
ADANA’NIN Tepebağ mahallesinde 1892 yılında doğdu. Adı Mahmud Sami. Baba adı Mücteba. Ana
adı Ümmügülsüm. Dedelerinin adı sıra ile Abdurrahman, İshak ve Hüseyin’dir. Soyadı kanunu çıkınca 1352-1608 yıllarında Adana ve Çukurova yöresine egemen olan Ramazan oğullarına mensup olduğu için aile Ramazanoğlu soyadını aldı. İlk, orta ve lise tahsilini Adana’da yaptı. Sınıfının hep birincisi idi. Yüksel tahsilini İstanbul Dâru’l Funun Hukuk fakültesinde tamamladı. Hukuk fakültesinde bütün imtihanlar sözlü idi. İmtihanları hocalar istedikleri zaman yapardı. Mahmud Sami Efendi bütün soruları cevaplandırır, aldığı notlar hep pek iyi olurdu. Hukuk fakültesini de pek iyi derece ile bitirir.
Bazı hocalarının kendisine şöyle söylerler: “Evladım, elimizdeki nizamnameye göre 10’dan fazla not bulunmuyor. Ancak sen bundan fazlasını hak etmiş bulunuyorsun. Şimdi ben senin aldığın bu 10 numaranın yanına üç.. beş yıldız koymaktan başka çare bulamıyorum.”
Hocaları nezaketi terbiyesi, edebi ve çalışkanlığından dolayı son derece memnun kalırlar. Babası, çok kuvvetli bir hafızaya sahipmiş. Unutma denen şeyin ne olduğunu bilmezmiş. Yıllar önce duyduğu
şeyleri yeni duymuş gibi anlatırmış. Mahmud Sami Efendi de babasının sahip olduğu hafızaya sahip olduğu için bütün imtihanlarında en yüksek notları almıştır. Bir imtihan öncesi evini sel basar bütün
kitapları ve defterleri zarar görür, derse çalışamaz, sadece bir soruya hatırlayamadım der, yinede en yüksek notu alır. Arapça, Farsça ve Fransızcayı mükemmel derecede bilirdi. Bir İtalyan Müslüman
İstanbul’a gelmiş, Mahmud Sami Efendi onunla Fransızca konuşmuş ve Fransızca telkinlerde bulunmuştur. Hukuk tahsilini tamamlamış, avukat olarak çalışma hakkını kazanmıştı. Fakat kul hakkına tam riâyet edememe endişesi ile avukatlık yapmamış, Adana’da ve Tahtakale’de bir ticarethanenin muhasebe defterlerini tutarak maişetini sağlamıştır.
İntisabı
Prof Dr. Ethem Cebecioğlu, Sami Efendi’nin intisabını şöyle anlatır: Sami Efendi, 1910-1915 yılları arasında İstanbul’da hukuk fakültesini okuyup birincilikle bitirir. Mezun olduktan sonra askerliğini
yine İstanbul’da levazım subayı olarak yapar. Arkadaşlarından Hoca Rüşdî, Kelamî dergâhına gidelim, der. Kelâmî dergâhına giderler. Huzura çıkarlar. Hoca Rüşdî Efendi:
Efendim, sınıf arkadaşım Adana’lı Sâmi Efendi, der, onu tanıtır. Es’ad Efendi (ks) önce uzun uzun Sami Efendi’yi hikmet ve tefekkür dolu bakışlarla derin derin süzer. Sonra: ‘Bizim sayılır’ der ve orada hususi bir görüşme ile Sami Efendi’den istihare yapmasını ister. Sami Efendi ard arda istihareler yapar. İstiharelerinde büyük inkişaflar vukû bulur. Neticede Sami Efendi, Es’ad Efendi’den manevi ders alarak ona intisab eder. Sami Efendi çok kabiliyetli bir derviş olduğu için normalde yedi sekiz sene süren seyr-u sülükü 52 günde tamamlar. Seyr-isülükünü tamamlayınca Esad Erbili tarafından hilafet verilir.
Dergah Hizmetleri
Otuz yıla yakın Sami Efendiye hizmet etmiş olan Musa Topbaş Efendi, Sami Efendi’nin Kelâmî dergâhına hizmetlerini şöyle anlatır: “Dergahta iken büyük hizmetler hep Mahmud Sami bey üzerinde imiş. Bahçe tanzimi, gelen ziyaretçilerin sıraya konulması, onlara yapılan ikram, hatta Pir hazretlerine gelen mektuplara verilen cevaplar. Konyalı Mustafa Doğanay da şöyle anlatır: Dergahta beraber bulunduğumuz zamanlar onun hayranı olmuştum. Uyku nedir bilmezdi. Yapılan yatakların kısm-ı a’zamı onun elinden geçerdi. Uyku nedir bilmediği gibi yorulmak da nedir bilmezdi. Aynı saatte yatılırdı. O da bizimle beraber yatardı. Herkes uyuduktan sonra kalkar, yeniden abdest tazeler, seccadeleri üzerinde namaz kılar, tesbih, tehlil, zikrullah ile meşgul olurdu.
İmsakten evvel bahçeden getirmiş olduğu odunlarla kazanı yakar, yıkanmak ihtiyacında olanların yanlarına gider, sıcak su olduğundan haberdar ederdi. Mülayim, tatlı hareketleriyle bütün akranları arasında sayılır ve sevilirdi. Yaşlı ve hasta müridlerin hizmetine de koşardı. Sami Efendi dergâhta gördüğü hizmetler ve tasavvuf yolunda ilerlemeler dolayısı ile dergâhın en sevilen insanı olmuştu. Adana’ya gittiği zaman bir önce dönmesini isterlerdi. Adana’ya bir gidişinde bir an önce dönmesi için Mürşid-i Kamili Es’ad Efendi hazretleri şu mektubu yazar: “Muhterem evladım! Arzu ve iştiyakım sabır ve tahammül çemberini çok fazla zorlamakta olduğundan, kışın şiddetine
mükavemet edemeyen bu ihtiyar pederinizi o güzel simânız ile bahtiyar ederseniz çok memnun olurum.”
Sami Efendi mektubu alır almaz, hemen İstanbul’a dergâh’a döner, hizmetlerine devam eder, daha da olgunlaşır. Es’ad Efendi hazretleri, Sami Efendi’deki manevi inkişafi müşahede eder. Edebini, ahlâkını çok beğenir ve sever. Bir zat’a Sami Efendi vasıtası ile bir mektup gönderir. Mektubun sonuna şöyle yazar: Hamil-i varak (mektubu getiren) Sami Efendi evladımızın edebine melekler gıpta eder. Bir başka sözünde de şöyle der: Melek görmek isteyen Sami Efendi’ye baksın. Âşık görmek isteyen Kaşıkçı Ali Rıza Efendi’ye baksın. Medine’de bir âlim kendisini görünce ‘Yahu bu Sami Efendi insan değil melekmiş’ der. Es’ad Efendinin oğlu Mehmed Ali Efendi şöyle der. “Bizim dergâhta bir buçuk insan yetişmiştir. Birisi Sami Efendi, diğeri Behice hanım.
İcazetname
Es’ad Efendi hazretleri Sami Efendiye icazetname ve hilafet verir. Uzun icazetnamede şöyle der: “Din kardeşlerime, sadakat ve kuvvetli imân sahibi kişilere arz ve ifade olunur ki: Bu dervişane icazetnamemizi taşıyan Sami Efendi evladımız, gençlik günlerini nezih dinimizin kurtarıcı dairesi içerisinde geçirmiş, yüce Nakşîbendîyye yoluna hizmet etmiş, bu hususta gayretini sarf etmiş ve bu yoldaki ciddiyetini açıkça ortaya koymuştur. Bunun yanında usûlüne uygun olarak ve Hacegan Hazaratı’nın usûllerini tatbik ederek letaifini tasfiye ve tezkiyeye gayret etmiştir. Allah’a hamd olsun, muvaffakıyeti simasında ve halinde zahir olmuştur. İlahi inâyet, letaifinde açıkça tezahür etmiştir. Onun vuslat arzusunun sağlam ve sadık, tevhid ağacının meyvelerini elde edebilmek için gerekli olan himmetinin de fevkalade olduğunu gördüm. Bütün bunların yanında bir müddet de
nefy-ü isbat ve murakabelere devam ederek zatını ve sıfatlarını da tezyin ettiğini gördüm. Bu sebeple saadet pınarının tatlı suyundan içmek ve selamet vadisinden serinletici nefesler almak isteyen, yani yüce Nakşîbendîyye yoluna bağlanma ve intisab etme arzusunda bulunan din kardeşlerimize bu yolun adab ve erkânını talim etmesi için kendilerine izin verdim.”
Musa Topbaş Efendi, Mahmud Sami Efendiy’i şöyle tanımlar: Uzuna yakın, orta boylu, nahif bedenli, buğday tenli, seyrek sakallı, kıvırcık saçlı, çukurca ela gözlü, zayıf olmasına rağmen mütenasip vücudlu. Sakalı bir tutamı geçmezdi. Saçlarını kulaklarının memelerine kadar
uzatırdı. Temiz, sade ve düzgün giyinirdi. Muhataplarının seviyesine göre konuşurdu. Konuşması tane tane idi. Mühim olanları üçer kere tekrar ederdi. Hak yolcularının, İhlâslı, doğru, zeki, nazik, nezih, edebli, fedakâr, dirâyetli, cömert, merhametli, herkesle geçimli, hülasa tam manası ile ahlâk-i hamide sahibi olmalarını arzu ederlerdi. Es’ad Efendi, Sami Efendi’yi Adana’da görevlendirir. Sami Efendi Adana’da kereste ticareti ile meşgul olan bir esnafın muhasebe defterini tutar. İrşat vazifesine devam eder. Babası Mücteba Efendi’nin çiftlikleri vardır. Yazın ekinler biçilip tarladan mahsul kaldırılınca tarlaya gider, yerlere dökülen başakları tek tek toplar çuvallara doldururmuş. Sonra onları güzelce temizler, değirmende un yaptırıp hocasına gönderirmiş. Babası yaptığını haber alınca “Oğlum Sami, ambarlar buğday dolu. Tarlada dökülenleri tek tek toplayacağım diye kendine niçin eziyet ediyorsun? İstediğin kadar al hocana gönder.” der. “Evet babacığım, ambarlar buğday dolu. Amma o kapıya layık olan el emeği, göz nûrudur” cevabını verir.
Menemen Faciası
Cumhuriyetin ilanından sonra dini, ve milleti yakından ilgilendiren bir çok olumsuz işler yapılır. Bu işlerden biri de tekke ve dergâhların kapatılması, hassaten Nakşîbendî tarikat mensuplarını
son derece rahatsız eden Menemen faciasının meydana gelmesidir. Bu facia ile başta Kubilay, Hasan ve Şevki bekçilerin olmak üzere bir çok ailenin ocakları söner. 1925 yılında tekkeler kapatılır. Tekkelerle ilgili her türlü faaliyet ister bireysel olsun, ister topluca olsun yasaklanır. Dergah mensupları sıkı takip altına alınır. Sıkı takip altına alınanlardan biri de Osmanlı idaresinde şeyhler meclisinin reisi, Kelamî dergâhının şeyhi Es’ad Erbili hazretleridir. O zaman Es’ad Erbili hazretleri, hasta, ihtiyar bir piri fanidir. Dönemin Cumhuriyet Halk Parti’li Adâlet Bakanı Mahmut Esad’ın, Menemen olayından kısa süre önce Bursa’da Esad Efendi için ‘Artık bu adamların köküne
kibrit suyu dökme zamanı geldi’ şeklinde konuşur. O günlerde din aleyhtarlığının ana sermayesi ise şeyhlerin ve dergâhların kötü gösterilmesidir.
O yıllarda Giritli Derviş Mehmet adlı bir adam ortaya çıkar. Kendisi meczup. Ne söylediğini bilmeyen, hareketleri bir birini tutmayan insanlara meczup denir. Türkçesi Deli, divane. Derviş Mehmet aynı
zamanda esrarkeştir. Arkadaşları da esrarkeştir.
Bunların esrarkeş oldukları, Büyük Erkân-i Harbiye Riyasetinin 26.12.1930 tarihli ve 6747 No’lu raporunda bildirilir. İçişleri Bakanlığına 25. 12. 1930’da “Vali Kazım” imzası ile 7 maddelik raporun 4.
maddesinde “Bunların hepsinde esrar ve esrarlı sigara olduğu yazılıdır.
Giritli Derviş Mehmet ve esrarkeş arkadaşları Manisalıdır. Menemenle ilgileri yoktur Gurup olarak dolaşırlar. Tanınmış insanlardır. Derviş Mehmet, mehdiliğini ilan eder, esrarkeş arkadaşları da mehdiliğini hararetli bir şekilde desteklerler. Mehdiliğini ilan ederek birkaç köyden geçeler, Menemen’e gelirler. Hiç bir zorlukla karşılaşmazlar. Esrar içilen bir kahvede esrarlarını çekerler. Meydana çıkarlar. Derviş Mehmet mehdiliğini ilan eder. “Arkamda 70 bin halife ordusu vardır” der. Askeri birliğinin haberi olur. Bir aylık asker olan acemi yedek subay asteğmen Mustafa Fehmi Kubilay kumandasında bir manga asker gönderilir.
Kubilay olay yerine gelir.. Askerlerin yanından ayrılarak tek başına onların arasına girip teslim olmalarını ister. Onlardan biri ateş ederek Kubilay’ı yaralar. Askerler ateş açarlar. Fakat tüfeklerinde öldürücü etkisi olmayan manevra fişekleri vardır. Derviş Mehmet ve adamları “bize kurşun işlemiyor” diye bağırırlar. Yere düşen Kubilay kalkar, camiye sığınır. Derviş Mehmet bana kurşun işlemiyor diye
bağıra bağıra Kubilay’ın peşinden gider, çantasından çıkardığı bağ bıçağı ile boğazını keser, başını vücudundan ayırır, bir Yahudi esnafından aldığı bir iple bir ağaca asar. Hadiseyi duyup koşan Hasan ve Şevki adlarındaki bekçileri de öldürürler. Askeri bir birlik daha gelir. Çatışma çıkar. Derviş Mehmet ile iki arkadaşı öldürülür. Diğerleri yakalanır. 23 Aralık 1930 tarihinde feci “Menemen faciası” meydana gelir.

(Es’ad Erbil-i Hazretleri iki jandarma arasında)
Hükümet İstanbul’da toplanır.. Hadise en kanlı irtica ayaklanması olarak bildirilir. Manisa ve Balıkesir’de sıkıyönetim ilan edilir. Atatürk, Menemen’in ortadan kaldırılmasını ister. Divan-i Harp kurulur. Mahkeme başkanlığına daha sonra doğuda 33 köylünün katili olarak meşhur olan general Mustafa Muğlalı getirilir. Mahkeme’ye olağanüstü yetki verilir. Türkiye Çapında tarikatçı avı başlar, müftüler, vaizler, imamlar, dini hassasiyeti olan insanlar tarikatçı diye tutuklanır, hapishanelere doldurulur. Hadisenin tertipçisi iddia edilerek yurdun dört bir yanından Nakşîbendî şeyhleri de tutuklanır, hapse atılır. Tutuklanan isimler arasında İstanbul Erenköy’de oturan İslâm alimi Erbilli Şeyh Esad Efendi de vardır. Esad Efendi, ağır hasta olmasına rağmen oğlu Mehmet Ali Efendi ile birlikte hapse atılır.
Zamanın Diyanet işleri başkanı Rıfat Börekçi İstanbul’a gider, hastalanır, Cerrahpaşa hastanesine yatırılır. Menemen hadisesi bahane edilerek din adamları arasında yapılan yersiz tutuklamalara, din eğitiminin yok denecek düzeye indirilmesine karşı gerekli tavrı koymadığı düşüncesi ile İstanbul din görevlileri Rıfat Börekçi hocaya kırgındırlar. Bu sebeple Rıfat Börekçi hocayı hastanede ziyaret etmezler.Ağır hasta olan Esad Efendi, hapishanede vefat eder. Kimi iddialara göre zehirlenerek öldürülür. Ölümünü gizlerler, gizlice bilinmeyen bir yere gömerler. Mahkeme başkanı Muğlalı, mahkeme kararlarını açıklarken Esad Efendi’nin idama mahkûm edildiğini; ancak yaşının
65’in üstünde olması nedeniyle cezası 24 yıl ağır hapse indirildiğini, kendisinin günler öncesi öldüğünü ve gizlice gömüldüğünü bildirir. Gömüldüğü yeri bildirmez. Gömme işi kimseye haber verilmez.
Hukukçulara mahkeme kararından önce ölen hakkında ceza verilir mi? diye sordum. Verilmez, dosyası ayrılır, öldüğü bildirilir, dediler. Demek ki mahkeme uymakla yükümlü olduğu kanuna bile uymamış, ölmüş bir kimseye kanunları hiçe sayarak ceza vermiştir. İdama mahküm edilenler arasında Es’ad Efendi’nin oğlu Mehmet Ali Efendi de vardır. Mehmed Ali Efendi, âlim ve tasavvuf deryasına dalmış bir dervişti. Postnişin olarak dergâhı vardı. Kelam konusunda Dâru’l Funun İlâhiyât Fakültesi’nde doktora yapmıştı. Mehmet Ali Efendi’nin idamdan önce son sözü Lâ ilâhe illallah olmuş.
İdam edilenler arasında derviş Mehmed’e ip satan Musevi tüccar Hayimoğlu Jozef de vardı. 105 kişi, Menemen divan-ı harp mahkemesinde hâkim karşısına çıkar. Savunma yapmalarına bile müsaade edilmez. Mahkeme, 3 Şubat1931 de kararını verir. 29 kişi idama mahkûm edilir ve idamlar hemen yerine getirildi. 7 kişiye idam cezası verilir. Cezaları 24 yıl hapse çevrilir. Bunlar arasında mahkeme
kararından önce vefat eden Es’ad Erbili hazretleri de vardır. 9 kişi çeşitli hapis cezalarına çaptırılır. Diğerleri beraat eder. 28 Şubat 1931 yılında sıkıyönetim kaldırıldı. Menemen hadisesi dolayısı ile Türkiye çapında, mağdur edilen insanların sayısı belli değildir. Zamanın halk partili adâlet bakanı Esad Bozkurt ‘Artık bu adamların köküne kibrit suyu dökme zamanı geldi’ demişti. Onları zulmen şehit ettiler. Şimdi onlar hayırla, rahmetle, Fatihalarla, Yâsînlerle anılıyor. Onları zulmen şehid edenler ise anılmıyor, Anıldığı zaman da hayırla yad edilmiyorlar.