ABASI Horasan’da bir birliğin komutanı idi. Ahmed anne karnında iken, aile Bağdat’a geldi, yerleşti. Ahmed, Bağdat’ta doğdu. Doğum tarihi Hicri 164, Milâdi 780’di,ay Rebiü’levvel’di. Ahmed yetimdi. Babasını bilemedi. Çünkü babası otuz yaşında öldüğü zaman, o daha kundaktaydı. Dede Hanbel Horasan eyaletinin Serahs valisi idi. Zaman Abbasilerin Emevileri devirmek için çalıştıkları zamandı. Hanbel de Emevi zulmünden yılgındı. Abbasiler lehine çalıştı. Emeviler işin farkına vardı.. Valilikten aldı, işkencelere uğrattı. Abbasiler iktidara gelince, dede Hanbel Bağdat’a geldi, yerleşti. Kimse yetim Ahmed’in babasını bilemedi. Dedesine nisbetle ona Ahmed ibn-i Hanbel= Hanbel oğlu Ahmed dedi. Buisimle anıldı. Ahmed ibn-i Hanbel’in annesi de, babası da meşhurArap kabilesi “Şeyban” dandı. Soyları Adnan’da Peygamberimiz’leaynı soydandı. Ahmed ibn-i Hanbel’i önce annesi yetiştirdi, terbiyeetti. Çünkü anne ilme aşık, bilgili, ibâdete düşkün bir hanımdı. Amcası da yetişmesine yardım etti.
Ahmed ibn-i Hanbel, önce Kur’ân-ı Kerîm’i okumayı öğrendi, ezberledi. Okumayı çok severdi. Kısa zamanda Arap dilini, Peygamberim’izin hayatını anlatan ‘Siyer’i, kendi zamanına kadar olan İslâm Tarihini öğrendi. Ahmed, akranları sokaklarda oynarken, o olgun bir insan gibi davranıyor, kendine ders programları yapıyordu. Bir baba Ahmed ibn-i Hanbel’in davranışlarına bakmış, şöyle demiş: “Bençocuklarım için hiçbir masraftan kaçınmıyor, yetişmeleri için hocalar, mürebbiyeler tutuyorum. Fakat bütün gayretlerim ve paralarım boşa gidiyor, görüyorum. Bir de yetim olan Ahmed’e bakınız ve onun edebine, yolda hızlı yürüyüşüne dikkat ediniz.. Siz debenim gibi hayranlık duyacaksınız. Çocuklarınızın öyle olmasını isteyeceksiniz.” “Adam olacak çocuk yürüyüşünden belli olur” derler. Ahmed ibn-i Hanbel, o çocuk yaştaki davranışları, edebi ve yürüyüşüyle büyük adam olacağını göstermekteydi.
Ahmed ibn-i Hanbel, hadis ilmine yöneldi. Hadis konusunda ilk bilgileri İmam Ebu Yusuf ’tan aldığı bildirildi. O, hadis öğrenirken, kuru kuruya hadisi öğrenmekle kalmaz, onun fıkhî hükmünü, hayat ile
ilgili yönlerini de tesbit ederdi. Ahmed ibn-i Hanbel zamanında Bağdat, sadece bir imparatorluğun idare merkezi değil, ayni zamanda bir ilim ve sanat merkezi idi. Âlimler yatağıydı. Ahmed ibn-i Hanbel, çok sayıda âlimden ilim aldı. Bu âlimlerden bazıları şunlardır: Hüseyin bin Beşir, Süfyan bin Uyeyne, Yahya bin Said el- Kattan, Süleyman bin Davud el- Tayalisi, İsmail bin Aliye. Ahmed ibn-i Hanbel, küçük yaşta şeriat ilimlerini bütünü ile öğrendi. O bu konuda şöyle der: “Henüz bir çocukcağız iken, kitaplara başvurdum. Kitaplar yazdım. O zaman henüz 14 yaşında idim.”
Ahmed ibn-i Hanbel, öğrendiğini ezberler. Ezberlemekle yetinmez, aynı zamanda yazardı. Yanından diviti, hokkası ve kâğıdı hiç eksik olmazdı. Ahmed ibn-i Hanbel, öğrendikleriyle yetinmedi. Hadis tesbit etmek ve yazmak için diyar diyar gezmeye başladı. O zaman henüz 15 yaşında idi. Nerede bir hadis âlimi duysa oraya giderdi. Basra, Kufe, Şam, Medine, Mekke, Yemen hadis almak ve yazmak için
gittiği yerlerdi. O Hadisleri bizzat sahiplerini bularak tesbit ederdi. Seyahatlerin çoğunu da yaya olarak yapar, günlerce hatta haftalarca yol giderdi. Büyük hadis bilgini Abdürrezzak’tan hadis almak istedi. Hac’da onunla karşılaştı. İsteğini arz etti O da isteğini kabul etti. Aylar sonra Yemen’e gitmek için Bağdat’tan yola çıktı.. Yolda zorluklarla karşılaştı. Azığı tükendi. Aç kaldı. Yol arkadaşları yardım teklif etti.Yardımlarını kabul etmedi. “Allah’ın (cc) kendisine nafakasını bedeniyle çalışıp sağlayacak gücü verdiğini” söyledi. Nakliye kervanlarında hamallık yaptı. Yol harçlığı kazandı. O, yiyeceği, içeceği şeyler hakkında son derece titizdi. Nereden geldiği belli olmayan şüpheli şeylere asla yanaşmaz, el sürmezdi. Hiçbir zaman hediye ve ihsan kabul etmezdi. O, bedenini yorar ruhunu rahat ettirirdi. Kendisine baskı yapılması mümkün olan her şeyden sakınırdı. Yardım ve ihsan ona göre ilim adamlarına yapılacak baskıların en büyük araçlarıydı. Boşa dememişler: “El-insan, Abîdü’l İhsan = İnsan, ihsanın (iyiliğin, yardımın ) kölesidir”
Ahmet ibn-i Hanbel fakirdi. Babasından kalan dokuma tezgahından başka bir şeyi yoktu, tezgahın kirasıyla geçinirdi. Çoğu zamanda geliri yetmez, gideri karşılamazdı. Ahmet ibn-i Hanbel, geçimini
sağlamak için zaman zaman dinin yasak etmediği her işte çalışırdı, amelelik ve hamallık yapardı. Zaman zaman da torbasını alır ekin tarlalarına gider, ekin döküntülerini toplardı. Çocuklarının nafakasını böyle sağlardı. Bu işi yaparken de mutlaka tarla sahiplerinden izin alırdı. Müslümanlar ona “İmam” dediği zaman bile bedenen çalışırdı. Bedeni rahat etsin diye ruhunu satmazdı. Kendisi hür, düşüncesi hür, zerre kadar kimseye minneti olmayan bir insandı. Bedenen çalışmayı, nafile ibâdet olarak kabul ederdi. O, ömür boyu fakir bir hayat geçirdi. Ama hayatından memnundu. Çünkü elinde bulunan yiyeceği yüzde yüz helaldi. Ahmed ibn-i Hanbel yolda çektiği nice zorluklardan sonra Yemen’e vardı. Abdürrezzak, Ahmet ibn-i Hanbel’in değerini anladı, onu bağrına bastı, iki sene ona hadis verdi. İlmini ona aktardı. Ahmet ibni Hanbel, Abdürrezzak’tan çok faydalandı. Hadiste, onu üstadı bildi. Yemen’de kaldığı iki yıl içinde de zaman zaman geçimini sağlamak için bedenen çalıştı. Hocası Abdürrezzak’ın yardım teklifini kabul etmedi.
Ahmed ibn-i Hanbel Yemen’den Bağdat’a döndü, ama yine durmadı. Sırtında torba, torbada kitapları yollara düştü. Hadis toplamak için diyar diyar dolaştı. Tanıdıklarının biri Ahmed ibn-i Hanbel’i sırtında torbasıyla yolda görünce: “Bir Kufe’ye bir Basra’ya. Ne zamana kadar bu derbeder hayata devam edeceksin?” dedi. Ahmed ibn-i Hanbel’in cevabı netti: “Elimde divit ve hokka olarak mezara kadar.” Ahmed ibn-i Hanbel’ler, dünyadan nefes aldıkları sürece durmadan çalıştılar öğrendiler, öğrettiler. Hak yolu yaşayarak, örnek olarak gösterdiler. Ahmed ibn-i Hanbel’lerdir ki, onların çalışmaları ile Allah’ın (cc) kitabını doğru anlayabildik. Peygamberin (sav)’in sünnetini bu gibi âlimlerin gayretleri ile öğrenme imkânına sahip olduk. Ahmet ibn-i Hanbel’lerin çalışmaları ile zındık, fasık ve dinsizlerin
yıkmak istediği İslâm binası korundu. Ahmed ibn-i Hanbel’lerin ihlâsı ile Müslümanlar kendilerine geldiler, rasûlün doğru yoluna sahip oldular. Sapık cereyanların içinde boğulup gitmekten kurtuldular. Selam onlara, rahmet onlara… Ahmed ibn-i Hanbel üzerinde, Abdürrezzak’tan sonra en çok tesiri olan İmam-ı Şafii idi.
İmam-ı Şafii’yi Mekke’de Harem-i Şerif ’te ders okuturken tanıdı. Onun talebesi oldu. İmam-ı Şafii Bağdat’a geldiği zaman da talebeliğini devam ettirdi. Ondan geniş fıkıh bilgisi aldı. İmam-ı Şafii,
Ahmet ibn-i Hanbel’i çok takdir ederdi. Derslerde kendisinin ortaya koyduğu meselelere karşı tespit ettiği hadisleri hatırlatmasını isterdi.Fakat Ahmed ibn-i Hanbel edebinden dolayı hocasına karşı hadis hatırlatması yapmazdı. İmam-ı Şafii Mısır’a gittiği zaman, o da gitmek istemiş, fakat engeller onu Mısır’a gitmekten alıkoymuştu.
Ahmed ibn-i Hanbel 40 yaşına kadar evlenmedi, ders okutmadı, fetva da vermedi. Sebebi neydi? Evlenmeyişine dair bir bilgiye sahip değiliz. İlim öğrenmesi, hadis toplamak için durmadan seyahat etmesi evlenmeyişine sebep olabilir. Fakirliği sebep olamaz. Çünkü evlendikten sonra da maddi sıkıntısı azalmamış aksine daha da artmıştır.
Ahmet ibn-i Hanbel 40 yaşında evlendi. Çocukları oldu, isimleri Abdullah, Sâlih, Hüseyin, Muhammed, Said, Zeynep ve Hasan’dı. Oğlu Abdullah hadiste, Sâlih de fıkıhda âlimdi. Babalarından sonra onun çalışmalarını düzenlediler ve yaydılar. 40 yaşına kadar ders okutmayışını kendisi şöyle açıklıyor: “Bana öğretmenlik yapanlar hayatta iken, hadis rivâyet etmem saygısızlık olurdu.” Biri, hocası Abdürrezzak’ın rivâyet ettiği hadisleri kendisine yazdırmasını istedi. O da Abdürrezzak’ın sağ olduğunu ve onun için hadisleri kimseye yazdıramayacağını söyledi. Ahmed ibn-i Hanbel, ders okutmaya başladığı zaman hocaları Hakkın rahmetine kavuşmuştu. Ahmed ibn-i Hanbel’in ders okutmasını anlatmadan önce onu meziyetleriyle tanıyalım. Nasıl bir insandı?
Ahmed ibn-i Hanbel; doğru bir insandı. Asla yalan söylemezdi Ağzından hak ve doğru sözün dışında bir kelâm çıkmazdı. Güzel ahlâk sahibiydi. Ahlâkta zamanının numûne-i timsaliydi. İhlâs sahibi idi,
samimi idi. Her işinde Allah rızasını gözetir, insanların iyiliğini isterdi. Gösterişten hoşlanmazdı. Ciddi idi. İşini zamanında yapardı. Laubalilikten, şakadan, vurdum duymazlıktan asla hoşlanmazdı.
Yumuşak huylu, mütevazi fakat heybetli idi. İnsani münasebetlerde son derece cana yakın sevimli ve güleçti. Katı değildi. Fakat kalbinde başka korku taşıyanlar ondan korkar ve çekinirdi. Temizdi. Ruhu,
bedeni, işleri, yiyeceği, düşüncesi temizdi. Her şeyi temizdi. Cesurdu. Allah’tan (cc) başka kimseden korkmaz, hiç kimseye hâkimiyet hakkı tanımazdı. Sabırlı idi. Sabrı ve tahammülü son derece kuvvetliydi. Kuvvetli bir iradeye sahipti, bütün sıkıntıları ve zulümleri sabrı ve tahammülü ile karşılamış ve yenmiştir. Âbiddi, zâhiddi, takva ehli idi, ibâdet ve tâat’a düşkündü. Haramlardan kaçınırdı. Şüpheli şeylerden bile sakınırdı.
Ebû Hafs Ömer bin Sâlih şöyle anlatıyor: “Ahmed ibn-i Hanbel’e gittim. Ona: Kalbler neyle yumuşar?” dedim. Önce öğrencilerine baktı sonra başını eğerek bir müddet düşündü. ve şunu söyledi: “Helâl rızık yemekle yavrucuğum.” Daha sonra Ebu Nasır Bişr Haris’e uğradım ve ona: “Ey! Ebu Nasır Kalbler neyle yumuşar diye sordum.O da: Bilesin ki kalbler ancak Allah’ı zikrederek huzura kavuşur dedi.” O zaman ben Ahmed ibn-i Hanbel’in yanından geliyorum dedim. Sevinçle yerinden sıçradı, yanakları kızardı. “Peki o ne dedi?”Ben de Ahmed ibn-i Hanbel’in cevabını tekrarladım o zaman Bişr: “O sana işin özünü söylemiş, elbetteki asıl huzur onun dediğindedir” dedi.
Ahmed ibn-i Hanbel her işin özünü söyler ve yapardı. Her türlü şüpheden uzak helal rızıkla yetinmeyi her işin esası kabul ederdi. Ona göre, insanın asıl gücü bedeni değil, nefsine hâkim olma irade gücüdür. “Yiğit nedir”? diye sordular. “Yiğitlik nefsinin istediği bir şeyi şüpheli olmasından korktuğun için terk etmendir” diye cevap verdi. Zeki idi. Güçlü bir hafızası vardı. Bir şeyi ezberler ve bir daha unutmazdı. Ebu Zera’ya sormuşlar: “Hadis üstatları içinde en güçlü
hafıza kimdedir?” “Ahmed ibn-i Hanbel” diye cevap vermiş…
O, Kur’ânı, Allah Rasûlü’nün hadislerini, ashabın fetvalarını ve sözlerini ezberlemişti. Ahmed ibn-i Hanbel ders okutmaya başladığı zaman etrafı öğrencilerle dolardı. Halk da derslerini takip ederdi. Hadis ve fıkıh öğrenmek için herkes ona geliyor ondan feyz alıyordu.Ahmed ibn-i Hanbel’in ders meclisinde sükûnet ve vakar hâkimdi.Derse kendisinden hadis rivâyeti istenildiğinde başlardı. Hadisleri yazdırır, fetvalarını yazdırmazdı. Hadislerin dışında hiçbir sözün yazılmasını istemezdi. Hadisleri kendi kitabından alırdı. Hadis konusunda son derece titizdi. Allah Rasûlü’nün (sav) söylemediği bir şeyi söylemekten ödü kopardı. “Müsned” adındaki kitabında bulunan hadisleri bir ömür boyu devem eden çalışmaları neticesinde toplamıştı.Ahmed ibn-i Hanbel, Kur’ân, sünnet, hadis ve rivâyeti fıkhıyla birleştirmiş, fıkhını bu üç temele dayamıştı. Ashabın hayatını incelemiş,
onların hayatından fıkıh hükümleri çıktığını görmüş…
Tabiinin fıkhını incelemiş, bu fıkhın ne kadar zengin olduğunu anlamıştır. O, kitap ve sünnet’te bir hüküm olmadığı zaman, ashabın ve tabiinin fetvalarını kullanırdı. Ahmed ibn-i Hanbel de kendinden önce gelenler gibi, kitap, sünnet ve diğer delillerden faydalanarak ümmetin meselelerini halletmeye çalışmıştır. Ahmed ibn-i Hanbel’in fıkhında kullandığı Kaynaklar şunlardır: “Kitap, sünnet, ashabın fetvaları, icma, kıyas, Mesalih-i mürsel’e, istihsan, siddü zerayi. Zerayi, “Helal’e vasıta olan şeyler helâl, haram’a vasıta olan şeylerde haramdır” demektir. Ahmed ibn-i Hanbel bu halde çalışırken, meydana gelen bir fitne ona da dokundu. Bir yerde bir fitne çıkınca iyi demez, kötü demez, herkesi sarardı. Bunun için Cenab-ıHak: “Fitne çıkarmak, adam öldürmekten daha kötüdür” buyurur. (Bakara Sûresi: 2/191, 217)
Mutezile taifesinin çıkardığı bu fitnenin maşası da Abbasî hükümdarı Me’mûn’du. Me’mûn Mutezile oldu. Etrafını mutezilerle doldurdu. Mutezile mezhebini yaymak için sarayda toplantılar yaptı.
Âlimleri topluyorlar, hükümdarın görüşünü onlara anlatıyorlardı. Kabul edenleri serbest bırakıyorlar, kabul etmeyenlerin ellerine kelepçe, ayaklarına pranga vurarak zindana atıyorlardı. Ahmed ibn-i
Hanbel’in de çağrıldığı bir toplantıda bütün âlimler mutezile görüşünü kabule zorlandı. Kabul etmeyenlerin zindana atılacağı, işkencelere uğratılacağı açıklandı. Toplantıda bulunanlar can korkusu ile hükümdarın görüşlerini kabul ettiklerini söylediler. Serbest bırakıldılar. Serbest bırakmadıkları dört kişi vardı. Bunlardan Sücade ertesi günü hükümdarın görüşünü kabul etti, serbest bırakıldı. Üçüncü gün Kevakir, işkenceye dayanamadı. Hükümdarın görüşünü kabul
ettiğini söyledi…
İki kişi kaldı. Ahmed ibn-i Hanbel ve arkadaşı her türlü işkenceye tahammül ettiler, inançlarından vazgeçmediler. Durum, o zaman Tarsus’ta bulunan hükümdar Me’mûn’a bildirildi. O da yanıma gönderin dedi. Ahmed ibn-i Hanbel ve arkadaşı, elleri kelepçeli olarak Bağdat’tan yola çıkarıldı.. Bağdat nere, Tarsus nere… Elleri bağlı, günlerce yaya yol aldılar. Yol meşakkatine dayanamayan Muhammed bin Nur yolda şehid oldu. Ahmed ibn-i Hanbel Tek başına kaldı. Yorgunluk, eziyet, yalnızlık bir de zalimlerin ruhi baskıları vardı. Durmadan” kabul etmezsen sen de böyle olacaksın” diyorlardı. O, “Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh” dedi. Yine Rabbine sığındı. Onların tekliflerini kabul etmedi. Yola devam edildi. Bir haber geldi. Hükümdar Me’mûn ölmüştü. Ayni meşakkatle, aynı yollardan geçerek Bağdat’a dönüldü. Ahmed ibn-i Hanbel yine zindana konuldu.
Hükümdar Me’mûn ölürken, yolunda yürümesini yeni hükümdara vasiyet etti. Mu’tasım kardeşinin vasiyetini tuttu. Ahmed ibn-i Hanbel’e yapılan işkenceleri daha da artırdı. İşkence yapılırken çoğu
zaman kendi de hazır bulunurdu. Ahmed ibn-i Hanbel’i zindandagörevli olanlar, nöbetleşe kırbaçlıyorlardı. Bayılıncaya kadar da kır baçlamaktan vazgeçmiyorlardı. Ahmed ibn-i Hanbel o kadar kendinden geçiyordu ki, kılıçla dürttükleri halde darbeleri hissetmiyordu. Eziyet ve işkence 28 ay devam etti. Hapiste öleceğinden korktular serbest bıraktılar. Hapisten çıktığı zaman yürüyemiyordu. Yaraları iyileşip yürüyebilince tekrar mescide koştu, derslerine başladı. Hükümdar Mu’tasım öldü. Yerine Vasık geçti. Ahmed ibn-i Hanbel’e yeniden eziyetler başladı. Bu sefer eziyetin şekli değişti. Mescid’de ders vermesine engel olundu. Yanına insanların gelmesi yasaklandı. Kimseyle görüştürülmedi. Göz hapsine alındı. Dostlarının ölümüne başsağlığı bile dileyemedi. Eziyet ve işkence bu şekilde Vasık ölünceye kadar devam etti.
Vasık ölünce yerine Mütevekkil geçti. Mütevekkil hadis ve fıkıh alimlerine büyük değer verdi. Mu’tezil’e olanları saraydan uzaklaştırdı. Ahmed ibn-i Hanbel’in göz hapsini kaldırdı. 28 ayı zindanda
olmak üzere Ahmed ibn-i Hanbel’in 14 yılı mihnet, eziyet ve işkencelerle geçti. Ahmed ibn-i Hanbel bu eziyetlere niye katlandı, işkenceleri neden kabullendi? Nefsini kurtaracak biçimde hareket edemez mi idi? İnanmadığı bir şeyi zorlama ile söyletmelerinden ne çıkardı? Direndi de kazancı ne oldu? Muhammed Ebu Zehra bakınız bu konuda ne diyor: “İslâm kanunlarının geçerli olduğu bir ülkede, yani İslâm diyarında korku yüzünden “emr-i bil ma’ruf ve nehy-i anil- münker=İyiliği emretmek kötülükten alı koyma” görevinin yapılmaması doğru bir hareket olamaz.’ Hele Ahmed ibn-i Hanbel gibi büyük âlimin böyle bir yola tevessül etmesi hiç de yakışık almaz. Onun gibi hadis ve hukuk ilminde durumu çok ileri olan bir kimse böyle bir şey yapmak hakkına sahip değildir. Doğruyu söylemek onun gibilerin baş görevidir. İnsanların bir kimseye inanmaları için o kimsenin fikrinde sebat etmesi şarttır.
İnsanların imamı olacak kimselerde en açık ve en üstün vasıf budur. Fikrinde ısrar etmeyen ve bu yolda canı dahil her şeyini fedaya hazır olmayan bir kimsenin sözleri dinlemeye bile değmez. İnsanların önderi olan bir kimse, zorluk karşısında dönüp inanmadığı şeyleri söylerse o zaman bu insanlar kime inanıp arkasından gidecekler ve dinlerini birlik içinde tutabileceklerdir? Bir âlimin hele Ahmed ibn-i Hanbel gibi bir imamın fikrinden dönmesi yahut inanmadığı bir şeyi zorluk karşısında söylemesi yahut kabul etmesi halkı büsbütün sapıtır ve dağıtır. Halkın itibar ettiği kişiler şunun bunun hatırı veya sultanın, yöneticilerin baskısı yüzünden döner, istemediklerini ve inanmadıklarını halka söylerse halk onlara inandığı için, kabul görürler ve böylece batıllar din haline gelir. Kısaca bir âlim, bir düşünür, bir önder, inanılan bir imam bazı şeyleri yapma hakkına sahip değildir.
Onun için İmam-ı Ahmed’in de eziyeti seçip inanmadığını inanmış gibi görünmekten kaçınması, bu yolda her türlü eziyetlere katlanması büyük bir insan oluşu açısından çok daha faydalıdır.” Bu gün İslâm dünyası, Ebu Zehra’nın belirttiği önderlere ne kadar muhtaçtır. Bu önderlerin olmayışıdır ki, İslâm dünyası keşmekeş, zillet içinde her gün bir başka darbeye maruz kalmakta ve bu sebeple belini doğrultamamaktadır. Ahmed ibn-i Hanbel, hükümdar Mütevekkil döneminde idareden saygı gördü. Ama idareye yaklaşmadı. İdarenin hediye ve ihsanlarını da kabul etmedi, geri çevirdi.
Ahmed ibn-i Hanbel, bir cemiyet için istikrar ve nizamın sağlanmasını şart koşar. Bunun için bir siyasi gücün mutlaka bulunması lazımdır, der. Ümmetin en önemli vazifelerinin de bu olduğunu
açıklar. Ahmed ibn-i Hanbel’in siyasi görüşleri ashab ve tabii’nin görüşleri gibidir. Halife Şûra ile seçilir. Seçimle işbaşına gelir. Biat zorlama yapılmadan olursa muteberdir. Zorla idareye gelmiş bir kimse, zorlama yapmadan halkın biatını alırsa böyle bir kimsenin hilafeti de meşrudur. Allah’ın (cc) emirlerini uyguladığı müddetçe kendisine itâat edilir. Ahmed ibn-i Hanbel fitne, fesat ve karışıklık çıkaracak ve ümmete zarar verecek hiçbir harekete cevaz vermez. Ahmed ibn-i Hanbel, hayatı boyunca ilim tahsil etmiş, öğrendiğini öğretmiş, ümmetin meselelerinin halli için çalışmış büyük bir imamdır. Yaptığı her işte ümmetin dünyevi, uhrevi menfaatini gözetmiş, Allah rızasını kazanmayı esas almıştır. Ahmed ibn-i Hanbel, sünnet üzere yaşamış, Allah Rasûlü’nün (sav) ve sahabenin yaşayışı gibi yaşamak istemiş ve bunda da muvaffak olmuştur.
Ahmed ibn-i Hanbel, ara vermeksizin okuttuğu derslerine devam ederken bir ikindi sonrası hastalanmış, Hicri 241 Miladi 855 Rebiü’levvel ayının 12. Cuma günü Hakkın rahmetine kavuşmuştur. Son sözü “kelime-i şehâdet” olmuştur. Cenazesinde bütün Bağdat halkı vardı. “Behişti Abâd” mezarlığına defnedildi. O dünyalık hiçbir şey bırakmamıştı ama kaybolmaz, bitmez, tükenmez bir ilim mirası bıraktı. Dünya durdukça ümmetin kendisini hayırla yad edeceği bir isim bıraktı. Ahmed ibn-i Hanbel Hazretlerine izafetle onun görüşleri etrafında toplanan fıkıh sisteme “Hanbeli Mezhebi” dendi. Rahmetullahi aleyh=Allah’ın Rahmeti üzerine Olsun.
Ahmed İbn-İ Hanbel’den Vecizeler
“Ahmak kimdir” diye sordular. “Kendini övendir” cevabını verdi.
Hüsnüzan besleyenin hayatı hoş geçer.
Yalan söylemek güveni giderir.
Büyüklenen adamda akıl yoktur.
Meziyet, fazilet, ilim ve irfana düşkünlüktedir.
İlim öyle bir rütbedir ki, azli yoktur.
Günahlar manevi hastalıkları meydana getirdiği gibi temizlenmemek de zahiri
hastalıklara sebep olur.
Günahlar imânı zayıflatır.
“Tevekkül nedir?”diye sordular. “İnsanlardan istemeyi ve onlara yalvarmayı terk etmendir” diye cevap verdi.
Her şey için kerem vardır. Kalbin keremi
Allah’tan (cc) razı olmaktır.
Ayıpsız arkadaş arayan, arkadaşsız kalır.
Sahabe hakkında dedikodu, boş boğazlıkta bulunanlar zındıktır.
———————————————
Kaynakça
1-Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, Mezhepler Tarihi, Çeviren Prof. Dr. Abdulkadir Şener, Sh: 363
Hisar Neşriyat: 24, İst.
2-İslâm Ansiklopedisi, 2/75, 15/525, Diyanet Vakfı Yayını
3-İslâm’da İnanç İbâdet ve Günlük Yaşayış Ansiklopedisi, 2/157, İfav Yayını, 1997, İst.