Hakses, Nisan 1967
SON yıllarda memleketimizde sosyalizm propaganda alabildiğine genişledi. Kanunların
boşluklarından faydalan her fırsatı menfur emelleri yönünde istismar etmesini bilen sosyalistler; sosyalizmi dimağlara yerleştirmek için gittikçe faaliyetlerini artırmaktadırlar. Bu gün memleketin fikri havası bu zehirli propagandanın bulutları ile çevrilme tehlikesiyle karşı karşıyadır
Mazisi eski olan fakat 1960 yılından sonra su yüzüne çıkan bu propagandayı yapmak için son birkaç sene içerisinde ciltlerle kitaplar yazıldı, tercümeler yapıldı, konferanslar verildi, açık
oturumlar tertip edildi. Mecmua sayfaları, gazete sütunları yazılarla, kitapçı vitrinleri sosyalizmi telkin eden kitaplarla dolduruldu.
Nazım Hikmet gibi vatana ihanetten mahkûm komünistler kahraman ilan edildiler. Din ve milliyet aleyhtarı olan eserleri methiyeler yapılarak neşredildi. Birçok sinema perdeleri, tiyatro sahneleri de sosyalim propagandasından kurtulamadı. Din ve millî değerlerimizi zemmedici (kötüleyici) faaliyetlere katıldı. Sosyalistler, daha ileri giderek Karl Marks, Engels, Lenin gibi din ve insanlık düşmanı komünizmin kurucularının eserlerini neşrettiler. Camilerin kapatılmasını, dinî tedrisatın yasak edilmesini teklif ettiler. İktisadî eşitlik, sosyal adâlet propagandası altında işçi ile işvereni, zengin ile fakiri, köylü ile şehirliyi karşı karşıya getirip millî birliği parçalayıcı faaliyetlere
teşebbüs ettiler.
Dünya siyâsetinde Vietnam’da, Afrika’da hatta hür olan vatanımızda batı baskısından bahsederken, yıllardan beri komünizm esareti altında inleyen, malı-mülkü elinden alınan, din ve namusuna tasallut edilen din kardeşlerimizden hiç bahsetmezler. Kesif bir propagandası yapılan ve iktisadî refah, sosyal adâletin temini için tek çıkar yol olduğu ileri sürülen, bu arada din ve
sermaye düşmanlığı yapılan sosyalizm gerçekten iktisâdî refahı, sosyal adâleti sağlayabilecek bir yol mudur? Kısaca sosyalizm nedir? İnsan hürriyetine, insan haysiyetine dayanan ferdin ve toplumun maddî ve manevî değerlerini koruyan bir sistem midir? Yoksa, memleketimizdeki bir kısım sosyalistler gibi, müptezel komünist ülkelerde tatbik edildiği gibi bir baskı ve hürriyetsizlik rejimi midir? Sadece tarifini yapmamız sosyalizmin ne olduğunu gösterecek ve insan haysiyetine, hakların ne derece riâyetkâr olduğu anlaşılacaktır.
Biz burada sosyalizmin tariflerinden bir kaçını nakletmekle iktifa edeceğiz. Nakledeceğimiz bu tarifler sosyalistlerin Türkiye’mizde neler istediğini açıkça ortaya koyacaktır. Sosyalistlerin çok sevdiği İngiliz düşünürü ateist Betrand Russell’in tarifi şöyledir: “Sosyalizm, demokratik bir hükümet şekli altında toprağın, sermayenin müşterek mülkiyeti demektir.” K. Notzof: “Sosyalizm, bir dünya cenneti fikri üzerine kuruludur. Bu fikir, insanlara ait ızdırapların müşterek hayata ve münasebetlere bağlı olduğu inancına dayanır.” Sosyalizmin diğer bir tarifi de şöyledir: Sosyalizm, üretim araçlarının sosyal mülkiyet esasına göre kurulmuş bir rejimdir. Bu sosyal mülkiyet,
ya sosyalist devletin mülkiyeti, yada üretim kooperatiflerinin mülkiyeti olur. Kişiler üretim araçlarına sahip olamazlar.(1)
Meşhur mülkiyet düşmanı Proudhon da şöyle diyor: “Sosyalizm hiçbir şey değildir. Hiçbir şey olmamıştır.” Tarifini yaptığımız ve Türkiye’de telkin ve kabul ettirilmek istenen sosyalizm ile
komünizm arasında sıkı bir münasebet vardır. Sosyalizm komünizmin göbek adıdır, maskelenmiş adıdır: Komünizm, tek sosyalizm birbirinden ayrı-gayrı bir şey değildir. Bu günkü komünist memleketlerin bir adı da sosyalist memleketlerdir. Buralarda sosyalist ve komünist tabirleri tamamen müteradi fmanalar ifade ederler. Bir tek sosyalizm vardır, o da komünizmdir. (Prof, Namık Zeki Aral)
Sayın profesörün sözlerini, sosyalizmin tarihini, sosyalist (sosyalizm) ülkelerde bu konudaki neşriyatı ve sloganları, memleketimizde yazımızın başında belirtmiş olduğumuz faaliyetlerle karşılaştırdığımız zaman korkunç bir hakikatle kalıyoruz. “Sosyalistiz, sosyalist yalan söylemez.” diyenler, bizce komünist uşağından başka bir şey değillerdir.
Bunların Rusya’ya, Çin’e hayranlıkları Karl Marks, Lenin ve Mao gibi komünist önderlere merbut oluşları, dine ve millî değerlere saldırışları nispetince uşaklık dereceleri farklıdır. İşte bu uşaklar memleketimizde komünist ve Moskof kelimelerine karşı halkımızın duyduğu nefretin neticesi olarak kısmen tanınmayan, kısmen de komünizmden ayrı olduğu intibaını veren sosyalizm kelimesini kullanmaktadırlar. Komünist lügatinde aynı manaya gelen sosyalizm ve komünizmin iki ana esası vardır:
Birincisi Allah’ın (haşâ) varlığını inkârdır. Kâinâtın yaratıcısını inkâr komünist sistemin esasıdır. Çünkü Allah’a inanan ve O’na bağlanan insanların komünist olması mümkün olmadığı gibi, bu sapık ideolojinin isteklerini de iradesiyle yerine getirmesi mümkün değildir. Komünizm bütün dinlerin karşısındadır. Komünizmde dini ibâdetle, dini tedrisat yasak edilmiştir. Camiler, kiliseler tahrip edilmiş, edilmeyenler de tiyatro, müze haline getirilmiştir. Din adamları, dindarlar öldürülmüş, sürgüne gönderilmiş, hapishanelere doldurulmuştur. Dinin emrettiği aile nizamı dağıtılmıştır. Ezan okunması yasak edilmiş, dinin itikat, ibâdet, ahlâk ve muamelata dair ne kadar emirleri varsa, hepsi men edilmiştir. Din ve dindarlara karşı açılan savaşta devletin yanında savaşmak için, “Allahsızlar Cemiyeti” kurulmuştur. Bu cemiyete her türlü imkânlar verilerek,
Müslümanlara karşı yıldırma saldırıları aralıksız yaptırılmış ve yaptırılmaktadır. İnsan tabiatına ve yaratılışına uymayan bu dinsizlik hareketinde başarılı olmak için çocuklar anne ve
babalarından alınarak “komünist çocuk yuvalarına” verilmiştir. Komünist memleketlerde yapılan bu dinsizlik faaliyetleri, diğer ülkelerde de halkın inancını sarsmak, onları parçalamak ve bu suretle kolay sızma imkânları bulmak için yer altı ve yerüstü olmak üzere yürütülmektedir. Memleketimizdeki dini faaliyetleri irtica ile karşılama, bu komünist faaliyetlerin bir halkasını teşkil eder.
İkincisi, Sosyalizm yahut komünizm ferde mülkiyet tanımamasıdır. Komünizm ferdi bir madde bir eşya olarak ele alır. Bu alışa göre ona kıymet verir. Komünizmin ferde değer vermesi, eşya ve hayvandan hiç de farklı değildir. Hayvanlar, nasıl meralarda karnını doyurunca sabana koşulur, arabayı çeker, süt verirse, insanlar da müşterek mutfaktan yer veya hayvan yemliklerine ot, saman yem misali kendilerine verilen gıda ve eşya ile yetinirler, gönderilen yerde çalışırlar. İnsanlar arasında eşitliği sağladığı ve sağlayacağı ileri sürülen bu yaşama sistemi, insanı insanlıktan çıkarıp onu hayvanî bir dereceye düşürdüğü gibi, yeni bir baskı sınıfının ortaya çıkmasına da sebep olmuştur. Bu sınıf, komünist idareci sınıfıdır. Lüks içinde yaşayan, köle
gibi çalıştırdığı insanların sırtından geçinen, insanları sorgusuz, mahkemesiz öldüren, sürgüne gönderen, bütün devlet teşkilatını idareciler sınıfının arzusunu gerçekleştirecek şekilde kuran ve milyarın üzerinde insanlara cehennem hayatı yaşatan bir sınıftır. Memleketimizdeki sosyalistler, böyle bir sınıf ihdası için çalışanlardır. İddia edildiğinin aksine, sosyalizm, hiçbir ülkede iktisadî refahı sağlayamamış ve insan haysiyetine uygun bir yaşama sistemi meydana getirememiştir. Getirmesi de mümkün değildir.
Kâinâtın tek dini ve tek nizamı İslâm’a gönül verenlerin, bu nizamın dışında insan yaratılışına ve gayesine aykırı sosyalizm (komünizm) faşizm gibi sistemlere bağlanmaları mümkün değildir. Ancak yolunu şaşıran, Allah’ını unutan insanlar, sonu… izmlerle biten ideolojilere kendilerini kaptırabilirler ve bu ideolojilerin çarkları arasında insanlığını kaybederler. Memleketimizde yabancı ideolojilerin uşaklığını, bilerek veya bilmeyerek yapanlar, sosyalizm çarkına kendisini kaptıran zavallılardır. Bu çarkın dişleri ki, toplumun nizam içerisinde yaşaması için değil, nizamın dağılması için döner.
Fikrî havamızı çevrelemeye çalışan sosyalizmin zehirli bulutlarını dağıtmak için kendimize dönmemiz, yaratılıştaki gayemize sarılmamız lazımdır. Bu gaye Allah’a kul olmak, bu uluşta
erimek ve gerçek insanî olgunluğa kavuşmaktır. Cemiyet içerisinde içtimaî adâleti sağlayıcı, insanlar arasındaki haksızlıkları kaldırıcı, her türlü menfi, sahte ideolojileri önleyici kaideler,
yaratılış ve kâinâtın tek nizamı olan İslâm’da vardır. Yeter ki, bundan faydalanmasını bilelim…
Ahlâkımız
Hakses, Mayıs, 1967
CUMHURBAŞKANI Sayın Cevdet Sunay 29.4.1967 tarihinde Diyanet İşleri Başkanlığını ziyaret etti.
Çalışmalar hakkında bilgi aldı. Başkanlığın vazifeleri üzerinde dururken “Dinimiz ahlâkımızdır” dedi. Sayın Cevdet Sunay, bu veciz ifadesi ile yıllar yılı bazı şahıs ve müesseseler tarafından genç dimağlara yerleştirilen ve hala da yerleştirilmeye çalışılan yanlış bir zihniyeti resmen tekzip ve tel’in etmiştir.
Bu zihniyet, İslâm’ın esasları arasındaki birliği dağıtmak, bu esasların mü’minlerin hayatı üzerindeki tesirlerini kaldırmak için çalışan ve maalesef eğitimimize de hâkim olan zihniyettir.
Yıllardır İslâm’ın ahlâkı, genel ahlâk mefhumuna feda edildi. İbâdetlerimizin imân ve ahlâk ile olan münasebetleri nazarı itibara alınmadı. İnsan şahsiyetinin teşekkülü ve yaşayışının tekâmülü hususundaki fonksiyonu kaldırılmaya çalışıldı. İslâmı bütünü ile öğrenmekten neslimiz mahrum edildi. Neslimizin bugün içerisinde bulunduğu buhranın en büyük sebebi; İslâm’ı kavrayacak ve yaşayacak bir bilgiye sahip olamayışıdır. Nefsanilik, dini ve milli değerlerimize kayıtsızlık, maddi menfaat, şahsi arzu için ferdin ve toplumun haklarına saygı göstermeyiş, sefalet, zina, içki sarfiyatının artışı, haya ve edep duygularının sukuta doğru hızla yol alışı, neslimizin manevi gıdayı
zamanında alamayışından, İslâm ahlâkı ve ibâdetiyle mücehhez olmayışındandır. Neslimiz öyle zannediyoruz ki, kendisini bu hale getirenlerden tarih ve Allah huzurunda davacı olacaktır.
Evet! Dinimiz ahlâkımızdır. Kur’ân-ı Kerîm’in âyetleri, peygamber sallallahü aleyhi ve sellem Efendimizin hadis-i şerifleri bize bunu bildirmektedir. Kelime olarak ahlâk, hulk’un çoğuludur. Hulk; insanın ruhundaki “Huy” dediğimiz bir meleke ve özelliktir.
Filozofların bir kısmı ahlâkı hazza, zevke, maddî menfaate ve vazife duygusuna istinat ettirmişlerdir. Ancak bu görüş ahlâk konusunda nazariye olmaktan öte geçememiş, amelî hiçbir faydası olmamış, aksine fert ve cemiyetler için de çok zararlı neticeler doğurmuştur. Ahlâkın kaynağı dindir. Hakikî bir dine (İslâm’a) dayanan ahlâk müessesesi ki, insanların ruhlarını tatmin, yaşayışlarını tanzim eder.
Allah, Kur’ân-ı Kerîm’inde Peygamberimiz’e hitaben şöyle buyurur: “Hiç şüphesiz sen büyük ahlâk üzerindesin.” (Kalem Sûresi âyet: 68/ 4)
Said İbn-i Hişam (ra) şöyle diyor: Allah’ın Rasûlünün ahlâkını Hz. Aişe’den sordum. Dedi ki: “Kur’ân okuyor musun? Okuyorum dedim. İşte, dedi. Rasûlü Ekrem’in ahlâkı Kur’ân idi. Kur’ân-ıKerîm’den imân, ibâdet ve ahlâk’a dair iki Âyet-i Kerîme’nin mealini veriyoruz: “İmân edip iyi işler yapanlara
gelince. (Allah) onların mükâfatlarını tastamam verecektir. Allah zalimleri sevmez.” (Âl-i İmrân âyet: 3/ 57)
“Sana vahyedilen kitabı oku. Namazını da dosdoğru kıl (ve kıldır). Çünkü namaz, edepsizlikten akıl ve şeriata uymayan her şeyden alıkoyar. Allah’ı zikretmek elbette en büyük
(ibâdettir). Ne yaparsanız Allah bilir.”(Ankebût Sûresi âyet: 29/ 45)
İslâm’da ahlâk amelidir. Ahlâk hususunda da en büyük örneğimiz Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem dir. O, sözleri davranışları ve yaşayışı ile tam bir örnektir. Ferdî, ailevî, içtimaî davranışlarımızın ve vazifelerimizin nasıl olacağı yaşayışı ile göstermiş, mübarek sözleri ile öğretmiştir. Peygamberimizin ahlâk konusundaki bazı sözlerini naklediyoruz: “Müslüman odur ki; dilinden, elinden Müslümanlar selâmette bulunurlar.”“Doğruların (sıddıkların) mertebelerini geçmek istersen, senden kesilene sen bağlan, senden esirgeyene sen esirgeme ver. Sana zulmedeni sen affet.”“Sadakanın efdali, dargın kimselerin aralarını bulup, ıslah etmektir.”
“Bir kul kardeşine yardımcı bulundukça, Allah (cc) da ona daima yardım eder. “Siz imân etmedikçe Cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de imân etmiş olamazsınız.
Yaptığınız zaman, birbirinizi seveceğiniz bir şeye delalet edeyim mi? Aranızda selâmı yayınız.” “Ahlâkınızı güzelleştiriniz.” “Yarabbi ben senden sıhhat, afiyet ve güzel ahlâk dilerim.” “Ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim.”
Peygamberimiz’in her sözü, insanın ve insan topluluklarının maddî ve manevî yaşayışı için birer esastır. Bu esaslar; ferdin ailevî, içtimaî ve iktisadî meselelerinin hallinde, cemiyette ahenk ve yardımlaşmanın sağlanmasında, her türlü haksızlıkların önlenmesinde, bir binanın temel taşları gibidir. Kalpleri imânla dolu, kötülüklere karşı imân zırhı ile bürünmüş, ahlâk meşalesi ile yolu aydınlık fertlerden meydana gelen cemiyetler, huzur, refah ve saadet içerisinde olmuşlar ve olacaklardır.
Asrı Saadet, ecdadımızın bütün varlıkları ile İslâm’a bağlanıp cihangir oldukları devirler gibi. Ne güzel devirler! Hakk’ın hâkim, haksızlığın mahkûm, Allah sevgisinin ve kardeşlik duygusunun başta taç, kin ve dargınlığın ayaklar altında zebun olduğu devirler… İbâdet var, Hakk’a teslimiyet var, tembellik yok. Allah yolunda cihat var, sen-ben kavgaları yok. İmân, ibâdet, ahlâk iç içe ve yan yana. Daha sonraları, imânda zafiyet, ibâdetde, ihmallik, ahlâkta sukût baş göstermiştir. Gerilemeler, nefsi çekişmeler ve perişanlıklar başlamıştır. Tanzimat ve Meşrutiyet gibi yamalar da mani olamamıştır ve olamazlardı da…
Bugün insanımız ruhi bir buhranın içerisindedir. Bu buhranı
önlemek için imân, ibâdet, ahlâk açısından başka çare olmadığını uzak ve yakın mazimiz acı tecrübelerle göstermiştir. Şimdi bizim vazifemiz, neslimize İslâm’ı, İslâmî yaşayışı öğretmek,
onları Kur’ân’ın ışığı altında terbiye etmek ve yetiştirmektir. Millet olarak bunu yapmadığımız takdirde gelecek nesillerin şekvasından kurtulamayacağımız gibi, cemiyetlerimizi de belki
yokluğa mahkûm etmiş olacağız.
Sayın reisi cumhurumuz Cevdet Sunay’ın veciz ifadesini biz, zamanımızdaki ahlâk buhranından kurtuluşun başlangıcı olarak kabul ediyor, bütün vatandaşlarımızı bu fikir etrafında faaliyet ve çalışmaya davet ediyoruz.
Ahlâk iledir kemali âdem, Ahlâk iledir nizamı âlem.
(1) Erdoğan Başar, Sosyalizm Sözlüğü, sahife 124, Toplum Yayınevi, Ankara