Ömer bin Abdül’azîz’in bütün konuşmaları böyledir. İç âleminden ve takva dolu kalbinin derinliklerinden konuşurdu. Her konuşması, valilere ve kumandanlara gönderdiği her talimatı bilgi dolu, ders dolu, ilahî aşk doludur. Her söylediğini mutlaka kendi yapardı. Sözü özüne, özü sözüne, özü de sözü de Allah’ın kitabına, Rasûlullah’ın sünnetine uygundu.
Ömer bin Abdül’azîz’in konuşmalarından verdiğimiz örnekleri, savaşa giden bir kumandana gönderdiği talimatı ile tamamlayalım:
“… Ben bu emirname ile her halükarda Allah’tan korkmanızı
ve Allah’ın gönderdiği emirlere sarılmanızı emrediyorum.
Çünkü Allah’tan korkmak, askeri sahada da hazırlıkların en
mükemmeli, tuzakların en sağlamı ve kuvvetlerin en üstünüdür.
Ben hiçbir düşmana, hem kendini hem de beraberinde bulunanları
Allah’a isyandan korumak kadar şiddet göstermemeni emrediyorum.
Çünkü bana göre günahlar, insanlar için, düşmanlarının tuzaklarından
çok daha korkunç neticelere gebedir.
Zaten biz, düşmanlarımıza sadece onların isyanları neticesinde
galip geliyor ve bu sayede muzaffer oluyoruz. Şayet böyle
olmasaydı, bizim onlara asla gücümüz yetmezdi. Çünkü ordumuz
ne sayı itibarıyla ve ne de askeri hazırlık yönünden onların
seviyesinde değildir.
Şayet bizler, Allah’a isyan hususunda onlarla aynı seviyede
bulunursak, kuvvet ve hazırlıkları fazla olduğundan onlar
bize her zaman üstün gelirler. Biz kendi hakkımız olarak onla-
ra karşı zafer kazanamayız, sadece kendi kuvvetimizle onları
mağlup edemeyiz.
O halde insanlardan herhangi birine olan düşmanlığınız,
günahlarınıza olan düşmanlığınızdan fazla olmasın.
Hiç kimseye karşı, günahlarınıza kullandığınız kuvvetten
fazlasını kullanmayın.
Bilin ki, Allah’ın muhafaza melekleri her an sizin yanınızdadır.
Onlar sizin gerek evinizde ve gerekse dışarıda yaptığınız şeyler
i görüyor ve tesbit ediyorlar. Hiç değilse onlardan utanın
da kendileri ile güzel arkadaşlık yapın. Allah yolunda olduğunuzu
iddia edip de Allah’a isyan etmek suretiyle onlara eziyet etmeyin.
Hiçbir zaman; “düşmanlarımız bizden daha kötüdür, her ne
kadar günah işlesek de Allah onları bizim başımıza musallat
etmez” demeyin. Nice milletler vardır ki, günahları sebebiyle
kendilerinden daha kötü milletlerin tasallutu altında inlemektedirler.
Düşmanlarınıza karşı muzaffer olmayı Allah’tan dilediğiniz
gibi kendi nefislerinize karşıda O’ndan yardım isteyiniz. Ben
hem bizim için ve hem de sizin için Allah’tan bunu niyaz ediyorum.
Ben, seferde seninle beraber bulunanlara şefkatle muamele
etmeni emrediyorum. Onlar yolda sıkıntı çekmesinler ki, güçleri
bitip takatten kesilmesin ve hedefe güçlü ve zinde olarak
varsınlar. Yolculuk güç ve kuvvetini bitirmeden düşmanın
karşısındaki yerlerini alsınlar. Çünkü onlar bütün hazırlıkları tam,
atları hazır olan bir düşmanın karşısına gidiyorlar. Şayet yolda
kendilerini ve atlarını zinde ve güçlü tutmazlarsa, düşmanları
kuvvet yönünden onlara üstün gelir. Allah mü’minlerin yardımcısıdır.
Ben; seninle beraber orduda bulunan askerlerden her bölüğe,
gece ve gündüz toplanıp hem kendilerini hem de atlarını din-
lendirecekleri, silahlarını bırakıp yorgunluklarını giderecekleri
bir saat ayarlamanı emrediyorum.
Ben, cepheye giderken, kendileri ile barış yaptığımız milletlerin
meskun arazisinin etrafından dolaşmanı, dinine ve cesaretine
inandığın kişilerden başka hiç kimseyi o meskun mahalle
sokmamanı, halkla görüştürmemeni emrediyorum.
Böylece onlar, o beldenin herhangi bir kötülüğüne maruz
kalmaktan kurtuldukları gibi, günah işlemekten de kurtulurlar.
Onlar o belde halkından herhangi birine, herhangi bir şekilde
eziyet etmesinler. Çünkü onlar için bir hürmet ve zimmet mevzu,
bahistir. Siz, onlara vefa ile, onlar da size sabır göstermekle
imtihan olunmaktasınız.
Onlara size sabrederlerse, siz de onlara vefa gösterin. Çünkü
barış ehline zulmetmekle, harp ehline karşı zafer kazanamazsınız.
Hayatıma yemin ederim ki, ben sizi onlardan müstağni kılacak
her şeyi verdim. Kuvvet ve hazırlık bakımından sizde hiçbir eksiklik
ve gedik bırakmadım. Sayı itibarıyla da sizi yeterli gördüm.
Ve orduyu ben seçtim.Ben seni barış ehlinin arazisinden, müşriklerin
arazisi ile müstağni kıldım. Bir gaziye verdiğim şeylerin en üstününü
sanaverdim. Seni destekleyip, takviye etmek hususunda hiçbir şeyi
ihmal etmedim. Öyleyse sen de Allah’a dayan, çünkü O’ndan
başka hiç kimsede güç ve kuvvet yoktur.
Ben casuslarını, imanına, doğruluğuna inandığın kimselerden
seçmeni emrediyorum. Zira her ne kadar doğru söyleseler
de yalancıların haberleri fayda sağlamaz. Hain, senin üzerinde
gözcüdür, ama sen onun üzerinde gözcülük yapamazsın.
Vesselam.”
Dışta Zafer Kazanmanın Şartı
Ömer bin Abdülaziz bu emirnameyi savaşa giden ordunun kumandanı Mansur bin Galib’e gönderiyor.
Ömer bin Abdülaziz bu emirname ile dışta zafer kazanma şartının, müslüman’ın iç âleminde temiz olması gerektiği hususuna dikkat çekiyor.
Müslüman nefisle mücadele de büyük cihadı kazanırsa, düşmanı yenmesi zor olmaz. Keyfiliği, katılığı, şahsi istekleri, şehevi arzuları bertaraf eden
müslüman derin inanca kavuşur, kendini alçaltan bağlardan kurtarır, yüksek ideallerin adamı olur, girdiği savaşları kazanır.
Güçle zaferler kazanılabilir, zulümle insanlar sindirilebilir, ama devamlılık sağlanamaz, huzur ve sükûn meydana getirilemez. Adâlet ve hak duygusuna sahip idare, insanların gönlünü kazanır, huzur ve sükunu sağlar, güçlü bir toplum meydana getirir.
Emevi Hanedanı Memnun Değildi
Adâletli bir toplum içinde yaşamak, insana, insan olmanın zevkini ve hazzını verir. Ömer bin Abdül’azîz, adâletli idaresi altında yaşayan insanları huzura ve mutluluğa kavuşturdu.
Toplum o’ndan memnundu.
Şiiler, Ömer bin Abdül’azîz idaresinden memnundu. Teşekkür mektubu bile yazmışlardı.
Hariciler memnundu. Kılıçlarını kınlarına koymuşlardı.
Arap olmayan Mevâli memnundu. Kendilerine eşitlik hakkı tanınmıştı, eşit muamele yapılıyordu.
Araplar memnundu, çünkü dinlerinin hükümlerine göre hareket ediliyordu.
Müslüman olmayanlar memnundu, kendilerine ayrı bir muamele yapılmıyor, inançlarına karışılmıyordu.
Memnun olmayan bir sınıf vardı, bu sınıf, devleti kurulduğu günden beri şahsi menfaatleri için kullanmış olan Emevi hanedanı idi.
Ömer bin Abdül’azîz de Emevi hanedanındandı.
Halife olunca hak ve adâlet gereği, Emevî hanedanın gasp ettiği malları, mülkleri sahiplerine iade etti. Onlara ayrıcalık tanımadı.
Onlar eski alışkanlıklarını devam ettirmek istediler. İsteklerini ferdi söylediler, topluca anlattılar, akrabalığı öne sürdüler, tehdit ettiler, yalvardılar, bir netice alamadılar.
Ömer bin Abdül’azîz’i adâletten ve hak duygusundan ayıramadılar. Emevî hanedanının en yaşlısı, Mervan’ın kızı, Ömer bin Abdül’azîz’in halası Fatıma’nın yanında toplandılar. Ömer bin Abdül’azîz’den şikâyette bulundular.
Fatıma, hanedanın büyüğü olarak Ömer bin Abdül’azîz ile görüştü, konuştu, hanedanın ayrıcalık isteklerini Ömer bin Abdül’azîz’e bildirdi.
Ömer bin Abdül’azîz, Hakk’a ve adalete uygun olmayan Emevî hanedanı isteklerini kabul etmedi,
Fatıma, Emevî hanedanının tehdidini kendisine hatırlattı: “Ümeyye oğulları bir gün fırsat bulup sana bir zarar verirler” dedi.
Ömer bin Abdül’azîz: “Her korktuğum gün, kıyamet gününden daha korkunç değildir” dedi.
Fatıma, Ömer bin Abdül’azîz’in yanından ayrıldı, Emevî hanedanı mensuplarının yanına vardı, görüşmeyi anlattı: “Bu hale siz sebep oldunuz. Ömer
Hattab’ın hanedanından kız aldınız. Ondan böyle bir çocuk doğdu. Hattab oğlunun evinden kız alanların sonu böyle olur” dedi.
Emevî hanedanı, Ömer bin Abdül’azîz’in Hz. Ali evladına gösterdiği ilgiden de memnun değildi.
Ayrıca, Ömer bin Abdül’azîz’in veliahtlık müessesesini kaldırıp, halifenin şura ile seçilmesi esasını düşünmesi de Emevî hanedanı mensuplarını son derece tedirgin ediyordu.
Emevî Hanedanı Öldürmeye Karar Veriyor
Emevî hanedanı mensupları, Ömer bin Abdül’azîz’den kurtulmak için çareler aradılar. Ömer bin Abdül’azîz’e hizmet edenlerden birini elde ettiler,
onun vasıtası ile 41 yaşındaki yeryüzünün ışığı, adâletin timsali Ömer bin Abdül’azîz’i zehirlediler.
Dünyanın adâletli idarecisi Ömer bin Abdül’azîz’in Kur’an’a, sünnete dayalı idaresinden hem kendilerini hem de insanları mahrum ettiler.
İki sene beş ay, beşinci Raşid halife olarak insanlara hizmet sunan Ömer bin Abdül’azîz, Cenâb-ı Hakk’ın rahmetine kavuştu, sonsuzluk âlemine göç etti.
Ömer bin Abdül’azîz, Emevî devletinin sekizinci idarecisi idi.
Emevî devleti, 661 miladi yılında “Saadet Dönemi” üzerine kuruldu. Devletin çok yaşaması lazımdı. Ama; 750 yılında, 14. idareci döneminde, 91 sene içinde yıkılıp gitti.
Zulümle idare edilen memleketlerin âbâd olamayacağını bir kere daha gösterdi.
En-Nedevî Der ki
Büyük âlim merhum Ebulhasen en-Nedevî, Ömer bin Abdül’azîz’i şöyle değerlendirir:
“İnsanı azgın maddi sapıklıklardan, şeytanın teşvik ve tahriklerinden,
nefs taşkınlığından koruyan, ona ruh muhasebesi şuurunu ve
daima doğru yolu takip etme anlayışını veren
Ömer bin Abdül’azîz’in sahip olduğu kuvvetli iman duygusundan başkası değildir.
Nice siyasi halk hareketinin liderlerini, nice demokratik, sosyalist ve komünist
devlet başkanlarını gördük. Onların azgınlık ve şımarıklığın, kibir ve azametin her
çeşidine nasıl bulandıklarını, lüks saraylarda nasıl krallar gibi yaşadıklarını hep
görüyoruz. Dünyevi bütün zevk ve lezzetleri, imtiyazları nasıl
hep kendilerine tahsil ettiklerini biliyoruz.
Fakat Ömer bin Abdül’azîz, bu hususta bir nasihatte bulunacak olsa,
mutlaka yiyecek, giyecek ve dünyevi lezzetlerden istifade konusunda
halifelerin haklarından bazılarına temas eder ve arkasından şu Allah
kelamını okurdu: “Eğer ben Rab-
bime isyan edersem, büyük günün azabından korkarım.”(Enam: 15)
Dindarlığı Hayatına Hâkimdi
“Arap devleti ve Sukutu” adlı bir eser yazmış olan alman tarihçisi Julius Wellhausen, Ömer bin Abdül’azîz’i şöyle değerlendirir:
“Dindarlığı hayatına hâkim olmuş, resmi icraatına da damgasını vurmuştur.”
“Halifelik sınırsız zevk ve safa vasıtası iken, Ömer’de ağır bir mesuliyet yükü olmuştur.”
“Bütün icraatında gözleri önünde kıyamet günü duruyor ve daima Allah’ın taleplerini kâfi derecede yerine getirememekten korkuyordu.“
Vay Zaman…
Sözümüzü merhum Nedevî ile bağlayalım:
“Bu asırda insanlığın, Ömer bin Abdül’azîz gibi bir insana olan ihtiyacından daha çok hiçbir şeye ihtiyacı yoktur.” “Fakat ne yazık ki, asırlar geçmiş, nesiller birbirini kovalamış Ömer bin Abdül’azîz’in bir benzeri çıkmamıştır.” “Tarih mersiyesini okumaya devam ediyor: O’nun gibisini getireceğine yemin etmiştin ey zaman, Yeminini bozdun ve değişik oldun vay zaman…”
Rahmetullahi aleyh, Allâh’ın rahmeti üzerine olsun! Selam ona, rahmet ona.
KAYNAKLAR
1-Kur’an-ı Kerim
2- Kamusu’l A’lam, ş. Sami 5/3217
3- İslâm Ansiklopedisi, Diyanet Vakfı Yayını, 2/88-101, 34/53
4- İslâmda Tebliği Metodu ve Tebliğciler, Ebulhasen en-Nedevî, Çığır Yayını, sh: 45-95
5- Meşhur Ashab ve Fukaha, Hilmizade İbrahim Rıfat, Beyhan Yayınevi, Sh: 61, 1968, İstanbul
6- Ömer bin Abdülaziz Dönemi ve İslâm İnkılabı, İmadüddin Halil, Bir
Yayıncılık, 1984, İstanbul
7- Siyret Ansiklopedisi, Afzalurrahman, 4/108-127, Yeni Şafak Yayını
8- Arap Devleti ve Sukutu, Julius Wellhausen, İlahiyat fakültesi Yayını, 1963, Ankara
9- İslâm Milletleri ve Devletleri Tarihi, C. Brockelmann, İlahiyat Fakültesi Yayını, 1964, Ankara
10- İslâm Anayasa ve İdare Hukukunun Genel Esasları, Prof. Dr. Servet Armağan, Sönmez Yayını, 1980, İstanbul
11- Kısası Enbiya, Ahmet Cevdet, 4/51-78, Milli Eğitim Bakanlığı Yayını, 1972, Ankara
12- Yeni Ansiklopedi, 3/963-964, Timaş Yayını, 1989, İstanbul
13-Şehit Seyyid Kutub, Fi zılâlil’kur’an, Hikmet Yayını, Ist.
14-Kültür ve Tarih Ansiklopedisi, 1/223, Yeni Şafak Gazetesi Yayını,
İst
E K L E R
———————————————–
(Amcazâdem Necati Solmaz “İki Ömer” kitabımı okumuş,Hz. Ömer’in müslüman oluşunu şiirleştirmiş. Genç birikim dergisinde Hilal AÇIKGÖZ hanımefendi ise kitap hakkında bir değerlendirme yazısı yazmış. Kendilerine teşekkür ediyorum, amcazademin şiirini ve Hilal AÇIKGÖZ hanımefendinin yazısını aziz okuyucularıma sunuyorum.)
Genç Birikim Dergisi
Hilal AÇIKGÖZ / KİTABIN ADI “İKİ ÖMER”
| En son okuduğum kitabın adıdır ‘İki Ömer’. Yazarını uzun yıllardır tanımaktayım. Öyle çok popüler olmayan bir hocamızdır kendisi. En azından ben öyle sanmaktayım. N. Mehmet Solmaz Hoca Ankara’nın Demetevler semtinde Özelif sitesi olarak bilinen yerde ikamet eden herkesin sevdiği, saygıyla andığı bir zattır. Solmaz Hoca aslında belli bir muhit tarafından çok iyi tanınır. Özelif Sitesi eşrafı Solmaz Hocayı çok iyi tanır. Özelif Sitesini bilenler bilir, bilmeyenler için siteyi biraz tanıtmak istiyorum. Özelif sitesi beş bloktan oluşur. Her blokta 75 daire vardır. Toplam beş blokta 375 daireyi düşündüğünüzde her dairede en az üç nüfus olduğunu varsaydığınızda bir beldeye denk düşecek bir nüfus ortaya çıkmaktadır. Bu sitede oturan insanların neredeyse hepsi İslami hassasiyetleri olan kişilerden oluşmaktadır. Her gruptan, her cemaatten insanı bu sitede görmek mümkündür. Bu sitede istemediğiniz kadar, hoca olarak bilinen, sözüne ehemmiyet verilen zatlar ikamet etmektedir. Hemen hemen hepsi seksene merdiven dayamış, evden pek dışarıya çıkmayan kendi hallerinde insanlardır. Namaz vakitlerinde hepsi camide buluşur, namazlarını kılarlar sonra hepsi evlerine geri dönerler. Bilgi birikimi, tecrübe veya başka meziyetler bakımından gerçekten hepsi saygı duyulacak insanlardır. İşte Solmaz Hoca’nın geçmiş yaşına rağmen kitap telif etmesi takdire şayan bir olaydır bana göre. Amacım burada Solmaz Hoca’yı, oturduğu mekanı veya kitabı tanıtmak değildi. Fakat kitabı okuyunca ister istemez hoca hakkında, bulunduğu çevre hakkında ve biraz sonra anlatmaya çalışacağım kitap hakkında bilgi vermek istedim. Ama asıl anlatmak istediğim kitabın 131. sayfasında yer alan ‘Bizim için de Ağladın mı?’ başlığı ve Solmaz Hoca’nın o başlık altında ki sözleri. Kitap çok sade bir dille anlatılmış. Bir lise talebesinden tutun da bu konuda bilgi birikimi olan bir insanın dahi haz alabileceği, zaman zaman iç çekeceği, bazen gurur duyacağı bir çırpıda okunup bitirilebileceği bir kitap İki Ömer. Kitap; iki kısımdan oluşmaktadır. Birinci kısımda ikinci halife, Müslümanların ve tüm dünyanın adından yıllar boyunca söz ettiği ve kıyamete kadar da söz edeceği Hz. Ömer’in hayatı hakkında kısa bilgiler içermektedir. İkinci kısımda Torun Ömer b. Abdulaziz’in dedesi Hz. Ömer ile olan benzerlikleri anlatılmaktadır. Saltanat haline gelen Emevi Hanedanlığı içerisinde adaletin hüküm sürdüğü ve beşinci halifelik olarak adlandırılan Ömer b. Abdulaziz dönemi sahabeden sonraki yıllarda Allah’ın kitabıyla hükmedildiği takdirde Asrı Saadet dönemi gibi yılların yaşanabileceğini göstermesi açısından çok önemlidir. Hz. Ömer, dillere destan Hz. Ömer. Babalar evlatlarına (Ömer’in karakterine bürünür mü diye) Ömer adını verirler. Analar evlatlarına Hz. Ömer kıssaları anlatırlar azıcık örnek alır belki diye. Bir Müslüman’ın kalbinde Allah aşkı, Peygamber sevgisinden sonra en çok Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer sevgisi yer işgal eder. Hz. Ebu Bekir İlk iman eden bir dosttur. Sadık bir arkadaştır. Fakat Hz. Ömer azılı bir düşman, kendisinden iman beklenmeyen bir şahsiyettir. Onun için Hz. Ömer’in eşeği Müslüman olur da Hz. Ömer Müslüman olmaz denecek kadar küfründe ileri gitmiş bir insandır. Böyle olmasına rağmen iman etmiş ve imanın en doruk noktasına ulaşmış, Rasulullah’ın takdirini, sevgisini kazanmış, dünyada cennetle müjdelenen bir insan oluvermiştir. Bu olay, yaşayan bir insan hakkında hemen hüküm vermememiz gerektiği konusunda kıyamete kadar bizlere bir misal teşkil etmesi bakımından önemlidir. Hz. Ömer Peygamberimizden 13 yaş küçüktür. Gizli davetin yapıldığı, Peygamberliğin altıncı yılında Müslüman olmuştur. O Müslüman olana kadar da Kabe’de namaz kılabilmek Müslümanlara nasip olmamıştır. Cesaretiyle, etrafındakilere saldığı korku ile, Müslüman olunca da adaleti ile bilinen ender şahsiyetlerden birisidir. Peygamberimizin vefatına kadar daima O’nun yanında, O’nun hizmetinde bulunmuştur. Peygamberimizin müşavere ettiği ekibin içerisinde, görüşlerine, düşüncelerine önem verilen arkadaştan da öte bir kardeş olmuştur. Öyle ki Müslüman olduktan sonra hiçbir olay yoktur ki Hz. Ömer o konuda bir söz söylememiş olsun, o konuda bir uğraşın içerisine girmemiş olsun. Görüşleri çok isabetli, toplumda hoşuna gitmeyen bir durumda hemen o konuyla ilgili ayetlerin nazil olması Allah’ın Ömer’e nasip ettiği bir lütuftur. Kitapta bu konuda birkaç örnek verilmektedir. Hz. Ömer’in herkes tarafından bilinen bir hatası Peygamberimizin vefatı sonrası söylediği sözlerdir. Bu sözler malum. ‘Kim Muhammed öldü derse onun kafasını vururum’ demesi bir çok kişiye korku vermiştir. Sonunda Hz. Ebu Bekir’in ortalığı yatıştırıcı sözleri karşısında yaptığından pişman olmuştur.. Arkasından Hz. Ebu Bekir’in Hz. Ömer sayesinde hemen halife ilan edilmesi O’nun vefatıyla da kendisinin ikinci halife olarak göreve başlaması anlatılmaktadır. 10 sene 6 ay süren halifeliğinde sayısız çalışmalara imza atmıştır. İran’lı bir kölenin sabah namazı kılarken sırtından bıçaklaması sonucu ağır yaralanmış ve birkaç gün sonra da vefat etmiştir. Kendisinden sonra halife olacak kesin birini söylememiş ve cennetle müjdelenen 6 kişilik şura ekibinin oluşmasını ve içlerinden en çok oy alan kişinin halife olmasını istemiştir. İkinci kısımda Hz. Ömer’in oğlu Asım’ın kızının oğlu Ömer b. Abdulaziz anlatılmaktadır. Hicretin 60. yılında dünyaya gelmiştir. 2 sene 5 ay halifelik yapmış ve büyük dedesi Hz. Ömer gibi öldürülmüştür. Onun dönemi de dedesi Hz. Ömer gibi adalet temelleri üzerine kurulmuştur. Döneminde yaşayan Hariciler, Şiiler veya farklı fırkalar Onun yönetiminden memnun kalmışlardır. Kitapta dönemine ait bir çok örnek verilmektedir ve dedesi Hz. Ömer ile benzeşen yönlerine dikkat çekilmektedir. Mesela benzeşen yönlerine en önemli örnek; Hz. Ömer İlk önceleri Hz. Ebu Bekir’in pek rızası olmamasına rağmen Kuran’ı Kerim’in cem’ine öncülük etmiştir. Ömer b. Abdulaziz de hadislerin toplanması işine öncülük ederek Kuran’ı Kerim’den sonra en önemli kaynakların günümüze intikal etmesine vesile olması ve her ikisinin de bir ilke imza atmaları ilginçtir. Bu ve buna benzer birkaç örnek kitapta sıralanmıştır. Kitapta beni etkileyen en önemli kısım yukarıda da anlatmaya çalıştığım Solmaz Hoca’nın yakarışıdır. Bu kısımdan önce Ömer b. Abdulaziz’in hanımının, Ömer b. Abdulaziz hakkındaki sözleri anlatılmaktadır. Bir gün Ömer b. Abdulaziz seccade başında ağlamaktadır ve hanımı neden ağladığını sorduğunda Ömer b. Abdulaziz hanımına şunları söyler: ‘Rabbim kıyamet gününde bu toplumun işlerini nasıl idare ettiğimi soracak, korkarım ki bu iş aleyhime neticelene. İşte bu korkunun şiddetinden ağlamaktayım’ der. Bu bölümden sonra Solmaz Hoca ‘Bizim için de Ağladın mı?’ başlığı atar ve şunları yazar. Kitabın bu bölümünü aynen aktarıyorum. Ey Ömer! Bizim için de ağladın mı? Gelecekteki mazlum, zavallı, çaresiz, kimsesiz Müslümanlar için de ağladın mı? Alnı secde görmemiş, firavunvari bir yaşayışın sahibi zalimlerin idaresinde inim inim inleyen mü’minler için de ağladın mı? Senin değerlerini reddeden, kendilerinden değerler icat eden tağutların Hak yoldan çıkardığı bedbaht Müslümanlar için de ağladın mı? Ey Ömerler! Emsaliniz ne zaman gelecek? Bu zavallı ümmetin bahtı ne zaman değişecek? Annelerin, masum yavruların, mazlum Müslümanların feryatları ne zamana kadar devam edecek? Müslümanların ensesinde firavunvari saltanat süren tağutlar ne zaman yok edilecek? Ey Allah’ım! İsm-i Celilin hürmetine, Habib-i Kerim’in hürmetine Kelam-ı Kadim hürmetine Bize Ömerlerimizi gönder. Bu sözlerin içten, samimi sözler olduğuna en ufak bir tereddüt bile etmiyorum. Solmaz Hoca gibi uzun yıllar tanıdığım birinden duymam beni çok etkiledi. Şimdi yukarı kısma tekrar dönecek olursak Solmaz Hoca’nın da ikamet ettiği Özelif sitesi 1974’te kurulmuş olan bir site. Tam 35 yıllık bir geçmişi var. Site binaları birer birer yükseldi ve 5 blok olarak tamamlandı. O siteden kimler geldi kimler geçti. Şu an sayısını bilemeyeceğim kadar insan oralarda büyüdü, evlendi ve başka yerlere gitti. Onlarca hocaefendi oturdu. Onlarca vaiz, vaize, imam, öğretmen, müftü oturdu. Bunlar tam bir cemaat olamadı. birbirlerinin kapısını çalmadı. Solmaz Hocam! Ömer b. Abdulaziz niye ağlasın ki. Arkasında adaletine şahitlik yapacak bir topluluk bıraktı. Oturup ta biz halimize ağlayalım. Yıllarca bir beldeye denk düşecek nüfusa sahip Müslümanlarla aynı yerde oturduk fakat benim cemaatimden değil diye bazılarımız komşusunun kapısını çalmadı. Bu gün çaresiz, zavallı, mazlum isek sorumlusu bizleriz. Gençlerimiz ihmal edildi, ediliyor. Çocuklarımız başıboş bırakıldı, bırakılıyor. O kadar çok hocanın, hacının içinde insanlar yalnız kalıyor. İnsanlar kime, neden inanacaklarını bilmiyorlar. Bu gün ise, bir nesil yetiştirebilecek kadar donanımlı olan oradaki hocaların istese de dilleri dönmüyor, hareket etmeye mecalleri yok. Yarın aynı durum bizim de başımıza gelecek. Bir toplum, kendini değiştirmek için, yakın çevresini değiştirmek, akrabasını değiştirmek için çaba sarfetmez ise Allah da onların durumunu değiştirmez. Solmaz Hoca’dan Allah razı olsun, kitap bana göre çok güzeldi. Solmaz Hoca’nın başka eserleri de var. Kitabın arka sayfasında diğer eserlerini tanıtmış. “İki Ömer” kitabının bu sıcak günlerde ne yapabilirim diye düşünenlere iyi bir arkadaş olacağı kanısındayım. |
Duygulanmadan, gözler dolu dolu olmadan o satırlar yazılır mı?
N.M.SOLMAZ
Rabbim, O Allah dostlarının yolunda kıl. İnananları sevdiklerin arasına yaz Allah’ım.
Necati SOLMAZ
11.4.2022