Doğruluk ve Adâlet Hâkim Olunca

İslâm ordusuna doğruluk ve adâlet hâkimdi. Bu vasıflar fethedilen ülkelerin halklarını kendilerine bağlıyordu.
İslâm ordusuna şevk, azim, cesaret ve yiğitlik hâkimdi. Müslümanlıktan önce İranlılara göre, yüz İranlı bin Araba bedeldi. Şimdi ise bir Arap on İranlıya bedeldi.

İslâm ordusu başarı ve şehitliğin dışında bir şey düşünmüyordu.
İslâm ordusunun kumandanları bir nefer gibi idi. Hiçbir ayrıcalığa sahip değildi. Askerlerine her bakımdan örnekti, önderdi. Emirleri her ne pahasına olursa olsun, askerler tarafından seve seve yerine getirilirdi.
Hz. Ömer, Müslümanların azim, şevk ve fedakârlıklarını en iyi şekilde, doğru yolda kullandı. Komutanların seçimini en güzel şekilde yaptı. Medine’den yüksek dirayeti ve zekâsı ile bütün savaş planlarını denetim altında tuttu ve idare etti.
Bizans ve İran orduları ise, İslâm ordusundan sayı bakımından, silah ve teçhizat bakımından kat be kat üstündü.
İranlılar, İslâm ordusunun oklarına “çuvaldız” diyor ve alay ediyorlardı. İran ve Bizans ordularında ise komutanlar arasında çekişme vardı. Askerle bağları kuvvetli değildi. Askerler çarpışmaya istekli değillerdi. Halkla bağları tamamen kopuktu.
İslâm ordusu her iki cephede de çarpışmak mecburiyetinde kaldı.

İran Savaşları
Hicrî 13. yılda başlayan İran savaşları, hicrî 22’nci yıla kadar devam etti.
Köprü savaşı, Büveyh savaşı, Kadisiyye savaşı, Celula savaşı, Cezire savaşı, Huzistan savaşı, Nihavend savaşı, Azerbaycan savaşı, Taberistan savaşı büyük savaşlardır.
Bu arada birçok küçük çapta savaşlar da olmuştur.
Köprü savaşında, İslâm ordusu yedi komutanını kaybetmiş, altı bin şehit vermiştir ve bu savaştan yenik olarak çıkmıştır. Diğer savaşların hepsini İslâm ordusu kazanmış, fakat bu savaşlarda binlerce şehit vermiştir. Düşmanın kayıpları ise, yüz binleri bulmuştur.
En Sefil Millet
İranlılarla Müslüman elçiler arasında savaş öncesi enteresan konuşmalar olur. Bu konuşmalardan bir örnek vermek istiyoruz. Şöyle ki:
İran şahı Kadisiyye savaşı öncesi Müslüman elçilere şunları söyler: “Siz dünyanın en miskin ve sefil milleti olduğunuz zamanları hatırlıyor musunuz? Siz itaatsizlik göstermeye kalktığınızda, bizim hudutlardaki arazi sahiplerine emirler göndermemiz yeterdi, onlar hemen her zaman sizin isyankâr ruhunuzu ezmeye muvaffak olur, burunlarınızı yere sürterlerdi.”
Kalplerimizin Tellerine Dokundu
İslâm elçisi Muğira bin Zurara, İran şahına şu cevabı verdi: “Geçmişte bizim sapık ve miskin olduğumuz doğrudur. Birbirimizi boğazlar, küçük kız çocuklarımızı diri diri toprağa gömerdik. Fakat Allah, asil bir ailenin torunlarından ve içimizde en şerefli olan birisini bize peygamber olarak gönderdi. Önce O’na muhalefet ettik. O doğruyu söylüyor, biz ise yalanlıyorduk. O ilerledikçe biz geri çekildik. Fakat yavaş yavaş kalplerimizin tellerine dokundu. O ne dediyse Allah’ın emriyle söyledi ve ne yaptıysa Allah’ınbuyruğuna itaat ederek yaptı. O bütün dünyayı bu dine davet etmemizi emretti. İslâm dinini kabul edenler bizim sahip olduğumuz hakların aynısına sahip oldular. İslâm’a girmeyip cizye ödemeyi kabul edenler, İslâm’ın himayesine girdiler. Bunların hiç birisini kabul etmeyenler kılıçla yüz yüze gelmek mecburiyetinde kaldılar.”
İran şahı, Yezgerd konuşmaya kızar: “Elçileri idam etmek meşru olmuş olsaydı hiç biriniz bu yerden sağ çıkmazdı” dedi. Bir sepet toprak getirilmesini emretti. Hakaret için sepeti Asım’ın başının üzerine oturttu.
Asım, döndüğü zaman Kadisiyye kumandanı Saad bin Ebi Vakkas’a sepet dolu toprağı kastederek “Düşman kendi arzusu ile arazisini teslim etti. Zafer için tebriklerimi kabul edebilirsin” dedi.

Aramızda Ateşten Bir Dağ Olsaydı
İran savaşları çok kanlı oldu. Savaş sonuçları geldikçe, Hz. Ömer, hem Allah’a şükrediyor, hem de şehitler için ağlıyordu: “Keşke bizimle İranlılar arasında ateşten bir dağ olsaydı da ne onlar bize saldırabilse, ne de biz onların topraklarına girebilseydik. Kudret ve iradesiyle yaşadığım Allah’a yemin ederim ki, bir Müslümanın ölmesine karşılık, içinde dört bin asker bulunan bir şehrin fethedilmesini istemem.”
Kâfirlerin elinden bir Müslüman’ı kurtarmak bence Arap yarımadasını fethetmekten daha iyidir.

İran şahı kaçtı, Türk hakanına sığındı. İran tamamıyla İslâm ordusunun eline geçti. İran şahının hazineleri Müslümanların eline geçti, Medine’ye getirildi.
Allah’ın Rasûlü’nün hicretin beşinci senesinde Hendek savaşı öncesi, hendek kazarken bir büyük kayayı kırdığı esnada söylediği: “Kisra’nın beyaz köşklerini görüyorum” müjdesi tahakkuk etti

Sizin Kendinizden Korkarım
Kumandan Ahnef’in fetih mektubunu okuyan Hz. Ömer, Allah’a şükretti ve şöyle dedi:
“Mecusi devleti mahvoldu. Bundan sonra bir karış yerlerini geri alamazlar. Allah onların memleketlerini ve mallarını size miras olarak verdi. Şimdi sizin nasıl hareket edeceğinize bakacak. Şimdi siz durumunuzu değiştirmeyiniz. Öyle yaparsanız, O’da sizi başka bir kavimle değiştirir.
Ben bu ümmet için başka bir milletten korkmam, ancak sizin kendinizden korkarım.”


Bizans Savaşları
Bizans cephesinde üç bin şehit verilmiş, “Ecnadin” savaşı kazanılmıştı. Suriye’nin kalbi Şam ele geçirilmiş, Humus’a hâkim olunmuştu. Koca bir imparatorluğun çıplak ayaklı Araplar karşısında mağlup olmasını Bizans kabul edemiyordu. Bizans kaynıyor, her taraftan savaş naraları yükseliyordu. İmparator Herakliyüs mecbur kaldı. Her tarafa emirler gönderdi. Asker istedi.
Kendisi Antakya’ya geldi. Antakya’da iki yüz bin kişilik bir ordu toplandı. Dağ taş askerle doldu. Askerin önünde haçlarıyla papazlar vardı. Devamlı askeri savaşa teşvik ediyorlardı.

Allah Sizleri Zaferle Mükâfatlandırmıştır
İslâm ordusu, düşmanın haddi harekâtını casusları vasıtası ile takip ediyordu. Başkomutan Ebu Ubeyde bin Cerrah başkanlığında komutanlar toplandı. Ebu Ubeyde bin Cerrah şöyle dedi:
“Ey Müslümanlar! Allah sizleri mütemadiyen denedi. Siz de her defasında bu imtihanlardan muvaffak olarak çıktınız. Bunun için Allah sizleri zaferle mükâfatlandırmıştır. Şimdi düşmanlarınız size karşı öyle bir sayı ve gösterişle yürümektedirler ki, bastıkları yer ayakları altında inlemektedir. Söyleyin şimdi ne yapmayı teklif edersiniz?”
Konu, komutanlar arasında görüşüldü. O zaman Humus’ta idiler, Humus’un boşaltılmasına, “Yermük”ta düşmanın karşılanmasına karar verildi.
Yermük, Arabistan hududuna en yakın nokta idi ve düzlüktü. Şartlar icap ettiği takdirde çekilmeye de en elverişli bir bölge idi.
Cizye Vergisi Geri Veriliyor
Humus’tan çekilirken Ebu Ubeyde bin Cerrah, hazine memuru Habib bin Mesleme’ye şu talimatı verdi: “Hıristiyanlardan alınan cizye vergisi onları düşmanlardan korumamız karşılığında alınan bir vergidir. Fakat şu anda bizim kendi durumumuz çok nazik olduğundan onları koruyamayız. Binaenaleyh onlardan alınan cizye vergisinin tümünü onlara geri verip, onlarla olan münasebetlerimizin değişmediğini, fakat onların emniyetinden kendimizi mesul tutacak vaziyette olmadığımızdan koruma vergisinden başka birşey olmayan cizyeyi onlara iade ettiğimizi söyleyiniz.”

Allah Sizi Bize Tekrar İade Etsin
Habib bin Mesleme, Hıristiyanlardan alınan miktarı, yüz binlerce dirhemi bulan cizyenin hepsini iade etti. Bu hareket karşısında Hıristiyanlar ağladılar: “Allah sizi bize tekrar iade etsin” dediler.
Bu asil hareket, Müslümanca yaşayanların dışında kimde görülmüştür. Hakka bağlı, âdil Müslüman’ın dışında kim böyle bir davranışta bulunabilir?
Haçlı sürüleri, Avrupa’dan Kudüs’e yürürken yolları üzerinde köy, kasaba, şehir dememişler, her şeyi yakmışlar, yıkmışlar ve yağma etmişlerdir.

Müslümanlarla Düşmanlarının Farkı
Bizans imparatoru Herakliyüs, “Müslümanların sayı, silah ve teçhizat bakımından kendilerinden çok geri oldukları halde, onların istilasına niçin karşı koyamıyoruz?” diye soruyor. Şu cevabı alıyor: “Müslümanların maneviyatı bizim maneviyatımızdan çok üstündür. Onlar gecelerini ibadet,
gündüzlerini oruçla geçiriyorlar. Kimseye zulmetmiyorlar. Birbirlerine kardeş muamelesi yapıyorlar
. Biz ise vaktimizi eğlence ile, fuhuşla geçiriyoruz. Sözümüzü tutmuyoruz. Birbirimize zulmediyoruz. Müslümanlar şevk ile, heyecanla, istekle çarpışıyorlar, biz ise bezginlik ve gevşeklik içinde hareket ediyoruz.”

Scroll to Top