Dr. Abdulbakî Keskin (rha)

Im a m – H a t i p
mektebinde talebe iken bir Ramazan günü Kayserinin Çiftönü semtinde oturan ablamı ziyarete gidiyordum. Ablamın oturduğu sokakta bulunan bir camide öğle namazından sonra vaaz edildiğini işittim. O zamanlar vaazlar namazdan sonra yapılırdı. Camiye yaklaştım, İçeriye baktım. Cami cematle dolu. On, on beş yaşlarında bir genç kürsüde vaaz ediyor. Konuşması rahat, güzel, heyecanlı. Ayetleri sağlamca okuyordu. Hafızdır, dedim. Cemaat dağılırken birine vaaz eden kimdir? dedim.
Bekir Hâfızdır, dedi.
Soyadı Keskin olan Bekir Hâfız, aslen Kafkasyalı Ahıska Türklerindendir. Kendi ifadesine göre, dedesi aile efradıyla birlikte önce Erzurum’un Narman ilçesine gelmişler. Daha sonra da oradan Yozgat ili Şefaatli ilçesine gelip yerleşmişler. Bekir Hafız 1939 yılında Yozgat’ın Şefaatli ilçesinin Kızılyar köyünde doğar. Babası, adına Abdulbâki der. Nüfus’a Bekir olarak yazılır. Köyün hocası olan Karadenizli hafızdan Kur’an-ı okumaya ve ezberlemeye başlar ve dokuz yaşında hafız olur. Zaman zaman ev de bulduğu bir şeyin üstüne çıkar, hocadan öğrendikleriyle evdekilere vaaz eder. Kayseri’ye okumaya gönderirler. Köyde çocukluğunu yaşayamaz. Bunun için kızına oyuncaklar alırken “Ben çocukluğumu hiç yaşamadım” der.
Kayseri’de bir çok hocadan Arapça, tefsir, hadis ve fıkıh dersleri alır. Çalışkanlığı ve dersleri anlama kabiliyetinin üstünlüğü ile tanınır. Hocalarının teşviki ve müftülüğün müsaadesiyle mahalle camilerinde vaaz etmeye başlar. Bekir hafız diye tanınır. Ablama giderken dinlediğim vaazı bu dönemde yaptığı vaazlarından birisi imiş.

1953 yılında imtihanla hafız olduğunu isbat ederek, “Taşçıoğlu Kur’an Kursun”dan hafızlık belgesi alır.
1955 yılında hocası Ahmed Kirazzadenin teşviki ile, arkadaşları ile birlikte dışarıdan ilk okulu bitirme imtihanlarına girerler, Cumhuriyet ilk okulundan aldıkları diploma ile İmam-Hatibe talebe olurlar. Aynı sene Diyanetin Kayseri’de açtığı vaizlik imtihanını kazanır,
Vaizlik Belgesine de sahip olur. İmam-Hatip’de talebe iken de diğer camilerde vaaz eder, bir mahalle camisinin ücretli imamlığını yapar. Biz son sınıflarda iken kendisi ile tanışırız. Uzun boya yakın ince, kumral saçlı, yakışıklı bir delikanlı idi.

1958 yılında açılan müftülük imtihanını da kazanır. İmam-Hatip mektebinin seçkin talebelerinden biri olarak, yaptığı vaazlarıyla halkın sevgisine mazhar olur. Kıyafetine dikkat eder, şık giyinir. Bu yüzden arkadaşları arasında “Kayserinin yakışıklı Bekir Hafızı” diye de anılır. Pek tabii onun bu durumuna ailesinin gelir düzeyinin de önemli katkısı olmuştur. Bekir Hafız o yıllarda âniden babasını kaybeder. Çiftçilik yapan babasının işi başına eniştesi geçer.

1962 de Kayseri İmam-Hatip lisesinden mezun olur, Niğde vaizliğine tayin edilir. Aynı yıl İstanbul Yüksek İslam Enstitüne talebe olur, Niğdedeki vaizlik görevi de Beşiktaş vaizliğine nakledilir. İslam enstitüsünde de başarı gösteren bir talebe olur, talebe derneği başkanlığı yapar, Özel hocalardan İslâmî ilimleri öğrenmeye devam eder, vaazları zevk ve coşku ile dinlenir.

1966 yılında İslam Enstitüsünden mezun olur. Askerliğini yapar, evlenir. İstanbulda Abdulbâki ismini kullanır. Ama Kayseri’den onu tanıyanlar hâlâ Bekir Hafız derler.

1969 yılında müfettiş yardımcısı olarak Diyanet merkezinde vazife alır. Yıllar sonra Ankara’da yine kendisi ile tanışırız.
1973 yılında Müfettiş olur. Aynı yıl, İngiltereye gönderilir. Çok başarılı çalışmalar yapar, İngilizceyi en iyi şekilde öğrenir, Merhum Akşemseddin hakkında iyi bir tez hazırlar. “The Victoria Universty of Manchester” den doktor unvanını kazanır, 1977 yılında Türkiye’ye Dr. Abdulbaki Keskin olarak döner.


1978 yılında başmüfettiş olur aynı yıl Din Hizmetleri Daire başkanlığına tayın edilir. O yıllarda benim de oturduğum Özelif sitesi 2. bloktaki kendi mülkü olan eve yerleşir. Aynı
yılın Aralık ayında “Brüksel Büyükelçiliği Din İşleri Müşavirliği’ne tayin kararnamesi” çıkar.

Belçika’da müşavirken Fransızca öğrenir, Avrupa’da ilk Diyanet vakfını kurar. Bu vakfın kurucu başkanı olur. Vakfa Brükselin merkezinde üniversiteye yakın çok önemli bir gayri menkul kazandırılır ve merkez olarak kullanılır. Mescidlerde cuma ve pazar günleri vaaz ederdi..Mescidde yaptığı vaazlar her hafta artan bir ilgi ile takip edilir. Başarılı hizmetler yapar, kalıcı eserler bırakır.

“Üniversite Libre de Bruxelles”de misafir profesör statüsünde İslam tarihi dersleri verir. Avrupa Konseyi Yüksek Araştırma Bölümü’nde araştırmacı olarak çalışır. Uluslararası ilmi ve dini konferanslara katılır ve tebliğler sunar, tebliğleri uluslararası yayınlar arasında yayımlar.

Belçika’da müşavir iken yerli ve yabancı basın organlarında çıkan makalelerini “Doğu-Batı ve 21.YY Üçgeninde İslam” adlı bir kitapta toplar. Kitap Diyanet Vakfınca yayımlanır. Kitabından teberrüken bir paragraf alalım:
“Eşiğinde bulunduğumuz yüz yıl, İslam ülkelerinde tabanı oluşturan halkın; batıl ideolojilere angaje olmamış, bilgili, ihlaslı ve hoşgörülü gençlerin liderliğinde; dahili, harici çetin engellere rağmen tüm insanlığı Allah’ın iyali kabul eden, Hakk’a ve halka saygılı gerçek demokrasiyi yeniden kurduğu yüzyıl olacaktır.” Kitap; İslam adına bir şeyler yapmak için düşünen gençlerin okuyacağı kitaplardan biridir.1984 yılında Belçika’da hizmet süresi tamamlanınca vatana döner,
Diyanet İşleri Başkan Yardımcılığına tayin edilir. Belçika’dan döndükten sonra Özelif sitesinde -daha sonra aldığı- dördüncü bloktaki evinde kendisini ziyaret ettim uzun bir sohbetimiz oldu. Batı dünyasının,
İslam dünyasının durumunu, İslam adına yapılması gerekli olan şeyleri gerekçeleri ile birlikte açıklamaya çalıştı. İslam adına bir düşünürün İslami tabirle bir mütefekkirin karşısında olduğumu anladım. Kendisine teşekkür ettim, çalışmalarında Allahtan başarılar diledim.

1986- yılında Tayyar Altıkulaç’ın emekliye ayrılırken Abdulbaki Keskini Diyanet İşleri Başkan Vekili bırakılır, Başkanlığı vekâleten idare eder. Kendisine Başkan adayı olarak bakılır. Yurt dışına din müşaviri ve din görevlisi gönderilmesine özel önem verir. Devlet Başkanı Kenan Evren Çankaya köşküne çağırır. Kadınların örtünmesini sorar. Konu ile ilgili Nur suresinin 31 inci ayetini okur, açıklamasını yapar. Kenan Evren, konuşur. Söylediklerime ne dersin? der. Abdulbaki
merhum, “Söylediklerinizi kabulde zorlanıyorum”, der. Köşkten ayrılır. Merhum Abdulbaki Beyin “Söylediklerinizi kabulde zorlanıyorum” sözü diplomasi dilinde “Kabul etmiyorum” demektir.
Onbir sene beraber okuduğu bir sınıf arkadaşı ile makamında, Başkanlık makamına asaleten atanan zatın kim ve nasıl bu makama getirildiği konuşurlarken verdiği cevap dikkat çekicidir; biraz da üzgün bir ifadeyle“Meçhûlün imtiyazı.” demiştir.

1988 yılında Washington büyükelçiliği din müşavirliğine tayin edilir. Amerikada kısa adı “ Taif ” olan “Turkish AmericanIslamic Fondati on= Türk Amerikanİslam Vakfı”nı kurar. Washingtona yakın bir yerde İslam merkezi kurmak için Diyanet Vakfının gönderdiği yardımlarla, 42 dönümlük bir arsa satın alır. Arsada bulunan barakalarda gerekli değişiklikle cami, tuvalet, abdest alacak yer yapar, çay ocağı açar. Cuma günleri vaaz eder. Pazar günleri sohbet toplantıları yapar. Her cuma ve pazar cemaat sayısı daha da artar. Uzak yerlerden gelen
doktor, öğretim üyesi, iş adamı, meslek sahibi vatandaşlarla, Amerikalı müslümanlarla, Amerika’da yaşayan İslam dünyasının tanınmış insanları ile İslam merkezi için gerekli olan cemaat meydana gelir. Vakıf Amerika’da bulunan Müslümanları bir araya getiren bir organ
olur.

Bu arada “Siyahların dramı, Afrika asıllı Amerikalı nnnnnnnnMüslümanlar”adlı kitap hazırlar. Kitap Diyanet Vakfı tarafından basılır. Kitap hakkında şunları yazar:
“Beş yıl (1988-1993) süre ile bulunduğumuz Amerika Birleşik Devletlerinde, ülkenin genel olarak sosyal, kütürel, ekonomik ve aile yapısını, din ve laiklik ilişkilerini, etnik problemlerini, Yahudileri ve Yahudiliği, göçmen Müslümanların dünkü ve bugünkü durumlarını, ABD’nin dış dünyaya ve özellikle İslam dünyasına bakışını, batı dünyasının dünyamıza yaklaşımını araştırdık.” Bu kitap geçmişi bilip geleceğe ışık tutmak isteyenlerin okuması gerekli olan bir kitaptır.
1-5 Kasım 1993 tarihlerinde Ankara’da yapılan I. Din Şurasına sunduğu “Diyanet İşleri Başkanlığının Varlığı, Yapısı, Genel Hizmet Politikası Hakkında Bazı Mülahazalar” başlıklı on bir sayfalık tebliğinin son cümlesi şöyledir:
“Millet olarak varlığımızı ve birliğimizi borçlu olduğumuz yüce dinimizin bir bütün halinde, ictimai ve evrensel karakterinin korunması şartı ile Diyanet İşleri Başkanlığının anayasal bir kuruluş olarak, aziz milletimizin gönlündeki mevkiine denk bir yere yükseltilmesine ve
asrın mantığına uygun bir şekilde ilmî ve idârî özerkliğinin sağlanmasına bağlı olduğu kanaatimizi saygılarımla arzediyorum.”(I. Din Şurası Tebliğ ve müzakereleri, II, s.332, Ankara, 1995
1993’de Amerika’da hizmet müddeti tamamlandığı için Türkiye’ye döner. Başkanlık baş danışmanlığına getirilir. Amerika’daki Müslümanlar, Abdulbaki beyin hizmete devamını isterler. Diyanet İşleri Başkanlığı, Amerika’da açık Din İşleri Müşavirliğine dil bilen, hizmetleri yürütebilecek, irşad vazifesini yapabilecek kabiliyette bir görevlinin gönderilmesinde eleman bulma yönünden sıkıntı içine düşer. Abdulbaki Bey de bıraktığı hizmetleri tamamlamak ve cemaatinin isteklerine cevap vermek için müşavirlik görevine talip olur. I996 da tekrar Washington Büyük Elçiliği Din Müşavirliğine tayin edilir.

İkinci Müşavir oluşunda 22 dönümlük bitişik bir arsayı da satın alır.
Vakfın 64 dönümlük bir arazisi olur. 64 dönümlük arsa üzerine gözlere ve gönüllere sürur verecek muhteşem bir cami, kütüphane, ihtiyaçlara cevap verecek sosyal tesislerle İslam merkezi kurulmak üzere çalışmalara hız verirken hastalanır.
Kan kanserine yakalanır. Hastalığı iki buçuk yıl sürer. Hastaneye yatar, çıkar, kemoterapi tedavisi görür. Evde tedaviye devam eder. Cemaat dağılmasın diye hasta iken de Cuma günleri vaaz eder. “Hocamsenin için geliyoruz, seni dinlemek için geliyoruz” diyenlerin isteklerine cevap vermeye çalışır.
Merhum Abdulbaki Keskinin yine arkadaşlarından birisine aktardığı
şu sözleri dikkat çekicidir: Hastalığına teşhis koyan doktor. Bu tür
hastalıklar tez zamanda beklenmedik sonuca götürür der. Vedalaşırlar. Aradan 2,5 sene gibi bir zaman sonra hastalığı nüksedince yine aynı doktora gider ve karşısında eski hastasını görünce şaşırır. “Sen bu zamana kadar nasıl yaşadın, ne yedin ne içtin…?” diye sorar. Aldığı cevap “Biz Müslümanlar hemen ümitsizliğe düşmeyiz. Yaşayışım, yeme içmemem, dualarım…. Şöyle şöyle olmuştur.” der. Doktor,
“İşte o teslimiyet ve hayat tarzı bugüne kadar getirmiştir.” Der. Tebrik eder. Hastaneye son yatışı bir aydan fazla sürer. Hastalığı daha da artar. Hastanede tedavisi devam ederken doktor, yaşama şansının o/o 20 olduğunu, Türkiye’ye git, huzurlu bir şekilde öl, der. “Tedavi olmazsam intihar etmiş olurum” der, peygamberimizin emri gereğince tedavi için hastanede kalır. Konu ile ilgili hadis-i şerif şöyledir:
Bedevilerden bir grup;
-Ey Allah’ın Resulu; Tedâvi olalım mı? dediler.

-Evet, Ey Allah’ın kulları, tedavi olunuz. Çünkü Allah, bir hastalık
hariç, her hastalığın şifasını (veya devasını) mutlaka yaratmıştır. O bir hastalık hangisidir, dediler,Kocamak (ihtiyarlık)tır, buyurdu.(Tirmizî, Tıb 24)

Abdulbaki Bey, Hastalığı tevekkülle, zikirle, tesbihle, Allah’a sığınmakla, Allahtan hayr ve şifa dilemekle karşılar, şikayette bulunmaz, aile bireylerine öğütlerde bulunur, hastanede vefat eder.
Kızı Betül ölümünü şöyle anlatır: “6 Nisan 2001 de saat 01:55 de son nefesini verdiğinde yanında biz ailesi vardık. Onu son yolculuğuna elinden tutarak, Kur’an okuyarak ve salavat getirerek uğurladık.”
Nâşı, Amerika’dan getirilir. Kocatepe Camiinde cenaze namazı kılınır. Ankara Karşıyaka Mezarlığına defnedilir. Defni sırasında merhumun anne ve babasını daha okuldayken tanıyan prof.dr.Ali Şafak şu olayı aktarır: “Tabut omuzlardan indirilir. Kabre konulacaktır. O
sırada merhumun annesi yanından ayrılmayan, ona destekte bulunan benden şunu ister:Ne olur oğlumun hiç olsun ölü yüzünü bir görebilir miyim? Tabut’un kapağı hemen açılır, yüzü gösterilir ve kapatılır. Anne oğlumu böyle de görmek varmış der, feryad eder. Ali Şafak bey de şöyle der: “Gerçekten onbir yıl âşina olduğum o yüz gitmiş, mücessem Bekir ağabey, menhus hastalıktan mum gibi erimiş. Hâlâ o yüz gözümün önündedir.”

Öldüğü zaman Chicago’da, New York’ta, Washingtonda, Yozgat’ta ve Ankara’da gıyâbî cenaze namazları kılınır. Mekanı cennet olsun! Âmîn.

2003 yılında Kayseri İlahiyat Fakültesinden Ayşe Ünal adlı bir öğrenci Abdulbaki merhum hakkında bir (Lisans Tezi) hazırlar. Lisans tezinde aile efradı, ve arkadaşları merhumu tanıtırlar.
Bu tanıtımlardan bazı paragraflar alıyoruz.
Oğlu Suat babasını şöyle tanıtır: “Babam ilişkilerinde çok resmi idi. Üst derece bürokrattı.
Babamın en çok dikkatimi çeken yönü kul hakkına dikkat etmesi idi. Kimseye torpil geçmez, kimsenin hakkını yemezdi. Diyanette yurt dışına gönderilecek kişileri seçmek için yapılan imtihanları babam yapardı. İmtihan akşamında eşimizden, dostumuzdan telefonlar gelirdi. Babam “Eşimiz dostumuz safasını sürecek ben hesabını vereceğim” der hak ve hukuktan ayrılmamaya dikkat ederdi.”
Suat okulda karıştığı bir disiplin olayını da şöyle anlatır: İmam-Hatip lisesi orta 3. sınıftayken Nisan Bir Şakasından dolayı disipline gönderilmiştik. Müdür yardımcısı babamı çağırdı ve konuştular. Müdür yardımcısı dersimize geldiğinde; ”Çocuklar bugün çok enteresan bir
şey oldu. Arkadaşınızın babasını çağırdım, konuştuk. Ben affedin demesini beklerken o gereken cezayı verin” dedi.
Mesai arkadaşı Mehmed Kervancı Beyin merhum hakkında yazdığı yazıdan da birkaç paragraf alalım:
“Sayın Keskin dini doğru anlayabilmek için önemli bir bilgi tabanının olması gerektiğine inanırdı. Bunun için dini kaynaklardaki bazı bilgilere sahip olmak yeterli değildi. Bunun yanında fikir gelişmeleri de yakından takip etmemizin gerekli şart olduğuna inanırdı.

Bilgi bakımından oldukça yeterli olan hoca efendilerin uzmanlık sahalarında fikirler üretememelerini dünyadaki fikri gelişmeleri takip edememelerine bağlardı.
Dini bilgi ve kanaatlerini hayatında yaşayan bir kişi idi. O dini öğreniminden kazandığı oluşum içinde daima doğrudan ve haklıdan yana olmuştur, kararlarında hatırı hakka tercih etmemiştir. Duyguları tasvip etmese de daima hakkın sahibine verilmesinden yana olmuştur. Zaman zaman çevresini kırarcasına da olsa bu tutumunda kararlı olmuştur. Bazı menfaatler için taviz yoluna hiç sapmamıştır.
1987 Hac mevsiminde Suud makamları Diyanet Vakfından otobüsler kiralarlar. İş bitince kiralama bedelini yüz elli bin riyal eksik verirler. Vakıf idarecileri ısrarla isterler yine vermezler. Abdulbaki merhum bir de ben isteyeyim der. Dört saat sonra 150 bin riyalin 75 binini
alarak gelir.

Sayın Keskin gerek yurtiçi gerek yurtdışı görevlerinde dini kurallardan taviz vermeden yaşamıştır. Ama bu yaşantısı onu toplum içinde ve çevresinde dışlanmasına vesile olmamış aksine herkes tarafından sevilen ilmi ve entelektüelliğiyle saygı duyulan bir kişi örneğini vermiştir.
Bu durumu,Belçika’da Dinî Hizmet Müşaviri olarak yaptığında Bürüksel Türk Büyükelçiliği çevrelerinde tesbit ettiğim gibi Amerika’da
1988-1993 yıllarında görev yaptığında Amerika’ya gittiğim de Washington Türk Büyükelçiliğinde sevilen ve saygı duyulan kişilerin başında geldiğini müşahede ettim.
Bu müşahedelerim dışında görev yerlerinde kendisini tanıyan kişilerin dışında efendiliğinden, dinimizin örnek bir temsilcisi olmasından ve bilgisinden beğeniyle bahsetmiş olmaları mesai arkadaşım olarak bana gurur vermiştir.”
Mesai arkadaşlarından Sami Uslunun merhum hakkındaki yazısından da birkaç paragraf alalım:
Washington’da muhteşem bir caminin inşası başkanlığımıza nasip oldu. Abdülbaki Keskin arkadaşımızın yıllarca süren ısrarlı hayali gerçekleşti. Dr. Keskin’nin tanıtılması o kadar kolay değildir. Başkanlığımızın medar-ı iftiharı arkadaşımız, kendisinden olgunluk çağında çok daha büyük başarılı hizmetler beklediğimiz bir zamanda, bizleri terk etmiş oldu. Onun ayrılışıyla bıraktığı boşluğun kolayca kapatılacağını sanmıyorum. Mekanı Cennet olsun.”

Taif İmamı Hasan Yavuzer’in merhum Abdulbaki hakkındaki yazısından bir paragraf alalım: .
Güzel ve şık giyimi ve beyefendi tavırlarıyla hafızalarda yer edinen Sayın Keskin iyi bir ilim ve din adamı idi. Ufku geniş, konulara yaklaşımı alışık olduğumuz din adamlarının yaklaşımından farklı idi. Onun için sözleri ve sohbetleri yoğun ilgi çekerdi. Sohbetlerini dinleyenler merakla daha sonra söyleyeceği sözleri ve temas edeceği konuları beklerdi. Hizmet için büyük azim ve gayretleri ve bazı planları vardı. Cenab-ı Allah’tan bunun için ömür istiyordu. Fakat takdir-i
ilâhi öyle tecelli etti. Yakalandığı hastalıktan kurtulamadı.

Washington Büyükelçisi Baki İlkin 13.12.2000 tarihinde Abdulbaki Merhumun hastalığı hakkında Dışişleri Bakanlığına gönderdiği
mektupta şunları yazar:
“Dr. Abdulbaki Keskin son derece çalışkan ve ciddi bir Müşavirdir. Sağlığı yerindeyken müşavirlik hizmetlerini büyük bir başarıyla sürdürmüş, hastalığı döneminde de sağlık durumu elverdiği ölçüde hizmet vermeye devam etmiştir.”
Sınıf arkadaşı Mehmet Özcan, Dr. Abdulbaki merhumu şöyle anlatır:
Merhum Abdulbaki Bey, soyadı gibi keskin bir insandı. Nasıl keskindi derseniz, hayatı boyunca ilmi, bilgi ve görgüsü ile keskindi. İnancında, dinî anlayışında ve yaşantısında tavizsizdi. Ciddi ve olgun kişiliği yanında Allah korkusunu, âhiret sorumluluğunu sık sık çevresi ve dostlarıyla paylaşmak ve birlikte hatırlamak gereğini duyardı. Hoş sohbetliydi. Gereksiz ve boş şeylerden bahsedilmesinden daima kaçınırdı.
Sınıfta hem arkadaşımız hem hocamız gibiydi. Kendisi hafızdı, Arapçası mükemmeldi. Dini bilgilerden fıkıh, hadis, akaid, kelam tefsir
İslam felsefesi gibi bilimlerden derse gelen hocalarımıza denkti. Hitabette zirvede denilebilirdi.”
Sınıf ve mesai arkadaşı Abdurrahman Kahyaoğlunun iki sayfalık yazısından üç cümle alıyoruz. “Hitabeti dillere destandı. Çok heyecanlı dua okurdu. Duada ağlar ve de ağlatırdı.”

Merhum Abdulbaki efendi, yüksek tahsilinden sonra vaiz olarak yurt içinde hizmetine devam etseydi, o hitabetiyle, gönül tellerini titreten, cemaati coşturan konuşmasıyla, içten gelerek göz yaşları ile yaptığı dualarıyla Türkiye’nin en tanınmış vaizi olurdu. Ama o, zor yolu seçti.

Yurtdışı hizmetinde geçen on altı yılda üstün başarılar elde etti. En iyi şekilde iki dili öğrendi, doktorasını yaptı. Uluslararası toplantılarda Türkiye’yi temsil etti. Konuşmalar yaptı, tebliğler sundu. Tebliğleri uluslararası yayınlarda yer aldı. Yurtdışında Diyanet adına vakıf kurmada öncü oldu. Bilgi birikimi, edeb ve ahlakiyle, güzel insanî ilişkileri ile insanların sevgi, saygı ve güvenini kazandı. Örnek ve önder bir kişiliğe sahip olarak Avrupa’da yaşayan vatandaşlarımıza,
işçilerimize, Amerika’daki kendilerini kaybetmek üzere olan vatandaşlarımıza ve diğer Müslümanlara önderlik etti.
Abdulbaki beyin önderliğinin ne derece önemli olduğunu, Dünya Bankasında çalışıp emekli olduktan sonra Washingtona yerleşen Fethi Yılmazın Merhumun ölümü özerine yazdığı bir sayfalık yazısından aldığımız bazı cümleleri ve son paragrafı göstermektedir. Fethi Yılmaz Beyefendi şöyle yazmaktadır:
“Amerikada dinlerini unutur hale gelmiş, dini eğitime ve kültüre muhtaç insanlar, Abdulbaki Beyi dinledikçe ona adeta bir kurtarıcı olarak bakıyorlardı.

Zaman geçtikçe, kendisini dinledikçe iyi tanıdıkça böyle bir misyona layık olduğunu anladık, güvenimiz arttı, karamsarlığımızdan kurtulduk.
Âlimin ölmesi âlemin ölmesi gibi derler ya, Abdulbâki Hoca genç yaşında Allah’ın rahmetine kavuşunca adeta bir dağ çöktü ve cami birdenbire bir köy camisi konumuna düştü. Şimdi ise, Abdulbaki Hoca gibi bir “entelektüel”in sihirli elini bekliyor. Allah yardımcımız olsun.
Şahsını ve sohbetlerini çok özleyeceğiz. Nûr içinde yatsın Amin!” Merhum Abdulbaki Efendi kardeşimiz; daha çok verimli hizmet edeceği, kitaplar yazacağı, kalıcı eserler bırakacağı bir zamanda 62 yaşında “Kayseri’nin yakışıklı Bekir Hâfızı” safiyeti ile bu dünyadan ayrıldı.
Allah, gani gani rahmet etsin. Mekanı Firdevs Cenneti olsun…
Allah, Müslümanlara merhumun neslinden ve ümmet-i Muhammedin içinden çıkacak yeni “Bekir Hafızlar” nasip etsin. Amin Amin Amin!

Diyanet İşleri Başkanlığımızdan bir isteğimiz vardır. İmam-Hatip mekteplerinde, İlahiyat fakültelerinde, Eğitim merkezlerinde, Teşkilatımız içinde hitabet kabiliyeti olan irşad ve tebliğ aşkı ile bunu okul sıralarında, okullararası münazaalarda, cami kürsülerinde gösterenleri, ayrı bir eğitime tabi tutarak yabancı bir dili konuşacak ve yazacak şekilde öğreterek mürşid ve mübelliğ olarak yabancı ülkelerdeki ve cami kürsülerindeki hizmetleri bunlara emanet etmeliyiz. Yeni
Bekir hafızlar yetiştirmeliyiz…
Amerika’daki İslam merkezinin inşaatının temeli Başbakan sayın Recep Tayyip Erdoğan ve Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Sayın Mehmet Görmez Hoca tarafından 2013 yılında atılır.
İslam Merkezinin inşaatının tamamlanması ve hizmete girmesi merasimi yine Sayın Başbakanın ve Başkanın katımı ile büyük bir cemaatin iştiraki ile 2 Nisan 2016 yılında yapılır. Sayın Başkan Türkçe, Arapça, İngilizce hutbe okur ve cuma namazını kıldırır.

Abdulbaki Bey kardeşimiz bu merasimi göremedi. Ama Amerika’daki İslam Merkezine yapılan her ibadetten, her duadan, her okunan Kur’an ayetinden ona sevap hissesi gönderilir. Çünkü bu merkezin öncüsü odur. İslam merkezi Abdulbaki merhum için bir “Sadaka-i câriye”dir.
Amerika’daki İslam Merkezi

Scroll to Top