Peygamberimiz (sav) uzun bir sefere çıkarken hanımlarından birini yanında götürürdü. Mustalik Oğulları Seferi’nde de Hz. Âişe’yi götürmüştü. Dönüşte ordu Medine’ye yakın bir yerde konakladı. Hz.
Âişe devenin üzerine konulan, içindekini hem sıcaktan koruyan hem de göstermeyen bezden yapılmış bir mahfaza olan hevdeç içinde yolculuk ediyordu. Orduya hareket emri verilince görevliler Hz.Âişeyi hevdec’in içinde sanarak deveyi kaldırıp yürütmüşlerdir. Hz. Âişe def-i hacet için hevdecden çıkmıştı. Def-i hacet yerinde gerdanlığını düşürür, karanlıkta el yordamı ile gerdanlığın tanelerini aramaya başlar. Zaman geçer, geri dönüp geldiğinde ordunun gitmiş olduğunu görür. Yokluğunu anlayınca aramaya çıkarlar düşüncesi ile bulunduğu yere elbisesine bürünüp otururken uyuya kalır.
Bedir gazilerinden Safvan bin Muattal ordunun artçısı idi. Ordunun ardından gelir, ordunun konakladığı yerleri gündüz aydınlığında etrafı yoklar, geri kalan veya düşen bir şey olursa onu alır orduya getirirdi. Safvan konaklama yerine gelirken bir insanın yattığını görür, yanına yaklaşır. “İnnâ lillâhi ve İnnâ ileyhi raciûn” (Bakara Sûresi: 2/156) ayetini okur. Hz. Âişe Safvan’ın sesine uyanır. Safvan, Hz. Âişeyi tanır. Safvan devesini çökertir. Hz. Âişe biner, Safvanın yaya yedeklediği deve ile gelirler, bir sonraki konaklama yerinde orduya yetişirler. Münâfık başı Hz. Âişenin Safvanla geldiğini görünce: “Demek peygamberin eşi bir adamla gecikmiş. Sabaha kadar bir adamla kalmış. Sonra adam devesine bindirmiş ve yedeğine alıp gelmiş” der. Münâfık başı uydurduğu iftirayı Medine içinde yayar. İftira Medine dışına da taşar. İftira ile peygamberimiz, ailesi, Hz. Ebubekir ve Müslümanlar küçük düşürülmeye çalışılır. Büyük bir huzursuzluk baş gösterir. İftirayı seferden döndükten sonra hastalanan Hz. Âişe de duyar, etrafındakilerin de iftiraya inandıkları şüphesine kapılır, çok üzülür. Hz Yakup gibi sabredip Allah’tan yardım dilemekten başka çaresinin bulunmadığını söyler.
Bir ay kadar devam eden iftira dedikodusunun sonunda ayetler indi. Hz. Âişenin masum olduğunu, hakkında söylenenlerin iftira olduğunu bildirdi: Allah (cc), ayetlerde şöyle buyurur:
“O iftirayı atanlar kuşkusuz içinizden bir gruptur. Bu olayın, hakkınızda bir kötülük olduğunu sanmayınız. Tam aksine sizin için daha hayırlı olmuştur. Onlardan her biri işlediği suçun cezasını
çekecektir. İçlerinden önderlik yapıp suçun büyüğünü üstlenen kişiye ise, büyük bir azap vardır.”
“Onu duyduğunuzda, inanan erkek ve kadınlar kendi kendilerine iyimserlik gösterip: ‘Bu apaçık bir iftiradır’ deselerdi ya!” “İftira edenler buna dört şahit getirselerdi ya! Onlar bu şahitleri getirmediği sürece Allah katında yalancıdırlar.”
“Eğer Allah (cc)’ın dünyada ve âhirette üzerinizdeki lütuf ve acıması olmasaydı, içine daldığınız bu iftiradan dolayı başınıza kesinlikle büyük bir felaket gelirdi.”
“Çünkü siz bu olayı dillerinize dolayıp, hakkında herhangi bir bilginiz olmadığı halde aranızda yayıyordunuz ve onu basit bir hadise sanıyordunuz. Oysa bu, Allah katında büyük bir günahdır.”
“Onu duyduğunuzda: ‘Bu konuda konuşmamız yakışık olmaz. Nasıl olur? Bu büyük bir iftiradır’ deseydiniz ya!”
“ Eğer inanmış kişilerdenseniz, Allah size bir daha öyle şeye asla dönmemenizi öğütler. “
“Ve Allah size ayetlerini açıklar. Allah her şeyi bilir ve her işinde hikmet vardır. “
“İnananlar arasında fuhşun yayılmasını arzu edenler için dünyada ve âhirette acıklı bir azap vardır. Allah bilir, siz bilmezsiniz.”(Nur: 24/11-19)
Peygamberimiz (sav) inen ayetleri Mescid-i Nebevi’de okudu. Müslümanlar sevindi, mahzun gönüller şâd oldu. İslâm düşmanları ve Münâfıklar, “Yine bir şey yapamadı, iftiramız yüzümüze vuruldu”
diye kederlendiler. İftiracılara iftiralarının dünyevi cezası olarak seksen sopa vuruldu.[6]
Mescid-i Dırar
Münâfıklara mescid yapma fikrini veren Hazreç kabilesinden Ebu Amir adında biri idi. Bu adam Hıristiyan olmuştu, kendisine rahip süsü vermişti. Medine’de Hıristiyanlığı yaymağa çalışıyordu. Peygamberimiz (sav) Medine’ye hicret edince, kimse Ebu Amir’e bakmadı. Peygamberimiz (sav) Ebu Amir’i İslâm’a davet etti. Daveti kabul etmedi. Münâfıklarla, müşriklerle iş birliği yapmaya başladı. Bedir ve Uhud savaşlarında müşriklerle beraber bulunmuştu. Bizans’a gitti. Vali’den yardım istedi. Vali yardım vaad etti. Münâfıklara mektup yazdı. Rum ordusu ile geleceğini, Peygamberi ve inananları Medine’den süreceğini, toplantı yapmak ve gözetleme yapmak için bir mescid yapmalarını, mümkün olduğu kadar silah ve muhimmat toplamalarını istedi.
Münâfıklar, Ebu Amir’in talimatı gereği Kuba mescidinin karşısına ikinci bir mescid inşa etmeye başladılar. Peygamberimiz (sav) bunu görünce ne yaptıklarını sordu. Onlar; “yaşlılarımız, hastalarımız ve sakatlarımız, yağmurlu havalarda, sel geldiği zaman Kuba Mescidi’ne gitmekte zorlanıyorlar, bunları ibadet ihtiyaçlarını karşılamak için inşa ediyoruz” dediler. Mescid’i inşa ettiler. Peygamberimiz (sav)’e gelip mescidlerinde namaz kılmalarını ve mescid-i açmalarını rica
ettiler. Peygamberimiz (sav) Tebük seferine hazırlandığı için tekliflerini kabul etmedi Tebük seferinden sonra buyurdu. Dönüşte Zuenvan’da konakladığı zaman Münâfıkların inşa ettiği mescidle ilgili ayetler indi.
Allah (cc), ayetlerde şöyle buyurur:
“Bir de zararlı faaliyetlerde bulunmak, küfre yardım etmek, müminler arasına ayrılık sokmak için ve öteden beri Allah ve Rasûlü’ne karşı üs olsun diye bir mescid yapanlar vardır. Bunlar, Bizim iyilikten başka hiçbir kasdımız yok’ diye de mutlaka yemin ederler. Ama Allah şahitlik eder ki bunlar yalancıdırlar.”
“Onun içinde asla namaz kılma. İlk günden temeli takva (Allah’a karşı gelmekten sakınmak) üzerine kurulan mescid (Kuba Mescidi), içinde namaz kılman elbette daha layıktır. Orada temizlenmeyi seven adamlar vardır. Allah da temiz olanları sever.”
“Binasını takva (Allah’a karşı gelmekten sakınmak) ve Onun rızasını kazanmak temeli üzerine kuran kimse mi daha hayırlıdır, yoksa binasını çökmeye yüz tutmuş bir yarın kenarına kurup, onunla
birlikte kendisi de cehennem ateşine yuvarlanan kimse mi? Allah (cc), Zalimler topluluğunu doğru yola erdirmez.”(Tevbe Sûresi: 9/107-109)
Peygamberimiz (sav)Tebük seferinden Medine’ye dönünce Münâfıkların inşa ettiği “Dırar Mescidi”ni yıkmaları için emir verdi. Yatsı vakti dırar mescidini yıktılar. Çıkmamakta direnen Zeyd bin Cariye kısmen yanar. Münâfıklar sabahleyin fitne karargâhlarının yıkıldığını görünce, Allah (cc)’ın sırlarını ifşa ettiğini, gizledikleri gerçek amaçlarını peygambere bildirdiğini söylerler. Tebük seferinden iki ay sonra Münâfık başı Abdullah ibn-i Übey bin Selül ölür, Münâfıklar başsız kalırlar. Bir güç olmaktan çıkarlar. Ama Münâfık olarak devam ederler. Hâlâ da devam ediyorlar. Münâfıkların peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)’e gösterdiği tepkilerden örnekler verdik. Bu örnekler Münâfıkların Müslüman bir toplum için ne kadar zararlı olduğunu gösterir, zannederim.[7]
Münâfıklar, İslâm dünyasının ve Müslümanların gizli düşmanlarıdır. Bunlar, Müslüman ismi taşırlar. Müslüman oğlu Müslüman da olabilirler, sonradan Müslümanlar arasına katılmış da olabilirler. Faal, çalışkan hatta mücahid olarak da görünürler, Müslüman kitleleri heyecanlandıran, aşka getiren konuşmalar yapabilirler, gerektiğinde mali fedakârlıklar da bulunabilirler. Topluma önderlik yapabilirler, postnîşîn olabilirler. Öldükleri zaman cenaze namazları kılınır, Müslüman mezarlığına defnedilirler. Hatta iyi Müslüman bilinirler, ruhlarına fatihalar gönderilir. Ama kalpleri kâfirdir. Küfürle doludur. Müslümanlara zarar vermek için uygun zamanı ve zemini beklerler.
Buldukları zamanda her türlü kötülüğü yaparlar. Müslüman’ın inancını bozmak, onu küfre yaklaştırıp küfrün içine yuvarlamak isterler.Münâfık’ı tanımak çok zordur. Teşhis için Müslüman’da basiret, sağlam bilgi, Kur’ânî ölçülerin olması lâzımdır. Basîret sahibi Müslüman sözlerinin ve davranışların arasındaki gizli tezatlar dolayısı ile münafığı tanıyabilir.
Kimseye sen Münâfıksın diye açık açık söyleyemeyiz. Çünkü kalbini bilmiyoruz, bilemeyiz. Ama yanlış sözlerini ve hareketlerini gördüğümüz zaman o yanlış söz ve hareketler üzerinde konuşabilir, onu bu
yanlış davranışlardan vazgeçmeye uygun bir dil ile davet edebiliriz. Veya onun kötülüklerinden kendimizi ve Müslümanları korumaya çalışabiliriz. Münafığa karşı en pratik çare Müslüman’ca yaşamaktır. Konuyu bir ayet ve bir hadis meali ile tamamlayalım.
Münâfığın Alâmetleri
Allah buyurur: “Münâfık erkekler ve Münâfık kadınlar birbirlerindendir (birbirlerinin benzeridir). Kötülüğü emredip, iyilikten alıkorlar, ellerini de sıkı tutarlar. Onlar Allah’ı unuttular. Allah
da onları unuttu. Şüphesiz Münâfıklar, fasıkların ta kendileridir.”
“Allah erkek Münâfıklara, kadın Münâfıklara ve kâfirlere, içinde
ebedî kalmak üzere cehennem ateşini vaat etti. O, onlara yeter. Allah onlara lânet etmiştir. Onlar için sürekli bir azap vardır.”(Tevbe Sûresi: 9/67, 68)
Peygamberimiz (sav), Münâfıkların bariz özelliklerini şöyle bildirir:
Münâfık’ın alameti üçtür: Söylerse yalan söyler. Söz verirse sözünde durmaz. Kendisine emanet edilene ihanet eder.
[8] Bu özelliklere sahip olanlar, iman yönünden Münâfık değillerse de, ahlâken
Münâfık sayılır.
———————————
[5] Hâtemü’l Enbiya, 292, Hak Dini Kur’ân Dili, 8/73, Tefhimu’l Kur’ân, 6/319-332
[6] Hâtemü’l Enbiya 293, Beyânu’l Hak, 3/366, Diyanet Ansiklopedisi, 21/507, Karakılıç 355
[7] Hâtemü’l Enbiya 396, Beyânu’l Hak 3/588, Diyanet Ansiklopedisi, 29/272[8] Tecrîd-i Sarîh, Sahîh-i Buhârî 1/44, Müslim, Ahmed Davudoğlu Tercemesi,
[8] Tecrîd-i Sarîh, Sahîh-i Buhârî 1/44, Müslim, Ahmed Davudoğlu Tercemesi,1/313, Sönmez Yayını