Selâmün Aleyküm

CAHİLİYE devrinde; Hıristiyanların selâmı elini ağzına koymak, Yahudilerin selâmı parmaklarla işaret etmek. Mecusilerin selâmı eğilmek, Arapların selâmı ise, “Hayyakellah” Allah seni yaşatsın demekti.(79) İlk Müslümanlar nasıl selâmlaşıyordu? Kesin bir bilgiye sahip değiliz, ama bir hadise Müslümanların nasıl selâmlaşacağının bildirilmesine sebep oldu. Hadise şudur: Süheyb, Ammar, Bilal, Habbab, Selman gibi kimsesiz ve fakir Müslümanlar peygamberimiz(sav)’in yanından ayrılmak istemezlerdi. Sık sık Allahın Rasûlünü ziyaret ederler, sohbetinde bulunurlardı.

Mekke müşrikleri, Peygamberimiz(sav)’in bu sahabelere değer vermesinden rahatsızlardır. Mekke müşrikleri, kendilerini büyük görürler, malları, mülkleri, taraf ve etrafları ile, soylarıyla övünürlerdi. Fakir ve kimsesizleri insandan bile saymazlardı. Mekke müşriklerinin insandan saymadıkları şimdi Peygamberin yanında itibar sahibi insanlardı. Mekke müşrikleri bunu hazmedemiyorlar, kendi köleleri ve kimsesiz insanlar için de kötü örnek olurlar endişesini taşıyorlardı. Mekke müşrikleri Peygamberimiz(sav)’in yanına geldiler, şöyle dediler: “Ey Muhammed! Kavminden bunlara mı razı oldun? Biz bunlara mı uyacağız? Onları yanından kov. Onlarla bir arada oturmak bizim şerefimize dokunur.”(80)

Müşrikler istiyorlardı ki, peygamber Müslümanları yanından kovsun. Her devirde inanmış insanları hor görmek kâfirleriâdetiydi. Mekke müşrikleri de kimsesiz, fakir diye Müslümanları
hor görüyorlardı. Peygamberimiz (sav) Mekke müşriklerine cevap vermedi. Cevap Allah’tan geldi: “Sabah akşam rablerininrızasını isteyerek O’na yalvaranları kovma.”(81)
Onlar kovulacak insanlar değildi. Sevgiye, saygıya layık insanlardı. Selâmlanacak insanlardı. Allah peygamberine emretti. Onları “Selâmla” buyurdu: “Âyetlerimize inananlar sana geldiğinde onlara de ki: Selâmün aleyküm. (Selâm sizlerin üzerine olsun) Rabbiniz merhamet etmeyi kendisine yazdı. Gerçek şu ki: Sizden kim bilmeyerek bir kötülük yapar, sonra ardından tevbe edib kendini ıslah ederse, bilsin ki Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.”(82)

Allah, peygamberine mü’minlere selâm vermeyi emrediyor, selâmın nasıl verileceğini de bildiriyordu. Allah, mü’minlere merhamet etmeyi üzerine alıyor, bilmeyerek kötülük yapanlar,
tevbe edib, kötülük yapmaktan vazgeçerlerse, rahmetinden faydalanacaklarını haber veriyordu. Peygamberimiz (sav), Süheyb, Ammar, Bilal ve Habbab’ı gördükçe; onlara selâm verir:

“Hamdolsun O Allah’a ki, benim ümmetimden Rabbimin bana önce selâm vermemi emir buyurduğu kimseler vardır”(83) derdi.
Allahın emri ile, Peygamberimiz(sav)’in fakir ve kimsesiz Müslümanlara selâm vermesi ile İslâm selâmı doğuyor. “Selâmün aleyküm” diyen selâm veriyor. “Ve aleykümüsselâm”
diyen de selâm alıyor.

Allah emri üzerine, Allah selâmı ile Müslümanların selâmlaşması tamamlanıyordu. Selâm, Allahın isimlerinden biridir.(84)
“Selâmün aleyküm” Kur’ân-ı Kerîm’in âyetlerindendir. Selâm; “Selâmün aleyküm” veya harf-i tarifli “es-Selâmü aleyküm” şeklinde verilir. Selâm alma ise “Ve aleykümüsselâm” şeklinde olur. Gerek selâm verirken, gerekse selâm alırken “Ve Rahmetullahi ve berakatüh” ifadeleri de eklenebilir. Tabiidir ki, Allah’ın kelamı ile selâm vermek ve almak on dereceden otuz dereceye kadar selâm verenlere ve alanlara sevap getirir. Selâmün aleyküm “Ve aleykümüsselâm”ın dışında insanların bulduğu ve kullandığı kelimelerle selâm olmaz. Hiçbir söz selâmın yerini tutmaz. Onu asla tam olarak karşılamaz.(85)

Yaratanın, yarattığı insana emri, kendi ismi ve kelamı ile selâmlaşmasıdır. Kula düşen vazife de, kendini yaratan Allah’ın ismi ile kelamı ile selâmlaşmasıdır. Elmalılı Hamdi Yazır merhum cahiliye araplarının “Hayyakellah” selâmı ile Müslüman selâmını karşılaştırır, şöyle der: “Cahiliyyede Araplar selâm mevkiinde “Hayyakellah” derlerdi. Sonra biz de yaygın olan, “Allah ömürler versin” ifadesi bu selâmın bir canlandırılması olmuştur. Fakat bunlar bir dua olmakla beraber alel itlak (genel olarak)hayırlı bir dua değildir. Zira ömür, hayat mülk mutlaka selâmet ve mutluluğu gerektirmez, felaket içinde de geçebilir. Bundan dolayı bu şekilde selâm, aslında noksan bir selâmdır, hepsinin başı baş sağlığıdır.
“Hayyakellah” “Allah ömürler versin” denildiği zaman, muhatap bu mananın kastedildiğini farz ederek hoşlanabilirse de bir gaflettir. Çünkü söyleyenin niyeti belli değildir. Ve yahut hiç
düşünmemiştir. Bunun için İslâm dini bu noksan selâmlaşmaları selâma çevirmiş ve “Hayyakellah” yerine dünya ve ahiret selâmet ve barış yayan) “es-Selâmü aleyküm” dua ve iltifatını yerleştirmiş olduğundan İslâm’da selâm olmuştur.(86)

Bir başka değerlendirilmede şöyle deniliyor: “Cahiliye arabları birinin evine vardıkları zaman mahremiyete saygı göstermezler, dünya ve ahiret saadetini temenni etmek olan selâmı da
bilmezlerdi.
“Sabahınız hayat olsun” veya “hayır olsun”, “aydın olsun” gibi sözler söylerdi. Bunlarla günümüzde söylenen “günaydın”, “tünaydın” sözleri arasında garip bir benzerlik vardır. Bunlar
kötü bir şey olmamakla beraber, İslâm’ın selâmının yerini tutmayan anlık temennilerdir. Üstün bir medeniyet olan İslâm’ın bize öğrettikleri ile güdük medeniyetlerin adetleri olan sözler
kıyas edilemez.”(87)
Selâmın geçmişi vardır. Selâm, Allah’ın Peygamberimiz’e “Âyetlerimize inananlar sana geldiğinde onlara selâm ver” emri ile başlamıyordur. Selâmın ta cennete, Âdem atamızla
meleklerin selâmlaşmasına kadar dayanan bir geçmişi vardır. Zaman içinde insanlar “Hak yoldan” saptıkları için, Hak yolun vazifelerini yapmayıp unuttukları gibi, Allah’ın selâmını da
unutmuşlar, kendilerine göre selâmlaşma şekilleri ve kelimeleri icat etmişlerdir. Buhârî ve Müslim rivâyet ettiği bir hadis-i şerifte selâmın geçmişi şöyle anlatılır:
“Allah Âdem’i yaratınca ona: Git şu oturan meleklere selâm ver ve senin selâmına nasıl karşılık vereceklerini dinle. Çünkü senin ve senin çocuklarının selâmı o olacaktır. Âdem meleklere: Esselâmü aleyküm dedi. Melekler de “Es Selâmü aleyke ve Rahmetullahi” karşılığını verdiler, onun selâmına ve Rahmetullahi ilave ettiler.”(88)

Cennette başlayan selâmı melekler ve Âdem atamızın zürriyetinden gelen peygamberler, mü’minler devam ettirdiler. Zaten İslâm’ın selâmı Hak yolda olanlaradır. Hak yoldan ayrılanlar
İslâm’ın selâmını vermezler. Hak yoldan ayrılanlara da İslâm’ın selâmı verilemez. Bütün Peygamberler “Selâmün aleyküm”le selâmlaştılar. Kur’ân-ı Kerîm; İbrahim aleyhisselâm’ın meleklerle selâmlaştığını bildirir. Selâm’a meleklerin âdeti, İbrahim aleyhisselâm’ın sünneti de denir. Peygamberler, Kur’ân-ı Kerîm’de selâmlaşmıştır. Dünyada mü’minler birbirlerini
selâmlarken, Melekler de bu selâmların muhatabı olurlar verilen selâmı alırlar. Bunun için tek kişiye de olsa selâmı çoğul şekli ile veririz.” Selâmün aleyküm” deriz.(89)

Mü’minler dünya ömrünü tamamlayıp ahiret âlemine geçerken melekler hem müjde verirler, hem de selâm: “Selâm size! Yapmış olduğunuz güzel ameller sebebiyle girin cennete” derler. Ne büyük bahtiyarlık! Ölürken melekler tarafından selâmlanmak ve cennetle müjdelenmek. Ya Rab! Bizleri de o bahtiyarlardan eyle. Rızana uygun bir hayat yaşayanlardan eyle. Süfli işlerden, süfli kişilerden muhafaza eyle! (Amin)

Mahşer yerinde cennete girmeyi ümit eden, fakat henüz cennete girmemiş olanlara “Selâmün aleyküm” diye seslenir. Selâmette oldukları hatırlatılır. Müniler cennet kapısına vardıkları zaman,
cennet kapıları açılır. Melekler: “Selâm size. Tertemizsiniz. Haydi, ebedi kalmak üzere girin oraya derler. Cennete buyur ederler. Cennete girme bahtiyarlığına erenler: “Bize va’dinde sadık olan Allah’a hamdolsun. “Bizi bu yere mirasçı yaptı da istediğimiz yere konarız. Dünyada güzel amel işleyenlerin mukafaatı ne güzeldir! Mü’minlerin cennete selâmlaşmaları da “Selâm” iledir. Meleklerin cennette Müslümanları selâmları da “selâm” iledir.(90)

Dünyada Müslümanın Müslüman üzerindeki haklarındanbiri de selâmdır. Selâm vermek sünnettir. Selâmı almak isefarzdır. Selâm topluluğa verilirse selâmı almak farz-ı kifaye olur. Topluluktan birinin alması ile bu farz yerine getirilmiş olur. Verilen selâmı almayan günahkâr olur. Çünkü; Bir selâm ile selâmlandığınız zaman siz de ondan daha güzeli ile selâmlayın. Yahut aynı ile karşılık verin..” âyet-i kerimesine aykırı hareket etmiş, Allah’ın emrini yerine getirmemiş olur.

Selâma aynı ile karşılık vermek; “Selâmün aleyküm” diyene “Ve aleykümüsselâm” demektir. Selâma daha güzeli ile cevap vermek ise, “Selâmün aleyküm” diyene “Ve aleykümüsselâm ve
Rahmetullahi” demektir. Önce selâm verilir. Sonra konuşulur, hal ve hatır sorulur. Önce selâm, sonra kelam denilmiştir. Söze selâmla başlanır. Selâm, Allah’ın isimlerinden bir isim olduğu
için ondan önce kelam (söz) geçmek uygun olmaz ve selâmet dileği ile selâmlaşma işi zamanında ve yerinde yerine getirilmiş olmaz.

Peygamberimiz (sav): “Kim ki selâmdan önce konuşursa ona cevap vermeyiniz.” buyurmuştur.(91) Sözün başında selâmı kaldıranlar, İslâmî adaptan mahrum olanlardır. İslâmî selâmı
beğenmeyenler, Allah’ın emrini beğenmeyenlerdir ki, bunlar bedbaht insanlardır. Kendilerine acınır, kendilerine Allah’tan hidâyet dilenilir. İslâmî selâmı terk edip kulların bulduğu kelimelerle selâmlaşanlar kendi dilleri ile kendilerini ilâhi rahmetten mahrum edenlerdir. Selâmın manası nedir?
Selâmın sözlük manası: Barış, rahatlık, sonu iyi ve hayırlı olması, iyinin ve hayrın geçici olmayıp daimi olması, ayıptan, Allah’ın azabından ve gazabından uzak olmak. Selâmın ıstılahı
ve dini manası da şöyledir:
Selâm: Bir Müslümanın selâm verdiği Müslümana veya Müslümanlara Allah’tan hem dünya hem de ahiret selâmeti ve saadeti dilemesidir.
Selâm: Allahın muhafazası altında olasınız, cümle selâmet sizin üzerinizde olsun” duası ve niyazıdır.
Selâm: Selâmet üzere olasın, her türlü afet ve kederden uzak olasın. Allah’ın rahmeti üzerine olsun, dünya ve ahirette bahtiyar olsun demektir.
Selâm: Dünyada Allah sizi selâmetle, ahirette rahmete eriştirsin demektir. Selâm vermeye ve Selâm almaya ihtiyacımız vardır. Çünkü Müslümanların birbirlerini sevmeleri ve saymaları İslâm’ın bir rüknüdür. Selâm bu rüknün sağlamlaşmasını sağlayan en
önemli sebeplerden biridir.

Müslümanların birbirlerini tanımaları, birbirleri ile kaynaşmaları selâmlaşma ile başlar.
Selâm, Müslümanlar arası bir paroladır. Birbirini tanımayan Müslümanlar selâm verip alınca aralında ilk anlaşma ve kaynaşma sağlanır. Her iki tarafta en büyük müşterekte din kardeşi
olma ortak paydasında buluşmuş olur.

Selâm: Düşmanlığı, kırgınlığı, dargınlığı kin ve nefreti giderir. Karşılıklı sevgi ve saygının doğmasına sağlar.
Selâm: Kardeşliğin, dostluğun, karşısındakine sevgi ve saygı duymanın, mütevazi davranmanın, insanların kalplerini kazanmanın ilk basamağıdır. Bu sebeple Peygamberimiz (sav) tanıdık tanımadık her Müslümana selâm vermeyi emretmiştir. Selâm: Yeryüzüne sulh ve selâmeti yerleştirmek demektir. “Selâmla Müslüman, Müslüman olma ahdini yeniliyor.Ben Müslüman’ım. Benden sana zarar gelmez. Selâmettesin. Allah seni zarar ve belalardan dünya da ve ahirette korusun!” diyor.(92)

Merhum Seyyid Kutub Selâm konusunda şöyle diyor: Selâm; Müslüman cemaatin fertleri arasında sevgi ve yakınlık bağlarını kuvvetlendirmek için girişilen daimi bir çırpınmadır.
Kalpleri birbirine ısındırmak, birbirlerini tanımayan insanların tanışması, fertler arasındaki Alâkaların kuvvetlenmesi bakımından selâmın önemi pek büyüktür. Selâmın bir anlamı da yer yüzüne sulh ve selâmeti yerleştirmektir.(93)

Selâmın ihmal edildiği veya yerine getirilmediği zamanİslâm kardeşliği zayıflamış veya yok olmuş demektir. Çünküselâmlaşma İslâm kardeşliğinin ilk belirtisidir. Peygamberimiz (sav) selâm vermeye ve almaya çok önem verirdi. Ümmetini daima selâmlaşmaya teşvik ederdi.
“Selâmı Yayın. Selâmet bulursunuz” buyurmuştur. Selâm vermeyenler ve almayanlar hakkında şöyle buyurmuştur:
“İnsanların en cimrisi selâmda cimrilik edenlerdir. Aldanmış kimse de selâma karşılık vermeyendir.
Kardeşinle senin aranda bir ağaç engel olursa o sana selâma başlamadan önce imkânın varsa, önce sen selâm ver.” Cimrilik en kötü huylardan biridir. Cimri cehennemlik biridir.

Selâmda en önemli şey, selâmı Allah rızası için vermek ve almaktır. Selâmı bir adet olarak değil, bir Allah emri olarak yerine getirmektir. Selâmı, haramdan ve yalandan uzak bir gönülle
ve dille vermektir. Selâm verirken ve alırken uyulması gerekli olan esaslar vardır. Bu esaslara da uyulması gerekir:
1-Tanıdık tanımadık bütün Müslümanlara selâm verilecektir. Selâm verirken Müslümanlar arasında ayrım gözetilemez. Bir adam geldi: “Ya Rasûlullah İslâm’ın hangi işi daha hayırlıdır?”
diye sordu. Peygamber şöyle buyurdu: “Yemek yedirmen ve tanıdığına ve tanımadığına selâm vermendir.”
2-“Binitli olan yürüyene, yürüyen, durana, az olan çok olana selâm verir.”(94)

3-Tek kişiye dahi “Selâmün aleyküm” çoğul şekli ile selâm verilir. Çünkü her kişinin yanında iki hafaza meleği vardır, bunlar da selâm alırlar.(95)

4-Bir kişi veya bir cemaate selâm veren, o kişi veya cemaatten ayrılırken de selâm verir.(96)

5-Selâmı vermekte ve almakta duyurmak esastır. Selâm sözünü söylemekle birlikte
işittirmeyecek kadar uzakta bulunanlara veya sağırlara el işareti yapmak, iki dudağı hareket ettirmek caizdir. Selâm sözünü söylemeden el kol veya dudak hareketi ile selâm verilmiş veya almış olmaz. Selâm normal sesle alınır, verilir, ses yükseltilmez.(97)

6-Ev halkına selâm verilir. Eve selâm ile girilir. Ev halkı her zaman eve girdiği zaman evde bulunanlara selâm verir. Başkasının evine girdiği zaman evde bulunanlara selâm verir. Başkasının evine girileceği zaman, önce izin istenir, sonra selâm verilir, sonra da konuşulur.(98)

Ev içinde anne ve baba çocuklarına daima selâm vermeli, onların da selâmlarını almalı, selâm vermedikleri zamanda tatlı bir uslûpla, hatırlatmalı. Çocuklarını selâm şuuru ile yetiştirmelidir.
7-Çocuklara selâm verilir, onların selâmları da alınır.(99)

8-Hanımlara selâm verilir.
Peygamberimiz (sav) hanımlarının her birine ayrı ayrı “Selâmün aleyküm” derdi, selâm verirdi. Kadın cemaatine selâm verilir. Kadınlarla birlikte otururken Peygamber (sav) yanımıza uğradı ve bize selâm verdi. Kadınlar kadınlara selâm verir. Yaşlı tek hanımlara selâm verilir. Tek kadına diğer kadınlar, kocası, mahremi olan erkekler selâm verir. Kadında selâma cevap verir. Tek kadına, mahremi olmayan tek erkeğin selâm vermesi fitne ve şehvet endişesi varsa caiz değildir. Yanlış anlaşılma endişesi yoksa kadın erkeğe selâm verir.(100)Kadınlar selâm verirken ve alırken seslerini yükseltmezler.
9-Ölülere, mezarlara selâm verilir.(101)

10-Namaz kılana, Kur’ân okuyana, zikredene, ezan okuyana, fıkıh ve Kur’ân öğretene, hutbe okunurken selâm verilmez. Verilen selâm da alınmaz. Çünkü bu zamanda ibâdet hali vardır. Bu hal selâmla da olsa engellenemez.(102)

11-Kadı(Hâkim) mahkemede hasımlara, hasımlar kadıya selâm veremez.(103)

12-Küçük-büyük abdest bozana, oyun oynayana, içki içene, şarkı-türkü söyleyene selâm verilmez. Çünkü o anda selâmı almaya layık olmayan bir halde bulunuyorlar.(104)

13- Fasıka selâm verilmez. Fasık: Dinin emirlerine aldırış etmeyen yasaklarını yapmaktan çekinmeyen, utanma duygusunu kaybetmiş kimsedir. Fasık tevbe istiğfar edip kötülüklerden
el etek çekmedikçe selâm verilmez, kendisi ile konuşulmaz.

14-Gayri Müslimlere selâm verilmez.(105) Gayri Müslim, Müslüman olmayanlara denir.
15- Müslüman olmayanlara, onları tebrik, tebcil, tazım ve ululamak için selâm veren küfre girer.(106)
16-Müslüman ve Müslüman olmayanların bir araya getirdiği topluluğa selâm verilir, toplulukta bulunan Müslümanlar da verilen selâmı alırlar.(107)

17-Müslüman olmayanlar “Selâmün aleyküm” diye selâm verirse “Ve aleyküm” diye selâmları alınır. Selâm kelimesi söylenmez.(108)

Avrupa’da işçilerimizin çalıştığı bazı işyerlerinde bazı işverenler ve gayri müslim işçiler, işçi kardeşlerimizden “Selâmün aleyküm” diye selâm vermeyi öğrenmişler, işçi kardeşlerimiz
“Selâmün aleyküm” diye selâm verenler varmış, kardeşlerimiz onlara “Ve aleyküm” derler, selâmlarını alırlar. İşçilerimiz onlara selâm verme durumunda kalırlarsa, onları tebcil ve ulumak
niyetleri olmaksızın “Guten tag” gibi onların selâm kelimeleri ile selâmlayabilirler, “Selâmün aleyküm” demezler.
18-Sözü selâm götürenin selâm götürdüğü kimseye söylemesi vacip’dir. Onun da selâmı alması fazdır.(109)
19-Yazılı selâmın cevabını vermek de selâmı almak gibidir.(110)

Merhum hocamız Tayyib Okiç, gelen mektuplara ve bayram tebriklerine tek tek cevap verirdi. Yazılı selâma yazılı cevap vermek selâm almak gibidir derdi. Allah rahmet eylesin. Makamı
cennet olsun. (Amin)
20-Gayri Müslimlere mektup yazılırsa, “selâm” yerine “Selâmet hidâyete tabi olanların üzerine olsun” diye yazılır.(111) Gayri
Müslimler, onlara tazim niyeti olmaksızın, onların kelimeleri ile onlar selâmlanabilir. Onlara “Selâmün aleyküm” diye yazılmaz. Selâm, Müslümanın Müslümana bir ömür boyu devam
eden duasıdır. Dua bir ibâdettir. Selâmda ibâdet neşvesi vardır. Görmüyor muyuz? Namazda “tahiyyat’a oturduğumuz zaman “Ettahiyyatü lillahi” Selâm Allah için diyoruz. Kullara da selâm
verdiğimiz zaman Allah için vereceğiz, sevabını Allah’tan umut edeceğiz.

Yine tahiyyat’ta “Esselâmü aleyke ve rahmetullah ve berekatüh” Allah’ın rahmeti, bereketi ve selâmı senin üzerine olsun diye selâmı Peygamberimiz’e tahsis ederek, selâmın en sevaplı şeklini okuyoruz. Sonra da “Es-Selâmü aleyna ve a’la ibadillahissâlihin” Selâm bizim ve sâlih kulların üzerine olsun diye okuyoruz. Dinin direği olan namazı önce sağa sonra sola selâm vererek tamamlıyoruz. Selâmda Müslümanların birliği vardır. Selâmda Müslümanların dirliği vardır.
Görmüyor muyuz? Birbirine düşman olanlar, birbirinden uzaklaşanlar önce selâmı keserler, selâm alıp vermezler, sonra birbirlerine yabancılaşırlar Selâm, sevginin sebebidir. Sevgi; imânın, Allah’ın dinini yüceltmenin, onu her şeyin üstünde tutmanın onu bütün yeryüzüne hâkim kılma mücadelesinin sebebidir. Selâm konusunu Peygamberimiz (sav) bir hadis-i şerifi ile tamamlayalım: “İmân etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe mü’min olamazsınız. Kendisi ile birbirinizi seveceğiniz bir şeyi size gösteriyim mi? Ashab: Evet Ya Rasûlullah! Dediler. Aranızda selâmı yayınız buyurdu.”(112)
Allah, bizleri ibâdetin en makbulüne kardeşliğin en kuvvetlisine, Allah yolunda çalışmanın en üstününe, selâmın en coşkulusuna, Rıza-i İlâhisine kavuştursun. (Âmin) Selâmün aleyküm

                     --------------------------------------

(79) Şeyhzâde 2/155 Hakikat Kitapevi, 1994, İst. Hak Dini
Kur’ân Dili, Elmalılı M. Hamdi Yazır 3/40
(80) Fî Zılâl-il Kur’ân Seyyid Kutub, Hikmet Yayınevi, 5/220-
221, 1973 İst. Merahi Lebîd, 1329, Beyzavî 2/26
(81) En’am Sûresi: 6/52
(82) En’am: 6/54
(83) Fî Zılâl-il Kur’ân: 5/225
(84) Haşr: 59/23
(85) İbn-i Âbidîn 15/520, Şamil Yayınevi, İst. Fî Zılâl: 3/268 Edebü’l-Müfred, Buhârî,
Sönmez, 1973, 2/362 İst. Riyâzü’s Sâlihîn 4/410, Erkam Yayını 1997, İst.
(86) M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, 3/40, Zaman Yayını, İst.
(87) Riyâzü’s Sâlihîn 4/406, Erkam Yayını İst.
(88) Buhârî Tecridi Sarih, 9/76 Diyanet Yayını, edep: 2/356, Riyâzü’s
Sâlihîn: 4/410, Müslim: II/250-251, Sönmez Yayını İst.
(89) Tâ’hâ: 47, Neml: 59, Hicr: 52, Hûd: 69, Zâriyât: 24-25, Riyâzü’s Sâlihîn: 4/408 Sâffât Sûresi: 79, 109, 120, 130, Meryem: 15, 33 İbn-i Âbidîn: 15/508, 515, Müslim: 7/292, 564, Buhârî: 4/283
(90) Nahl: 32, A’râf: 46, Zümer: 73, Kâf: 34, Zümer: 74, Yûnus: 10, İbrahim: 23, Ra’d: 24
(91) Nisâ: 86, edep: 2/360, Nesefi: 2/14, İbn-i Âbidîn: 15/515, Müslim/9563, Riyâzü’s Sâlihîn 4/413 İbn-i Âbidîn 15/514
(92) El-Mu’cemü’l-Vasit 448, Ferit Devellioğlu: 1117, Ebed: 2-357, Müslim 9/564,
Riyâzü’s Sâlihîn 4/407, Beyzavî 2/269, Şeyhzâde 2/270, Buhârî 12/173, 145, Müslim 1/255, Riyâzü’s Sâlihîn 4/415, 1. Âbidîn 15/514, Rehber: 17/301/302
(93) Fî Zılâl-il Kur’ân: 3/368, 369
(94) Edep: 2/367, 368, 384, Buhârî: 2/383, Buhârî: 12/173, Müslim 9/563, Riyâzü’s Sâlihîn 4/431
(95) İbn-i Âbidîn: 15/508, 515 Müslim 7/292, 564, Buhârî, 4/283, İbn-i Âbidîn: 15/514,
524, Edep: 2/379, İbn-i Âbidîn: 15/514, 515, Edep: 2/375, 377, Buhârî: 4/282
(96) Nur: 27-29, İbn-i Âbidîn: 26/513, 507
(97) İbn-i Âbidîn 15/15, Müslim 9/576
(98) Müslim 7/292, 9/ 576-577, Riyâzü’s Sâlihîn 4/441, 445, Elmalı 2/1409, Şeyhzâde 2/156
(99) Müslim 5/131, 249, 254
(100) İbn-i Âbidîn 2/92, 15/ 508, 519, Müslim 4/404, 483, Beyzavî 1/156, Buhârî 4/ 248
(101) İbn-i Âbidîn 15/518
(102) Elmalı 2/1409, Şeyhzâde 2/156, Müslim 4/178. 638
(103) Müslim 9/198, 1/256, Edep 2/286 -288, İbn-i Âbidîn 15/ 507, 512
(104) Müslim 1/256
(105) İbn-i Âbidîn 15/513
(106) Edep 2/467, Buhârî 4 Riyâzü’s Sâlihîn
(107) Müslim 9/ 596-574-, İbn-i Âbidîn 15/507, Buhârî 4/283, Edep 2/463
(108) İbn-i Âbidîn 15/508, 518
(109) İbn-i Âbidîn 15/508, 517
(110) İbn-i Âbidîn 15/511, Buhârî /284
(111) Riyâzü’s Sâlihîn 4/415

Scroll to Top