Evet Müslüman Olduk

Hz. Ömer, Nuaym’ın sözlerine inanmak istemedi. Nuaym, “İnanmazsan git de bak” dedi. Döndü, öfkesi daha da artmıştı, hışımla kız kardeşinin evine vardı. Kapıyı dinledi. İçeriden sesler geliyordu.
Evde Habbab bin Eret, Said ile hanımına yeni inmiş olan “Taha” suresini okuyordu.

Peygamberimiz (sav)’in vazifelendirdiği sahâbeler, inen âyetleri, diğer Müslümanlara okur ve onlara öğretirdi. Habbab bin Eret de peygamberimiz (sav)’in Kur’an öğreticiliği ile görevlendirdiği sahâbelerdendi.
Hz. Ömer, insan sözüne benzemeyen âyetleri işitince, öfkesi hiddete dönüştü. Var gücü ile kapıya vurmaya, “açın!” diye bağırmaya başladı. Habbab saklandı, Fatıma da âyet yazılı sayfaları sakladı.
Kapıyı açtılar, Hz. Ömer içeri girdi.
“Okuduğunuz neydi?”dedi.
Said: “Bir şey yok”.
“İşittiğim doğru imiş, siz de Muhammed’in büyüsüne kapılmışsınız” dedi.
Said: “Ey Ömer! Hak ve gerçek dinin senin dininden başkası olduğunu
hâla göremedin mi, anlayamadın mı?”
dedi.

Said’in bu cevabı ile Hz. Ömer’in hiddeti büsbütün arttı. Eniştesinin yakasına yapıştı, onu hiddetle yere savurdu ve göğsüne oturdu. Onu dövmeye başladı. İş boğuşmaya dönüşmüştü.

Fatıma kocasını Ömer’den kurtarmaya çalışırken yüzüne kuvvetli bir tokat yedi. Ağzından, burnundan kan geldi. Üstü başı kan oldu.
Fatıma da Ömer’in kardeşi idi. Ömer’in yaptıkları karşısında onun da tepesi attı. İmanın ve acının verdiği kuvvetle Ömer’e bağırdı:
“Evet Müslüman olduk, Allah’a ve Rasûlüne iman ettik.
Ey Ömer! Sen ne yaparsan yap, başımızı da kessen dinimizden dönmeyiz.
Ey Ömer! Hak ve gerçek olan din senin dininden başkasıdır.
Biz şehadet ederiz ki, Allah’tan başka ilah yoktur. Yine şehadet ederiz ki
Muhammed Allah’ın kulu ve elçisidir.
Sen artık dilediğini yap, elinden geleni geri koma!”

Hz. Ömer, kız kardeşinin bu canhıraş haykırışı ile kendine geldi. Fatıma’nın üstünü başını kanlar içinde görünce yüreğinde pişmanlık hissetti. Zorla bastırılmış bir ses tonuyla;

“Biraz önce sizden işittiğim okunan o sayfayı bana verin de Muhammed’e
gelen bu şeye bir bakayım”
dedi.
Fatıma: “Senin ona hakârette bulunmandan korkarız” diye cevap verdi.
Hz. Ömer: “Korkmayın. Okuduktan sonra onu size geri vereceğim” dedi.
Sözünde duracağına yemin etti.

Fatıma’nın Ümidi
Yaşanan öyle bir andı ki, hiddet gitmiş, kavga unutulmuştu
Ömer okuyacağı şeyi merak ediyor, onu istiyordu.
Fatıma’nın kalbinde bir ümit yeşermişti;
Ömer Müslüman mı olacaktı? Niye olmasındı?
Üç gün önce Hamza da Müslüman olmamış mıydı? Fatıma’ya göre, ağabeyi
Hz. Hamza’nın yanına ne güzel de yakışırdı ?

Bu güzel duygular içinde Fatıma sayfaları getirdi, verdi. Hz. Ömer okuma bilirdi, okumaya başladı. Okuduğu âyetler şu mealdeydi:
“Taha! (Ey Muhammed) Kur’an’ı sana sıkıntıya düşesin diye değil, ancak, Allah’tan korkanlara bir öğüt, yeri ve yüce gökleri yaratanın katından birkitap olarak indirdik. O Rahman olan Allah, Arş’a hakim bulunmaktadır.Göklerde ve yerde, her ikisinin arasında ve toprağın altında bulunanların
hepsi O’nundur. Sen sözü ister açığa vur, ister gizli tut, birdir. Çünkü Allah; gizliyi de, gizlinin daha gizlisini de bilir. Allah’tan başka ilah yoktur. En güzel isimler O’nundur.”
(Taha: 1-8)
Kaynak eserlerde Hz. Ömer’in “Taha” suresi ile beraber, “Hadid” suresinin ilk sekiz âyetini de okuduğunu kaydeder.
O âyetlerin meali de şöyledir:
“Göklerde ve yerdekiler Allah’ı tesbih ve tenzih ederler. O kudretiyle her şeye üstün gelen bir aziz, hikmetiyle her yaptığını yerli yerinde yapan bir hakîmdir. Göklerin ve yerin mülkü ve tasarrufu O’nundur. Dirilten, öldüren, her şeye gücü yeten O’dur. Evvel O’dur, Âhir O’dur, Zahir O’dur, Batın O’dur. O, her şeyi bilendir. Gökleri ve yeri altı günde (devirde) yaratan, sonra, Arş’ı hükmü altına alan O’dur. O, yere gireni, yerden çıkanı, gökten ineni, göğe yükseleni bilendir. Nerede olursanızolun, O sizinledir. Allahbütün yaptıklarınızı görendir. Göklerin ve yerin hükümranlığı O’nundur. Bütün işler, ancak, Allah’a döndürülür. Geceyi gündüze katar, gündüzü geceye katar. O gönüllerdekini bilendir. Allah’a ve Peygambere iman edin. Sizi varis kıldığı şeylerden Allah yolunda sarf edin. İçinizden iman edip de mallarını Allah yolunda sarf edenlere büyük mükâfât vardır. Peygamber, Rabbinize iman etmeniz için hepinizi davet edip dururken, size ne oluyor ki Allah’a iman etmiyorsunuz? Halbuki O, sizden inanacaksınız diye kesin söz de almıştı.” (Hadid: 1-8)

Hz. Ömer, edebiyatı bilirdi, şiirden anlardı, güzel konuşurdu. Âyetlerin her kelimesi onun gönlünde ve vicdanında sarsıntılar meydana getirmişti.
Kur’an’ın üslûbu, engin manası, ifadesinin güzelliği ve tatlılığı Hz. Ömer’i âdeta büyülemişti.

“Göklerde ve yerde, her ikisinin arasında ve toprağın altında bulunanların
hepsi O’nundur”
âyetini okurken derin bir düşünceye daldı ve kız kardeşine:
“Ey Fatıma! Bu kadar yaratık hep sizin Allah’ınızın mıdır?” dedi
Fatıma: “Evet öyledir, şüphe mi var?”
Ömer: “Ey Fatıma bizim 1500 kadar süslü püslü putlarımız var, hiç birisinin
yeryüzünde bir dirhem mülkü yok.”

Ömer’in içi İslâm’a doğru yöneliyordu.
“Allah’tan başka ilah yoktur. En güzel isimler O’nundur” âyetine gelince
Ömer: “Bu ne güzel, ne şerefli kelâm! Bu sözden daha güzeli, daha tatlısı olamaz” dedi.
“Allah’a ve peygamberine iman ediniz!” âyetini okurken âdetâ bağırdı:
“Eşhedü enlâ ilâhe illallah ve Eşhedü enne Muhammeden abdühû ve Rasûlühü.”

Ömer şehâdet getirmişti: “Ben şehâdet ederim ki, Allah’tan başka ilah yoktur. Ve yine şehâdet ederim ki, Muhammed Allah’ın kulu ve Rasûlüdür”
demişti.
Fatıma’nın ümidi gerçek oldu. Ömer şehâdet getirdi.
Bunu can u gönülden söylemek, müslüman olmak demekti. Habbab bin Eret saklandığı yerden; “Allahû Ekber. Allah En Büyük” diyerek fırlayıp çıktı. Peygamberimizin bir duasını Hz. Ömer’e duyurdu.
Peygamberimiz (sav) duasında şöyle demişti: “Allahım! İslâm’ı iki adamın
biri ile ya Hakem bin Hışam’la, ya da Ömer bin Hattab’la kuvvetlendir.”

Habbab bin Eret: “Ey Ömer! Bu saadet sana nasib oldu” dedi.
Hakem bin Hışam ise Ebu Cehildi. Ebu Cehil, Ebu Cehil olarak kaldı ve Bedir savaşında öldürüldü.

Hz. Ömer iyice yumuşamıştı, içinde öfkeden, hiddetten eser kalmamıştı. Artık Hz. Ömer de Allah’ın birliğine şehâdet getirenlerdendi, mü’minlerdendi. Bu anın en büyük sevincini duyan kız kardeşi Fatıma ile kocası Said idi.
Hz. Ömer hiddetle kapılarına vururken ne kadar endişelenmişlerse, şimdi o endişenin kat kat üstünde büyük bir sevinç yaşıyorlardı…
Hz. Ömer: “Haydi beni peygamberin yanına götürün” dedi. Habbab, onu peygamberin yanına götürdü. Bu gidişte Fatıma ile kocası Said de var mı idi? Kaynaklar bu konuda bir şey yazmıyor,
ama bu büyük sevinçli olaydan Fatıma ve Said’in kendilerini mahrum bırakacaklarını zannetmiyoruz.
Bırakın Gelsin
Peygamberimiz (sav) , o sırada Safa tepesinin eteğinde bulunan “Erkam”ın evindeydi. Müslümanlar kadın erkek Erkam’ın evinde toplanmışlar, Allah’ın Rasûlün’den dinlerini öğreniyorlardı.

Kapının önünde bekleyen gözcü, Hz. Ömer’in silahlı olarak geldiğini gördü ve içeridekilere haber verdi.
Hz. Ömer, Müslümanlara düşmanlığı ile tanınmış bir adamdı. Hz. Ömer güçlü, kuvvetli, kalın adaleli, sert tabiatlı, hiddetli biri idi.
İçeridekiler Hz. Ömer’in silahlı olarak geldiğini duyunca endişeye kapıldılar, ürktüler.
Bilâl-i Habeşi kalkıp kapının aralığından baktı. Hz. Ömer’in kılıcını kuşanmış olarak geldiğini görünce: “Ey Allah’ın Rasûlü! Ömer bin Hattab, O! Kılıcını kuşanmış gelmiş! Onun şerrinden Allah’a sığınırız” dedi.
Üç gün önce müslüman olmuş olan Hz. Hazma: “Ömer’den korkacak ne
var? Kapıyı açın, bırakın O’nu, gelsin. Eğer iyilik için gelmiş ise hoş geldi,
safa geldi. Yok, öyle değilse o kılıcını çekmeden ben O’nun başını yere düşürürüm”
dedi.
Müslümanlar, Hz. Ömer’in gelişinden endişe duyarlarken Peygamberimiz (sav) , onları tebessümle seyrediyordu. Çünkü vahy-i ilâhi gelmiş, Hz. Ömer’in müslüman olduğunu müjdelemişti.
Allah’ın Rasûlü: “Telaş edecek bir şey yok, bırakın gelsin!” buyurdu.
Kapıyı açtılar, Hz. Ömer içeri girdi.
Hz. Ömer’in müslüman oluşu; her ikisi de Hakk’ın rahmetine kavuşmuş olan Ali Himmet Berki, Osman Keskioğlu hocalarımızın yazdığı Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yayınladığı “Hatem’ül-Enbiya Hazreti Muhammed ve Hayatı”adlı eserde, sayfa 97 de şöyle anlatılır:

“Ömer, heybetli kılığıyla silahlı bir halde içeri girdi. Hz. Peygamber’in önüne gidip diz çöktü. Etrafta çıt yok. Bütün gözler ona çevrilmiş. Heyecanlı anlar geçiyor. Acaba ne olacak? Ömer niçin gelmişti? Ne yapacaktı? Niye böyle silahlı idi ve niye peygamberin önüne diz çökmüş sakin sakin duruyordu.
Ömer’in gözleri Rasûlullah’ın nurlu gözleri ile karşılaştı. Göz göze gelince bir an içinde peygamberin rûhâni kudreti, kudsiyet nuru bir elektrik seyyalesi gibi Ömer’i ilâhî tesir altında bırakmıştı. Ömer, o eski haşin Ömer değildi. O erimiş bitmişti. Ruhu peygamberin mübarek ruhu ile kucaklaşıyordu. Kalbi peygamberin mübarek avucu içinde imiş gibi kendini vahiy sahibinin eline bırakmıştı.
Ömer’in iradesi, İslâm’ın iradesine râm olmuştu.”


Allahû Ekber
Rasûlullah, mübarek eliyle Ömer’in omuzundan tuttu ve: “Benimle beraber tekrar et ey Ömer.” buyurdu.
O, bu işareti bekliyordu. İçine iman nuru dolmuştu. Kalbine İslâm yer etmişti.
Peygamberin sesinin arkasından Ömer’in sesi şu mübarek kelime-i şehâdeti tekrar etti: Eşhedü Enlâ İlâhe İllallah. Ve Eşhedü Enne Muhammeden Abdühû Ve Rasûlühû (Ben şehâdet ederim ki, Allah’tan başka ilah yoktur. Ve yine şehâdet ederim ki, Muhammed Allah’ın kulu ve elçisidir.)

Hz. Ömer bütün varlığını kaplayan imanın aşk ve şevkini bütün heyecanıyla bununla ifade etmiş, hulûs-i kalple kelime-i şehâdet getirmişti. Âmir, hanımına eşeği Müslüman olur da, Ömer Müslüman olmaz demişti. İnsan büyük söylememeli, hele geleceğe ait kesin hüküm vermemeli. Çünkü, gelecekte neler olacağını Allah’tan başka kimse bilemez. İşte, azgın İslâm düşmanı olan Ömer Müslüman olmuştu.

Hz. Ömer’in Müslüman olması karşısında orada bulunan Müslümanlar kendilerini tutamadılar. Ömer’in İslâm’ı kabulü ve imanı onları da coşturmuştu. Yüksek sesle tekbir almaya başladılar. Allahû Ekber sedası bütün Mekke ufkunu çınlata çınlata göklere doğru yükseliyordu. Safa tepesinden yükselen tekbir sadâsı Mekke’nin ufkunda dalgalana dalgalana çalkalanıyordu.

Hz. Ömer’in Müslüman olması ile Müslümanlar “Tekbir” getirmişti. Yüksek sesle hep beraber “Allahû Ekber”, “Allah, En Büyüktür” demişlerdi.
Hz. Ömer’in müslüman oluşundan duydukları sevinci tekbirleri ile dile getirmişlerdi. Hz. Ömer’in Müslüman oluşuna şahit olan Müslümanların tekbirleri, Müslümanlara sevinçlerini belirtmek, başarılarını kutlamak, heyecanlarını birlikte açığa vurmak için bir sünnet oldu.
“Allahû Ekber” demenin bir anlamı da, sevincimize, başarımıza, heyecanlarımıza sebep olan şeyin Allah’ın yardımı, rahmeti ve lütfu ile olduğunu ilan etmektir.
Bu ise bizi, gururdan, kibirden, Firavunlaşmaktan korur. Bunun için eskiden Osmanlı padişahları halkın arasına çıktığı zaman halk: “Gururlanma padişahım senden büyük Allah var” derlermiş.

Alkış
Şimdi Allahû Ekber denilmiyor, yerine alkış tutuluyor.
Alkış nedir?
Alkış, cahiliye devrinin tapınma şeklidir.
Enfal suresinin 35. âyetinde bildirildiğine göre müşriklerin dua ve ibadeti, Kâbe’yi tavaf ederken ıslık çalmak ve el çırpmaktı.
Elmalılı Hamdi Yazır merhum, Hak Dini Kur’an Dili tefsirinin 3/2400 sayfasında şöyle yazar: “Erkek ve kadın, açık-saçık elele tutuşur, beytin etrafında dolaşırlar ve ıslık çalıp el vururlardı. Ve böylece ibadet ediyoruz diye çalar, oynar, hora teperler ve yaptıklarını alkışlarlardı.”
Asırlarca Müslümanlar sevinçlerini Allahû Ekber diye ifade etmişlerdir. Sıkıntılı anlarında Allahû Ekber demişler, Allah’a sığınmışlar ve ondan yardım dilemişlerdir.
Ordumuz, savaşlarda Allah Allah diye hücuma kalkmış, düşmana saldırmıştır.
Kore Savaşı’nda Çin ordusu büyük bir güçle alayımızı her taraftan kuşatır, çembere alır. Alayımızın kumandanı Albay Celal Dora bayrağı vücuduna sarar. Alay bütün mevcudu ile, “Allah Allah” diye diye hücuma kalkar ve Çin kuşatmasını yararak kurtulur. Çinliler de, dünya da alayımızın kuşatmayı yarıp kurtulması karşısında şaşırıp kalırlar: “Çin çemberi yarılamazdı, nasıl yardılar?” derler.
O zamanlar ben gazete satar, alayımızın kurtuluşunu, “yazıyooor diye bağırırdım.
Şimdi de zannederim, Mehmetçiğin talimatında muhtemel bir savaşta düşmana karşı hücuma; “Allah Allah” diye diye kalkması vardır. Ama toplumumuza, müesseselerimize ne oldu? Allah diyenleri, sevincini, umudunu“Allahû Ekber” diye ifade edenleri horluyoruz, gerici diye yaftalıyoruz, takibata maruz bırakıyoruz.

Şimdi, cenazeleri de alkışla kaldıranlar türedi. Ne büyük cehalet, ne büyük gaflet… Bunlara ne demeli? Allah basiret ve hidâyet nasib etsin…

Birinci TBMM’de bulunmuş ve bakanlık yapmış olan Konyalı Vehbi Efendi, Hülâsatülbeyan tefsirinin (5/1888) sayfasında alkışın cahiliye âdeti olduğunu, Avrupalıları taklidin sonucu olarak memlekette yaygın hale geldiğini, İslâmî örf ve adetlere zıt olduğunu, Allah katında da kötü olduğunu ifade
eder.
Biz alkış müptelası olanlardan, alkışlarını cahiliye âdeti olduğu için yaptıklarını zannetmiyoruz. Bir çok şeyde olduğu gibi, bu cahiliye âdeti batıdan gelmiş toplumumuza yerleşmiştir. Kendi bünyemizden çıkmamıştır.
Hz. Ömer’in Müslüman oluşu hatırasına peygamberimiz (sav)’den bize sünnet kalan ve bizi heyecanlı anlarımızda bile kontrol eden, Allah ile bağımızı sağlayan, “Tekbir”imiz varken, faydası olmayan, zararı mümkün olan âdetlere niçin saplanıp, bağlanıp kalalım.
Daima diri ve canlı durabilmemiz için “Allahû Ekber, Allah En Büyüktür” diyelim…
Rahmete vesile olması niyazı ile merhum Necip Fazıl Kısakürek’in 63 levha
halinde peygamberimiz (sav)’in hayatını şiirle anlatan “Es-selâm” adlı eserinden Hz. Ömer’in Müslüman oluşu ile ilgili bölümünü buraya alıyoruz.


Ömer Müslüman Oldu
Bir garip zaman oldu
Ortalık duman oldu
Bildikler düşman oldu
Havuzlar umman oldu
Ömer Müslüman oldu.
Sözü sözdü, gerçekti
O’nu öldürecekti
Ömer kılıcı çekti
Göklerden ferman oldu
Ömer Müslüman oldu.
O’na yolda bir adam
Dedi; “Vurmaksa meram
Senin kardeşin İslâm!”
Olanlar yaman oldu
Ömer Müslüman oldu.
Kız kardeşi! Hakikat!
“Müslüman mısın?”…Tokat!
Kan içinde bir surat!
Sonunda pişman oldu.
Ömer Müslüman oldu.
“O ses, sokağa vuran,
Nedir? “…”İşte bak, Kur’an!”
Baktı, çarpıldı bir an…
İçi süt liman oldu
Ömer Müslüman oldu
Kur’an, esrar oluğu…
Sonsuzluğun soluğu…
Gösteren ok, kulluğu…
İnkârı iman oldu.
Ömer Müslüman oldu.

Scroll to Top