ABBASİ devleti eski gücünü yitiriyordu. Tümü bir arada tutan Harun Reşid, Mu’tasım gibi güçlü halifeler dönemi geride kalmıştı. Artık İslâm için akınlar yapılmıyor, devlet otoritesi zayıflıyordu. Bu, tüm İslâm topraklarının düşman taarruzlarına açılması demekti. İslâm devletinin gücü azaldıkça köleler, Hariciler, Karmatiler, Bedeviler, Mecusiler vesaire isyan ediyor, Abbasi halifeleri hep isyanlarla uğraşıyordu. İsyanların kimisi etnik, kimisi mezhebi oluyor, sorunların ardı arkası kesilmiyordu. Birçok büyük isyanın arkasında Bizans’ın kirli oyunları vardı. Ayrıca Fatımiler denilen bir topluluk ortaya çıkmakta ve kuzey Afrika’da gittikçe güçlenmekte idi. Bu topluluğun Abbasi halifeliğine bağlılığı yoktu. Çünkü kendi sahte halifeleri vardı. Sahabe düşmanı bu aşırı Rafizi
topluluğu Ehl-i Sünnet Müslümanlara çok acı çektiriyorlardı. Başka bir Rafizi topluluğu olan Büveyh oğulları ise Irak ve İran’da varlıklarını hissettirmeye başlıyorlardı. Bu topluluk da gelecekte halifeyi
kendi kölesi gibi kullanacak hale gelecek, kendilerine karşı gelen halife bile olsa öldürmekten çekinmeyeceklerdi. Zulümde Fatımileri bile geride bırakacaktı.
Bütün bunlardan başka olarak artık eyaletler tamamen halifeliğin merkezinden bağımsız bir şekilde hareket etmeye başlamışlardı. Abbasi halifeliği Bağdat’ta sıkışıp kalmış, orada dahi rahat edemeyeceği günler ise yakında gelecekti. Abbasi halifeliği bu iç çekişmelerle uğraşırken Bizans da İslâm devletinin eski gücünü yitirmesini fırsat bilerek saldırıya geçmiş ve Müslümanların fethettiği birçok şehri (Erzurum, Malatya, Nusaybin, Kilikya, Suriye’nin büyükçe bir bölümünü ve Kıbrıs’ı) geri almayı başarmıştı. O dönemde yaşayan birçok İslâm alimi ve düşünürünün de dediği gibi İslâm’a yeni bir güç gerekiyordu. İslâm dini sapık fırkaların, cahilliye davasının peşinde koşan ırkçıların, kendi menfaatleri için dinini ve ülkesini satan hainlerin, katillerin, yağmacıların, anarşistlerin, Mecusilerin, Rafızilerin, Haricilerin, Bizanslıların ortasında kalmıştı. Abbasi halifeleri bütün güçleri ile durumu düzeltmek için uğraştılar. Bu konuda orduya aldıkları ve özel görevlere getirdikleri Türk komutanlar da kendilerine çok yardımcı oldu. Birçok başarılar da kazanılmıştı. Fakat ardı arkası
kesilmeyen isyanlar, merkezi yönetim ile bağlarını kesen eyaletler, sapık fırkalar ve peşlerine taktıkları cahil kalabalıklar… Bağdat’a sıkışıp kalan Abbasi halifeliğinin sadece adı kaldı.
Rabbimizin bildirdiği gibi: “Her güçlükle birlikte bir kolaylık vardır.” (İnşirah Sûresi: 94/5) Rabbimiz(cc), ümitlerin kesildiği nice dönemlerde hiç kimsenin aklına bile gelmeyen şekilde dinine, davasına yardım eder. Onu sahipsiz bırakmaz. Allah(cc)’ın dinine ihanet etmekle kimse yüce Allah’ı aciz bırakamaz. O’nun kubbesinin altındaki ordularını O’ndan başka bilen yoktur.
Allah (cc); “Ey imân edenler! Kim dininden dönüyorsa duysun. Allah onların yerine öyle bir kavim getirir ki Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler. Mü’minlere karşı alçakgönüllü, kâfirlere
karşı onurlu ve zorludurlar. Hiçbir dil uzatanın kınamasından korkmadan Allah yolunda cihat ederler. Bu Allah’ın bir lütfudur. Onu dilediğine verir.” (Maide Sûresi: 54)
Ortadoğu’da üst üste gelen, dine ve hilafete, şeriata ve Ehl-i Sünnet’e çok ağır darbeler getiren olumsuzluklara karşın Orta Asya’da İslâm için, ümmet için muhteşem olumlu gelişmelerin gerçekleşeceği bir süreç başlamıştı. Talas savaşı ile birlikte kitleler halinde İslâm dinine
katılan ve İslâm ordularında çok önemli görevlere getirilen Müslüman Türkler Orta Asya’da gittikçe güçleniyor ve ilk Türk İslâm devletini kuruyorlardı. Bu İslâm dini ve tarihi için de, tüm insanlık için
de çok önemli bir gelişmeydi. Cengaverler ve cihangirler diyarı Orta Asya, İslâm’ın nuru ile aydınlanıyordu. Hiçbir dil uzatanın kınamasına aldırış etmeden Allah yolunda cihat edecek yeni bir güç doğuyor, diğer Mü’min kardeşleriyle birlikte Allah(cc)’ın dininin muhafızlığını gerçekleştirecek yeni bir ensar ortaya çıkıyordu. Bu dini yaymak için belde belde hicret edecek yeni muhacirler geliyordu. Rabbimiz bildirmişti değil mi; ”Kim dininden dönerse Allah onun yerine başka topluluk getirir” diye. Bu yüce Allah için zor değildir. Orta Asya halklarını İslâm devletinin çatısı altında birleştirecek ve hep birlikte Müslüman olmalarını sağlayacak olan büyük komutan ve hakan Satuk Buğra Han, bugün Doğu Türkistan sınırları içinde olan Kaşgar eyaletinde hâkim olan Karahanlı devletinin hakanı; babası Bezir Kadir Han’la evlenen ölümü üzerine, amcası Oğulcak Kadir Han’la evlenen annesinin himayesinde büyüdü. 12 yaşlarında iken Müslüman olmakla şereflenip Abdülkerim ismini aldı. 25 yaşında iken İslâm nimetine kavuştuğunu herkese ilan etti.
Kaynaklardan öğrendiğimiz kadarıyla Abdülkerim Satuk Buğra Han hem Orta Asya’daki İslâmî devlet çalışmaları vesilesiyle ve de yüce Allah’tan gelen işaretlerle Müslümanlığı seçti. Orta Asya’da İslâm’ı yaymak için zekice çalışmaları ve İslâm’ı tebliğ etme faaliyetleri ile bilinen Ehl-i Sünnet topluluğu Samanilerden Nasir bin Ahmet bunda çok etkili olmuştu. Dediğimiz gibi Abdülkerim Satuk Buğra Han’ın İslâm’ı seçmesinde yüce Allah’ın işaretleri de vardı. Kur’ân’da bildirildiği gibi: “Allah dilediğine hidâyet eder.” Bu konuda alim ve tarihçi İbnü’l Esir “el-Kâmil fi’t-Tarih” adlı eserinde şu bilgiyi veriri: ”Satuk Buğra Han, rüyasında, yanına gökten bir adamın inip geldiğini gördü. Ona Türkçe; “Müslüman ol, dünyada ve Ahirette selamet bul” dedi. Bunun üzerine rüyasında Müslüman olan Satuk Buğra Han, uyanınca da Müslüman oldu.” Müslüman olduktan sonra İslâmî davet çalışmalarına başlayan Abdülkerim Satuk Buğra Han, yakın akrabalarından 50 kişinin İslâm dinine geçmesine vesile oldu. Bu kişiler ona tabi oldular.
Diğer yandan İslâmî ilimler ile de meşgul olan Abdülkerim Satuk Buğra Han 25 yaşlarına geldiğinde Kur’ân-ı Kerîm ve İslâmî ilimlerde geniş bilgi sahibi olmuştu. O hem faziletli bir ilim ehli hem de
Rabbani bir İslâm davetçisiydi. Fakat putperest amcası Oğulcak Kadir Han’a Müslüman olduğunu 25 yaşlarına kadar belli etmedi. 25 yaşlarından sonra Abdülkerim artık bu güne kadar gizlice yürüttüğü
İslâm davetini açığa vurdu. Dost düşman herkese Müslüman olduğunu ilan etti. Şimdi sıra cihada gelmişti. Yanına aldığı 50 Mücahit ile putperest amcasının üzerine yürüdü. Taraftarlarının da artmasıyla birlikte amcası Oğulcak Kadir Han ile aylarca süren bir mücadeleye
girişti. Fergana savaşında kâfir amcasını ve adamlarını bozguna uğrattı. Fergana zaferinden sonra Atbaşı kalesini de alan Müslümanlar, komutan Abdülkerim Satuk Buğra Han komutasında Kaşgar kapılarına dayanırlar. Ordusu da cihadın bereketiyle sayıca artan ve 3 bin kişiyi bulan komutan Abdülkerim, Allah’ın izni ile bu beldeyi fetheder ve putperest amcası Oğulcak Kadir Han’ın saltanatına son verir ve onu öldürür. Daha sonra asileri yenilgiye uğratır. Kaşgar halkını İslâm’a davet eder. Halk Müslüman olur. Sonrasında Börmekik şehrini de fetheder. Böylelikle ilk Müslüman Türk devleti Karahanlılar, birbiri ardınca kazanılan zaferlerle tarih sahnesine çıkmış olurlar.
“En yakınları bile olsalar Mü’minlerin Allah ve Rasûlü’ne asi olanları dost edindiklerini göremezsin.” (Mücadele Sûresi: 22) İşte bu, imândır. Abdülkerim Satuk Buğra Han da başında amcası dahi olsa
müşrik hâkimiyetine müsamaha göstermemiş, yönetimi asi ve kâfire bırakmamıştır. Sorunu cihat ile ortadan kaldırmıştır. Çözüm cihaddır. Abdülkerim Satuk Buğra Han, Karahanlıların başına geçip hükümdar olduktan sonra, kendisinin Müslüman olmasına vesile olan Ehl-i Sünnet topluluğu Sâmanîlere de yardımda bulunmuştur. İbn-iHûdun’un “El-İber” adlı eserinde ve Cemal Karşî’nin, “Mulhakât-usSurâh” adlı eserindeki rivâyete göre 915(H. 303) senesinde Hasan ibni Kasım ed-Dâî tarafından Cürcan’a vali tayin edilen Leyla bin Numan Sâmânîlere karşı isyan etmişti. Etrafına da Şiîleri toplamıştı.Samaniler, Ehl-i Sünnet Müslümanların yeni koruyucusu, komutanı ve Sultanı Abdülkerim Satuk Buğra Han’dan yardım istediler. Samanilerin kendi orduları isyanı bastıramamış, asilere yenilmişti. Şiîler, büyük bir ordu ile Nişanbur’u işgal etmişlerdi. Samanilere yardım etmek üzere hareket eden Abdülkerim Satuk Buğra Han, 921 (H. 309) yılında Leyla bin Numan’ın karşısına çıktı. Bu sırada Amid şehrinde bulunan Leyla bin Numan’ı mağlup edip yakaladı ve idam ettirip başını Buhara’ya gönderdi.
Komutan Abdülkerim Satuk Buğra Han, daha sonra yaptığı savaşlarda; Yağma, Çiğil, Oğuz kabilelerinin yerleşmiş bulunduğu Türkistan şehirlerini birer, birer ele geçirdi. İslâmiyeti yayma hususunda, meşhur alimlerden olan Ebu’l-Hasen Muhammed bin Süfyan Kalamati Horasani’den çok istifade etti. Doğru olarak öğrendiği İslâm dinini hiç saptırmadan Ehl-i Sünnet alimlerinin bildirdiği gibi yaydı. Bu onun en büyük meziyeti ve hizmeti oldu. Onun vesilesiyle Türklere İslâmiyet saf bir şekilde; Peygamber (sav) Efendimizin bildirdiği, Eshab-ı kiramın ve Tabiinin aynen naklettiği Ehl-i Sünnet itikadına uygun olarak ulaştı. Bütün bu olumlu gelişmelerden rahatsız olan Karahanlılar Devleti’nin Doğu kısmına hâkim olan Büyük Kağan, Asya’daki büyük kâfir topluluğu Çinlilerden yardım alarak 942 (H. 332) yılında Abdülkerim Satuk Buğra Han’a karşı savaş açtı. Abdülkerim Satuk Buğra Han Müslümanların yardım ve desteğiyle, onunla Balasagun savaşını yaptı ve galip geldi. Zafer inananlarındı.
Bugün Abdülkerim Satuk Buğra Han’ın torunları olan Doğu Türkistanlılar da kâfir, işgalci, zalim, soykırımcı Çinlilerin esareti altında yaşam mücadelesi vermekteler. Çinliler bu bölgede tam anlamıyla bir soykırım uygulamış, Abdullah Azzam’ın verdiği bilgiye göre 20-30 milyon insanı katletmişlerdir. 46 nükleer denemeyi bu topraklarda gerçekleştirmişlerdir. Bu nükleer denemeler bölgede yüz binlerde insan üzerinde kalıcı sakatlıklara yol açmıştır. Ayrıca Han Çinlileri denilen azgın, ırkçı kâfir sürülerini de bölgeye yerleştirerek Doğu Türkistan’ı Çinlileştirmeye çalışmışlardır. İslâm’ın yaşanmasına da tahammülleri olmayan Çinliler bazı zamanlar namaz ve oruç gibi ibâdetleri dahi yasaklayacak kadar ileri gitmişlerdir. Ayrıca Türkistan halkına çok çocuk sahibi olma hakkı da tanımamışlardır. Doğu Türkistan’da direnişi yok etmek isteyen Çin, bunu gerçekleştirmek için zulüm, sindirme, katliam politikalarının yanında bir takım oyunlarla amaca ulaşmaya çalıştı. Kimi zaman ahlâksızlığı yayarak, kimi zaman İslâm’dan uzak bir milliyetçilik anlayışını yerleştirmeye çalışarak, kimi zaman da İran ile işbirliği yapıp bölgeyi Şiîleştirme politikasına gitti. Fakat Abdülkerim Satuk Buğra Han’ın evlatları, kâfir Çin’in zulümlerini boyun eğmeyi kabul etmedikleri gibi oyunlarına da aldanmadılar. Bugün İslâm’ın yüzyılımızdaki kalesi Afganistan’da mevzilenen Türkistanlı Mücahitler, hem haçlı Nato kuvvetlerine karşı hem de müşrik Çinlilere karşı savaşıyor ve kahraman Mücahitler atalarının yolunu devam ettiriyorlar. Çin, bu kahramanları İslâm Emirliği Taliban’dan istese de “bize sığınan bir ceylanı bile alamazsınız” cevabını almıştır. İzzet Allah’a ve Rasûlüne ve de Mü’minlere aittir. İnşallah tertemiz Ehl-i Sünnet akidesine sahip olan, ahlâkları ve edepleri ile tanınan Türkistanlı Mücahitler ikinci bir Balasagun savaşı ile kâfir Çinlileri Türkistan’dan defedip çıkaracaklar ve Türkistan İslâm emirliğini kuracaklardır. İnşallah atalarının yaptığı gibi Allah yolunda, İslâm’ın hâkim olduğu bir dünya için beldeler fethedecekler. Onlar mücahid ataları ile aynı yoldalar. Müşrikleri, Rafizileri, Çinlileri ve daha nice Allah düşmanlarını bozguna uğratan, Türkistan’ın tamamında İslâm alimleri ve davetçileriyle birlikte İslâm’ı yayan Abdülkerim Satuk Buğra Han, bütün bunların
yanında sahip olduğu ahlâk ve adâletli idaresiyle de Orta Asya halkının kalbini kazanmıştı. Bu da pek çok insanın Müslüman olmasını sağlamıştı. 10. yüzyılda yaşayan Arap gezginci ve bilgin İbn Faldan
“Miladi 967 yılında yaklaşık 200.000 çadırlı Türkler (Karahanlılar) İslâm dinini kabul etmiştir” diye yazmıştır. Her çadırda en az beş kişinin olduğu düşünülürse bu bir milyon kişi eder. Bu o günler
için çok büyük bir rakam demektir. Saltanatın son yıllarında kuzey Çin’deki Moğol Karahitayların üzerine bir sefer düzenleyen komutan Abdülkerim, Karahanlı İslâm Devleti’nin sınırlarını Orta Asya’nın doğusundaki Turfan şehrine kadar genişletti.. Böylelikle baştan sona bütün Türkistan’da İslâm yayılmış ve büyük bir güç kazanmış oldu. Son fethi Turfan şehrinde hastalanan Sultan Abdülkerim, Kaşgar şehrine geri getirilir. Bütün bir yıl hasta yatar. Arkadaşlarına ve oğullarına nasihatlerde bulunduktan sonra İslâm yolunda ilim, devlet, cihat ve hizmet ile geçmiş sâlih amellerle dolu bir ömürden sonra burada vefat eder. Kaynaklarda cenaze törenine 7 bin alim, 22 bin gazi
ve halktan da 15 bin kişinin katıldığı anlatılır. Bu da onun çalışma ve gayretlerinin ne kadar etkili olduğunu gösteren bir delildir. Komutan Abdülkerim Satuk Buğra Han vefat etmiş fakat öyle bir çığır
açmıştı ki…Onu bütün büyük İslâmî Türk devletleri ve Müslüman Türk ordularının en başta gelen kurucusu sayabiliriz. Bu, devlet ve ordular dikkatle incelendiğinde görülmektedir. Hep onun yolundan gideceklerdi. Hepsi onun gibi titizlikle Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat itikadını muhafaza edecek, hak olan şeriat adâletini uygulayacak, Allah yolunda cihat edecek ve İslâm’ı nice kıta ve beldelere taşıyacaklardı.
Karahanlı İslâm devletinin ardından Gazneliler gelecek, onlar da Karahanlı Abdülkerim Satuk Buğra Han’ın Orta Asya’da yaptığı cihat ve fetihleri Güney Asya’da yapacak, İslâm’ın hiç gitmediği Hindistan topraklarının en uzak bölgelerine kadar fetihlerle Hak Dini oralara da ulaştıracaklardı. Gaznelilerin ardından Selçuklular 3 asır Asya’da İslâm’ın bayraktarlığını yapacak, Haçlı ve Rafizi saldırılarından ümmeti ve hilafeti koruyacak, Asya ve Anadolu’da fetihler gerçekleştireceklerdi. Selçuklulardan sonra ise Osmanlı 6 asır, üç kıta 7 denizde İslâm için canla başla cihat edecek, tüm Allah düşmanlarının kabusu, tüm mazlumların ve Müslümanların hamisi olacaktı. Konstantin’i
İslâmbol yapıp, Viyana kapılarına dayanacaktı. Tek halifenin liderliğinde ümmeti bir arada tutacak, şeriatı uygulayacak, İslâmî ilimleri ve İslâm alimlerini, İslâm’ı el üstünde muhafaza edecekti.
Bütün bu hayırlara en çok vesile olan kişi bu kahraman toplulukların atalarını İslâm ordusu haline getiren, onlara İslâm’ı, şeriatı, Ehl-i Sünnet itikadını ve cihadı miras bırakan Abdülkerim Satuk Buğra
Han’dır. Çünkü uzun ömrü boyunca miras bıraktığı bu yüce ideali üzerine çalışmış, savaşmıştı. Netice ise az önce özetlemeye çalıştım ama çok daha fazlasıdır. Bunu yazmaya bile gücümüz yetmez. Fakat
maalesef lanetli kâfirlerin oyunları, tuzakları, şeytanlıkları yüzünden bugün bu güzelliklerin hemen hemen hepsi son buldu. Müslümanlık sadece “dinin ne?” sorusunun cevabı. Başka bir şey değil.
Şeriat mı?Asla olmaz. Biz çağdaş uygarlık seviyesi yolundayız. Cihat mı? Barbarlık. Kâfirler Müslümanları öldürsün, İslâm’ı yok etsin, Müslümanları köle etsin. Bu gerekli. Buna karşı cihat ise terörizm. Bu iğrenç sözleri keşke o şanlı mücahit ecdadın torunlarından duymasaydık.
Bugün bizim gibi nice yıldız, nice kahraman ve şanlı ecdadın torunu olan bir çok İslâm toplumu da maalesef İslâm’dan uzaklaştırılmış, batılı sistemler ve batı kültürü kendilerine dayatılmış halde yaşamaya devam etmektedirler. Buna en çok da ismi bizim ismimiz gibi fakat kafası ve kalbi kâfir olan münafıklar sebep oldular. Yüce Allah’ın yolunda gerçekleştirilen kahramanlıklarla dolu Müslüman halkların, tarihlerindeki muvahhid ve mücahit atalarının yoluna dönmeleri
en büyük temennilerimizdendir. Bu halkların liderlerine de çağrımız Kur’ân’ın Araplara “Atanız İbrahim’in hanif dinine uyun” şeklindeki çağrısı gibidir. Ey Müslüman halklar ve önderleri, muvahhid
atalarınızın tevhid dinlerine uyun. İslâm’a dönün. Atalarınızın yolundan gitmek istiyorsanız muvahhid atalarınızın yolundan gidin. O taktirde dünya ve Ahiret saadetine kavuşacaksınız. Halklarınızı da
kavuşturacaksınız. Abdülkerim Satuk Buğra Han ve torunları gibi muvahhid, Ehl-i Sünnet, mücahit ataları varken insanın kendisine batı hayranı, taklitçisi, İslâm düşmanı yeni atalar bulması ve onların izinden cehennem yolunda gitmesi ne kötü bir dönüştür. Oysa komutan Abdülkerim Satuk Buğra Han ve onun gibi mücahit atalarımız müşrik ataları ile cihat ederek kendisi ve toplumunu İslâm’a ve
huzura kavuşturmuştu.
Fakat Rabbimizin vaadi vardır. Her zaman yeryüzünde muvahhid ve mücahitler olacaktır. Her şeye rağmen bugün de yeni orduları, yeni muhacirler ve yeni ensarla dünya tekrar dolmuştur. Her tarafta cihat sancağı tekrar yükselmiştir. Bu defa bayrak Afganistan’da açılmış, bütün dünyaya yayılmaktadır. Umarız tün İslâm halkları mücahit ataları gibi, kendilerine yakışan şekilde tekrar İslâm’a döner ve dinlerine sarılırlar, yoksa…
“Eğer siz Allah yolunda cihat etmezseniz sizi elim bir azapla cezalandırır. Sizin yerinize başka bir kavim getirir de siz ona en ufak bir zarar veremezsiniz. Allah her şeye hakkıyla gücü yetendir.”(Tevbe Sûresi:39)
—————————————————————
Kaynakça
(*) Alıntı: 1 İslâm Dünyası, 2013, Sayı 19