Mîsak Dergisi; Temmuz 1997
28 Şubat 1997 postmodern hükümet darbesini yapanların hedefinin milletimizin Müslüman
gönlünü İslâm’dan çevirmek olduğu yaptıkları ile belli oldu. Adamlar, İslâmı şeâiri kendileri için tehlikeli gördüler. Sakallı mı, başörtülü mü, namaz kılıyor mu, gümüş yüzük takıyor mu, evinin duvarlarını dini levhalar mı süslüyor, işe başlarken besmele mi çekiyor, yazısında, kitabında, dergisinde, gazetesinde Allah’ın emirlerinden mi bahsediyor? Gerici dediler, yobaz dediler, tehlikeli adam dediler, işten attılar. Her türlü kötülüğü yapmaya çalıştılar. Hak için çalışanları çalışmaktan,konuşanları konuşmaktan, yazanları yazmaktan alıkoymaya çalıştılar. Postmodern İslâm düşmanlarının hedeflerinden biri de “Vahdet Vakfı” oldu. Vahdet vakfının idarecileri hapisteki Aczimendiler’e yardım ithamı ile gözaltında alındılar ve tutuklandılar.
Konu ile ilgili yazdığım yazı şöyledir: “1 Haziran 1997 Pazar günü Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi’nden arkadaşları ile birlikte tutuklanıp cezaevine götürülürken Hüsnü Aktaş Hoca
gazetecilere şöyle diyordu: “1989 yılından beri, mahkûm ailelerine ve fakir öğrencilere yardım ediyorduk. Bundan sonra birkaç ay yardım yapamayacağımız için özür dileriz.”
Hüsnü Aktaş ve arkadaşları hapishaneye giderken bile yardım ettikleri insanları düşünüyor, onlara yardım edemeyecekleri için üzülüyorlardı. Gerçekten de öyle oldu. Vakıf yöneticileri
tutuklandığı için vakıf yöneticisiz kaldı. Muhtaç mahkûmlara, muhtaç mahkûm ailelerine, vakfın verdiği burslarla okuyan öğrencilere yardımlar ulaştırılamadı. Vakfın yardımları ile okuyan yetim, öksüz ve yoksul öğrenciler ne yapıyorlar? Vakfın yöneticilerinin tutuklanması ile bunlar kimsesiz kaldılar. Vakıf bunların kimsesi idi. Vakıf yöneticilerinin tutuklanması ile geçici de olsa bir hayır yolu kapandı. Hayırlara engel olundu. Hayrın yollarını açmak dururken, bu yolları kapamak ne kötü bir şey!
Vahdet Vakfı’nın gayesi tüzükte şöyle açıklanıyor: Fertler arasında sevgi ve birliği artırıcı her türlü faaliyette bulunmak, cezaevlerinde bulunan kimselere imkânlar ölçüsünde; adli yardımda bulunmak, avukat ücretlerini ve mahkeme masraflarını ödemek, yetkililerin belirlediği ölçüler içerisinde; hükümlülere ve tutuklulara maddi yardımda bulunmak, ailelerinin ve çocuklarının ihtiyaçlarını temin etmek, eğitim bursu vermek, cezaevinde bulunan kimseleri topluma
kazandırabilmek için; kitap, broşür, gazete ve dergi ihtiyaçlarını karşılamak ve gerekirse yayınlamak, matbaa kurmak, gerek cezaevlerimde, gerek cezaevi dışında, kütüphane kurmak, kitap bağışlarını kabul etmek, fertlerin meşru olan her türlü iktisâdi ve içtimai ihtiyaçlarını imkânlar ölçüsünde temin etmek.
Vakıf tüzüğü, mahkemece tescil edilmiş, ilanı Resmi Gazete’de yapılmış, faaliyetleri de her sene, bağlı bulunduğu Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce denetlenmiştir. Vakıf, 1996 yılı içinde
2.437.276.000 lirayı hükümlü ve tutuklulara ve muhtaç ailelerine ulaştırmış ve adli yardım için harcamıştır.
Vakfın kurulmasında 12 Eylül 1980 hükümet darbesinden sonra bir müddet Mamak cezaevinde kalan Hüsnü Hoca’nın cezaevinde gördüğü hükümlü ve tutukluların perişan halleri etkili olmuştur. Vakıf kurulduğu 1989 yılından bu yana tüzüğe uygun olarak çok hayırlı hizmetler yapmıştır.
Tutuklu ve hükümlülere yardımlarını hapishane savcı ve müdürleri ile işbirliği yaparak, onların onayını alarak ulaştırmıştır. Tutuklu ve hükümlü ailelerine de yardımlar, bu ailelerin geçim
durumları vakıfça tespit edilerek verilmiştir. Tutuklu ve hükümlülere vakfın yardımda bulunmasının tek ölçüsü, onların mahrum olmaları yani muhtaç olmalarıdır. Yardım yapmada
başka bir ölçü kullanılmamıştır. Hapishane savcı ve müdürleri bunun canlı birer şahididir.
Savcılığın “Aczimendiler bir örgüttür. Vakıf bu örgüte yardım etmiştir” iddiası doğru ve isabetli bir iddia değildir. Çünkü vakfın Aczimendi denilen insanlarla onlar tutuklanmadan önce hiçbir ilgi ve münasebeti yoktur. Ne zaman onlar tutuklanmışlar, vakfın tüzüğüne göre yardıma muhtaç bir hale düşmüşler. Vakıf onlara hapishane savcı ve müdürünün bilgisi altında yardımda bulunmuştur.
Vakfın tutuklu ve hükümlülere yardım etmesi bütün Türkiye hapishanelerinde vakfın tanınmasına sebep olduğu için, konu ile ilgilenen iç ve dış organların da dikkatini çekmiştir. Vakıf, çalışmaları ile çok büyük hizmetler yapmış; mahkûmların, tutukluların ve ailelerinin vakar ve şeref içinde yaşamalarına öncelik ve önderlik yapmıştır. Vahdet Vakfı’nın cezaevinde
bulunan mahkûm ve tutuklulara, onların himayesiz kalmış ailelerine götürmüş olduğu hizmetler yalnız Türkiye çapında değil, dünya çapında örnek ve öncü bir hizmettir. Sosyal dayanışmanın bir örneğidir. Muhtaç hükümlü ve tutukluları ve onların kimsesiz kalmış ailelerini himaye etmenin bir örneğidir. Vahdet Vakfı bu hizmetleri ile örnek gösterilmeli, madalyalarla, plaketlerle takdir ve taltif edilmeli idi. İdarecileri tutuklanıp cezaevine konmamalı idi.
Vahdet Vakfı yöneticileri, tüzükleri gereği, hükümlüleri ve tutukluları topluma yeniden kazandırmak için kültürel faaliyetlere de çalışmalarında geniş yer vermişler. Kütüphanesi
olmayan cezaevlerinde kütüphaneler kurmuşlar, kütüphanesi olan cezaevlerine kitaplar göndermişler, cezaevleri kütüphanelerini kitap yönünden zenginleştirmişlerdir. Bu yolla birçok
mahkûm ve tutuklu ıslah edilmiş ve topluma kazandırılmıştır. Vahdet Vakfı yöneticileri bu hizmetleri yaparken asla tüzüklerinin belirttiği sınırlar dışarısına çıkmamışlar, sessizce hizmet
etmişlerdir.
Vahdet Vakfı yöneticilerinin tutuklanması ile hayırlı hizmetler durmuştur. Tutuklandıklarının ertesi günü Vahdet Vakfı’na uğradım. Mardin’in bir ilçesinin hapishanesinden bir mahkûmun,
hapishane müdürünün onaylı mektubu geldi. Muhtaç olduğunu bildiriyor, yardım istiyordu. Yardım gönderilmediği gibi, mektubuna cevap bile verilmedi. Çünkü vakıf yöneticileri işbaşında değil, hapishanede idi.
Ümidimiz, ilk duruşmada yanlışlıktan dönülmesi, başta muhterem Hüsnü Hocamız olmak üzere değerli arkadaşları İbrahim Koca, Yusuf Akmaz, Ahmet Töret ve M. Emin Bostancıoğlu’nun
beraat etmeleri ile tahliye olmaları, vakıf hizmetlerine kalındığı yerden devam etmeleridir.”
Vakıf yöneticileri, 58 gün hapishanede kaldıktan sonra ilk duruşmada mahkeme kararı ile tahliye oldular. Savcının her biri aleyhine istediği 15 yıl hapis cezasına karşılık mahkeme, hapiste olan mahkûm ve tutuklulara hapishane müdürü ve ilgili savcının kararı ile yardım ettikleri gerekçesi ile beraat kararı verdi. 28 Şubat 1997 zalimlerine gönüllü savcılık yapan kişi emeline ulaşamadı, vakıf yöneticilerini mahkûm ettiremedi ama “58 gün hizmetten alıkoydum ve tevkif yolu ile cezalandırdım” diye kendini teselli edebilir. Bunun bir de İlâhî huzurda duruşması vardır.
Allah Kötülüğü Emretmez
Mîsak Dergisi; Mart 2000
ELBETTE; “Allah kötülüğü emretmez.” Allah iyiliği emreder. İyiliği emreder. İyilik yapanlara sevap verir. Allah kötülüğü yasak eder. Kötülük yapanları cezalandırır. Allah’ın bütün emirleri iyidir. İnsanların dünya ve ahiret faydasınadır. Allah’ın bütün yasak ettiği şeyler kötü şeylerdir.
İnsanların dünya ve âhiret zararınadır. Müslüman, Allah’ın emirlerini yapmakla yükümlüdür. Müslüman, Allah’ın yasak ettiği bütün kötülüklerden de sakınmak mecburiyetindedir.
Müslüman, Allah’ın emirlerini yaptığı, kötülüklerinden de sakındığı zaman, iyi bir Müslüman olur. İyi bir Müslümanın yeri cennettir. Allah kötülüğü emreder mi? Elbette “Allah kötülüğü emretmez.” Ne yazık ki, bazı insanlar: Allah’ın kötülüğü emrettiğine inanmışlar. Kötülük yapmışlar. Yaptıkları kötülükleri de Allah emri bilmişlerdir.
Konu ile ilgili âyet-i kerime’nin meali şöyledir: “Onlar bir kötülük yaptıkları zaman: Atalarımızı bu yolda bulduk. Allah da bize bunu emretti”derler. De ki: Allah kötülüğü emretmez. Allah’a karşı bilmediğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz?”(70)
Mekke müşrikleri; Putlara tapıyorlardı. Putlara tapmak en büyük kötülüktür, en büyük zülümdür. Mekke müşrikleri; Kâbe’yi çıplak olarak tavaf ediyorlardı. İnsan, Âdem (as) atamızdan itibaren örtünmüştür. İnsanla hayvanı birbirinden ayıran özelliklerden birisi de insanın örtünmesidir. Mekke müşriklerinin Kâbe’yi tavaf ederken, çıplak tavaf etmeleri bir kötülüktür.
İslâm’ın örtünme konusunda koyduğu esasların dışına çıkıp çıplaklaşanlar da bu kötülüğü işleyenlerdir.
Mekke müşrikleri birçok kötülük yapıyorlardı. Kız çocuklarını diri diri toprağa gömüyorlardı. Güçlüler, güçsüzlerin mallarını ellerinden alıyorlar, insanlara enva-i çeşit zulümler yapıyorlardı. Peygamberimiz (sav) Mekke müşriklerine taptıkları ve yaptıkları şeylerin kötü olduğunu söyleyince; “Babalarımızı bunları yaparken bulduk. Babalarımız bunları Allah emri
ile yaptı. Allah da bunları yapmayı bize emretti.” dediler.(71) Bunun üzerine Âyet-i Kerîme indi. “Allah kötülüğü emretmez” gerçeğini bildirdi.
Allah bunu bize emretti, diyen Mekke müşrikleri Allah’a iftira ediyorlardı. Batıl inanışlarını ve yaptıkları kötülükleri Allah’a dayandırıyorlardı. Müşrik olmalarının bir sebebi de bu sapık
düşünce ve fiillere sahip olmaları idi. Kur’ân’da ve sünnette olmayan, Kur’ân’a ve sünnete aykırı olan bir şeyi İslâm’danmış gibi sunan insanlar da kim olursa olsun Mekke müşriklerinin
izinde olan kimselerdir. Âyet’te geçen “Kötülük” anlamındaki “Fahşai” kelimesini “edebsizlik” diye yorumlayan Elmalılı Merhum Hamdi Yazır şöyle diyor: “Hiç bir şeriatte, hiçbir peygambere, hiçbir vahiyde, hiçbir akılda Allah’ın Edepsizliği emrettiğine veya edeceğine delalet edecek hiç bir şey yoktur. Ve iyi bilmek lazım gelir ki, insanları edepsizliğe, günaha davet eden nefsi istek ve düşüncenin ilimle, ilhamla vahiyle alâkası yoktur.
O bir şeytan vesvesesinden başka bir şey değildir.(72)
Mekke müşrikleri Allah’ı büyük biliyorlar, putları kendileri ile Allah arasında aracı olarak kabul ediyorlar. Mekke müşrikleri ferdi ve toplum hayatı için koydukları kuralları ve yaptıkları
kötülükleri Allah’ın emri diye açıklayarak din duygusuna sahip insanları aldatıyorlardı. Mekke müşriklerinin bulunduğu halin tam zıddında bulunanlara merhum Seyyid Kutub modern cahiliyet mensupları diyor. Bunlar ise Allah’ın emirlerini beğenmiyorlar, yasaklarından hoşlanıyorlar. Bir kısmı da Allah’ın emirlerini ve yasaklarını vicdan duvarları arasına hapsedip dünya ile ilgisini kesiyorlar. Bunlar hakkında merhum Seyyid Kutub şöyle diyor: “Dinle dünya’nın ne Alâkası var?” diyorlar.”İnsanları yönetecek adet ve geleneklere, kıstas ve ölçülere vücut vermek bizim hakkımızdır. Allah’ı bu işlere karıştırmamak gerekir” diyorlar.(73)
Merhum Seyyid Kutub’a göre: Mekke müşrikleri bir gün yaptıkları kötülüklere Allah’ın emri demekle Allah’a iftira ediyorlar, yalan söylüyorlardı.Modern cahiliye mensupları ise, Allah’tan da daha iyisini yapacaklarını iddia etmekle kötülükde, Mekke müşriklerinden daha ileri gidiyorlar.(74)
“Allah kötülüğü emretmez (İnallahe la ye’muru bilfahşai) Allah açık ve gizli bütün kötülükleri yasak etmiştir.”(75)
“Allah adâleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder.”(76)
“Allah çirkin fenalığı ve azgınlığı yasak eder.”(77)
Kötülüğü şeytan emreder, şeytanlaşmış insanlar emreder.”(78)
Öyleyse; “İnanalım ki; Allah kötülüğü emretmez.”
———————————-
(70) A’râf: 7/28
(71) Merah-ı Lebid Li Keşfi Kur’ân-ı Mecid: 1/263, Nesefi: 1/50
(72) M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili: 3/135, 1936, İst.
(73) Seyyid Kutub, Fî Zılâl-il Kur’ân: 6/61
(74) Age, Aynı sayfa
(75) A’râf Sûresi: 7/28
(76) Nahl Sûresi: 16/90
(77) Nahl Sûresi: 16/90
(78) Bakara: 2/169, 268, İsrâ: 17/27, Nur: 24/21