İlk gün devam eden savaşla düşman çok üstün olmasına rağmen yılgınlık göstermeye ve korkmaya başladı. Kumandanlar toplandılar. Müslümanlara para vererek barış yapmaya teşebbüs ettiler. General Yorgi adında birini elçi olarak İslâm karargahına gönderdiler. Yorgi geldiği zaman Müslümanlar akşam namazına hazırlanıyordu. Namaz kılınmasını seyretti. Yorgi, Halid bin Velid’e Hz. İsâ hakkında düşüncesini sordu. Halid bin Velid, Nisâ Sûresinin 171 ve 172’nci âyetlerini okuyarak cevap verdi. Âyetlerin Meali şöyledir: “Ey ehli kitap! Dininizde taşkınlık yapmayın. Allah’a karşı hak’tan başkasını söylemeyin. Sadece hakkı söyleyin. Mesih İsâ Meryem oğlu sadece Allah’ın peygamberi, Meryem’e bıraktığı bir kelimesi ve Allah’tan bir ruhtur. Allah’a ve peygamberlerine imân edin de “Allah üçtür” demeyin. Sizin için hayırlı olmak üzere bu iddiadan vazgeçin. Allah, tek bir ilahtır. Çocuğu olmaktan münezzehtir. Yerde ve göklerde ne varsa hepsi O’nundur. Vekil olarak da Allah kafidir.” “Mesih, hiçbir zaman Allah’ın kulu olmaktan çekinmez. Allah’a yakın melekler de çekinmezler. Kim Allah’a kulluktan çekinir de büyüklenirse bilsin ki O (yarın ahirette), hepsini huzurunda toplayacaktır.”
Yorgi Halid bin Velid’e sorar: “Ey Halid, bana haber ver ve doğru söyle. Yalan söyleme. Zira hür bir kimse yalan söylemez. Beni aldatma; asil insanlar, Allah için soran kimseyi aldatmazlar. Söyle; Allah, Peygamberinize gökten bir kılıç indirdi. O da bu kılıcı sana mı verdi ki sen de onu kime çekersen mağlup ediyorsun?” dedi.
“Hayır”
“Peki neden Allah’ın kılıcı deniyor sana?”
“Allah bize Peygamberini gönderdi. O da bizi İslâm dinine davet etti. Fakat biz ondan kaçtık ve uzaklaştık. Bununla beraber bazılarımız ona inandı ve tabi oldu. Bazılarımız da onu yalanladı ve uzaklaştı. Ben de onu yalanlayan ve uzak duranlardan idim. Sonra Allah bizim kalplerimizi doğru yola iletti. Onunla kurtuluşu bulduk ve ona tabi olduk. Peygamberimiz bana: “Sen Allah’ın müşrikler üzerine çektiği kılıcısın” dedi ve bana zafer için dua etti. Bu sebeple bana ‘Allah’ın kılıcı’ deniyor. İşte ben Müslümanların müşriklere karşı en şiddetlilerindenim.”
“Halit, neye davet ediyorsun bizi?”
“Allah’tan başka tanrı olmadığına ve Muhammed’in O’nun kulu ve elçisi olduğuna şehâdete ve Allah’tan getirdiği her şeyi tasdike davet ediyorum.”
“Kabul etmeyen için ne var?”
“Cizye verir, biz de ona dokunmayız.”
“Cizyeyi vermezse?”
“Harp ilan eder onunla savaşırız.”
“Bugün bu çağrıya uyan ve dine girenin mevkii nedir?”
“Allah’ın emirleri karşısında asil olanla olmayanın önce İslâm’a girenle daha sonra Müslüman olanımızın hiçbir mevki farkı yoktur.”
“Bugün dine girenin mükâfatı da sizinki gibi midir?”
“Evet, daha fazladır.”
“Nasıl size eşit olur? Siz daha evvel Müslüman oldunuz.”
“Biz bu dini zorla kabul ettik. Biz bizzat Peygamberin şahsına aramızdayken biat ettik. Gökten gelen bir kitaptan okuyor ve bize mucizeler gösteriyordu. Bizim gördüklerimizi gören ve işittiklerimizi işitenlerin onu kabul etmeleri muhakkaktı. Siz ise bizim gördüklerimizi görmediniz. İşittiğimiz ilgi çekici ve kuvvetli delilleri duymadınız. İşte bu sebeple sizden bu dini halis ve niyetle kabul edenler, bizden efdaldirler.”
“Allah’a yemin olsun ki doğru söyledin, beni aldatmadın.”
“Allah’a yemin ederim ki doğru söyledim. Bu sorduğun mesele Allah’a
aittir.” O zaman Yorgi kalkanını indirdi ve Halit’e yönelerek:
“Bana İslâm’ı öğret” dedi. Bunun üzerine Halit onu çadırına götürdü. Bir testi su vererek abdest aldırdı. Sonra iki rekat namaz kıldırdı.
Yorgi Rûm ordusuna geri dönmek istemedi. Fakat Ebu Ubeyde bin
Cerrah hazretleri alıkoymak iddiası ile itham edilmemeleri için getirdiğin teklife cevap vermek üzere Halid karargahınıza geldiği zaman onunla gelirsin dedi. Halid bin Velid, düşman karargahına gittiği zaman Rûm kumandan Mahan, Halid bin Velid’i gösterişli büyük bir merasimle karşıladı. Yanına oturttu: “Ben seni üstü başı sırmalara gark olmuş bir zat zannederdim” dedi. Halid bin Velid: “Olgunluğun özel alameti olur mu? İşte siz gösterişe bakıp bunun için aldanıyorsunuz ya…
”
Mahan, sırmalı, gösterişli giysiler içindeki kumandanlarının yanında Halid bin Velid’e şunları söyledi: “Siz dünyanın fakir ve cahil bir milleti olduğunuz halde, bize karşı gelmek cüretkarlığını gösteriyorsunuz. Halbuki biz, size iyilikte bulunuyoruz. Şu şartla çekilip gidiniz
ki, kumandanınıza on bin altın ve zabitlerinize biner altın vermeye hazırız.”
Halid bin Velid: “Sizin zengin ve kudretli bir devlet olduğunuz doğrudur. Bizim de fakir ve bedevî olduğumuz doğrudur. Vaktiyle cehalet ve zulüm yüzünden kuvvetlilerimiz zayıflarımızı eziyordu. Elimizle yonttuğumuz putlara tapardık. Fakat Allah bize acıdı. Hidâyetini ihsan buyurdu. İçimizden bir Hak peygamber gönderdi. Bize Allah’ın birliğini öğretti, ortağı ve oğlu olmadığını tebliğ etti. Bizlere de bu inancı bütün dünyaya tanıtmayı tavsiye etti. İşte bu inancı kabul edenler, Müslüman olurlar ve bizden kardeş muamelesi görürler. Red edenlerin cizyesini kabul ile kendilerini himaye eyleriz. Bu iki şartıkabul etmeyenlerle aramızda hakem: Kılıç”
Halid bin Velid, Mahan’ın para teklifini reddetti. Mahan da, Müslüman olmayı ve cizye vermeyi reddetti. Halid bin Velid döndü. Halid bin Velid’i uğurlama bahanesiyle Yorgi de İslâm ordusuna katıldı. Her iki taraf da savaş hazırlığına başladı. Hatipler, şairler ve askeri kumandanlar çok heyecanlı konuşmalar yaparak askerleri coşturuyorlar, hafızlar yakıcı sesleri ile Enfâl Sûresi’ni okuyorlardı. Bizanslılar firar ihtimalini ortadan kaldırmak için otuz bin askerinin ayaklarına zincir bağlamışlardı. İki yüz kırk bin kişilik canlı bir duvar gibi ilerliyorlardı. Önde patrikler, papazlar ellerinde haçlar yürüyerek
İsâ’dan yardım istiyorlardı.
Bizanslıların çok olduğunu gören bir Müslüman: “Ya Râb! Bu ne büyük bir ordu. Rûmlar ne kadar çok! Ama Müslümanlar çok az” dedi Halid: “Bilakis Rûmlar çok az, Müslümanlar daha çok. Zafer kazanan
ordu çok sayılır. Yenilen ordunun sayısı da azdır. Asker sayısına bakılmaz.”
Rûmlar, önce Müslümanlar üzerine ok yağdırdılar. Müslümanlar başlarını kaldırmaya imkân bulamadılar. Sonra dalga dalga şiddetli hücumları karşısında Müslüman sağ cenah geri çekilmek mecburiyetinde kaldılar. Sağ cenahın durumunu tehlikeli gören Muaz bin Cebel hazretleri atından indi. Düşman içine daldı, Oğlu babasının atına
bindi. Düşman üzerine saldı. Zübeyd kabilesi, Ezd kabilesi mücahidleri baba, oğlu takip ettiler. Halid bin Velid sağ cenahın imdadına yetişti. Düşman geri püskürtüldü. Ama çok şehit verildi. “Arkadaşlar,
sakın hatt-ı hareketiniz, Müslüman namusunu lekelemesin” diyen Ezd kabilesi başkanı Amr bin Tufeyl, düşman geri püskürtülürken şehâdet şerbetini içiyordu. Yeni Müslüman general Yorgi de gün boyunca savaştı, gün sonunda o da şehâdet şerbetini içti.
İkrime: “Benimle ölüm üzere ahd ve misâk eden var mı?” dedi. Onun çağrısını uyan dört yüz serdengeçti düşman üzerine yürüdü. Hepsi şehid oldu ama düşmanı da perişan ettiler. İslâm ordusunun sol cenahı da dalgalar halinde hücum eden düşmanların ilerlemesine engel oldular, büyük kahramanlıklar gösterdiler. Bu cenahın kumandanları Kubays bin Eşyem, Said bin Zeyd, Yezid bin Ebu Sufyan, Amr bin As, Şurahbil bin Hasene yerlerinde sebat ettiler. Kubas savaşırken, “harp sahnesinden çekilmektense ölmeyi tercih eden bir adama kılıcını verecek bir kimse var mı?” diyor, kırılan kılıcı yerine verilen bir kılıçla
düşmanı biçmeye devam ediyordu. Ebu Sufyan oğlu Yezid’e şöyle diyordu: “Oğlum, her asker bütün kudretiyle savaşıyor. Sen ki kumandansın. Hiçbir askerin senden üstün olmamasına dikkat etmelisin.”
Ebu Sufyan ikinci gözünü de bu savaşta kaybediyordu.
Şurahbil hazretleri Etrafını saran düşman askerlerine: “Şüphesiz Allah, mü’minlerden canlarını ve mallarını, kendilerine vereceği cennet karşılığında satın almıştır. Artık, onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve ölürler” (Tevbe Sûresi: 9/111) âyetini okuyarak hücumları def ediyordu. Halid bin Velid ve Ebu Ubeyde bin Cerrah hazretlerinin Ey Ensar, Ey Mühacirler çağrıları İslâm ordusuna yeni bir aşk ve şevk verdi. Bu aşk ve şevk ile hücuma geçti, düşman geriledi ve geri çekildi. O günde akşam oldu. Rûmlardan bir elçi geldi. Rûm kumandan Mahan’ın Halid bin Velid’le görüşmek istediğini söyledi. Halid bin Velid Ebu Ubeyde bin Cerrah’ın teklifi üzerine yüz mücahitle görüşmeye gitti. Görüşmeden bir netice alınamadı.
Savaş şiddetli bir şekilde tekrar başladı. Düşman okçuları devamlı ok atmaları ile beş yüz kadar mücahidi yaraladı. Yaralılar can acısıyla bir vaveyla kopardılar. Ebu Ubeyde bin Cerrah, “Allah ve Rasûlü uğrunda gelen musibetler sizi rahatsız mı eyledi?” demesiyle sükunet
meydana geldi. Düşman her taraftan hücuma geçti. Dalga dalga gelen hücumlar karşısında İslâm ordusu dayanamadı. Bozgun alametleri görüldü. Halid bin Velid yüksek sesle: “Ey Müslüman askerler… Bedir savaşında Rasûlü Ekrem’in yolunda canını feda edenler sizin kardeşleriniz değil miydiler? Bu savaşta firar neden icap ediyor” diye bağırdı.
Asker, “anamız babamız Allah’ın Rasûlüne feda olsun” dediler, düşmana hücum ettiler. Savaş tekrar kızıştı. Kays bin Hubeyre kuvvetleri şiddetli bir hücumla düşmanı geriletti. Said bin Zeyd kuvvetleri hücuma geçti, düşmanı sarstı. Düşmanın sarsıldığını gören Halid bin Velid düşmanın merkezine saldırdı. Düşman süvarileri ile piyadeleri birbirinden ayrıldı. Süvariler kaçarken piyadelerini ezmeye başladı. Düşman cephesinde genel bir bozgun başladı. Halid bin Velid, “fetih fetih” diyerek durmadan kılıç sallıyordu. Hubays bin Kays bir ayağını kaybetmiş farkında değildi. Sonradan ayağını kaybettiğinin farkına vardı. Aramaya başladı.
Düşman kaçmaya başladı. Arap atları kaçan düşmanı takip etti. Savaş meydanında öldürülen düşmandan daha fazlasını öldürdü. Bir çok alayları da Yermuk ve Vakusa uçurumlarına düşerek yok oldular. Yaralı general Mahan tebdili kıyafetle askerin arasında şaşkın şaşkın dolaşırken bir İslâm askeri tarafından fark edildi ve öldürüldü. Bizans kumandanlarından çoğu da öldürüldü. Bizans’ın Yermuk harbinde kaybının yüz bini geçtiği bildirilir. Müslümanların sayısı ise üç bin şehitti. Şehidler için de Ebu Cehlin oğlu İkrime ve İkrime’nin oğlu Amr da vardı. Hişam bin As, Hz. Said’in oğulları Amr ve Eban, Said bin Haris, Nazir bin Haris gibi cengaver kumandanlar da şehitlerin arasındaydı.
Halife Hz. Ömer zafer müjdesini aldığı zaman şükran secdesine kapandı. Bizans imparatoru Yermuk savaşı esnasında Antakya’da zafer haberi bekliyordu. Yenilgi haberi gelince Urfa’ya gitti. Urfa’dan
Şemşat’a geldi. Yüksek bir mahalle çıkıp Şam cihetine hasretle bakıp:“Ey Suriye !.. Artık seninle bundan sonra bulunmamak üzere, elveda” dedi. Konstantiniyye’ye döndü. Yermük savaşı Bizans’ın belini kırdı. Yermuk’tan sonra Halid bin Velid komutasında Fihl’de yapılan savaşta Bizans’ın son ordusu da yok edildi.
Savaşın en şiddetli devam ettiği bir zamanda halife Hz. Ömer’in Halid bin Velid’i başkomutanlıktan azlettiği emri geldi. Ebu Ubeyde bin Cerrah emri gizledi. Savaş sona erdikten sonra açıkladı. Halid bin
Velid: “Biz halifemize itâat ederiz” dedi. Başkomutanlıktan çekildi.
Azil haberi asker arasında bazı homurdanmalara sebep oldu. Halid bin Velid askerlere şu konuşmayı yaptı.: “Ey büyük ve şanlı gaziler…Bizim maksadımız, i’lâ-yı kelimetullahtır, askere emir olmak değildir. … İslâmiyet ilerlesin, İslâm’ın güneşi parlasın da askerin emiri kim olursa olsun…Bundan ne çıkar. Benim, bu kadar savaşlarda, her türlü tehlikelere karşı can atıp savaşıp cihad etmem, askere emir olmak düşüncesine dayanmış değil, ancak Allah rızası içindir. Düşmanın faydalanacağı ihtilafa düşmemenizi tavsiye eder ve bundan böyle herhangi bir nefer gibi yüce din uğrunda feda-yı can etmeği deruhte eylerim…”
Halid bin Velid’in bu sözleri, askerleri teskin eyledi. Herkes bu derece alicenap olduğunu taaccüple ahlâk güzelliklerini takdir eylediler. Halid bin Velid sert tabiatlı idi. Sert konuşurdu. Tavır ve hareketlerine askerlik hâkimdi. Sert tabiatlı olmasına rağmen hak ve hakikatı itiraf eder, ona teslim olurdu. Azil olduğu zaman itiraz etmeden hemen kabul etti. Ebu Ubeyde hazretlerinin kendi yerine kumandan tayı edildiğini kendisi ilan etti. Hz. Ömer, Halid bin Velid’i neden azletti?
Halid bin Velid yanlış bir hareketinden, yahut hizmetlerinden memnun olunmadığından dolayı değil, halkın ve askerin zaferleri ona mal etmeleri inanç yönünden tehlike gösterdiği, ve yalnız başına bir insanın hiçbir şey yapmağa muktedir olamadığını göstermek için azletmiştir.
Halid bin Velid, Ubeyde bin Cerrah kumandasında yeni zaferler kazandı. Maraş’a kadar fetihde bulundu. Reha, Harran, Amid ve Lerte’ye vali tayın etti. Bir sene valilik yaptı. Sonra istifa etti. Halidbin Velid Peygamberimiz (sav)’e büyük hürmet gösterirdi. Kendi yanında Peygamberimiz (sav)’in ismini salatu selam ilave edilmeden anılmasına müsaade etmezdi. Peygamberimiz (sav)’den gelen her şeyi
mübarek kabul ederdi. Halid bin Velid, Yermuk savaşında sarığını kaybetti. “Onu arayın” dedi. Aradılar bulamadılar. Tekrar aramalarını emretti. Aradılar, buldular. Eski bir sarık. Halid bin Velid sarığı
anlattı: Rasûlullah saçını kesmişti. Ashab saçlarını aldılar. Ben de alnının saçından aldım. Bu sarığın içine koydum. Bunu yanıma alarak savaşlara girdim.
Halid bin Velid, 21 hadis rivâyet etmiştir. Halid bin Velid korkulu rüyalar görürmüş. Bu durumu Peygamberimiz (sav)’e arz edince şöyle buyurdu: “Yatağa girince, Bismillah, gazabından, cezasından,
kullarının şerrinden, şeytanların vesvesesinden ve yanıma yaklaş malarından Allah’ın ilmine sığınırım, de.” Halid bin Velid’i şöyle tanımlıyorlar: Halit bin Velid, durmaz, oturmaz ve rahat bilmez ve
misli bulunmaz bir kumandandı. Dinlenme bilmez rahatı da aramaz ve eşi bulunmaz bir kumandandı. Fevkalade cesur ve savaşta mahir bir kumandandı. Savaşta fedakarlığı kimseden beklemez, ilk önce kendisi atılırdı. Bunu gören asker kendisini örnek alır, böylece bir feragat seli meydana gelirdi.
Gideceği yere önce adı varırdı. Fethettiği yere bir işgalci gibi değil bir fatih gibi girerdi. Her hangi bir yere gitmeden önce yol boyunca öncüler gönderir, gerekli emniyet tedbirlerini alır, sonra yola çıkardı.
Fethettiği yere bir vali tayın eder, idareyi ona bırakırdı. Tayın ettiği bir memur vasıtasıyla zimmilerden cizye toplatırdı. Köylü ve çiftçileri cizyeden muaf tutardı. Ömrünün büyük kısmı savaş meydanlarında cihad ile geçti. Peygamberimiz Halid bin Velid hakkında “Allah’ın iyi kullarından biridir” buyurmuştur. Bir çok kabile ve kalabalıklar Halid bin Velid’in çalışmaları ile Müslüman olmuştur.
Ölümü
Hicretin 21. senesinde vefat etti. Suriye’nin Humus şehrinde türbesi vardır. Yatağında eceli ile ölmüştür. Ölümden önce söylediği sözleri şöyle naklederler:
“Ölüm saçan, çok tehlikeli sahnelerle dolu savaşlarda ölmek istemiştim. Fakat yatağımda ölmem takdir olunmuş, elden ne gelir. Vücudumda kılıç mızrak, ok yarası bulunmayan bir tek karış yer bile yoktur. Fakat, görüyorsunuz ki, develer gibi yatağımda ecelimle ölüyorum. Korkaklar dünyada rahat yüzü görmesin. Şimdiye kadar yüze yakın savaşlarda bulundum. Bedenimde ok, kılıç, mızrak yarasından boş kalan yer yoktur. Ne yazık ki, ben yatağımda rahat can veriyorum.” “Ah bu kadar savaşlarda bulundum sonunda yatağımda mı öleceğim”? diye üzüntüsünü belirtmiş ve ölmüş.
Büyük kumandanın arzusu bu dünyadan şehit olarak ayrılmaktı, şehit mücahitlerin serdarı olarak ayrıldı. Ömrü savaş meydanlarında Allah’ın dini İslâm’ı yaymak, gönüllere yerleştirmek için geçti. Küfrün belini kırdı. Bir çok kabilenin Müslüman olmasına, bir çok beldenin İslâm yurdu olmasına sebep oldu. Büyük mücâhid ruhun şâd olsun. Allah’ın rızası seninle beraber olsun. Âmîn.
Halid bin Velid, doksanın üzerinde savaşta bulunmuştur. Her savaşta düşman askeri Müslüman askerinden kat be kat fazla idi.. Silah ve zırh yönünden de çok üstündü. Yermuk savaşında Müslümanların sayısı kırk altı bin, düşman sayısı ise 240 bindi. Ayrıca altmış bin müşrik Arap kuvveti de Bizans kuvvetleri yanında Müslümanlara karşı savaşıyor… Kırk altı bin kişilik bir ordu, üç yüz bin kişilik Bizans ordusunu yok etti. Bunun tek açıklaması vardır: Allah’ın yardımı. Allah buyurur: “Eğer Allah size yardım ederse, sizi yenecek yoktur. Eğer sizi yardımsız bırakırsa, ondan sonra size kim yardım edebilir? (Âl-i İmrân Sûresi: 3/160)
Eğer Allah size yardım eder ve Bedir’de olduğu gibi düşmanlarınızı sizden men ederse insanlardan hiç kimse size galip gelemez. Çünkü Allah’ın yardımını men etmeye hiç kimse kadir olamaz. Eğer
Uhud’da olduğu gibi Allah sizi nefsinize terk ederse bundan sonra kim size yardım edecek? Allah’ın dostluğunu ve yardımını kazanmış olan kimse başkalarının yardımına muhtaç olmaz. Onun yardımının tecelli ettiği yerde mağlubiyet yoktur. Allah’ın yardımsız bıraktığı kimseler iflah olmazlar.
Allah’ın bir kimseye veya bir millete yardım etmesi veya onları yardımsız bırakması şüphesiz ki sebeplere ve hikmetlere dayanmaktadır. Bu sebeple mü’minler Allah’ın yardımına erişebilmek için O’nun rızasına uygun hareket etmeli ve gazabına sebep olacak davranışlardan da sakınmalıdır. Ancak böyle yaptıkları takdirde Yüce Allah’ın yardımına layık olurlar. Nitekim “Ey imân edenler! Allah’a yardım ederseniz O da size yardım eder ve ayaklarınızı sağlam bastırır” (Muhammed Sûresi: 47/7) meâlindeki âyet buna işaret etmektedir. Burada Allah’a yardımdan maksat, O’nun emir ve yasaklarına, kâinâtta yarattığı ilâhî kanunlara uygun davranarak sebeplere sarılmalıdır. Aksi
takdirde Uhud savaşında olduğu gibi başarısızlık kaçınılmaz olur.
İslâm ordusu Allah’ın rızasını kazanmak, ismini yüceltmek, dini yaymak, emirlerini hâkim kılmak için savaşıyorlardı. Hâkka bağlılıktan, insanlara âdil davranmaktan ve iyilik yapmaktan asla ayrılmıyorlardı. Kılıçlarını ancak kendilerine kılıç çekenlere karşı kullanıyorlardı. Çocuklara, kadınlara ve ihtiyarlara dokunmuyorlardı. Yukarıda anlattığımız şu hadiseye bakın. Büyük savaş öncesi kumandanlar
konuştular, Savaş için en uygun yer olan Yermuk’a çekilmeye karar verdiler. Başta Humus olmak üzere fethedilen şehirlerin tahliyesine karar verildi. Ebu Ubeyde bin Cerrah ordunun hazinedarı Habib bin Mesleme’yi çağırarak Hristiyanlardan cizye olarak alınan paraları
iade etmesini emretti. Sebebini şöyle anlattı:
Çünkü biz bu vergiyi, onları korumak için almıştık. Mademki onları himaye edemeyeceğiz, paralarını kendilerine iade etmeliyiz. Toplanan yüz binlerce altın iade edildi. Hristiyanlar, Müslümanların bu
hareketlerinden o kadar etkilendiler ki, “İnşaallah tekrar döner ve bize hâkim olursunuz” dediler. Evet onlar, yalnız Allah yolunda İhlâsla savaşıyorlar. Allah da onlara yardım ediyordu. Eğer Allah size
yardım ederse, sizi yenecek yoktur, âyet-i kerimesi tecelli ediyordu.
Zamanımızın mücahitleri(!) ise, Rusların Afganistan’ı terk etmelerinden beri cinnet halinde birbirlerini öldürmekle, bir birini kâfir ilan etmekle, Pazar yerlerini, camileri basıp masum Müslümanları yok etmekle meşguldürler. Bu hengame içerisinde her türlü eziyet ve işkencelere maruz kalmalarına, idam edilmelerine, hapishane köşelerinde yok edilmelerine rağmen Allah’ın ve Rasûlünün yolundan
ayrılmayan davalarında sebat eden Müslüman kardeşler teşkilatına mensup olanlara selam olsun…
——————————————————-
Kaynakça
1-Yeni rehber Ansiklopedisi, İhlâs Yayını 1993, İst.
2-Yusuf Kandehlevî, Hadislerle Müslümanlık, 1/160, Divan Yayını 1974, İst.
3-Ali Himmet Berki, Hâtemü’l -Enbiya, 81, DİB. Yayını, 9. baskı, Ank.
4-İslâm Ansiklopedisi, 15/289, Diyanet vakfı Yayını
5-İbn-i Kesir, Mısır
6-Ahmed Cevdet paşa, Kısas-ı Enbiya m. e. b. Yayını, 1972, İst.
7-Buhârî Tecrîd-i Sarîh tercümesi, Diyanet Yayını, İst.
8-Tehzibu Siyreti İbn-i Hişam., 159, 1977, Kuveyt
9-Ömer Nasuhi Bilmen; Büyük İslâm ilmihali, 239, Milli Gazete Yayını, 2003, İst.
10-Yusuf Kerîmoğlu, Emanet ve Ehliyet: 1/293, Mîsak Yayını, 2013
11-Şemsettin Sami, Kamusûla’lam, 1308, İst.
12-Mahmud Hakkı, Halid bin Velid. s Cağaloğlu Yayınevi, 1968, İst.
13-İbrahim Sarıçam, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, 395
14-Tahsin Emiroğlu, Esbâb-ı Nüzûl, Konya
15-Kur’ân Yolu, Diyanet Yayını, Ank.
16-Mahmut Toptaş, Kur’ân-ı Kerîm Şifa Tefsiri, Gerçek Hayat Yayını, 2008, İst.
17- Ahmed Nedvî, Asrı Saadet, Ashab, Şamil Yayınevî, 1985, İst