratmıştır. Konu ile ilgili bazı ayetlerin mealini verelim:
“Gerçekten biz ona doğru yolu gösterdik. İster şükredici olsun, ister nankör.”
İnsan:76/3
“Biz ona iki yol ( iyi ve kötü) gösterdik.”
Beled:90/10
“Nefsini arındıran kişi muhakkak umduğuna ermiş, onu alabildiğine günahla örten kişi de zarar uğramıştır.”
Şems:91/9,10
“Her nefis kazandığı şey karşılığında sorumludur.”
Müddessir:74/38
“Kim iyi amel işlerse lehine, kim de kötülük ederse aleyhinedir.”
Fussılet:41/46
“De ki: Bu hak (kitap) Rabbinizdendir. Artık dileyen iman etsin. Dileyen kafir olsun.”
Kehf:18/29
İnsan, yaratılmışların en şereflisidir. Allah yerleri, gökleri, denizleri, dağları, yer altında, yer üstünde olan bütün canlı, cansız varlıkları insanlara hizmet için yaratmıştır. Allah, insanları bunlardan faydalanması için de akıl, irade ve çeşitli kabiliyetlerle donatmıştır. İnsan, aklını, iradesini ve kabiliyet-lerini iyiye veya kötüye kullanmak hürriyetine ve gücüne sahiptir. Aynı zamanda insan, aklı ile iyiyi kötüyü, faydalıyı faydalı olmayanı birbirinden ayırma gücüne sahiptir. İnsanlar ve cinler kendilerine verilen vazifeleri iradelerini kullanarak ya kabul ederler veya kabul etmezler. İradeleri ile doğru yolu veya yanlış yoldan birine giderler. İnsanlar iradelerini iyiye kullanırlarsa yaratılışta kendisine verilen “yaratılmışların en şerefli olma” özelliğini korur. Diğer varlıkların tercih hakları ve hürriyetleri yoktur. Onlar yaratılışta kendilerine verilen vazifeleri yaparlar. İradeleri olmadığı için tabii olarak yükümlülükleri ve sorumlulukları da yoktur.
Ebucehil, aklını ve iradesini kötüye kullandı, en şedit kafir oldu. Hazreti Ebubekir aklını ve iradesini iyiye kullandı, iman etti, müslüman oldu. Ümmetin en hayırlısı unvanına imanı ve amel-i salih ile yükseldi. Konu ile ilgili ayet mealleri:
“Şüphesiz inkar eden kitap ehli ile Allah’a ortak koşanlar, içinde ebedî kalmak üzere cehennem ateşindedirler. İşte onlar yaratıkların en kötüsüdür. Şüphesiz iman edip, salih ameller işleyenler var ya; işte onlar yaratıkların en hayırlısıdır.”
Beyyine:98/6,7
Yaratıkların en kötüsü olanlar, iradelerini kötüye kullananlardır. Yaratıkların en iyisi olanlar ise, iradelerini iyiye kullananlardır. İradelerini iyiye kullananlar cennetliktir. Allah, ayette şöyle buyurur:
“Rableri katında onların mükafatı altlarından ırmaklar akan Adn cennetleridir. Orada ebedî olarak kalacaklardır. Allah onlardan razı, onlar da Allah’tan razı olacaktır. İşte bu Rabbin’den korkanlara mahsustur.”
Beyyine: 98/8
İnsan ve Cin Yükümlü ve Sorumludur
Allah’ın insana verdiği vücut organları vardır. Bunlar Allah’ın yaratılışta kendilerine verdiği vazifeleri yapıyorlar. Sağlıklı bir insanda kulak işitiyor, göz görüyor, burun koku alıyor, ayak yürüyor, el vazifesini yapıyor, iç organları düzenli çalışıyor. İnsan organlarına bakmalı, onlardan ibret almalı, tercih hakkını doğru yolda kullanmalı doğru yolun gereklerine göre hareket etmelidir. İnsan ve cin irade sahibi olduğu ve seçme hakkını kullanabilme gücüne sahip olduğu için yükümlülüğü ve sorumluluğu olan varlıklardır. Yaptıkları her işten, söyledikleri her sözden Allah katında hesap vereceklerdir. İnsanın Allah’a karşı, insanlara karşı ve diğer varlıklara karşı yükümlülüğü ve dolayısıyla sorumluluğu vardır.
İnsan İbadet İçin Yaratılmıştır
Allah, hiçbir şeyi boş yere yaratmamıştır. Yarattığı her şeyin bir vazifesi vardır.(6) İnsanın Allah’a karşı yükümlülüğü şu ayetle açıkça bildirilmiştir:
Allah: “Ben cinleri ve insanları, ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.” (Zariyat: 51/56) buyurur. İnsan, ibadet etmekle yükümlüdür ve asli vazifesi de ibadettir. Diğer bütün vazifeleri ne olursa olsun, ibadet vazifesini yerine getirmek için vardır. Bilgi sahibi olmak, ev sahibi olmak, evlenmek, çocuk sahibi olmak, mal-mülk sahibi olmak, sanat ve hüner sahibi olmak, istiklal sahibi olmak, vatan ve devlet sahibi olmak, hep Allah’a huzur ve imkanlar içinde ibadet etmek içindir. Aslî ibadetlere vesile ve vasıta olan işler ve fiiller de nafile ibadettir. Yeter ki, insan bu işleri Allah için, Allah’ın emrine uygun olarak yapsın.
İbadetler
Aslî ibadetler farz ve vacip olan ibadetlerdir. Bunlar namaz, zekat, oruç, hac, kurban ve fıtra olarak Kur’an’da bildirilen ibadetlerdir. Bunların zamanları, yapılış şekilleri bellidir. Bu ibadetleri zamanlarında ve bildirilen şekillerle yapmakla Müslüman yükümlüdür. Bu ibadetlerin nafile olanlarının şekilleri ayni, fakat zamanları bu ibadetleri yapanların iradelerine bırakılmıştır.İstedikleri zaman nafile namaz kılabilirler, sadaka verebilirler, hayır işleri yapabilirler. Allah’ın bütün emir ve yasaklarına uymak, Allah’ın yarattığı varlıklara şefkat ve merhamet göstermek ve onlara faydalı olmakta nafile ibadet hükmündedir. Bu ibadeti, insan gerektiği zaman gerektiği şekilde yapmakla yükümlüdür. Bu ibadetin şekli ve zamanı şartlara bağlıdır. Dua da bir ibadettir. Dua ibadetinin de tam bir şekli yoktur. Her zaman yapılabilir.
Duanız Olmasa Ne Değeriniz Olur?
Allah katında insanın değeri ibadetine ve duasına göredir. Kur’an-ı Kerim’de bu hakikat, meâlen şöyle ifade buyurulur:
“De ki: İbadet ve duanız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin.”(Furkan:25/77)
İnsanın ibadeti ve duası,kendisini yaratanı,kendisine rızık vereni,kendisine enva-i çeşit nimetler vererek mükafatlandıranı bilmesi ve O’na itaat etmesidir. İnsan, yaratanı tanımaz, O’na ibadet ve dua etmezse, Allah katında itibar sahibi olamaz. Hiç bir değeri de bulunmaz.(7) İnsanın şerefi, kerameti ve değerli olması Allah’ı tanıması, O’na itaat ve ibadet etmesi ile mümkündür.
Allah şöyle buyurur: “Allah katında en iyiniz, takvaca en ileride olanınızdır.” (Hucurat:49/13)
Takva
Takva, insanın Allah’ın emirlerini yapıp, yasaklarından kaçınmak suretiyle ulaştığı bir mertebedir. Takva sahibi olanlara “Muttekı” denir. Muttekiler, Allah katında değerli olanlardır. Kimin müttekî olduğunu, Kimin müttekî olmadığını yalnız Allah bilir. (8)
İmanın Âlâmetleri Dua ve İbadetlerdir
Dua ve ibadetimiz olmadığı takdirde imanımız sözde kalır. İmanımızı hayatımıza hakim kılamayız. İmanlı olmanın hazzını duyamayız. Kötü duygulardan ve kötü işlerden kendimizi koruyamayız. Ahiret hayatına hazırlık yapamayız. İmanın alametleri dua ve ibadetlerimizdir.
Dua ve İbadet Olmasaydı
Allah’a iman, dua ve ibadet olmasaydı, insanın değeri olur muydu? İnsan, ancak iman, dua ve ibadet sayesinde insanlık meziyetlerini ve faziletlerini koruyor.Dünyayı yaşanabilir bir hale getiriyor. İnsan, Allah’a inanıp dua ve ibadet etmekle, İlâhî rahmetin insanlık üzerinde olmasını sağlıyor.(9) İnsan, iman, dua ve ibadetten mahrum olunca gayesini unutur, kendisini bir şey zanneder, gururlanır, azgınlaşır, hayvanlaşır, hatta hayvandan daha aşağı duruma düşer.(10)
Dua ve İbadet
Dua ve ibadet çoğu zaman aynı şeydir. İbadet duadır, dua ibadettir. Çünkü her ikisinde de kulun Allah’ı tanıması, Ona kulluk yapması ve Ona sığınması vardır. Ku’ran-ı Kerim’de dua kökünden gelen bazı kelimeler ibadet anlamında kullanmıştır. Bir kaç misal verelim:
“Kim hakkında hiçbir delili olmadığı halde Allah ile birlikte başka bir ilah’a taparsa, onun hesabı ancak Rabbi katındadır. Şüphesiz kafirler asla kurtuluşa eremezler.” (Müminun:23/117)
“De ki: Allah’ı bırakıp da taptığınız ortaklarınızı gördünüz mü? Gösterin bana, onlar yerden ne yaratmışlardır? Yoksa onların göklerde bir ortaklıkları mı var? Yoksa kendilerine bir kitap verdik de, o kitaptan açık bir delile mi sahip bulunuyorlar? Hayır, zalimler birbirlerini aldatmaktan başka hiçbir şey vaat etmezler.” (Fatır: 35/40)
Müşrikler Allah’ı bırakıp sade (Lat, Menat gibi) dişi isimli putlara tapıyorlar. Ve sade inatçı bir şeytana tapıyorlar.” (Nisa:4/117)
“De ki: Ben ancak Rabbime ibadet ederim ve O’na hiçbir kimseyi ortak koşmam.”(Cin:7/20)
Bu ayetlerde geçen tapınmak ve ibadet kelimeleri için dua kelimesi kullanılmıştır. Peygamberimiz (s.a.v) de, “Dua ibadettir.” Buyurmuştur.(11)
Dua nedir?
Dua; insanın Allah’ı tanıyarak, O’nun yüceliği, sınırsız ve sonsuz kudreti karşısında kendi acizliğini ve güçsüzlüğünü itiraf etmesi, derin bir sevgi ve saygı içinde, O’ndan yardım istemesidir.
Dua; kötülüklerden, günah ve hatalardan kurtulmak için Allah’tan merhamet ve af dilemektir.
Dua; insanı çekip çeviren, insanın şaşırmasını önleyen, insanın yaratanı ile ilgisini ve bağlantısını sağlayan son derece önemli olan bir eylemdir.
Dua; insanın kulluğunu, bağlılığını dile getirmesi, Onsuz olamayacağını, Onun yardımı olmadan bir şey yapamayacağını Allah’a arz etmesidir.
Dua; bir zikir ve zikir bir ibadettir.
Dua; zikirle, şükürle, hamd-ü sena ile tevbe ile istiğfarla, tesbih, istiaze, tehlil ve tekbirle Allah’a sığınması ve O’na güvenmesidir.
Dua; kullukta olgunlaşma, cennet nimetlerine erme ve cemâlullah’a kavuşma isteğinin can-u gönülden dile getirilmesidir.
Dua; insanın Allah’a kulluk faaliyetlerinin esas unsurudur. Bunu için peygamberimiz (s.a.v), “Dua ibadetin özü, iliğidir.” buyurmuştur.
İliksiz kimsenin ayakta duramadığı gibi, duasız ibadetin de fazla değeri olmaz. Her ibadet dua ile başlar ve dua ile sona erer. (12)
Allah’ı anmak, O’na ibadet etmek ve dua da bulunmak insanın Haktan ayrılmasına engel olur, Hakka bağlılığını sağlar ve artırır.
Dua etmemek, insanı kendini büyük görmeye,her şeyi kendinden saymaya, pervasızlığa, haddi aşmaya yönetilir.
Firavunları, Nemrutları ve yandaşlarını haktan ayıran, kendilerinde tanrılık gücü görmelerine yönelten ibadetsiz ve duasız olmalarıdır.
İnsan ne zaman Allah’ın Rabbi olduğunu, ölümünden sonra doğrudan doğruya O’na hesap vereceğini unutmuşsa, hak yoldan sapmış,kötü işler yapmış, çirkinliklere batmıştır.
Dua Allah’a Yapılır?
Dua Allah’a yapılır. İstekler ve arzular Allah’a arz edilir. Peygamberlere, velilere, ulu zannedilen kişilere, türbelerde yatan yatırlara dua edilemez. Onlardan istekte bulunulamaz. Hıristiyanlıkta, İsa (a.s)’a, Meryem’e, azizlere, büyük bildikleri kişilere dua ederler, onlardan istek ve dilekte bulunurlar. İstek ve dileklerin yerine getirilmesinde onlarında yetkili olduğuna inanırlar. Bu sebeple Hıristiyanlar dua konusunda şirk içindedirler. Allah’tan başkasına dua ederler, ölü insanlardan dilek ve istekte bulunurlar. Biz Müslümanlar, ölmüş bütün insanlar için Allah’a dua ederiz. Onlar için Allah’tan af ve mağfiret dileriz, ahiret hayatında yüce derecelerde olmalarını isteriz.
Onlar biz dirilerin dualarına muhtaçtırlar. Peygamberimiz (s.a.v)’e bile Allah’tan selam ve salavat niyaz ederiz: “Allahümme Salli Alâ Muhammed” deriz.
Peygamberimiz (s.a.v)’in şefaatine kavuşmak için, “Allahım! Peygamberimizin şefaatine kavuştur” diye dua ederiz. Doğrudan peygamberimiz (s.a.v) den şefaat isteyemeyiz. Allah, kulları kendisine dua ettiğinde, onlara icabet edeceğini haber vermiştir:
“Kullarım sana beni sorduğunda (söyle onlara): Ben yakınım, bana dua ettiği zaman dua edenin duasını kabul ederim. O halde (kullarım) benim davetime uysunlar ve bana inansınlar ki doğru yolu bulalar.” (Bakara,2/186)
“Rabbiniz şöyle dedi: Bana dua edin, duanıza cevap vereyim. Bana kulluk etmeyi kibirlerine yediremeyenler aşağılanmış bir halde cehenneme gireceklerdir.” (Mü’min:40/60) Allah duaları kabul eder. Allah kullarının her halini bilir.Yakarış ve yalvarışlarından haberdardır. Allah’ın kullarına çok yakın olduğu ayetle sabittir. Allah şöyle buyurur:
“Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz. Şah damarından daha yakınız.” (kaf,50/16)
Allah’ın ilmi insanı içinden ve dışından kuşatmıştır.Allah’ın ilmi ve kudretinin insana yakınlığı, şah damarının ona yakın oluşundan daha yakındır.
“Yerde ve gökte hiçbir şey Allah’a gizli değildir.” (Al-i İmran 3/5)
“Allah göğüslerin içinde olanları da bilir.” (16-Fatır:35/38,Ayrıca bakınız,Al-i İmran 35, 29, 154, Maide:5/7,Enfal:8/43, Hud:11/5, Lokman:31/23, Zümer:39/7, Şura:42/24, Hadid:57/6)
İnsan ne zaman ve nerede açık veya gizli dua etse, Allah onun duasını işitir ve cevabını verir.
* Kul dua etmekle kulluğunu, durumunu Allah’a arz eder.
* Kul dua ederse Allah duasını kabul eder.
* Kul dua edip tevbe ederse Allah tevbesini kabul eder, günahlarını affeder.
* Kul dua, ibadet ve itaatle iman nurunu artırır.
* Kul dua ile Allah’a yaklaşır.
Kul dua ile içinde bulunduğu zor durumdan kurtulmak, bir kötülüğe maruz kalmamak, bir nimete kavuşmak için, Allah’ı anıp aczini, günahlarını itiraf ederek O’ndan yardım ister. Kulun bu isteği onu işlediği günah ve hatalar nedeniyle pişmanlığa, tevbeye, kalbini temizlemeye, kavuştuğu nimet sebebiyle onun şükrünü eda etme isteğine götürür. Bütün bunlar kulu Allah’a yaklaştırır. Dua aynı zamanda insanın kainatı ve bütün varlıkları yaratan, bütün güzelliklerin kaynağı olan Rabbi’ne duyduğu hayranlığın bir ifadesidir. Allah’ı güzel isimleri ile ananların günahları deniz köpükleri kadar çok da olsa affedileceği bildirilir. (13)
Dua ve İbadetin İhmali
Dua ve ibadetin ihmali kişinin imanına olumsuz etki eder, imanı zayıflatır, insani vasıfları azaltır, hayvanı duyguları galeyana getirir, insanın değerini düşürür.
Dua nasıl olmalıdır?
Dua nasıl yapılmalı ki dua, dua olsun, Allah katında makbul olsun. Allah, Kur’an-ı Kerim’de dua yaparken içten gönülden bir istekle, samimiyetle, ihlasla yapılması gerekli olduğunu bildirmektedir. Konu ile ilgili ayet-i kerimelerden bir kaçının mealini verelim:
- “Rabbinize yalvararak gizlice dua edin. Çünkü Allah haddi aşanları sevmez.” (Araf:7/55)
- “Allah’a hem korku hem de ümit ile dua edin. Şüphesiz Allah’ın rahmeti iyilik edenlere yakındır.” (Araf:7/56)
- “Sabah akşam içinden yalvararak ve korkarak, aşikare olmayan bir sesle Rabb’ini an da gafillerden olma.” (Araf:7/205)
- “O daima diridir. O’ndan başka ilah yoktur. O halde dinde ihlaslı ve samimi kişiler olarak O’na dua edin.” (Mü’min:40/65)
- “En güzel isimler Allah’ındır. Siz de O’na o isimlerle dua edin. O’nun isimlerinde eğri yola gidenleri bırakın. Onlar yaptıklarının cezasına çarptırılacaklardır.” (Araf:7/180)
Korku İle Ümit Arasında
İnsan sadece Allah’tan korkmalı, umduğunu da Allah’tan ummalıdır. İnsan korku halinde ümidi, ümit halinde korkuyu bırakmamalıdır. Buna “Beyne-l havfi ver reca” denir. Türkçesi “korku ile ümit arasında” demektir. İnsan korku ile ümit arasındaki denklik noktasını gözeterek dua etmeli, ibadet ve taat’te bulunmalıdır. Allah, konu ile ilgili şöyle buyurur:
“Onlar korkarak ve ümit ederek Rablerine ibadet etmek için yataklarından kalkarlar. Kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden de Allah için harcarlar.” (Secde:31/16)
Dua Ederken Uymamız Gereken Şartlar
- Dua içten gelen bir istekle ihlas ve samimiyetle yapılır. İnsanın bütün varlığını saran bir duygu ve düşünce ile isteklerini Allah’a arz eder.
- Dua eden, dua ederken Allah’ın emrine uygun bir hayata sahip olmalıdır. Helal kazanca sahip olmalı, ibadetlerini yapmalı, kötü huy ve kötülüklerden arınmalı.
- Haram kazanç, fuhuş, zina, kötü işler, kötü sözler ve davranışlar gibi, Allah’ın yasakladığı şeylerin günahından kurtulmak için, bunlar terk edilmeli, pişman olduğu, bir daha işlemeyeceğine dair söz vermeli ve sözünde durmalı, içten gelen bir istekle, şevkle, aşkla dua edilmeli.
- İnsan dua ederken kendini duaya vermeli, tam bir zihin uyanıklığı içinde, duasının kabul olunacağı inancı ile dua etmeli. “Dua ettim de dua kabul olunmadı” diye düşünmemelidir.
Peygamberimiz (s.a.v) şöyle buyuruyor:
“Herhangi biriniz acele etmedikçe duası kabul edilir. (Kul acele ederek) Rabbime kaç defa dua ettim de duamı kabul etmedi, der.” (14)
Hadis-i şerifin açıklanmasında şöyle deniliyor:
“Dua’da acele etmemek, “dua ettim de kabul olunmadı” diye duadan vazgeçmemek gerekir. Dualar kabul edilmeyebilir, aylar, yıllar geçtiği halde duanın gerçekleştiği görülmeyebilir. Böyle bir durumda peygamber efendimizin buyurduğu gibi paniğe kapılmamalıdır. Duam kabul edilmiyor diye dua’dan vazgeçmemelidir. Madem ki, yüce Mevlamız, “Bana dua edenlerin duasını kabul ederim” (Bakara, 2/186) diye va’detmiştir. Onun verdiği sözün bir gün gerçekleşeceği muhakkaktır. İlâhî takdir gereğince her şeyin bir vakti-saati vardır. Hiçbir şey Allah’ın takdir ettiği anın dışına çıkamaz.” (15) - Duada bağırmak, çağırmak hoş değildir. Dua sessizce, gizlice yapılmalıdır. Allah bize bizden daha yakındır. Gönlümüzden geçeni bilir. Fısıltımızı bile ışıtır. Bağırmaya, çağırmaya gerek yoktur. Dua ederken bağırmak, sese Allah’tan istenilen şeyi vermeye mecburmuş gibi bir ton vermek ise, dua değildir.
Bir savaşta ashaptan bazıları seslerini yükselterek dua ediyorlardı. Peygamberimiz (s.a.v),onlara:
“Siz sağıra veya gaibe dua etmiyorsunuz. Her halde işiten ve yakın olan birine dua ediyorsunuz.” buyurdu. Ashap’tan bazıları peygamberimiz(s.a.v)’e şöyle dediler:
“Ey Allah’ın Rasûlü! Rabbimiz bize yakın ise gizli dua edelim. Eğer uzaksa yüksek bir sesle dua edelim.” Ashabın bu sorusu üzerine, Bakara suresinin; “Kullarım sana beni sorduğunda, (bilsinler ki) gerçekten ben (onlara çok) yakınım. Bana dua ettiği zaman dua edenin duasına cevap veririm” meâlinde ki 186. ayeti indi. (16) Duayı bir kişi yapıyor da cemaat duaya amin diyorsa, dua eden sesini duyuracak kadar yükseltilebilir. - Dua umum olmalıdır. Dua önce bütün Müslümanlara ve bütün Müslüman beldelere yapılmalıdır. Bütün Müslümanların sağlık, afiyet, af ve mağfiret, merhamet içinde olmaları, maddi ve manevi bütün bela ve musibetlerden korunması Allah’tan istenmelidir. Kendisinin de istenilen iyilikler içinde olması, kötülüklerden korunanlar arasında bulunması istenmelidir. Kişinin sadece kendisine dua etmesi, Müslüman kardeşlerini duasının içerisine almaması bencillik olduğu gibi, duanın kabulüne de engel olur. Peygamberimiz (sav) bir adamın: “Allah’ım! Beni affet.” Dediğini işitti de “Yazık sana umuma dua etseydin, duan kabul edilirdi.” buyurdu.
Yine peygamberimiz (sav) “Allah’ım! Bana acı” diyen bir adamın omuzuna dokundu, sonra ona şöyle buyurdu: “Duanı umumi yap! Zira dua edilenler arasında has-amm herkes vardır. (17)
Peygamber (s.a.v) şöyle buyurdu:
Bir Müslüman yanında bulunmayan bir din kardeşi için dua ederse, mutlaka melek ona, aynı şeyler sana da verilsin, diye dua eder.(18)
09.12.2004 tarihinde Ankara Kocatepe camiin’de vaiz dua ederken şöyle dedi: “Allah’ım! Türkiyemizi ve aziz milletimizi koru.” Bir müftülük murakıbı da öğle namazından sonra yaptığı sohbetin sonunda: “Ya Rabbi Vatanımızı, Edirne ile Hakkari arasında yaşayan Müslüman kardeşlerimizi her türlü bela ve musibetlerden koru” dedi. Yapılan bu iki dua, ırkçılık ve bölgecilik esasına göre yapılan dualardır.
Elbette vatanımız ve milletimiz için dua edeceğiz. Ama Edirne’den, Hakkari’den ötede de Müslümanların ve Müslüman beldelerinin olduğunu unutmayacağız. Müslüman duasından Sibirya’daki, Amerika’daki, Güney Afrika’daki, Endonezya’daki, dünyanın her tarafında yaşayan ve bu dünyadan ayrılmış Müslümanlar da faydalanacaktır. Allah’ın rahmeti, nimeti sonsuzdur. Allah’ın rahmetini, Allah’ın kullarından esirgemeye, kendimize, dar bir alana tahsis etmeye hakkımız yoktur. Müslüman olarak kafirlerin hidayete ermesini, Müslüman olmasını, doğru yolu bulmasına da dua ederiz. Unutmayalım. En makbul dua, Ümmet-i Muhammed’in umumuna yapılan duadır. - Dua’ya Allah’a hamd, Peygamber (sav)’e salavatla başlanılmalıdır. “Elhamdülillahi Rabbil’ âlemin.Vesselâtü-ü vesselâmü âlâ Muhammedin ve a’lâ âlihi ve sahbihî ecmain.” Dua Türkçe olarak yapılırsa, “Allah’a hamdolsun, peygamberimize salât-ü selam olsun” diye başlanır. Dua Allah’a hamd ile başlandığı gibi, Allah’a hamd ile de sona erer. Duanın sonunda “Âmin” denir. Amin demeden önce peygamber (sav) “üzerine salatü-ü selam selam” getirilir. “Essalüt-ü vesselamü aleyke ya Rasulallah” denir. Peygamberimiz (sav) sahabelerden birinin Allah’a hamd, Rasülüne salat getirerek duaya başladığını gördü; “Ey namaz kılan zat! Dua et, duan kabul olunur.” buyurdu. (19)Duanın yeri ve zamanı yoktur. Dua temiz olan her yerde, her zaman yapılır. Haram ve günah olan işlerin yapıldığı yerlerde, haram ve günah işlenirken yapılmaz. Mübarek gün ve gecelerde, Kabe’de, Arafatta, Müzdelifede, Minada, mescidlerde dua yapmak daha efdaldır. İnsan otururken, yatarken, yürürken, çalışırken dua yapabilir. Abdestli, kıbleye yönelmiş, secdeye kapanmış iken dua yapmak daha efdaldır. Haram şeylere kavuşmak ve günah işlemek için dua yapılamaz.
Duanın Karşılığı
Peygamberimiz(s.a.v) dua eden bir mü’minin duası şu üç neticeden biri ile karşılanır buyurur:
a) Ya dua ettiği şey dünyada verilir.
b) Ya duasının karşılığında verilecek mükafat ahirete saklanır.
c) Veya üzerinden istediği iyilik kadar bir kötülük giderilir.
Dua Eden Kazançlıdır
Dua eden her halde kazançlıdır. Dua eden zihin duruluğu, manevi güç, sağ duyu ve feraset kazanır. Dua ruh sağlığını düzeltir ve artırır. Dua bir anlamda teslimiyet olduğundan samimiyetle dua eden gerçek anlamı ile Allah’a sığınır. O’na güvenir. Karşılaştığı problemi Allah’tan aldığı güç ve cesaretle halleder. (20)
Kafirlerin Duası
Müslüman olmayanlara “kafir” denir. Kafirler hak yoldan ayrılsalar, batıl yollara gitseler de dua yapma ihtiyacını duymuşlardır. Puta tapanlar putlarına dua etmişlerdir. Ruhlara tapanlar atalarının ruhlarına tapınmışlar ve onlara dua etmişler ve yardım istemişlerdir. Ne kadar batıl din ve inanış varsa, o kadar da dua edilecek varlıklar icat etmişler. Budizm, Hinduzim, Şintoizm, Şamanizm gibi insan eseri olan dinlerde dua yapılması önemli bir yer tutar. Hıristiyanlıkta da Allah’tan başka varlıklara da dua edilir. P.luigi Iannitto tarafından hazırlanan “Hıristiyan dinin esaslar”ı adlı kitabın 202. sayfasında şöyle yazılmaktadır:
“Tanrı’dan ve Mesih İsa’dan başka kimlere dua edebiliriz? Tanrı’dan ve Mesih İsa’dan başka Meryem Ana’ya ve azizlere dua edebiliriz. Çünkü bizler onları şereflendirdiğimizde onlarda bizlere yardımcı olurlar.” (21) Mesih İsa, Meryem Ana ve azizler, insanlar kendilerine dua edildiği zaman, insanların dualarını kabul ederlermiş, onlara yardımcı olurlarmış.”
Mesih İsa kimdir?
Meryem ananın oğlu bir insandır ve bir peygamberdir.
Meryem Ana kimdir?
Bir hanım. Mübarek bir kadın da olsa ölmüş gitmiş bir insan.
Azizler kimlerdir?
Hıristiyanlığa hizmet ettiğine inanılan papa, patrik, papaz, rahip ve rahibelerdir. Bunlar öldükten sonra papa, patrik ve ilgili kurulun kararı ile aziz ilan ediliyorlar, bu ilan neticesinde kutsal kişi oluyorlar. Öldükten sonra aziz ilan edilen bu insanlar kendilerinden dua ederek istekte bulunan insanların dualarını kabul etmekte, isteklerini yerine getirdiklerine Hıristiyanlıkta inanılmaktadır. Görülüyor ki, Hıristiyanlıkta Allah’tan başka varlıklara da dua edilmekte ve onlardan istekte bulunulmaktadır.
Dünyada ne kadar Hıristiyan aziz’i vardır?
Bütün bu azizler kendisine dua eden, yalvaran Hıristiyanların duasını kabul etmekte, ölü iken bile kendilerine yardımcı olmaktadır. Dua konusunda Hıristiyanların sahip oldukları inanç bir şirk inancıdır. Allah, Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurur:
“Sakın Allah’ın yanında başka ilah tutup ona yalvarma.”
Şuara:26/213
“Allah ile birlikte başka bir ilah’a tapıp yalvarma. Allah’tan başka ilah yoktur. O’nun zatından başka her şey yok olacaktır. Hüküm O’nundur. Siz ancak O’na döndürüleceksiniz.”
Kasas: 28/88
Görülüyor ki, Allah kendisinden başkasına dua ve ibadet edilmesini yasaklamaktadır. Mekke müşrikleri Allah’ı bilirdi, putlara tapar, onlara dua ederlerdi. Putların kendilerini Allah’a yaklaştıracağına inanırlardı. (22) Hıristiyanlar da Mekke müşrikleri gibi, Allah’ın dışında İsa peygambere, anası Meryem’e ve aziz dedikleri insanlara dua ediyorlar.
İstanbul Beyoğlu İstiklal caddesinde bulunan bir Katolik kilisesinin avlusunun duvarında bulunan Meryem ana resminin önünde diz çökmüş bir genç kızı gördüm. Avluda bulunan Hıristiyanlara bu genç ne yapıyor? diye sordum. “Meryem anaya tapınıyor, ona dua ediyor,” dediler.
Kafirlerin Duası Sapıklıktan Başka Bir Şey Değildir
Kafirlerin duası makbul bir dua mıdır? Allah, kafirlerin dualarının kabul edilmeyeceğini Kur’an-ı Kerim’de şöyle bildirir:
“Allah’ı bırakıp da kıyamet gününe kadar kendisine cevap veremeyecek şeylere tapandan daha sapık kim olabilir? Oysa onlar, bunların tapınmalarından habersidirler.” (Ahkaf:46/5)
Putlar ve ölü insanlar kendilerine tapınanların ve dua edenlerin tapınmalarından habersizdir. Yalvarışlarını da duymazlar. Putlar şuursuz, cansız varlıklardır. İnsanlar tarafından çeşitli maddelerden yapılmışlardır. Kendilerine tapılmasından da habersizdirler. Kendilerine tapılan insanlar çoğunlukla yaşarken, sapıktılar, insanları sapıttılar,ölünce de sapıklığa vasıta olmaktadırlar,sapıklıklarının cezasını çekmektedirler. Putlar ve putlaştırılmış ölü insanlar, kendilerine tapınmalarından habersiz olduğu gibi, kendilerine hitaben söylenenlere cevap veremezler,yazılananları da okuyamazlar. Ahirette hesap gününde maddeden yapılan putlar tapınanlardan davacı olduğu gibi,dünyada insanları sapıtan,öldükten sonrada kendisine tapınılan kimseler de sapıttığı ve saptırdığı için hesap vermek mecburiyetinde kalırlar.
Allah, Kur’an-ı Kerimin Ra’d suresi, 14.ayetinde şöyle buyurur:
“El açıp dua edilmeye layık olan ancak O’dur. O’nun dışında el açıp yalvardıkları onların isteklerini hiçbir şeyle karşılayamazlar. O’nlar ancak ağzına su gelsin diye suya doğru iki avucunu açan kimse gibidir. Halbuki su onun ağzına girecek değildir. Kafirlerin duası sapıklık içinde bocalamaktan başka bir şey değildir.”
İki avucunu suya doğru açmış insanların avucuna su gelmediği gibi, ağızlarına da su gelmez, susuzlukları gitmez.Allah’tan başkasına dua edenin duası batıldır, yerini bulmaz, kabul edilmez. Allah’tan başkasına dua edenler şirk’e ve sapıklığa düşerler. Kafirlerin duaları sadece dalalet ve sapıklığı artırır. Kafirlerin duası sapıklık ve batılla oyalanıp durmaktan ibarettir. Ancak Allah’a yapılan dua ve ibadet makbuldur. (23) Kafir: “Allah’ı bırakır da kendine ne zarar, ne de fayda veren şeylere tapar. Bu da derin sapıklığın ta kendisidir.” (Hac: 22/12) Allah’tan başkasına ibadet ve dua eden derin bir sapıklığın içerisindedir.