İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin Hayatından Çizgiler

O Satıcıya Yol Gösteriyordu
Bir kadın İmam Azam’a satmak üzere bir ipek elbise getirdi. Kadın 100 dirhem istediğini söyledi. O: “Bunun değeri 100 den daha fazladır. Kaça vereceğinizi söyleyin?” Kadın 100 er 100 er artırarak 400
dirheme çıktı. İmam-ı Azam: “Daha fazla yapar deyince” Kadın: “Benimle eğleniyor musun?” dedi. İmam-ı Azam: “Ne münasebet, bir adam getirinde fiyatı takdir ettirelim.” Kadın bir adam çağırdı. Fiyatı takdir ettirdi. Ebu Hanife, kadının 100 dirhem istediği ipek elbiseyi 500 dirheme satın aldı. O, işte böyleydi. Alıcı kendisi, fakat satıcının menfaatini koruyor, satıcının gafletinden faydalanarak onu aldatmaya çalışmıyor, vurgunculuk yapmıyor. Satıcıya doğru yolu gösteriyordu.

Dehrileri Susturması
Bir gün dehriler (dinsizler) den bir grup geldi. Bu kâinâtın bir yaratıcısı olduğunu kabul etmiyorlardı. Münakaşa başladı. İmam-ı Azam onlara şöyle dedi; “Bir adam size gelse de şöyle bir şey anlatsa: ‘‘Denizin ortasında bir fırtına koptu, dalgalar ve rüzgar çarpışırken birden bire içi çeşitli mallarla dolu bir gemi meydana geliverdi. Kuvvetli fırtınaya rağmen bu gemi kaptansız ve tayfasız kendi kendine istikametini bulup hareket ediyordu” dese ne dersiniz? Akıl bunu kabul eder mi?” “Hayır” dediler. “Böyle şey olmaz. Bu aklın kabul etmeyeceği ve havsalanın almayacağı bir şeydir.” İmam-ı Azam; “Madem ki öyledir. Denizde bir geminin kendiliğinden oluvereceğini ve kaptansız yüzeceğini kabul etmiyorsunuz da şu sonsuz âlemler, en ince nizam üzere kurulmuş bu dünya üzerinde akıllara hayret verici varlıkları ve olayları ile kendi kendine nasıl oluveriyor. Bunun bir yaratıcısı, bir sahibi yok mudur?” dedi. Dehriler buna cevap veremeyip sustular…
Hakem
Emevîler zamanında haricilerden Dahhâk bin Kays, Kufe Mescidine baskın yaptı. Onlara göre Haricilerden başka Müslümanların kanını dökmek helâldi. Dahhâk, Ebu Hanife’nin karşısına geçip “tövbe et” dedi. O da “neden tövbe edeyim?” dedi. Neden olacak? Ali ve Muaviye ihtilafında hakemleri caiz görmenden tövbe edeceksin.” “Beni öldürecek misin, yoksa münazara mı yapacaksın?” “Münazara yapalım.” “Münazara yaptığımız bir şey hakkında ihtilaf edersek, seninle benim aramda hakem, arabulucu kim olacak?” Dahhak, “istediğin birini göster” dedi. Ebu Hanife, Dahhâk’ın adamlarından birine: “Şuraya otur bakalım. İhtilâf edersek, ihtilaf ettiğimiz şey hakkında bizim aramızda hakemlik yapacaksın” dedi. Sonra da Dahhâk’a dönerek “aramızda bunun hükmüne razı mısın?” diye sordu. O da: Evet deyince. “İşte hakemliği sen de caiz gördün, kabul ettin” dedi.
Dahhâk buna diyecek bir şey bulamayarak sustu…

Allah’ın Verdiği Nimet
İmam-ı Azam, dış görünüşe de ehemmiyet verirdi. İnsanın dışının da içi gibi temiz olmasına dikkat ederdi. Elbisenin en alâsını giyerdi. Kıyafeti güzeldi. Güzel kokular sürünürdü. Tanıdıklarından iç ve dış
temizliğe ve görünüşe dikkat etmelerini söylerdi. Bir gün yanına gelip oturan bir adamın üzerindeki eski elbise gözüne ilişti. Adam kalkıp gideceği zaman biraz beklemesini söyledi. Meclis dağılıp herkes
gittikten sonra ikisi yalnız kalınca adama: ‘‘Şu seccadeyi kaldır, altında olanları al,” dedi. Adam seccadeyi kaldırdı. Altında 1000 dirhem vardı, durakladı. “Al bu dirhemleri onunla kılığını, kıyafetini
değiştir.” “Adam, ben zenginim bunlara ihtiyacım yok cevabını verdi.” Sen Peygamberin (sav) şu hadisini duymadın mı?: “Allah (cc)kulunun üzerinde ona verdiği nimetin eserini görmeyi sever.” Sen
şu halini değiştirmelisin. Ta ki dostların senin için kederlenmesin.

Bu Adam Kırbaçtan Ölecek
Emevîler zamanında İbn-i Hubeyne Kufe Valisi idi. Irakta karışıklar baş gösterdi. Vali, bilginleri kapısında topladı. Her birini mühim devlet vazifelerinin başına getirdi. Ebu Hanife’yi de davet etti. Mührü de onun eline vermek istedi. Ebu Hanife’nin elinden geçmeyen hiçbir emir ve fermanın hükmü olmayacaktı. Ebu Hanife kabul etmedi. Bir kısım insanlar; Allah aşkına kendini tehlikeye atma. Şu işi kabul et, dediler. Ebu Hanife’nin bunlara cevabı şu oldu: “O, boynunu vuracağı bir adamın ölüm fermanını yazacak, ben de ona mührü basacağım ha, vallâhi böyle bir işe asla girmem. Girmedi, hapse attılar. Her gün dayak atıyorlardı. Cellad, valiye gelerek: ‘‘Bu adam kırbaçtan ölecek”
dedi. Vali Ebu Hanife’yi serbest bıraktı. O da Mekke’ye sığındı.

Peygamber Kızını Yahudiye Verir mi?
Kufe’de bir adam varmış. Hz. Osman’a (ra) Yahudi dermiş. Kimse onu men edememiş, batıl sözünden vazgeçirememiş. Ebu Hanife ona gelmiş ve; “Sana dünürlüğe geldim, kızını istiyorum,” demiş.
-Kime?
-Asil ve şerefli bir insan, gâyet zengin. Kur’ân-ı Kerîm’i ezberlemiş. Son derece cömert. Geceleri ibâdetle geçiriyor. Allah (cc) korkusundan göz yaşı döküyor.
-Yeter, aranılan meziyetler için bunların bir kısmı bile kâfi.
-Yalnız bir kusuru var.
-Neymiş o?
-Adam Yahudi.
-Fesübhanellah! Buldun buldun da benim kızımı bir Yahudi’ye vermemi mi istiyorsun?
-Vermez misin?
-Hayır.
-Sen bir kızını Yahudi’ye vermezsin de, Peygamber Efendimiz (sav) iki
tane kızını Yahudiye nasıl olur da verir? Adam işi anladı. Hz. Osman
(ra) hakkındaki sözlerine pişman oldu, tevbe etti.

İlimleri Değerlendirmesi
Kendisine sormuşlar; Fıkha nasıl başladın?
Anlatayım, demiş: “Bu Allah’ın (cc) tevfik ve inâyeti (yardımı)’dir. O’na daima hamd olsun. Ben öğrenmeye başladığını zaman bütün ilimleri göz önüne aldım. Her birini okudum. Sonunu ve faydasını düşündüm. Kelâm ilmine başlayacağım, dedim. Sonra baktım. Akibeti kötü, faydası az. İnsan kelâmda olgunlaşsa aşikâre konuşamaz, her kötülüğü ona yaptırırlar, heves ve arzusuna uyuyor, derler. Bundan vazgeçtim. Sonra edebiyat ve nahve baktım. Onun da sonu, bir çocukla oturup ona nahiv, edebiyat öğretmekten ibaret. Şairliğe baktım. Onun da neticesi, ya medh ederek dalkavukluk yapmak, veya hicvetmek: Yalan sözden ve dini hırpalamaktan ibaret. Sonra kıraât ilmini düşündüm. Dedim ki onu elde edersem ne olacak? Gençler etrafıma toplanacak, bana okuyacak, ben dinleyeceğim. Kur’ân-ı Kerîm ve manâları hakkında söz söylemek güç.
Öyle ise hadis öğreneyim, dedim. Fakat çok hadis toplayabilmek uzun ömür ister, taki bana muhtaç olup başvursunlar. Beni arayıp müracaat edecekler ise, yeni yetişenler, gençler olacak. Belki iyi bellemeyecek. Yalan söylemekle itham ederler. Adım kötüye çıkar ve Kıyâmete kadar gider. Sonra fıkh’a baktım. Ona baktıkça gözümde değeri arttı. Onda bir eksiklik bulamadım. Baktım ki, âlim, fakih üstadlarla bir arada oturmak, onlar gibi ahlâklı olmak var. Aynı zamanda farzları işlemek, dinin icaplarını yerine getirmek, ibâdet etmek de onu bilmekle olacak. Dünya ve ahiret onunla elde edilir. … Onun sayesinde dünyayı isteyen büyük mevkilere yükselir, ibâdeti de onsuz yapamaz.
Kimse ilimsiz, ibâdet yaptığını söyleyemez. Fıkıh ilimle ameldir.

İmam-I Azam’dan Vecizeler
Fenalığın en büyüğü, zamanı faydasız geçirmektir. Esas ilmi ve faydalı şeyleri bırakıp da, cehalet ve heves erbabı ile sohbete koyulmak ahmaklıktır. İnsan ne kadar ibâdet etmiş olsa da midesine giden lokmanın helâl veya haram olduğunu bilmeyince hükmü yoktur. Dünyada fakirlik ve vera’dan (günah ve haramdan kaçınmak) ziyade güç bir şey yoktur. Bir hâkim rüşvet alırsa azledilir. Doğru amel, ancak
sağlam bilgi üzerine kurulur. Az dahi olsa ilim ile amel, çok amel ile olan cehaletten daha faydalıdır. Fıkıh ilimle ameldir.



——————————————————–


Kaynakça
1-Muhammed Ebu Zehra, Ebu Hanife. Çeviren Osman Keskioğlu, DİB. Yayını Ank.
2-İslâm Ansiklopedi, 10/131, 16/1 Diyanet Vakfı Yayını.
3-İslâm’da İnanç İbâdet ve Günlük Yaşayış Ansiklopedisi, 2/160, İfav Yayını, 1997 İst.

Scroll to Top