Fevc Fevc Müslüman Oldular

Peygamberimiz (sav)’in af ilanı, gösterdiği âlicenâplık, hiçbir kimseye en ufak bir zarar vermemesi
Mekke halkının toptan Müslüman olmasını sağladı. Kureyş kabilesi Hz. İsmail (as) zürriyetindendi.
Kâbe’nin asıl sahibi onlardı. Diğer Arap kabileri Kureyş’in bu üstünlüğünü kabul etmişlerdi. Kureyşli’ler müslüman olunca, Peygamberimiz (sav)’in yaptığı iyilikleri duyup görünce etraftaki kabileler de fevc fevc gelerek Müslüman oldular. Müslümanlık dalga dalga yayılıyor, Suriye hududuna, bahreyn’e ve Yemene kadar ulaşıyordu. Aslında Arap kabileleri ile peygamberimiz (sav) arasında bir savaş’ta yoktu. Savaş, Kureyş kabilesi ile Peygambrimiz (sav) arasında idi. Mekke
halkı müslüman olunca bu savaş ortadan kalktı, putlar kırıldı. Arap Yarımadası İslâm’a ısındı ve teslim oldu.
Bir yazar Mekke’nin Fethi hakkında şunları yazar: “Hudeybiye Barış Anlaşması’ndan sadece iki yıl sonra Hz. Peygamber, ana yurdu olan Mekke’ye tekrar geri dönmüş ve Mekke barışa teslim olmuştu. Bir zamanlar Hz. Peygamber ve O’na inanan arkadaşlarına yani kendi öz çocuklarına kapıları kapatılan Mekke, bir barış iklimi sayesinde öz çocuklarını yeniden kucaklamıştı. Daha sekiz yıl önce aralarından çıkan Hz. Peygamber’e her türlü eziyet ve işkenceyi reva gören Mekke halkı o gün çok telaşlanmıştı. Onlar, muzaffer bir komutan olarak kendi öz yurduna tekrar geri dönen İslâm Peygamberi’nin, kendilerini cezalandıracağını zannediyorlardı. Ama hiç de öyle olmadı. Hakkında kötü zan besledikleri Hz. Peygamber, her Mekkelinin o günden itibaren özgür olduğunu ve artık bu şehirde herkesin barış içinde yaşayacağını ilan etmişti. Daha önce kendisini ve arkadaşlarını bu topraklardan çıkartan ve pek çok Müslümana işkence yapan ve hatta öldüren Mekke’li müşriklerden hiçbir zaman intikam almayı düşünmemişti.
O’nun barıştan yana olan bu tavrını gören binlerce kişi kısa süre içinde müslüman olmuştu. Çünkü insanların kalbine hitap ederek gönüllerini kazanmayı hedefleyen İslâm dini, herkesin barış içerisinde yaşayacağı bir dünya vaat ediyordu. Bundan dolayı Kur’ân-ı Kerîm’de insanların öldürülmesi değil, diriltilmesi, yani özgürlük, barış ve kardeşliğin hakim olduğu bir dünyada yaşatılmaları hedeflenmektedir. Bu gerçek bir ayette şöyle dile getirilmektedir:
“Kim birini haksız yere öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibidir. Kim de bir canı kurtarırsa, o da sanki bütün insanları kurtarmış gibidir. ”(Mâide Sûresi: 5/32)
Hz. peygamber, İslâm dinini tebliğ ettiği süreç içerisindeki bazı sıkıntı anlarında müşriklere beddua etmesi istenildiğinde, kendisi buna yanaşmamış ve şöyle demiştir:
“Ben insanlara lânet okumak için gönderilmedim, onlara rahmetle davranmak için gönderildim. Bu insanlara Rabbimden hidayet diliyorum.”[2]

Huneyn
Mekke fethedilmişti. Halk müslüman olmuştu. Etrafta müslümanolanlar da çoktu. Ama bölgenin en büyük kabilesi Hevazin müslüman olmamıştı. Aksine müslüman olmayan kabilelerle anlaşarak
yirmi bini aşkın bir kuvvetle Mekke üzerine yürümek üzere Huneyn vadisinde toplandıkları haberi geldi. Peygamberimiz (sav) hazırlıklarını tamamladı. Mekke’de yerine yeni müslüman olmuş yirmi yaşındaki Attab bin , Esid’i bırakarak on iki bin askerle Mekke’den çıkıp Huneyn tarafına yöneldi. Askerin iki bini yeni müslüman olan Mekkelilerdendi. İslâm ordusu yürürken, “Bu asker hiçbir vakit düşmandan az olsa da mağlup olmaz” gibi gururlu sözler söylendiği bildirilir.

Konu ile ilgili merhum Ahmed Cevdet Paşa şunları söyler:

“Halbuki bu söz, yanlış bir sözdü. Çünkü çokluk ve kuvvet her ne kadar düşmana galebe çalacak sebeplerden ise de, yardımı yapan Allah’tı. İnsanoğlu, sebebi hazırlayacak fakat yardımı Allah’tan bi lecektir. Yoksa kendini beğenen, sonra utanır. Kendi kuvvetine güvenen daima aldanır. Allah da sevgili kulu Rasûlünü galib eden ve muzaffer kılan ancak kendisi olduğunu ona bildirmek için, bu muharebede önce İslâm ordusuna bir bozgunluk gösterdi. Sonra da yine kendi Lûtfu ile büyük bir zafer ihsan etti.”[3]
İslâm ordusu Huneyn vadisinde yürürken pusuda bekleyen Hevazin
askeri birden bire beklediği pusudan çıkıp kuvvetli bir şekilde hücüm edince, İslâm ordusunun öncü kuvvetleri bozuldu. Bu bozgun bütün orduya sirayet etti. Ordu bozulunca Peygamberimiz (sav)’in
etrafında çok az insan kaldı. Peygamberimz (sav) şöyle seslendi: “Ey insanlar! Geliniz. Ben Allah (cc)’ın Rasûlüyüm. Abdullah’ın oğlu Muhammed’im” Peygamberimiz (sav)’in amcası Abbas’ın gür sesi vardı. Abbas gür sesi ile: “Ey Akabe’de biat eden Ensar, Ey Ridvan ağacının altında geri dönmemek üzere söz veren Ashap” diye bağırdı. Sesi işiten “Lebbeyk, lebbeyk” diyerek geri döndüler ve hemen gelip Peygamberimiz (sav)’in etrafında toplandılar. Her taraftan
gelenler şiddetle savaşmaya giriştiler. Hevazinliler de hücümlerine devam ediyorlardı. Hz. Ali düşman bayrağını taşıyanı öldürdü. Düşman bozuldu. İslâm ordusu onların arkasına düştü, kovaladı. Düşmandan yetmişden fazla kişi öldürüldü. Kaçanlar kaçtı, büyük çoğunluğu esir alındı.
Müslümanlardan 4 şehit verildi. İslâm ordusunun bozulduğu haberi Mekke’de yayılınca, bazıları, “Muhammed ölmüş ve Muhammediler dağılmış, bundan sonra Arap kavmi de babalarının dinine döner” derler. Peygamberimiz (sav)’in yerine kaymakam bıraktığı genç vali
Attab bin Esid: “Muhammed öldü ise, şeriati vardır ve Rabbisi diridir” dedi. Bozgunculara fırsat vermedi. Allah (cc), Huneyn savaşı hakkında inen ayet’te şöyle buyurur:

“Andolsun, Allah birçok yerde ve Huneyn savaşı gününde size yardım etmiştir. Hani, çokluğunuz size kendinizi beğendirmiş, fakat (bu çokluk) size hiçbir yarar sağlamamış, yeryüzü bütün
genişliğine rağmen size dar gelmişti. Nihayet
(bozularak) gerisin geriye dönüp kaçmıştınız.”
“Sonra Allah (cc), Rasûlü ile mü’minler üzerine kendi katından güven duygusu ve huzur indirdi. Bir de sizin göremediğiniz ordular indirdi ve inkâr edenlere azap verdi. İşte bu, inkârcıların cezasıdır.”
(Tevbe Sûresi: 9/25, 26)
Tâif’in Müslüman Olması
Taif mahasara edildi. Taifliler yüksek kalelerine sığındılar. Bol yiyecekleri vardı. Teslim olmadılar. Muhasara 18 gün sürdü. Alınamadı. Muhasaradan vazgeçildi. Daha sonraları Taifliler bulundukları dinde yaşayamayacaklarını anladılar. Çünkü etraftaki kabileler müslüman olmuştu. Havazin Kabilesi Başkanı Malik bin Avf da peygamberimiz (sav)’in emri ile sakif kabilesini sıkıştırıyordu. Peygamberimiz (sav)’e geldiler, itaat edeceklerini bildirdiler. Faizin, şarap içmenin ve zina
yapmanın serbest olmasını istediler. Peygamberimiz (sav) reddetti. Namazdan affedilmelerini istediler. Peygamberimiz (sav) “Bir dinde ki onda namaz yoktur, onda hayır yoktur” buyurdu. Tekliflerini reddetti. Lât adındaki putlarının üç sene olduğu gibi bırakılmasını istediler. Peygamberimiz (sav) kabul etmeyince, “Bari bir ay kadar kalsın” dediler. Yine kabul edilmedi. Putlarını kendi elleri ile kırmamalarını istediler. Peygamberimiz (sav) bunu kabul etti. Putlarını
kırmak için Ebu Sufyan’ı gönderdi. Lât putu kırılırken, puthane yıkılırken Taifli kadınlar ağladılar.

Ganimet Taksimi ve Esirlerin Bağışlanması
Cîrâne’de Havazin savaşında ele geçirilen yirmi dört bin deve, kırk bin koyun, kadın erkek altı bin esir ve bol miktarda para ganimet olarak ele geçirilmişti. Havazin kabilesinin ileri gelenleri geldiler. Müslüman oldular. Esirlerin geri verilmesini istediler. Peygamberimiz (sav) “Haşimoğulları’nın hissesine düşenler sizindir”dedi. Muhacirler, Ensar ve diğer kabileler de kendi hisselerine düşen esirleri bağış ladılar. Herkes hürriyetine kavuştu. Peygamberimiz (sav) Mekke’ye döndü. Umre yaptı. Attab’ı Mekke valisi tayin etti. Medine’ye döndü.

Tebük Seferi
Ticaret kervanları Bizansın teşvik ve telkinleri ile Suriye bölgesind yaşayan Hıristiyan Arap kabilelerin Medine’ye hücüm için hazırlık yaptıkları haberlerini getirdiler. Peygamberimiz (sav), karşı bir sefer
hazırladı. Hicri 9’uncu yılda Recep ayında Tebük seferine çıktı. Asker sayısı: otuz bin idi. On bin de atlı vardı. Tebük’e varıldı. Bizans’tan bireser yoktu. Medine üzerine yürümek isteyen Hiristiyan Arap kabilelerine korku salındı. 20 Gün Tebük’te kalındı. Etraftaki bir kısım kabileler gelerek cizye ile barış yapmak istediler. Peygamberimiz (sav) isteklerini kabul etti. Onların Medine’ye bağlılığını sağladı. İstişare yaptıktan sonra Medine’ye dönüldü. Tebük seferi günleri çok sıcaktı. Üstelik kıtlık da vardı. Tebuk seferinin hazırlanması, gidişi, gelişi,Münâfıkların davranışları ibretlerle, derslerle doludur. Tam bir iman imtihanıdır.

Şirk Yok Edildi
Hicri 9’uncu yılda Hz. Ebubekir Hac Emiri tayin edildi. 300 kişi ile Hac için Mekke’ye gitti. Tevbe Suresi indi. Sure’de inen hükümleri Mekke’de ilan için Hz. Ali gönderildi. Hz. Ali ayetleri halka okudu.
Bu yıldan sonra hiçbir müşrik Kâbe’yi ziyaret edemiyecekti. Müşriklere, “Kureyş müslüman oldu. Siz ne yapacaksınız?” denildi. Ertesi yıla Kâbe’yi müşrik olarak tavaf edecek kalmadı. Müslüman oldu lar. Hz. Âlin’in Tevbe Suresi’nin ilk ayetlerini okuyup, müşriklerin Kâbe’yi ziyaretten men edilmeleri ile hac ibadeti, şirkin bütün çirkinliklerinden ve kötülüklerinden temizlenmiş oldu.

Vedâ Hutbesi
Mekke fetholunmuş, Kâbe putlardan temizlenmişti. Müslümanlık Arabistan Yarımadası’na yayılmış, Ttevhid hâkim olmuştu. Şirk yok edilmiş, İslâm inancı kalblere yerleşmişti. Peygamberimiz (sav) Hicretin onuncu yılında Hacc’a gideceğini duyurdu. Zilkâde ayının 25. günü, Şubat 632 de ihrama girdi. Öğle namazından sonra Mekke’ye hareket etti. On yıl önce bir gece yarısı Hazreti Ebubekir’le birlikte gizlice terke mecbur kaldığı Mekke’ye şimdi her taraftan akın akın gelen mü’minler’le Hac için gidiyordu. Peygamberimiz (sav) Mekke’ye ulaştı, umresini yaptı. Arafat’a çıktı. Etrafında pervaneler gibi dönen 114 bin sahabesi vardı. Zilhicce ayının onuncu günü, Milâdî 632 yılında Arafat’ta Kasv’a devesinin üstünde “Vedâ Hutbesi”ni irâd etti. Gür sesli münadiler, Peygamberimiz (sav)’in cümlelerini herkesin duyması için tekrar ettiler. Peygamberimiz (sav)’in “Vedâ Hutbesi”
şöyledir:

“Allahım! Hamd ve minnet sanadır. Her şan ve şeref adınadır. Allah’tan başka ibadet edilecek mabud yoktur. O’nun ortağı ve dengi yoktur. Bütün mülk O’nundur. O’na şükürler olsun. Yaşatan, öldüren O’dur. Her şeye kadirdir. Sözünü gerçekleştirdi. Kuluna yardım etti. Aleyhinde birleşenleri bozguna uğrattı.

Ey insanlar! Beni dinleyin. Belki bu yıldan sonra burada sizinle bir daha buluşamam. İslâm’dan önceki zamana ait bütün cahiliyet adetlerini ayağımın altına alıp çiğniyorum. Arabın Arap olmayan’a, Arap olmayanın Araba üstünlüğü yoktur. Çünkü hepsi Âdem oğullarıdır. Âdem de topraktandır.

Ey İnsanlar! Sözlerimi dinleyin ve anlayın! Her Müslüman diğer Müslüman’ın kardeşidir. Bütün Mü’minler kardeştir. Bir kimseye kardeşinin malı helal olmaz, meğerki gönül rızası ile vermiş ola. Kendinize zulmetmeyiniz. Kölelere gelince, kendi yediklerinizden yediriniz ve giydiklerinizden giydiriniz. Affedemeyeceğiniz bir hata işlerlerse onlardan ayrılın. Onlar’da Allah (cc)’ınkullarıdır. Kötü muameleye layık değildirler.

Cahiliyyet âdetlerini ayağımın altına alıp çiğniyorum. Bütün kan gütme davaları tamamiyle kaldırılmıştır. Bunlar yalan ve uydurma şeylerdir. Ortadan kaldırılan ilk kan davası, Abdulmuttalipoğullarından Haris’in kan davasıdır.

Her türlü faizcilik de kaldırılmıştır. Allah, “faiz yoktur” diyor. Ortadan kaldırdığım ilk faiz amcam Abdulmuttalip oğlu Abbas’ın faizidir. Sermayeleriniz yine sizindir. Ne zulmediniz, ne de zulüm görünüz. Borçlular da alacaklılara ancak aldıklarını iade edeceklerdir.

Ey insanlar! Sizin kadınlarınız üzerinde bir takım haklarınız vardır. Onlar sizin haklarınıza riayet etmelidirler. Onların da sizin üzerinizde hakları vardır. Onlara karşı iyi davranınız. Eşlerinize şefkatle muamele ediniz. Siz onları Allah emaneti olarak aldınız. Onlar size Allah ahdi ile helâl olmuştur.

Ey insanlar! Sizin kanlarınız ve mallarınız, Allah’ınıza kavuşacağınız zamana kadar, bugün nasıl mukaddes birgün ise, bu ay nasıl mukaddes bir ay ise, bu belde nasıl mukaddes bir belde ise, öylece mukaddestir. Her birinizin kanı ve malı diğerine haramdır. Kıyamet gününde Rabbinizin huzuruna çıkacaksınız. O da size yaptıklarınızı bir bir soracak ve ona göre mükâfat veya ceza verecektir.

Sakın benden sonra kâfirler gibi bölük bölük olup birbirinizin boynunu vurmayınız. Yanında bir emanet bulunan kimse bu emanet kime aitse ona vermelidir.

Ey insanlar! Size bir şey bırakıyorum ki, ona sımsıkı sarıldıkça yanlış yola sapmazsınız. O da Allah (cc)’ın kitabı ve Rasûlü’nün sünnetidir. Allah her hak sahibinin hakkını vermiştir. Bu sebeple varisler için vasiyet yapmaya luzüm yoktur.

Çocuk kimin yatağında doğdu ise ona aittir. Zina edenlerin hak ettikleri şey “Had”dir. Onların hesabı Allah’a aittir. Babasından başkasına ait olduğunu iddia edenler, efendilerinden başkalarına katılan köleler Allah (cc)’ın lânetine uğrarlar.

Ey insanlar! Bir kadının kocasının izni olmadan onun malından bir şeyi başkasına vermesi caiz değildir. Borç ödenmelidir. Kiralanan mal geri verilmelidir. Hediyeye hediye ile mukabele etmek yaraşır. Başkalarına kefil olan kimse kefâletin sorumluluğunu yüklenmiş demektir.

Ey insanlar! Şeytan sizin bu yurdunuzda tapılmaktan ümidini kesmiştir. Fakat hor, önemsiz gördüğünüz bir takım amellerle hoşnut olur. Dininiz hususunda ondan sakının.

Ey insanlar! Aşırı gitmekten, ifrattan sakının. Evvelkilerin mahvolmalarına sebep dinde aşırı olmalarıdır.

Her katil, suçundan kendisi sorumludur. Hiçbir katilin işlediği suç çocuklarına şâmil olamaz. Hiç bir oğulun ve kızın suçu babayı sorumlu etmez.

Müslümanları doğru yola yöneten adam, kesik burunlu bir zenci de olsa ona itaat edin ki, cennete giresiniz. Burada hazır bulunanlar, bulunmayanlara sözlerimi tebliğ etsinler. Olabilir ki, burada bulunmayanlar içinde bulunanlardan daha fazla bunları hatırlayacak olanlar bulunur.


Tebliğ ettim mi?
Orada bulunanların hepsi: “Evet ya Rasûlallah!” dediler.
Şahid ol! Yâ Râb!
Şahid ol! Yâ Râb!
Şahid ol! Yâ Râb!”

Münadiler Peygamberimiz (sav)’in “Şahid ol Ya Rab!” Sözünü de tekrar ettiler. Peygamberimiz (sav) hutbesini irâd ettikten sonra devesini sürdü. Peygamberimiz (sav) dünya durdukça insanlara
ışık tutacak hutbesini Arafat’ta 114 bin müslüman karşısında irad buyurdu.







Vuslât
Sevenin sevdiğine kavuşmasıdır. Sevenin sevdiğinden en büyük arzusu vuslattır. Veda Haccı’nda dinin kemale erdiği bildirilmişti. Ayette şöyle buyurulur:
“Bugün size dininizi bütünledim. Üzerinize olan nimetimi tamamladım. Din olarak sizin için İslâm’ı seçtim.” (Mâide Sûresi: 5/3)
Peygamberimiz (sav), Ramazan ayında Cebrail ile Kur’ân-ı Kerîm’i iki defa mukabele etmişti. Bâki mezarlığını da ziyaret etmişti.
“Selam size ey müminler diyarı, ey kabirler halkı. Sizler bizden önce gittiniz. İnşâallah biz de size iltihak edeceğiz. Allahım, Bâki kabristanı halkını yarlığa” demişti.
Hz Ebubekir bu üç olayı düşününce bir şeyler sezdi, ağladı. Peygamberimiz (sav)’in hastalığı baş ağrısı ile başladı. Ağrı gittikçe arttı. Hanımlarından izin alarak hastalığında Hz. Aişe’nin odasında kalmak istedi. Hanımları izin verdi. Hastalığı on üç gün sürdü. Hz. Ebubekir’in cemaate imam olmasını istedi. Bir gün kendini iyi hissetti. Geldi, Hz. Ebubekir’in arkasında namaz kıldı.
Başka bir gün geldi. Cemaatle helâlleşti.

“Ey insanlar! Her kimin arkasına vurmuşsam işte arkam gelip
vursun. Her kimin bende alacağı varsa gelip alsın” buyurdu.
Muhacirlerin ve Ensarın hizmetlerini hatırlattı. Onları birbirlerine vasiyet etti. Hastalığı iyice arttı. Bir ara baygınlık geçirdi.

Kendine geldi. Son kez dişlerini misvakladı. Lâ ilâhe illâllâh dedi. Elinden misvakı düştü. Sonsuz olarak sevdiği Rabbine kavuştu.
Vuslat tamamlandı. (Sallallahü aleyhi ve selem)

Bâtıl Yok Olmaya Mahkûmdur
Tarih boyunca müşrikler ve kâfirler, peygamberler ve Allah (cc)’ın varlığına, birliğine inanmış insanlara karşı her türlü kötülüğü yapmışlar, türlü türlü iftira ve isnatlarda bulunmuşlardır. Peygamberler tarihi bunun canlı örnekleri ile doludur. Biz sadece peygamberlere yaptıkları isnat ve iftiralarından bazı örnekler verdik. Şirk ve küfür içerisinde olanlar hangi devirde yaşarsa yaşasın sonları hep hüsran olmuştur. Azgın Nûh kavmi tufanla yok oldu. “Bizden daha kuvvetli kim vardır?” diyen Âd kavmini bir “Yel” aldı, götürdü… Semud kavmi bir “Çığlık” ve “Sarsıntı” ile evlerinde çöküp kaldılar. Lût Kavmi’nin ülkesi alt-üst oldu. Üzerlerine taş yağdı. Yok oldular. Medyen ve Eyke halkı da küfürlerinin ve azgınlarının cezasını buldular. Toptan yok olup gittiler.
Firavun tanrılık iddiasında bulundu. Kızıldenizde ordusu ile birlik boğuldu. Mekke müşrikleri, Medine Yahudileri ve Münâfıkları Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)’in davetine engel olmak için bütün güçleri ile çalıştılar, netice de yok oldular. Hak galip geldi. Allah (cc)’ın yardımı ile Peygamberler ve peygamberimiz (sav) zafere erdi. Allah (cc), Kur’ân-ı Kerîm’de azgınlaşan ve peygamberlerine karşı gelen milletlerin helak oluşuna, inananların kurtuluşuna örnekler
verdi.[4] Müşrikler ve kâfirler, bâtıl şeylere inanıyorlar, bâtılı savunuyorlar. Bâtılı korumak ve kollamak adına Allah (cc)’ın gönderdiği peygamberlere, peygamberlerin izinde olanlara, peygamberlerin bildirdiği ilâhî hakikatlere karşı çıkıyorlar. Allah bildirir:

“Hak geldi, bâtıl yok oldu. Bâtıl yok olmaya mahkûmdur.” (İsrâ Sûresi: 17/81)
Bâtıl uğruna hak ile savaşanlar bu dünyada helak olup gittikleri gibi, âhiret hayatında da ebedî azaba gireceklerdir. Allah (cc), bâtılı suyun üzerindeki köpüğe, ateşte eritilen maden üzerindeki tortuya benzetir. Ayet de şöyle buyurur:

“Gökten su indirir. Dereler onunla dolar taşar. Üste çıkan köpüğü sel alır götürür. Süslenmek veya faydalanmak için ateşte erittiklerinizin üzerinde de buna benzer köpük vardır. Allah hak ile bâtıla
böyle misal verir. Köpük uçar gider.
İnsanlara fayda veren ise yerde kalır. İşte böyle, Allah nice misaller verir.”(Ra’d, 13/17)
İslâm düşmanları tarafından koparılan yaygara, akan suyun yüzeyinde bulunan ve kısa bir süre sonra yok olup giden kabarmış köpüğe benzer. Hak kalır. Köpük gibi bâtıl yok olur gider. Allah yeryüzüne, toprağın altına, suyun yanında altın, gümüş, bakır, kalay ve daha başka madenler de indirmiştir. İnsanlar bunları takı için veya kullanacak kap kacak, araç gereç yapmak için eritmek ve süzmek maksadı ile üzerlerine ocak yakarlar, onlar da Allah (cc)’ın her birine ihsanı
bir ısı derecesine gelince erirler, su gibi bir sıvı haline gelirler. Sel sularında olduğu gibi, bu eriyikler üzerinde de bir küf, tortu veya bir köpük oluşur. Hak ve hakikat kaynayıp coşarken, bâtıl her ne kadar bazen üste çıkmış görünse de nihayet köpük ve küf gibi atılır ve kaybolur gider. Ayette Kur’ân-ı Kerîm ve iman yağmur sularına benzetilmiştir. Yağmur suları kaynaklarında, depolarında sabit kalır ve çeşit çeşit bitkilerin bitmesine sebeb olduğu gibi, Kur’ân, ve imanda sabit ve daimdir. İnsanlara fayda verir. İnsan vücudunu çeşit çeşit ibadete yöneltir, güzel ahlak sahibi yapar.
Su üzerindeki köpükten murad küfür gibi bâtıl itikatlardır. Köpüğün faydası olmadığı gibi bâtıl itikatlarında faydası yoktur. Köpükler zayi olur, gider. Su safi kalır. İnsanlara faydalı olur.[5]
Merhum şehid Seyyid Kutub ayetin açıklamasında şunları yazar:
“Su gökten iner, dereler onunla dolar taşar, üste çıkan köpüğü de sel alır götürür. Derelerden akan suyun yüzünde köpükler belirir ak ak. Çoğu zaman da bu bembeyaz köpükler suyu kaplarlar. Kaynaşır, şişer ve doldururlar yüzünü suyun… Ama yine de köpüktür o. Altında gizlenip akan su vardır, sakin akar, sessiz akar. Ne var ki bu sakinliğine ve sessizliğine rağmen hayır ve bereket taşıyan yine de sudur. Hayat götürür gittiği yerlere. Tıpkı bunun gibi madenler vardır eritilir,
süs eşyası veya faydalı kap kacak yapmak için. Altın olarak gümüş olarak süsler insanları, demir kurşun olarak insanların işlerine yarar. Ama bu güzelim madenler eritilirken zaman olur ki, tortular sarar yüzeyini, göstermez hiç asıl madenleri. Fakat yine de akıp gidecek olan tortulardır kalacak asıl maden. .
Bu dünya hayatında hak ile bâtıl da bunun gibidir. Zaman olur ki bâtıl şişer, büyür, yükselir ve şişkin şişkin olur, ama bir köpükten farkı yoktur onun. Nihayet bir tortudur. Çok geçmeden atılır bir kenara
veya şişkinliği iner ve uçup gider. Hak ise her zaman sakindir, sessizdir. Bazı kimseler hakkın bu sakinliğine ve sessizliğine bakarlar da onun silinip gittiğini, yok olup eridiğini sanırlar. Ama yeryüzünde devamlı olarak kalacak olan odur. Saf maden ve canlılık veren su
gibi”[6]
İnsan, bâtılın ve küfrün geçici gösterişine, nefse hoş gelen sunuşlarına kapılmamalı, haktan ayrılmamalıdır. Allah (cc)’ın gösterdiği ve peygamberinin önderlik ettiği İslâm’ın yolcusu olmalıdır ki, dünya âhiret bahtiyarlığına kavuşabilsin. İnsan İslâm imanına sahip olmalıdır. Allah (cc)’ın emrettiği şekilde yaşamalıdır. Yoksa küfür ve bâtıl köpükleri suyun üzerini kapladığı gibi, gerçek iman ve hakikatın üzerini de kaplar. İnsan küfür ve bâtıl köpüklerini hak zannederek,
köpüklerin çoğalması için çalışır, küfrün ve bâtılın adamı olur…

——————————-

[2] Prof. Dr. M. Fatih Kesler, Din ve Toplum: 93, Aralık 12
[3] Ahmed Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiya: 1/302, Milli Eğitim Bakanlığı Yayını, Ank.
[4] Kur’ân-ı Kerîme Göre Peygamberler ve Tevhid Mücadelesi, 1/33-199
[5] Tefhimu’l Kur’ân, 2/518, Hak Dini Kur’ân Dili, 5/138, Hülâsat’ül Beyan, 7/2629
[6] Fî Zılâl-il Kur’ân, 8/532

Scroll to Top