(N. James adında bir İngiliz, 1842 tarihinde dinler arası bir toplantı tertib eder. Toplantıdaki konuşmalar tesbit edilir, bir kitap halinde yayınlanır. Kitabın Türkçesini “Sönmez Yayınevi 1970 yılında yayınlar.
Kitapta konuşmaları yapanlar şunlardır:
Şihab Mirza ve Burhaneddin, Hindisitanlı iki Müslüman âlim.
Ali Han, İranlı Müslüman âlim.
Gyüvent, Tiflisli Hıristiyan Protestan Papaz
Karlos, İtalyan Hıristiyan Katolik Papaz.
Vasiliyus, Rus Hıristiyan Ortodoks Metropolit
Kohen, İzmirli Yahudi Haham
Begeni, Alman Profesör dinlere karşı kayıtsız
Jan Fabr, Profesör, Katolik
Alfons Robert, Profesör Katolik
Toplantıya katılanların hepsi sahalarında uzman, birkaç kitap yazmış, çeşitli dilleri bilen insanlardır.
Toplantıya katılanların Teslis’le yani Üçlü tanrı İnancı ile ilgili yaptıkları konuşmaların bir kısmını mümkün olduğu kadir sadeleştirerek okuyucularımızın bilgisine sunuyoruz. .
Kitabı Türkçe’ye çeviren İsmail Ferid, okuyucularına ve Müslümanlara bir düşüncesini şöyle açıklar:
“Ben derim ki, biz Müslümanlar memleketimizde oturan Rum, Ermeni ve Yahudilerin dillerini okur yazar olarak öğrenmeliyiz, onların dini ilimlerine ait kitapları gözden geçirmeliyiz, tetkik etmeliyiz.
Kitaplarında bulduğumuz (Kur’ân’ın verdiği haberlerin dışındaki) yanlış bilgileri kendileri ile konuşarak, sual sorarak veya ilmi kaideler içinde tartışarak hakikatin ortaya çıkmasına çalışmalıyız.
Rusya Müslümanları Rusça, Fransız ve İngiliz Müslümanları Fransızca ve İngilizce öğrenmeliler ve onların kitaplarını okuyup mezhep ve mesleklerine dair doğru bilgiler edindikten sonra onlarla anlaşmalılar.
Hak ve hakikat birden fazla olmayacağından milletler arasında er geç birlik ve yakınlık için çalışmalılar. Dünyanın çekişme ve kavgası işte ancak bu vasıta ile bertaraf edilebilir.
Fakat kaş yapalım derken göz çıkarmamak için, her şeyden önce İslâm dini ilimlerinde iyice ilerlemeli ve maharet kazanmalı.
Şerh-i Mevakif, Şerh-i Makasıd, Şerh-i Metalî gibi kitapları tamamen ve Tevilat-ü Ebu Mansur Maturidi, Tefsir-i Kebir, Tefsir-i İbni Hazin gibi yazılı eserleri kısmen ve Kütüb-ü Sitte hadislerini tamamen okumuş ve anlamış bulunmalı. “
Mütercim merhum İsmail Ferid Bey’in teklifi hâlâ geçerlidir.
Müslüman olmayanlara kendi dillerinde, kendi dinlerini anlatacak ve onlara İslâm’ı tebliğ edecek bilginlerden mahrumuz. Bazı bilgisi kıt, edebi ve ahlakı kıt, Müslümanca yaşamak düsturundan mahrum bilginler ile bırakalım Müslüman olmayanlara İslâmı tebliği, Müslümanları bile dininden soğutan bir tavrın içindeyiz. Çare, merhum mütercimin dediği gibi. Önder bilginleri yetiştirmek mecburiyetindeyiz. . .
Ne Karıştırmalı, Ne Ayırmalı
“Begeni-. Biz değil, hiçbir kimse, hangi dinden olursa olsun dünyada akıl ve düşünceden nasibi olan herkes iki kere ikinin dört edip hiçbir zaman da üç veya altı ettiğine inanmamıştır. İnanması da mümkün değildir. Lâkin Hıristiyanlığın her bir esası böyle aşikar, apaçık mıdır?Böyle kabul edilmiş ve olumlu esaslara dayanmakta mıdır?
Bakınız. Hıristiyanlık ne diyor?: “Asıl üçte bire ve birde üçe ibadet olunur. ” Gördünüz mü? Bir kere bir şey, inanmak için ilk önce anlaşılır olmalı, yani akla uygun olmalı, akıl onu kavrayabilmeli. Bu üç esasta (Baba-Oğul-Kutsal Ruh) bir ve birde üç asıl ne demektir? Anlaşılır bir şey midir? Bu surette böyle anlaşılmayan bir önermenin neresine şüpheden uzak olarak inanacağız.
Karlos-Herkes, bu şeyleri anlayacak olsaydı, herkesin kolay kolay anlaması, esrarı hikmete vakıf olması mümkün olsaydı, rahiplere, kiliselere, papazlara ne hacet vardı? Herkes kendi kendine okusun, anlasın, geçsin, gitsin! Hey Yavrum hey??!!
Begeni- Canım efendilerim! Bunlar başka bahis, ben size bu (karıştırmak, karıştırmamak) keyfiyetlerinin bir anda oluşuna siz inanabilir misiniz? Bunu soruyorum. Hem de vicdanınıza müracaat ediyorum. Buna böyle inanmışsanız, bunun yolunu bize de gösteriniz.
Karlos-Tabiidir ki biz inanmışız.
Begeni-Acaip! Hem karıştır, hem de karıştırma (Baba-Oğul-Kutsal Ruh’u karıştır bir yap. Karıştırma üç halinde kalsın) ile hem gel,hem gelme arasında ne fark var? Bir anda hem gelmek hem gelmemek mümkün mü?
Karlos-Sizin anlamamanızdan başkasının da anlamaması lazım gelir mi?
“Gelmek” bir cismin hareketi ve “karıştırmak” bu makama göre fikir hareketidir. Siz daha bunları bile fark edemiyorsunuz?
Begeni-Benim anlamamamdan başkasının da anlamaması lazım gelir. Bu öyle bir fikir hareketidir ki “İki kere iki hem dört eder, hem de dört etmez” demeye benzer. Birisi, size, bu şekilde “İki kere iki hem dört eder hem dört etmez” dese ne dersiniz?
Karlos– Onunla bunun arasındaki farkı da görmüyor musunuz? (Tek tanrı da üç şahıs, Baba, Oğul, Kutsal Ruh. Üç şahısta tek tanrı) başka, (iki kere iki dört eder, sekiz eder) başka.
Gyuvent– Canım bir kere dini baştan aşağıya kadar okuyunuz, o zaman bu cümleden anlayamadığınız manayı öteki cümle anlatır. O zaman da anlayamazsanız, artık siz bilirsiniz.
Beğeni- Peki, bir kere öyle tecrübe edelim. Baştan. Dünya ve âhiret saadetine kavuşmak isteyenler her şeyden önce dine inanmak mecburiyetindedir. Eğer bir kimse dine şüpheden uzak bir şekilde inanmazsa ilelebet hüsranda kalır. (Beğeni bu sözleri söyledikten sonra Hıristiyanlığın esasını şöyle anlatır):
(Baba, Oğul, Kutsal Ruh üçlüsünde bir tanrıya, bir tanrı da Baba, Oğul, Kutsal Ruh üçlüsüne ibadet olunur.)
Üç şahsı, Baba, Oğul-Kutsal Ruh’u ne karıştırmak ne de ayırmalıdır.
Çünkü Baba’nın şahsı başka olduğu gibi, Oğul’un ve Kutsal Ruh’un şahısları da başkadır. Fakat Baba’nın, Oğul’un ve Kutsal Ruh’un tanrılığı bir, saltanatı eşit ve kutsallığı ebedidir.
Baba ne ise Oğul da odur. Kutsal Ruh’da odur.
Baba yaratılmamış, Oğul yaratılmamış, Kutsal ruh yaratılmamıştır.
Baba idrak edilemez, Oğul idrak edilemez, Kutsal Ruh idrak edilemez.
Baba ezelî, Oğul, ezelî, Kutsal Ruh ezelîdir.
Fakat üç ebedî değil, bir ebedîdir.
Üç yaratılmamış değil bir yaratılmamıştır.
Üç idrak edilemez değil bir idrak edilemez.
Kadir-i Mutlak Baba, Kadir-i Mutlak Oğul, Kadir-i Mutlak Kutsal Ruh. Fakat Üç Kadir-i Mutlak değil bir Kadir-i Mutlak’tır.
Tanrı Baba, tanrı Oğul, tanrı Kutsal Ruh. Fakat üç tanrı değil, bir tanrı. İş bu şahıslardan her birini tanrı olarak tanımak inancı Hıristiyan dinince gerekli olduğu halde üç tanrı demek dahi yasaktır.
Baba, hiçbir kimse tarafından yaratılmamış ve doğurulmamıştır.
Oğul, Baba tarafından yaratılmamış, ondan doğmuştur.
Kutsal Ruh Baba tarafından yaratılmamış, O’ndan doğmamış O’ndan sadır olmuştur. (Bir inanışa göre Kutsal Ruh hem Baba hem de Oğul’dan sadır olmuştur)
Baba birdir, üç değildir. Oğul birdir, üç değildir, kutsal Ruh birdir, üç değildir.
Velhasıl (kısaca) bu şekilde Tek tanrıda Baba, Oğul, Kutsal Ruh üçlüsüne, Baba, Oğul, Kutsal ruh üçlüsünde tek tanrıya inanılır.
İşte Hıristiyanlık dininin inançları budur. Her kim buna tam bir inanışla inanmazsa dünya ve ahiret kurtuluşuna eremez.”
İşte Hıristiyanlığı yukarıdan aşağıya okuduk. Anlaşılmayan hal önceden bir ise, şimdi yirmi oldu. (Sır) dediğiniz eğer bu sözlerin anlaşılmamasından ibaretse, bunun hepsinin (sır) olduğu meydana çıktı.
Gyuvent– Bunun neresi anlaşılmıyor?
Begeni- Siz neresini anlıyorsunuz? Orasını bana anlatınız. Bu okuduğum makalenin her bir kelimesinin kendine mahsus bir manası olduğunu ve o kelimeyi o mana ile anlamak mümkün olduğunu itiraf ederim. Ancak her cümleyi birer birer ve iki cümleyi birbirini destekler olmak üzere anlamak bence imkânsız.
Üç şahsı, Baba Oğul, Kutsal Ruh’u ne karıştırmalı ne de ayırmalı dedikten sonra Baba’nın şahsı başka olduğu gibi, Oğul’un ve Kutsal Ruh’un şahısları da başka başka demek, şahısları birbirine karıştırmamak demektir. Yoksa şayet karışmış ise ayırt etme demek değildir.
“Baba”nın, Oğul”un ve Kutsal Ruh’un tanrılığı bir, saltanatları eşit, kutsallığı ebedîdir” cümlesinin manası, bizim gibi esrar-ı dine (aşına) vakıf olmayan halk tabakasının anlayabileceğine göre iki şıktan uzak değildir:
Ya; şu üç unsur Baba, Oğul ve Kutsal Ruh tanrılık güç ve kuvvetinde eşit olmakla üçünün de kendilerinden başka yaratılmış üzerinde, gerek yaratılış, gerekse devamlılıkları yönünden icraat ve tesirleri eşit varlıklar arasında üstünlükleri ve yükselmeleri ebedîdir. Bu durumda ilah çokluğu demektir.
Veyahut; bunların üçünün tanrılığını birleştirme ile bir ilah şeklini almış saltanat ve tesirleri eşit kalmış ise bu üç kısımdan meydana gelmiş olan bir mevcudun, bir meydana getireni olması zaruri olacağının aşikar bulunması dolayısıyla gerçek tanrılığı bu şekilde düşünmek mümkün değildir.
Şu üç unsurun, Baba, Oğul ve Kutsal Ruh’un tanrılığı birdir. Bu tanrılığı ayırmayınız demek ise, tanrılık bir sıfat olup her sıfat bir zat ile düşünüleceğinden o halde bunun manası, şu üç unsuru Baba, Oğul ve Kutsal Ruh’u karıştırınız, birleştiriniz, fakat ayırmayınız suretinde olması lazımdır. Yoksa hem karıştırınız hem de aynı zamanda ayırmayınız denir ise, bunu benim aklım değil, namusum üzerine yemin ederim ki; bu kaideyi koyan Papaz Atnaş’ın bile aklı kabul etmeyeceği gibi, sizin dahi aklınız kabul etmez.
Robert- İlahın çok olması ne demektir? Bu tabirden maksat nedir?
Beğeni- İlahın çok olması, yaratıcıların birden fazla olması demektir.
Mesela üç yaratıcı, beş yaratıcı bulunması demektir. Bilirsiniz, eski Romalılar ve Yunanlılar zamanlarında belki yüz, yüz elli yaratan vardı. Atnaş inancına göre üç yaratıcının bulunması lazım geliyor.
Gyuvent-Hayır, daha şimdi okudunuz ki; Üç Kadir-i Mutlak değil ancak bir Kadir-i mutlak bulunmak lazım geliyor. Üç zan olunması insanın dilinde bu durumu tarif edecek bundan başka kelime bulunmamasından ortaya çıkıyor. Bu ise bir ilahın olmasına mani değildir. Bakınız, size bir misal göstereyim. . .
Şihab– Benim de bir iki söz söylemekliğime müsaadenizi rica ederim.
Müslümanlarca da bir usül vardır. “Teklif yeri akıldır” yani her türlü emirleri yerine getirme ve yasaklardan kaçmak, ancak akıllı olan insanlara teklif edilmiştir. Bunak, deli ve çocuk yükümlü değildir. Sebebi akılsız olmalarıdır.
Öyleyse insanların hareketi üzerinde en büyük vazife sahibi ancak akıldır. Akıl, kendisine arz olunan şeyleri uygun ise kabul eder; uygun olmayanı kabul etmez. Demek ki, aklın kabule layık gördüğü şeyler bir taraftan hiçbir sual gelemez ki: “Şu akla uygun olmayan şeyi niçin kabul ve tasdik etmiyorsun?” diye.
İşte böyle bir sual ne İlah ne de insanlar tarafından sorulmaz, sorulamaz. Mesela, İlâh böyle bir sual sorsa:
“Ya Rabbi! sen bize önce doğruyu, yanlışı, iyiyi, kötüyü, aklımızın erdiği ermediğini ayırmak için “akıl” denilen bir alet verdin, ondan sonra da “Aklınız yok mu? Düşününüz” buyurup aklın varlığı sayesinde kabul edilecek birçok teklifler gönderdin. Aklın kabul etmediği şu hükmü, her işte öncümüz bulunan “Aklımız” hükmüne aykırı olacağı için kabul etmedik” dersek bize bir cevap var mı? Şüphesiz ki yoktur. Özellikle akla uygun olmayan emir İlah tarafından olmayıp da başkası tarafından icat edilip İlah adına isnat edilip olursa, reddetmeye ve yüz çevirmeye daha ziyade layık olur.
Olmaz ama diyelim ki, bu akla uygun olmayan emirler doğrudan doğruya İlah tarafından gelmiş olsun. O halde dahi mazeret bir vasıta verdikten sonra, akla uygun olmayanın kabulünü teklif etmek, güç ve takat yetmeyeni teklif etmek cinsindendir. İşte, söyleyeceğimi bitirdim.
Yine bahse devam buyurunuz.
(Gyuvent yine söz alır, Teslisi güneş örneği ile açıklamaya çalışır. Biz Gyuventin Güneş örneği açıklamasını “Takıyüddin İbn-i Teymiye”nin görüşlerini belirtirken vermiştik. Burada tekrar etmiyoruz. O bölüme bakılabilir. )
Şihab… Bu “Oğul” meselesi misyoner cemiyetinden Frank ile talebelerden Nurullah arasında cereyan ediyor. Ben sözün yukarısına yetişemedim.
Nurullah, Frank’a:
-Siz Hıristiyanlara göre İlâhın birden çok olmasında bir mahsur görmediğiniz anlaşılıyor. Şimdiki inancınızda “Ekanim-i Selâsiye (Baba, Oğlu, Kutsal Ruh) inanmakta iseniz de, dördüncü veya beşinci asırda dörde de inandığınızı tarih haber veriyor. Mesela Hz. Meryem’i de tanrılık hissesinden nasipdar etmişsiniz. Demek ki, o zaman dört ilahınız var iken sonra üçe indirmişsiniz, diyordu.
Frank ise cevaben:
“Ortodoksların ifratperestliği Hıristiyan dünyasında bu harikulade hadisenin ortaya çıkmasına sebep oldu. İskenderiye Patriklerinden “Sant Seril” Hz. Meryem’in tanrılığını ilan etti. Her ne kadar Hıristiyan bilginlerinden olması nedeniyle bu ilan “Baba” ve “Oğul” meselesinin halk tabakasının düşüncesine çabuk yerleşmesine hizmet ederek dinin yayılmasına hayli iyiliği görüldü ise de sonraları anlatılması kabil olmayan zararlarına binaen, bu ilanın dini hükümler içinde olmadığı açıklanıp durum düzeltildi,” diyordu.
Hıristiyan dini ilminde birçok meseleler vardır ki, papazlar bunları halletseler, bu gibi meseleler ile uğraşanları meraktan kurtarsalar tabii bir islahat meydana getirmiş olurlar idi. .
Gyuvent– İmkânı olsa idi, papazlar şimdiye kadar bu maksadı bin kere meydana getirirlerdi. Fakat imkansız!!!
Şihab- Mösyö Begeni’nin sual ettiği Oğul meselesi ki, bu kelime Baba ve Ana kelimelerin de düşünmeye sebep oluyor. Oğul denilince Baba ve Ana bir türlü hatırdan çıkamıyor. İnsanlık hali bin türlü soru, bin türlü şüphe fikirleri istila ediyor. Keşke dini kuran Papaz Atnaş şu doğma bahsini de bütün teferruatı ile açıklasa idi.
Şihab-Mösyö Rahip! “Rahipler bu sözleri kendilerinden boş söz olarak söylemiyorlar. Elbette kitapta bir kaynakları vardır” dediniz. Bu kaynakları göstermelisiniz.
Gyuvent– Reis Bey! Müsaade eder misiniz ki, kütüphaneden bir İncil-i Şerif alayım.
Reis- Kütüphanenin kapaklarını açık bıraktığımın sebebi, muhterem heyetinizin her ne vakit arzu buyururlarsa kütüphaneden istedikleri kitabı mütaala buyurmalarını kolaylaştırmak içindir.
Gyuvent-Teşekkür ederim deyip Kütüphaneden gayet güzel ciltlenmiş ve İngiliz dili ile yazılmış bir İncil-i Şerif bulup, “işte bakınız!” diyerek okudu:
Yuhanna İncili: 10/30’da, “Ben ve Baba biriz. “14/9’da, “Ben Baba’dayım, Baba bendedir” şu ayetleri gördünüz ya! deyip diğer sahifeleri çevirdi.
Yuhanna İncili: 8/23’de “Siz aşağıdansınız, ben yukarıdanım, siz bu dünyadansınız, ben bu dünyadan değilim” demiş ki, İncil-i Şerif müfessirleri bu âyeti “Ben Allah’ım, Gökten inip seslendim” manasına tefsir etmişlerdir. Daha göstereyim:
Yuhanna İncili: 14/9’da, “Şu kimseler ki beni gördü, ancak Baba’yı görmüştür. Ya sen nasıl dersin ki Peder’i bana göster. “
Yuhanna İncili 14/10’da, “İman etmiyor musun ki, ben Baba’dayım, Baba da bendedir. Ben size söylediğim sözleri kendiliğimden söylemem, fakat bende duran Baba kendi işlerini yapar. “
Yuhanna risalesinin birincisi, beşinci babında “Gökte onlar üçtür. Baba Oğul, Kelime ve Ruhul-Kudüs ve şu üç birdir.” İşte böyle. Demek ki, bunların cümlesi öyle. Kohen’in dediği gibi Rahiplerin kendi keselerinden söylenmiş boş sözler değil. Cümlesi dinden, kitaptan alınmış şeyler.
Burhaneddin- Akıl ve mantık dairesinde bir söz söyleyeceğim, dikkatle dinlemenizi rica ederim:
İki veya üç veya daha fazla şeylerin birleşmesine birleşik denir. Bu dahi ya aklî olur veya hissi olur. Akli olana örnek: İki kimse bir meselede ayni düşüncede olur. Hissi olana örnek: Şeker ve limon suyunun birleşip karıştırılmasından limonatanın meydana gelmesi gibi. Fakat bizim konumuz olan birlik bu iki kısımdan hariçtir.
Bu birlik (ittihad) şudur ki, iki şey birbirleri ile birleşe, şu şartla ki, iki şeyden birinin diğeri ile birleşimi bu şeylerin birinden eksik diğerinden fazla olmaya. Bu şart altında birleşme olmaz. Çünkü iki farklı mahiyet ve hüviyet vardır. Mahiyetleri farklı olanların birleşmesi, ayrılığın ortadan kalkmasına bağlıdır.
Meselâ: Şeker, su ve limonun birleşmesinden meydana gelen limonata ne yalnız şeker ve ne yalnız limon ve ne de yalnız suya eşit olmayıp, aksine bu üçünün toplamına eşittir.
Şimdi konumuzdaki birliğe gelelim: “Baba, Oğul, Kutsal Ruh” esasında ayrı ayrı şahsiyetlerdir. Ayrı ayrı özellikleri vardır. Bunlar ayrı ayrı oldukları halde birleşeceklerse, suyun, şekerin ve limonun birleşmesi gibi bir birleşme olur.
Bu birleşmenin ürünü ise: ne İlah olan Babanın aynı, Ne tanrının oğlu olan Mesih’in aynı ve ne de bu iki zattan başka olan Kutsal Ruh’un aynı olmayıp limonata gibi dördüncü bir şey olmuş olur. Siz buna inanıyor musunuz?
Karlos- Asla! Fakat tanrıya ait olan şeylere biz insanoğlunun aklı ermez. Bunlar akıl, mantık ve kıyasla bilinemez.
Gyuvent- tanrı kendisi yeryüzüne gelmiş. Varlığını isbat etmiş. Bizim tekrar etmemize hacet bırakmamış ki. Sizin düşünceleriniz, Hıristiyan olmadığınızdan, Hıristiyan olmaya meyletmediğinizden, daha doğrusu hidayete erişemediğinizden ortaya çıkıyor.
Burhaneddin- Hidayete erişmek demek akıl erdirmek demektir. Tanrının varlığına akıl ermişse, yani akıl tanrının var olduğunu tanımış ve hükmetmiş ise, o hususta hidayete ermiş demektir. Demek ki, bir kimsenin hidayete erişmesi, o kimsenin aklı meseleyi şek ve şüpheden uzak olarak genişliğine ve derinliğine anlaması imiş.
Bu ise meselenin aslında aklî olmasına bağlıdır. Meselâ: “İki kere iki onbeş eder” diye bir dava ileri sürseniz de biz de “Buna aklımız ermedi” desek, siz, bize “siz hidayete erişmemişsiniz” mi diyeceksiniz.
Şihab- “tanrı yeryüzüne gelmiş, varlığını isbat etmiş” demek, ispatı gereken bir iddiadır. Siz tanrının yeryüzüne geldiğini ne ile isbat edeceksiniz? Hem bakınız: Bu davayı bize karşı isbat edeceksiniz. Biz ki, aslında Allah’ın varlığına inanan bir dinin sahibiyiz. Mösyö Begeni’ye karşı değil. Mösyö Begeni ki, âlemde Allah’ın varlığına inanmayan bir mezhebin mensubudur. Ona yeryüzüne gelmiş deseniz, “Mevcut değil ki gelebilsin” diye cevap vereceğine şüphe yoktur. O halde, ona ne cevap verecek ve kendisini nasıl ikna edeceksiniz?
Gyuvent-Ona cevap vermeye ne lüzum var? O bizce inatçı bir adamdır.
Burhanneddin-Rahiplerin en birinci faziletleri hiç kimseye açık ve kesin bir söz söylememeleridir. Siz bin Kere:
“Tanrı kimdir? Bir midir, üç müdür? Birleşik midir, basit midir?” deyip durunuz. Alacağınız cevap asla kesin olmaz. . .
Şihab- (Gyuvent’e hitaben) İnatçı odur ki, doğru sözü kabul etmek istemez. Mesela iki kere iki dört eder dersek kabul etmez. İşte inatçı budur. Yoksa iki kere iki onbeş eder dediğimizde kabul etmezse, bu adama inatçı denemez. Çünkü hiçbirimiz iki kere ikinin onbeş ettiğini kabul etmeyiz. Zira akla uymaz. Batıl olduğu açıktır. Zira hesabın, tabiatın, kaidenin, kanunun haricinde bir söz. İşte bunun gibi Mösyö Begeni’nin sual ettiği şu (hem karıştır, hem karıştırma) meselesi akla uygun sayılabilir mi?Tabii kim olursa olsun böyle kural dışı bir tekliften hoşlanmaz.
İhtimal ki, siz dahi işin başında yani Papaz Okulu’na yeni girdiğinizde, bu cümlenin isabetini takdirde birçok zorluklara uğramışınızdır.
Gyuvent– Şüphe mi var? Bu gibi bahisler geniş ve derin çalışmakla, büyük rahiplerden sual edilmekle öğrenilir. Şimdiye kadar eline İncil ve tefsirini almamış ve dine ait bir kitap okumamış bir adam umumi dinden ve üç esastan ne anlar.
Şihab– Hah! Demek ki, akıl ermemek keyfiyeti sizde de olmuş. Öyle ise, Mösyö Begeni’nin de aklı ermeyebilir. Siz nasıl sual edip öğrendiniz ise, mösyö Begeni de öğrenme hakkına sahipdir.
Kaynak: Dört Dinden Dört Adam ve Dinsizin Konuşmaları, sh:111-134, Sönmez yayını 1970, İstanbul