Adâlet

AHakses; Temmuz 1984

ADÂLET ilâhi bir emirdir. Kur’ân-ı Kerîm’de meâlen şöyle buyurulur: “Allah adâleti, iyiliği, akrabaya vermeyi emreder. Fuhuştan, fenalık ve azgınlıktan men eder…”(48)

Allah insanlara hidâyet rehberi olarak gönderdiği bütün peygamberlere adâletle hükmetmelerini, kullarına adâleti tebliğ etmelerini emretmiştir. Peygamberler ilâhi emre uygun olarak adâletle hükmetmişlerdir. Adâletinde timsali peygamberlerdir. Hayatlarını tetkik ettiğimiz bütün peygamberlerde bunu görürüz. Peygamberimiz Muhammed aleyhissalatü vesselâm,
Allah tarafından kendisine peygamberlik verilmeden önce “ElEmin” güvenilir insan sıfatını almıştır.
Peygamberimizin, Kâbe hakemliği meşhurdur. Peygamberimiz verdiği kararla birbirine kılıç çekecek hale gelmiş kabileleri yatıştırmış, hepsinin yardımı ve iştiraki ile “Hacer-i Esved” in
yerine konulmasını sağlamıştı. Kabileler, peygamberimizin bu uygulamasından memnun olmuşlar, aralarındaki anlaşmazlığı adâletli kararı ile sona erdirmiştir.

Adâlet İhtiyacı Fıtridir
Adâlet devletin ve toplumun temel dayanaklarındandır. İnsan cemiyetinin varlığı ve devamlılığını sağlayan adâlettir. Suçluyu cezalandıran, haklıya hakkını teslim eden, hakkını müdafaa
edemeyenleri himaye eden, adâlettir.(49)
Bir memlekette adâlet müessesesi sağlam kaldığı müddetçe o ülkede bulunan cemiyet ve devlet varlığını devam ettirir. Fakat adâlet müessesesinin bozulması kısa zamanda o ülkenin
yıkımına sebep olur. Çünkü adâletin bulunmadığı yerde kötülük, zulüm, ahlâksızlık, haksızlık ve keyfi idare hâkim olur. Adâletten ümidini kesenler kendi kendilerine hak istemeye kalkarlar. Karışıklık hükümferma olur. Can, mal, namus emniyeti kalmaz ve millet helâk ile yüz yüze gelir.(50) İnsan için adâlet duygusu fıtridir.

Adâlet Nedir?
Adâleti kelime ve ıstılahı manası ile şöyle tarif edebiliriz:
Adâlet; Ölçülü hareket etmek, Bir nesneyi tam yerli yerince yerleştirmek, Herkesin hakkına riâyet etmek, Doğru hüküm vererek hakkı yerine getirmektir.(51)

Adâletin Alanı
Adâletin alanı çok geniştir. Ferdin şahsi ve sosyal hareketlerini beşeri münasebetlerini kapsadığı gibi, devletin ve sosyal kurumların faaliyetlerini de kapsar. Adâletin alanını şu başlıklar altında özetle söyleyebiliriz: Kişinin kendi şahsı ile olan adâlet ilişkisi Adâlet önce kişinin kendi şahsını ilgilendirir. Kişi, varlığını, sahip olduğu dünyevi güç ve değerlerin niçin yaratıldığını bilecek bunları kendisini yaratan Allah’ın emirlerine uygun şekilde kullanacaktır. Bu kişinin kendine karşı adâletli olmasının gereğidir. Bu gereğe uymayanlar temelde adâletten ayrılanlardır.

Kişinin kişilerle olan adâlet ilgisi
Kişi, aile fertleri, akraba, komşu diğer insanlar ve kurumlar ilemünasebetlerinde alışverişte, ticarette, her türlü davranışında hakka ve adâlete riâyet etmekle yükümlüdür. İnsan toplumunun huzuru için bütün fertlerde bulunması lazım olan adâlet budur.

Mü’minlerin insani ilişkilerinde adâlete riâyet etmeleri imkânlarının gereğidir. Peygamberimizi hazreti Muhammed aleyhissalatü vesselâma göre: “Müslüman: Dilinden ve elinden Müslümanların selâmette kaldığı kimsedir.”(52)“Mü’min: İnsanların malları ve canları ile kendinden emin olduğu kimsedir.”(53)
Peygamberimiz bir hadisi şerifinde de şöyle buyurur: “Allahtan korkunuz ve çocuklarınız arasında adâlete riâyet ediniz”(54)

Çocukların hepsine eşit muamele yapmak, onlar arasında adâleti gözetmek şahsiyetli ve adâlet duyguları ile yetişmelerini sağlayacaktır. Ayrıca ileriki hayatlarında, cemiyet içerisinde aldıkları her vazife ve işte adâletli olmalarını temin edecektir.
Kadı ve Hâkimlerin Adâletle İlgisi
Cemiyet halinde yaşayan insanlar arasında kötü kişiler, zorbalar çıkabilir. Cana, mala, namusa fertlerin hak ve hukukuna tecavüz edenler olabilir. Bütün bunlara karşı koyabilmek için bir
teşkilat kurulmuştur. Bu teşkilatın adı “Adâlet Müessesesi”dir.

Diğer adı ile “Adliye” dir. Hz. Ömer zamanında idareden ayrı bir teşkilat olarak kurulmuştur.
Adâlet teşkilatı, insanlar arasında adâleti sağlamak, haklıyı haksızı ayırt etmek, haklıya hakkını teslim etmek, haksızı ve suçluyu cezalandırmakla vazifelidir. Adâleti uygulamakla vazifeli insanlara da “Kadı” veya “Hâkim” denir. Kadı ve hâkimler cemiyetin en seçkin insanlarıdır. Her insanda bulunmayan özelliklere sahip olması lazımdır. Kadı ve hâkim; dindar, fıkhı (hukuku) iyi bilir, doğru, güvenilir, ağırbaşlı, adâletle hüküm vermesini bilen, cesur bir kimse olacaktır. Herkes hâkim olamaz.(55)
Hz. Ömer tayin ettiği bir kadıya şöyle söylemiş: “Bilesin ki adâleti yerine getirmek Allah’ın emri ve peygamberin yoludur. Öyle hareket et ki herkes senin huzurunda ve meclisinde eşit olsun. Zayıflar senin adaletinden mahrum ve meyus olmasın. Kuvvetlilerde senin taraf tutarlığından ümide kapılmasın.”
Cihan tarihinde gerçek adâleti peygamberlerin hayatında ve Müslümanların cemiyetinde görüyoruz. Adâleti sağlayanlar, Hz. Peygamberin yolundan giden, Allah’ın emirlerine bağlı üstün vasıflı hâkimler ve idarecilerdir. İmân, ilim ve adâlet esasları üzerine kurulmuş cemiyetler ve devletler, yücelmiş ve insanlığa her sahada örnek olmuşlardır. Tarihimizde bunun asıl
menkıbelerini görmekteyiz. Adâleti sağlayan, adâlet müessesesini ayakta tutan adâletli hâkimlerdir. Adâletli insan, Allah’ın sevdiği insandır.

Peygamberimiz de şöyle buyurur: “Bir günlük adâlet altmış yıllık (nafile) ibâdetten daha hayırlıdır.”(56)
Peygamberimizin müjdelediği bu şerefin muhatapları adâletli hâkimlerdir. Hâkimin bozulması ve adâletten ayrılması kadar felaket tasavvur olunamaz. Adâletsizlik hemen kendini gösterir. İnsanların adâlete güveni kalmadığı zaman cemiyet dağılmaya yüz tutar. Tarih bir bakıma adâletsizlik yüzünden dağılan, yok olan medeniyetler mezarlığıdır.

Peygamberimiz şöyle buyurur: “Hâkimler üç sınıftır: Birinci hakkı bilir ve hak üzere hükmeder. Bunlar cennetliktir. İkinci sınıf hakkı bilir zülüm üzere hükmeder. Bu cehennemliktir. Üçüncü sınıf hakkı bilmez cehalet üzere hükmeder. Bu da cehennemliktir.”

İdarecilerin adâletle ilgisi. İdareciler toplumun idaresi ile mükellef olan insanlardır. Halkın gözü idarecilerin üzerindedir. İdarecilerin iyi ya da kötü her hareketi halka tesir eder. Peygamberimiz: “Adâlet güzeldir fakat idarecilerde olması daha güzeldir.” Buyurmuştur.(57)**

İslâm’da idarenin iki dayanağı vardır. Biri meşveret diğeri adâlettir. İslâm’da idarenin temel vazifesi insanların Allah’ın emirlerine uygun adâlet üzere yönetmektir. İdarecilerin sahip olacağı özelliklerin başında adâletli olmak gelir.

Adâlet iyiliğe, itaate sebep olur. İdarecilerle halk arasında sevgi ve saygı bağlarını güçlendirir. İdareciler hakka ve adâlete uygun hareket ettikleri müddetçe itaati ehil ve layıktırlar. Haktan
ve adâletten ayrıldıkları zaman onlara itaat vazife olmaktan çıkar. İdareciler adâletten uzaklaşırsa, emrinde olanlar da itaatten kaçarlar.

Peygamberimiz de şöyle buyurmuştur: “Yaratana isyanda, yaratılana itaat yoktur.”(58)

Adil idarecilerin idaresi altında insanlar huzur bulur. Mesut olurlar. İnsan olmanın zevkini tadarlar, hazzını duyarlar. Cemiyetin insan cemiyeti olduğu belli olur. Peygamberimiz, adil idarecilerin cennet ehli olduğunu bildiriyor. Zalim idarecilerin ise cehennemlik olduğunu bildiriyor.(59)

Adâlet faziletin kaynağıdır
Adâlet soyut bir kavram değildir. Birçok fazileti içine alan bir faziletler membaıdır. Adâlet uygulandığı zaman ne olur? Neler olabileceğini şöyle özetleyebiliriz: Adâlet uygulandığı zaman;
Karşılıklı anlayış ve sevgi Saf ve temiz bir dostluk Şefkat vemerhamet, Her işte dirlik ve düzenlik, İlâhi iradeye teslimiyet, Allah’a güven ve yalnız ona kulluk yapmak meydana gelir. Adâlet, Allah’ın emirlerine uygun hareket etmekle sağlanır. Adâletin olmadığı yerde insanlık da yoktur.


Kardinal Arinze GerçeğiSöylemiyor

Vakit Gazetesi; 4 Temmuz 1994
VATİKAN’ın dinlerle diyalog bakanı Kardinal Francis Arinze memleketimizi ziyaret etti. Kendisi aslen Nijeryalıymış. Papa adaylarındanmış, eğer seçilirse ilk zenci papa olacakmış. İstanbul İlâhiyat Fakültesi’nde bir konferans vermiş, konferansında:
“Hıristiyanlar, Müslümanlar, inananlar ve insanlar olarak pek çok ortak şeye sahibiz, aynı Allah’a, dünyayı yaratan ve yarattıklarına mükemmellik veren Allah’a inanırız” demiş. Ankara’da
Diyanet İşleri Başkanı’nı ziyaret etmiş, dinler arasında en mühim şeyin dinler arası saygı olduğunu söylemiş, kendisinin sonradan Hıristiyan olduğunu açıklamıştır.

Kardinal Arinze’nin sonradan Hıristiyan olduğunu söylemeside, İsviçre’de seyrettiğim bir filmi aklıma getirdi. İspanyollar birAfrika köyüne baskın yapıyorlar. Bitki ve ağaç dallarından yapılmış çadırımsı evlerini yakıyorlar, karşı koyanları öldürüyorlar. Sağ kalan erkek ve kadınları gemilere doldurup Amerika’ya götürüp köle diye satıyorlar. Baskıncılarla köye gelen papazlar, köyün çocuklarını topluyorlar, karınlarını doyuruyorlar, yeni elbiseler giydiriyorlar. Çocukları Kilise’nin yüksek himaye ve şefkatinde (!) Rab İsâ’ya birer evlat olarak yetiştiriyorlar.

Kardinal Arinze’nin nasıl Hıristiyan olduğunu biz bilmeyiz, kendisi bilir. Ama milyonlarca zenci renginde olan insan Rab İsâ aşkına öldürülmüş, evleri yurtları tarumar edilmiş, çocukları ana-baba şefkatinden mahrum edilmiştir. Tıpkı bugün Hıristiyanlık aşkına Bosna’da Müslümanların öldürüldüğü gibi. Kardinal Arinze’nin de içerisinde bulunduğu bugünkü papalık idaresi de Bosna’da ölmemiş çocuk varsa onları nasıl Hıristiyan yaparız eylemleri içindedir. Bu konudaki eylemlerini gazetelerde okuyoruz.

Gönül arzu ederdi ki, Kardinal Arinze, milyonlarca renktaşının ızdırabına, mahvolmasına sebep olanların yanında değil, gönlü ve ufku aydın Bilal-i Habeşilerin yanında bulunsun!. Ne yapalım? Hidâyet meselesi. Biz yine de Arinze’ye Allah’tan hidâyet diliyoruz.

İlâhiyat Fakültesindeki konferansta Prof. Dr. Emin Işık, Arinze’ye şunu söylemiştir ve çok haklı olarak söylemiştir: “Papa Müslümanlığı resmen kabul edip tescil etmedikçe, dinler arasında ciddi bir diyalog kurulamayacak ve diyalog çağrısının Müslümanların ezildiği bir dönemde öteki
Müslümanlardan gelecek bir tepkiyi pasifize etmek girişiminden öteye geçemeyecektir.”(60)

Avrupa’daki kuruluşlar

Gözlemlerimiz de Sayın Işık’ı doğrulamaktadır. Avrupa’da çeşitli Hıristiyan kuruluşları, özellikle kiliseler birliği “Caritas” işçilerimizi toplantıya davet etmektedir. Bu davetler Ramazan
ayında daha da artmaktadır. Hatta toplantı yaptıkları kiliselerinde Müslümanların namaz kılmalarını ve iftar etmelerini de sağlamaktadırlar. Son derece sevimli, saygılı ve insancıl davranmaktadırlar. Ama toplantılarında genellikle, sosyalist, laik ve İslâmi hüviyetten mahrum kişileri, Müslümanlık adına konuşturmaktadırlar. Hiç unutmam bir toplantıda Müslümanlık
adına bir Almanla evli Müslümanlıkla ilişkisi kalmamış Selma adında bir kadını konuşturuyorlar. Kadını yakından tanıyan işçilerimiz kiliseyi terk edince toplantı da kendiliğinden sona
eriyor.
Avrupa’da işçilerimizle Hıristiyanların toplantılarının iki esası ve gayesi vardır: Kardinal Arinze’nin dediği gibi aynı Allah’ainanma ve bütün dinlerin insanları Allah’a götürdüğü iddialarını kabul ettirmek. Bu kabul sağlanırsa gayeyi açığa vuruyorlar: Hristiyanlık daha kolay bir dindir. İslâm dininde olduğu gibi yükümlülükleri de yoktur. İsâ’nın Allah’ın oğlu olduğuna inanmak, Allah’a ulaşmak için yeter. Hıristiyan kuruluşlarının yaptıkları toplantıların gizli ana gayesi budur. Hıristiyanlığı sevimli göstermek, Müslüman’ı dininden etmek. Böyle toplantılara, az da olsa çağrılan ehil Müslümanlar ise, toplantının nezaketinden midir, çekingenlikten midir, Asıl meseleye temas edemiyorlar. İslâm’ın aydınlığını, sağlamlığını, Hıristiyanlığın
karanlığını, çürüklüğünü anlatamıyorlar. İdare-i Kalem ediyorlar. Şâyet Müslüman konuşması Hıristiyanların can noktasına dokunursa, bu bizim inancımız, bu bizim iç meselemiz diyorlar, hatibe müdahalede bulunuyorlar, meseleyi kapatıyorlar. Çünkü toplantıyı tertip edenler, idare edenler ve yönlendirenler onlardır. Burada şunu belirtmeliyiz ki, Hıristiyanlar, ehil ve bilgili Müslümanlarla eşit şartlarda, açık açık, dinler arası toplantılara ve konuşmalara henüz hazır değillerdir.
Bizim bu yazıyı yazmamıza asıl sebep Kardinal Arinze’nin “Aynı Allah’a inanıyoruz” sözleridir. Hayır, hayır Sayın Arinze; siz de biliyorsunuz ki aynı Allah’a inanmıyoruz. Biz Müslümanlar,
Allah’a, Allah’ın kendisini, son kitabı olan Kur’ân-ı Kerîm’de tanıttığı gibi inanıyoruz. Siz de, biz de Allah’a İncillerde tanıtıldığı şekilde inanıyoruz diyemezsiniz. Çünkü İncillerde Allah’ın adı vardır. İncillerde Allah’ın kendini tanıtımı yoktur.
İncillerde Allah’ın emri yoktur. İncillerde Allah’ın hâkimiyeti yoktur. İncillerde hâkimiyet yazarlarınındır.
Müslümanların İnancı
Biz Müslümanlar; tevhide, Allah’ın bir olduğuna inanırız. Sizler ise, teslise, yani üçlü ilâha, üçlü yaratıcıya inanırsınız. Hıristiyanlık tarihinde kanlı olaylara sebep olmuş, bugün hala aklı başında insanları dehşete düşüren teslis yani üçlü ilâh, İslâm dininde kesin olarak olmayan ve bozukluğu kesin olarak bildirilen batıl bir sistemdir. Tesliste yani üçlü ilâh sisteminde üç kişi, üç varlık, üç öğe ne denilirse denilsin, üçün bir arada bulunması şarttır. Bunlar Baba, İsâ ve Kutsal Ruhtur. Bir
Hıristiyan bunların arasındaki ilişkiyi şöyle açıklıyor:

1-Baba tanrı, yaratılmamış ve kendiliğinden mevut olup başlangıcı yoktur. İsâ Mesih tanrı, yaratılmamış ve kendiliğinden mevcut olup ezeli ve başlangıcı yoktur. Kutsal Ruh tanrı, yaratılmamış ve kendiliğinden mevcut olup ezeli ve başlangıcı yoktur.

2-Baba tanrı, yaratıcı, İsâ Mesih tanrı, yaratıcı, Kutsal Ruh tanrı, yaratıcı

3-Baba tanrı, her şeye kadirdir. İsâ Mesih tanrı, her şeye kadirdir. Kutsal Ruh tanrı, her şeye kadirdir.
4-Baba, tanrı her yerde hazır ve nazırdır. İsâ Mesih tanrı, her yerde hazır ve nazırdır. Kutsal Ruh tanrı, her yerde hazır ve nazırdır.
5-Baba tanrı, değişmeyendir. İsâ Mesih tanrı, değişmeyendir. Kutsal Ruh tanrı, değişmeyendir.

6-Baba tanrı, denetlenmez. İsâ Mesih tanrı, denetlenmez. Kutsal Ruh tanrı, denetlenmez.

7-Baba tanrı, her şeyi bilendir. İsâ Mesih tanrı, her şeyi bilendir. Kutsal Ruh tanrı, her şeyi bilendir.
8-Baba tanrı, “ilk ve son başlangıçsız olup bütün devirleri kapsayandır.” İsâ Mesih tanrı, “ilk ve son başlangıçsız olup bütün devirleri kapsayandır.” Kutsal Ruh tanrı, “ilk ve son başlangıçsız olup bütün devirleri kapsayandır.”
9-Baba tanrı, Allah ve kurtarıcı unvanına sahiptir. İsâ Mesihtanrı, Allah ve kurtarıcı unvanına sahiptir. Kutsal Ruh tanrı, Allah ve kurtarıcı unvanına sahiptir.
10-Baba tanrı, secde, tapınma, ibâdet, hürmet ve dua edilmeye layıktır. İsâ Mesih tanrı, secde, tapınma, ibâdet, hürmet ve dua edilmeye layıktır. Kutsal Ruh tanrı, secde, tapınma, ibâdet,
hürmet ve dua edilmeye layıktır.(61)

Allah’a inanmanın, Hıristiyanlıkta üç kanadı vardır. Bu üç kanadın özellikleri Hıristiyan yazarın belirttiği gibi aynıdır. Üçten biri olmadan ulûhiyet olmaz. Bunlar birbirleri ile ne birleşirler,
ne de bu birleşimden ayrılırlar. Teslisin, yani üçlük’ün diğer bir ifadesi de: Baba-oğul-kutsal ruhtur. Oğul babadan çıkmıştır. Kutsal Ruh da baba ile oğuldan çıkmıştır. Baba ilâhtır. Oğul ve
Kutsal Ruh da ilâhtır. İlâh olmada bunlar ayrı ayrı şahsiyetlerdir ama ayrı ayrı ilâhlar değillerdir. Bir ilâhtır. Hıristiyanların inancı üçlükte bir ilâh’a, birlikte üç ilâha inanmaktır. Üçlükteki, baba, oğul ve kutsal ruh öğeleri birbirine eşittir, bunlar süreklidir. Daha büyüğü daha küçüğü yoktur.
Buna, babadan oğlun çıkması, kutsal ruhun baba ile oğuldan çıkması öğelerin denk olmadığını göstermektedir. Keza, baba birinci, oğul ikinci, kutsal ruh da üçüncü sıradadır. Teslis yani
üçlü ilâh’a inanma, 325 yılında İznik konsilinde başladı. Bu konsilde İsâ’nın tanrılığı papaz ve rahipler tarafından kararlaştırıldı. 381 yılında da birinci İstanbul konsilinde Kutsal Ruh’un
tanrılığı kabul edildi. Daha önceleri bunlar resmen ilâh değillerdi. Bu kararlardan kutsal ruhun ve İsâ’nın tanrılığını kabul etmeyenler takibata uğradı. Öldürüldü, sürüldü.

Kardinal Arinze, aynı ilâha inanıyoruz sözünde haklı değildir. Sonradan Müslüman olmuş Roma Katolik kilisesine bağlı Keldani papazı Dawid Benjamin şöyle diyor: “Hıristiyanlara, Allah’ın mutlak birliğine imân etmedikçe ve ona üç şahıs halinde inanmaktan vazgeçmedikleri müddetçe gerçek Allah’a inanmış olmayacaklarını hatırlatmak istiyorum.”(62)

Kardinal Arinze eski bir meslektaşınız ve dindaşınızı dinlemenizi size tavsiye ederim. Burada şunu da belirtelim ki, Teslis yani üçlü ilâha inanma iddialarını ispat için İncillerin, İncil’den sonra gelen kitapların, Tevrat’ın ve Tevrat’tan sonra gelen çoğu Yahudi tarihi olan kitapların arasında dolaşıp dururlar. Kendilerine göre akıl ve mantık oyunlarına başvururlar. Hâlbuki bu kitaplarda tek Allah’ın delili daha çoktur. Konumuz olmadığı için teslisin batıllığı üzerinde çok durmuyoruz

Kur’ân-ı Kerîm’de Tevhid Inancı

Biz Müslümanlar, Allah’a, Allah’ın kendisini son kitabı olanKur’ân-ı Kerîm’de tanıttığı gibi inanırız demiştik. Bazı âyet meallerini verelim.Kur’ân-ı Kerîm de Allah buyurdu ki: “De ki: O, Allah birdir.
Allah sameddir. O, doğurmamış ve doğmamıştır. Onun hiçbir dengi yoktur.”
(İhlâs Sûresi: Âyet: 1-4) Samed, hiç bir şeye muhtaç olmayan, her şey kendisine muhtaç olan demektir.
“İlâhınız bir tek Allah’tır. Ondan başka ilâh yoktur. O,Rahmândır, rahimdir.” (Bakara Sûresi: Âyet: 163)
“Allah her şeyin yaratıcısıdır.” (Zümer Sûresi: Âyet: 62)

“Eğer yerde ve gökte Allah’tan başka ilâhlar bulunsaydı, yer ve gök, bunların düzeni kesinlikle bozulup gitmişti.” (Enbiya Sûresi: 22)

“Allah evlat edinmemiştir. Onunla beraber hiçbir tanrı da yoktur.”(Mü’minûn Sûresi: Âyet: 91)

“And olsun ki, Allah kesinlikle Meryemoğlu Mesih’tir diyenlerde kâfir olmuşlardır. Hâlbuki bir tek Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur.” (Mâide Sûresi: 72)

“Meryemoğlu Mesih ancak bir peygamberdir.” (Mâide Sûresi: 75)

Biz Müslümanlar Allah’ın Kur’ân-ı Kerîm de bildirdiği gibi inanırız. Hz. İsâ ‘nın da Allah’ın kulu ve peygamberi olduğuna inanırız. Kur’ân-ı Kerîm’in bildirdiği üzere, biz Müslümanlar, Allah Vardır, ezelidir ve ebedidir, yani öncesiz ve sonrasızdır. Birdir, kendisinden başka ilâh yoktur. Varlıklardan hiçbir şeye benzemez. Varlığı kendindendir, hiçbir şeye ve kimseye muhtaç değildir. Her şey O’na muhtaçtır. Diridir. Her şeyi görür, her şeyi bilir, her şeyi işitendir. Dilediğini yapar, her şeye gücü
yeter, her şeyi yaratır. Allah konuşur, peygamberlerine emirlerini bildirir. Müslümanlıkta Allah’ın sahip olduklarına hiçbir varlık sahip değildir. Biz Müslümanlar bu üstün niteliklere sahip olan Tek Allah’a inanırız. Siz öyle misiniz Sayın Arinze?



————————————–

(48) Kur’ân-ı Kerîm, Nahl: 90
(49) Ahlâk-ı Alâî, Sh: 133
(50) Hasan Basri Erk. Meşhur Türk Hukukçuları, Sh: 5 1954 İst.
(52) Sahîh-i Buhârî Tecrîd-i Sarîh terc. 1/29, 2. Baskı, 1957 Ank.
(53) İbn-i Mâce’den Naklen, “Mine Hadisi Rasûlullah” Sh: 79 1976 Nablus
(54) Sahîh-i Buhârî Tecrîd-i Sarîh Terc. 8/27, 2. Baskı, 1970 Ank.
(55) El-İhtiyar, 2/83, Mecelle Madde 1792
(56) Keşfü’l Hafâ: 2/58 No: 1722
(57) Keşfü’l Hafâ 2/58 No: 1722
(58) Keşfü’l Hafâ 2/365, Hadis No 3076
(59) B, 2/617, No: 384 M 5/420, 1031
(60) Yeni Asya Gazetesi, 23 Haziran 1994
(61) “Gerçeği Bilelim” M. Günay, Sh. 85-105 1984, İstanbul, yazar İstanbullu bir Ermeni olup, kitabını Yehova Şahitleri ‘ne karşı Hıristiyanlığı müdafaa için yazmıştır. Ayrıca bakınız İncil’de ve Kur’ân’da Mesih, Sh. 64-66, Dağıtım Yeri, Sh: 8486 Rikon/PK. 66 İsviçre
(62) Tevrat ve İncil’e göre Hz. Muhammed(as) Prof. Abdulahad Davud, Tercüme, Dr. Nusret Çam, Sh: 20, 1988, İzmir. Bu güzel eseri bütün okuyucularıma tavsiye ederim. İsteme adresi : Nil Yayınları İzmir

Scroll to Top