Hz. Ömer’in Adâlet Konusunda Valiye Talimatı

Hz. Ömer, Basra valisi Ebu Muse el-Eşariye adalet konusunda verdiği talimatta şunları bildirir:
1- Adaletle hükmetmek, ilahî bir emir ve Allah’ın Rasûlünün uyulması gereken bir sünnetidir.
2- Eğer önünüze bir dava gelirse, onu dikkatle muhakeme ediniz ve hükmü
mutlak surette uygulayınız. Çünkü en doğru kararlar bile hükmü uygulanmadıkça boşunadır.
3- Her iki tarafa eşit muamele et ki, fakirler adaletinden şüpheye düşmesin,
zalimler de herhangi bir zanna kapılmasın.
4- Delil getirme vazifesi suçlayanındır. Aksi takdirde zannı yeminle beraat eder.
5- Taraflar mahkeme dışında anlaşabilirler, ancak antlaşmaları İslâmî emir ve yasakları ihlal edemez.
6- Sarih vakalarda bile mahkemenin tekrarlanması yasaklanmamıştır. Çünkü yeniden dava görmek, adaletsizlikte ısrar etmekten daha iyidir.
7- Bir mesele hakkında Kur’an ve sünnetten açık bir delil yoksa, benzer olaylardan kıyasla sonuca var. Her şeyi dikkate aldıktan sonra vereceğin hüküm,Hakk’a en yakın ve Allah’a sevgili olacaktır.
8- Şikâyet sahibine delil toplaması için süre ver. Eğer bu süre sonunda davasını ispatlayamazsa davayı düşür.
9- Ahlaksızlık sebebiyle bedenen cezalandırılmış olanlar veya yalancı şahitliği tesbit edilmiş olanlar hariç, bütün Müslümanların şehadeti makbuldür.
Kişinin hısım ve akrabalarının şahitliği kabul edilemez.
10- Hâkim mağrur tavırlı olmamalı ve gerçeğin söylenmesi karşısında tatmin olmamış bir görünüm sergilememelidir.
Allah (cc) her şeyi bilendir, işitendir. Ve kişi O’nunla olan muhasebeden kendini kurtarmalıdır.”

Kadılar (Hâkimler)
Önceleri idareciler aynı zamanda davalara da bakardı, hâkimlik yapardı.
Hz. Ömer, adaleti idareden ayırdı.
Yalnızca davalara bakmak üzere kadılar tayin etti.
Kadıları uzun araştırmalardan sonra bilgili, ehliyetli ve takva sahibi olanlardan seçerdi.
Kadıları genellikle zengin olanlardan seçerdi.
Kadılara çok yüksek maaş verirdi.
Kadıların ticaret yapmalarına, çarşılarda, alım ve satım işleri ile meşgul olmalarına müsaade edilmezdi.
Dava konusu ile ilgili bilirkişi kararlarına da önem verilirdi.
Adalete herkesin kolayca, masrafsız başvurması sağlandı.
Mahkemeye gelenlere iyi muamele edilir, davasını rahatça anlatması için imkanlar sağlanırdı.
Hz. Ömer zamanında Kadı Şurayh gibi kadılar yetişti.
Müftüler fetva verir, mahkemelerin davasını azaltırlardı. Zaten mahkemelere gelen davalar çok azdı. Kim müftülük yapacak, fetva verecek bunlar ilan edilir. Her önüne gelen fetva veremezdi.
Bir ilan şöyleydi:
“Kur’an-ı Kerim öğrenmek isteyen Ubey bin Kaab’a, feraiz hakkında malumat sahibi olmak isteyen Zeyd’e, fıkıh bilmek isteyen Muaz’a gitsin.”
Hz. Ömer, adil insandı. Adaleti dillere destandı. O’nun adalet anlayışında, yaptığı her şeyden Allah huzurunda hesap verme inancı vardı. Bu inancı merhum Mehmet Âkif şöyle dile getirdi:
“Kenar-ı Dicle’de bir kurt kapsa bir koyunu,
Gelir de adl-i ilahî Ömer’den sorar onu.”

Hz. Ömerle Übey bin Kaab arasında bir antlaşmazlık çıktı.
Hz. Ömer: Aramızdaki bu meselenin halli için bir hakem seçelim dedi. İttifakla Zeyd bin Sabit’i hakem seçtiler. Yanına gittiler.
Hz. Ömer aramızdaki meseleyi halletmen için sana geldik, dedi. Bütün davalar onun evinde halledilirdi.
İçeri girdiklerinde Zeyd, Hz. Ömer’in altına minder sererek yanına oturtmak istedi.
Hz. Ömer: Bu, şimdi vereceğin hükümde yaptığın ilk adaletsizliktir.
Ben hasmımla beraber oturacağım. Dedi.

Übey iddiasını ileri sürdü.
Hz. Ömer kabul etmedi.
Zeyd Übey’e: “Halifeyi yeminden muaf tut. Halifenin dışında bir kimse için böyle bir teklifde bulunmam”dedi. Buna rağmen Hz. Ömer yemin etti. Sonra da yemin ederek: “Ömerle her hangi bir Müslüman arasında eşit muamele yapmadıkça Zeyd’e dava götürülmemelidir” dedi.
Hz. Ömer’deki değişikliği, Merhum Mehmet Âkif şöyle açıklıyor:
“Önce dehşetli zıpırken nasıl olmuş da, Ömer,
Sonra bir adle sarılmış ki: değil kâr-i beşer. “

Açıklaması: “Ömer önceleri dehşetli, kaba, sert, şımarık, ölçüsüzce, çılgınca davranan, saygı, sıra tanımayan bir adam iken, bir adalete sarılmıştır ki,
insanlığın ona ulaşması mümkün değildir”
demektir.
Hz. Ömer’deki bu değişikliği meydana getiren müslüman olmasıdır, müslümanca yaşamasıdır.

Zabıta
Hz. Ömer’in kuvvetli bir zabıta teşkilatı vardı. Suçluları takip eder, ilk tahkikatı yapardı. Ağırlık ve ölçülerin kontrolü, caddeler üzerine bina yapılmasının men edilmesi, hayvanlara aşırı yük yüklenmemesi, içki satışlarının yasaklanması gibi işler, zabıtanın işi idi. Çarşıların teftiş ve kontrolü de zabıta tarafından yapılırdı.
Hapishane de Hz. Ömer tarafından ihdas edildi. Cinayet suçu işleyenler önce hapishaneye konurdu. Kadı Şurayh borçlarını ödemeyenleri de hapishaneye koydu.
Aslında mahkemelerin ve zabıtaların işi çok azdı. Aylar olur, mahkemeye tek kişi gelmezdi. Zabıta işsiz dolaşır dururdu. Çünkü Müslümanlar, sağlamdı, haksızlık yapmazlar, haksızlığa göz yummazlardı. İyiliği emrederler, kötülükten men ederlerdi. ‘Neme lazım’ demezlerdi. O devir bir saadet devri idi. Âdil halife Ömer’in devrinde yaşıyorlardı.

Beytülmal (Hazine)
Hz. Peygamber zamanında hazine yoktu. Gelen vergi ve ganimetler hemen halka dağıtılırdı.
Hz. Ebubekir (ra) zamanında hazine için bir ev tahsis edilmiş, gelen vergi ve ganimetler halka dağıtıldığı için tahsis edilen eve bir şey konulamamıştır.
Hicretin 15. yılında Basra valisi Ebu Hureyre beraberinde beş yüz bin dinar vergi getirdi. Bu vergi ne yapılacaktı?
Hz. Ömer danışma meclisini topladı. Konu üzerinde uzun uzun konuşuldu. “Beytülmal”in, yani hazinenin kurulmasına karar verildi. Önce Medine’de sonra bütün vilayetlerde hazine daireleri kuruldu. Başına işbilir, liyakatli insanlar getirildi. Hazine için binalar yapıldı. Binalara muhafızlar tayin edildi.
Vilayet hazinelerinde mahallin masrafı için lüzumlu para alıkonulduktan sonra, geri kalanı Medine’de merkezî hazineye gönderildi. Hazinelerin başı valilerdi.
Hz Ömer’in bir akrabası geldi. Kendisine hazineden bir şeyler vermesini istedi. Hz. Ömer onu azarladı:
“Allah’ın huzuruna hain bir devlet başkanı olarak çıkmamı mı istiyorsun?” dedi. daha sonra kendi parasından on bin dirhem verdi.

İki Komşu Devlet: Bizans ve İran
Hz. Ömer’in devri, askeri yönden savaşlarla geçti. O zaman iki komşu devlet vardı: Bizans ve İran. İkisi de kuvvetli idi. Harp etmesini iyi bilirlerdi. Harp alet ve silahları çoktu.
Peygamber (sav) zamanında, hicretin sekizinci yılında Bizans ile “Mute”de savaş yapılmıştı. Hz. Ebubekir (ra)’in zamanında savaşlar yeniden başladı. Bizans da İran da sömürgeci devletlerdi. Medine’de kurulan yeni devleti kendileri ve sömürgeleri için tehlikeli buluyorlar, yok etmek istiyorlardı. Medine’de kurulan yeni İslâm devleti ise, kendisini korumak ve İslâm dinini yaymak istiyordu.

Her Müslüman Bir Ordu Neferi Oldu
Hz. Ömer kendisini savaşın içinde buldu. Düşman büyüktü. Tek de değildi. Her Müslüman İslâm ordusunun bir neferi idi. Müslümanlara bu inancı verdi.
Ordu dairesi kuruldu. Müslümanlar ordu kütüklerine kayıt oldu. Kütüğe kayıt olanlara maaş bağlandı ve askerlikle mükellef tutuldu. Memleket askerî ve mülkî esasa göre bölgelere ayrıldı.
Askerî merkezler meydana getirildi. Medine, Basra, Musul, Fustat, Şam, Ürdün ve Filistin’de askerî kışlalar inşa edildi.
Ordunun ihtiyaçlarını karşılamak için “Ehra” denilen ordu levazım dairesi kuruldu

Dört Ayda Askere İzin
Hz. Ömer kızı Hafza’ya sordu: “Bir kadın kocasının yokluğuna ne kadar dayanabilir?”
“En çok dört ay”
dedi.
Hz. Ömer orduyu dört aydan fazla seferde tutmadı.
Askerlere dört ayda bir izin verildi.
Askeri Eğitim
Askere dört şey mutlaka öğretilirdi; yüzme, ata binme ve at koşturma, okçuluk ve yalın ayak yürüme…
Askerin sıkı bir eğitimi vardı.
Her askerî merkezde 4 bin atlık, tam teçhizatlı, her an hizmete hazır bir büyüktavla bulundurulurdu. Tavlalardaki savaşa hazır at sayısı otuz iki bini buluyordu. Tavlalar at bakımından devamlı takviye ediliyordu. Atlara, atlar hakkında uzman kişiler bakardı.
Askerî birlikler takviye edildi. Kaleler onarıldı. Yeni gözetleme kuleleri yapıldı. Tehlikeyi haber vermek üzere ateş yakmak için tertibat alındı. Kuvvetli bir haber alma teşkilatı kuruldu. Her sene orduya ihtiyaca göre asker alındı. Alınan yeni askerin sayısı otuz binin üzerindeydi. Askerî kütüğe kayıt olanların sayısı 800 bin ile bir milyon arasındaydı. Ordu mensuplarını ticaret, ziraat ve diğer meşgalelerden uzak tutmak için yüksek maaş verilirdi. Maaşlar, askeri rütbelere göre ayarlandı.

Eğitim
Fethedilen her yere askerî birlikler yerleştirildi. Fethedilen yerlerde okullar açılır, buralarda Kur’an, terbiye telkin eden şiirler ve atasözleri öğretilirdi.
Hz. Ömer, eğitim konusunda sık sık kumandanlara talimatlar gönderirdi:
“Dini iyi öğrenin. Çünkü bir kimsenin bilmeyerek hak diye batıla uyması, batıl diye hakkı terk etmesi özür kabul edilemez. “
“Geceleri karada ve denizde yönünüzü tayin edeceğiniz yıldız ilmini iyi öğrenin ve bu ilmi ihmal etmeyin.
Kavimler tarihini de öğrenin ki milletlerle ilişki kurabilesiniz. En doğru söz Allah’ın kelâmıdır.
En güzel yol da Allah’ın Rasûlü’nün yoludur. En kötü işler ise sonradan uydurulanlardır.
İlim ehliyetli kimselerden öğrenildiği müddetçe insanlar mahvolmazlar.
İlmi öğrenin. Başkalarına da öğretin. İlimle birlikte vakur ve mütevazı olmayı da öğrenin.
Kendilerinden ilim öğrendiğiniz ve ilim öğrettiğiniz kimselere karşı alçak gönüllü olun. Kendini beğenmiş âlimlerden olmayın.”

Hz. Ömer’e bir bedevi geldi. “Ey mü’minlerin emir’i bana İslâm’ı öğret” dedi.
Hz. Ömer: “Allah’tan başka ilâh olmadığına, Muhammed’in O’nun elçisi
olduğuna iman et.
Namazı kıl. Zekâtı ver. Hac farzını yerine getir. Ramazan ayında oruç tut.
İşlerinde dürüst ol.
Gizli, utanılacak şeyler yapmaktan sakın.
Allah’ın huzuruna çıktığın zamanda bunu bana Ömer öğretti dersin.”
dedi.

Hz. Ömer’in dersi güzel, sade ve anlaşılır bir derstir.

Hz. Ömer ilim konusunda korktuğu şeyi de şöyle anlatır: “Bu ümmet için en
korktuğum şey, aralarında bilgili münafıkların türemesidir.

“Ey mü’minler’in emir’i! Bilgili münafıklar kimlerdir?” diye sordular.
“Dili ile söylediklerine kalben inanmayan ve söylediklerini de tatbik etmeyenlerdir” buyurdu.
Fıkıh ve hadis bilen sahabeler, halkı eğitmeye memur edilmişlerdi. Bunlar fethedilen yerlerde İslâm’ı anlatırlardı. İslâm’ı anlatmada ve tebliğde esas, ikna ve nasihatti. Katiyen zorlama olmazdı. Çünkü zorlama İslâm’a aykırıdır. Zorlama ile edilen iman, iman değildir. İmanda gönülden kabullenmek esastır.
Hz. Ömer’in bir kölesi vardı. O’na İslâm’ı anlattı, Müslüman olmayı tebliğ etti.
“Eğer Müslüman olursan devletten sana bir vazife veririm. Zira Müslüman olmayanlara vazife veremem” dedi.
Köle Müslüman olmayı kabul etmedi. Hz. Ömer “Dinde zorlama yoktur” dedi. Köleyi kendi haline bıraktı.
Köle diyor ki, öleceği zaman ben hala Hıristiyan’dım. Beni serbest bırakmıştı.
Dilediğin yere git, demişti.
Hz Ömer, Müslüman olmadan önce kölesini Müslümanlığından dolayı öldüresiye, yoruluncaya kadar dövüyordu…
Hz. Ömer, Müslüman olduktan sonra Hıristiyan kölesine Müslüman olmayı teklif ediyor, kabul etmeyince, “Dinde zorlama yoktur” (Bakara: 2/256) diyor,
onu serbest bırakıyor, zorlama yapmıyordu. Çünkü dini, kişinin kendi iradesi
ile istemesi gerektiğini biliyordu.

Scroll to Top