Hz.Nûh (as), kavmine şöyle demiştir: “Size Rabbimin vahyettiklerini tebliğ ediyorum. Ve size nasihat ediyorum. Sizin bilmediğiniz şeyleri de Allah tarafından gelen vahiy ile biliyorum.”(A’râf
Sûresi: 7/62)
Hûd (as), kavmine şöyle dedi:
“Size Rabbimin emirlerini tebliğ ediyorum. Ben sizin için güvenilir bir nasihatçiyim. Sizi uyarmak için içinizden bir adam aracılığı ile Rabbinizden bir ihtar geldiğine hayret mi ediyorsunuz?
Düşünün ki, Allah (cc), sizi Nûh kavminden sonra onların yerine getirdi ve yaratılış itibarıyla sizi daha güçlü yaptı. Allah (cc)’ın nimetlerini hatırlayın ki kurtuluşa eresiniz.” (A’râf Sûresi: 7/68, 69)
Salih (as), kavmine şöyle demiştir: “Ey kavmim! Allah’a ibadet edin. Sizin için ondan başka hiçbir ilah yoktur.” (A’râf Sûresi: 7/73)
“Ey kavmim! Allah’a ibadet edin. Sizin ondan başka hiçbir ilahınız yoktur. Sizi topraktan O yarattı ve yeri size imar etti. O halde Ondan mağfiret dileyin. Sonra tevbe ile Ona yönelin! Şüphesiz Rabbim yakîndir ve dualara cevap verendir.” (Hûd Sûresi: 11/61)
“Hatırla ki, kardeşleri Salih onlara şöyle demişti: ‘Siz Allah’tan korkmaz mısınız?’ Gerçekten ben, size gönderilmiş emin bir peygamberim. Artık Allah’tan korkun da, bana itaat edin. Buna karşı, ben sizden bir ücret de istemiyorum. Benim ücretim ancak âlemlerin Rabbine aittir.” (Şu’arâ Sûresi: 26/142-145)
Salih (as), kavmi Semûd helak olduktan sonra, onlardan yüz çevirdi, şöyle dedi:
“Ey kavmim! Ben size gerçekten Rabbimin emirlerini tebliğ ettim. Size nasihatte bulundum. Fakat nasihat edenleri sevmiyorsunuz.” (A’râf Sûresi: 7/79)
Şuayb (as) Medyen halkına şöyle seslendi: “Ey kavmim! Allah’a ibadet edin. Sizin ondan başka ilâhınız yoktur. İşte size Rabbiniz tarafından bir mucize geldi. Artık ölçeği ve tartıyı tam tutun. İnsanların eşyasına haksızlık etmeyin.Yeryüzünü ıslahından sonra bozmayın. Eğer inanırsanız, bu söylediklerim sizin için daha hayırlıdır.” (A’râf Sûresi: 7/85)
Kavmi Şuayb (as)’a inanmadı, insanları hak yoldan çevirmek için; “Yemin olsun! Eğer Şuayb’e uyarsanız sizler, muhakkak ziyanda olacaksınız” dediler. (A’râf Sûresi: 7/90)
Fakat inkarları ve azgınlıkları sebebiyle kendileri helak oldular.
Medyen halkının helak olmasından sonra, Şuayb (as) şöyle dedi:
“Ey kavmim! Ben size Rabbimin gönderdiği emirleri tebliğ ettim. Sizin iyiliğinizi istedim. Şimdi kâfir bir kavme nasıl acırım?” (A’râf Sûresi: 7/93)
Allah (cc), peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)’e şöyle emreder:
“Ey peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu
yapmazsan O’nun verdiği peygamberlik görevini yerine getirmemiş olursun.” (Mâide Sûresi: 5/67)
Bütün peygamberler tebliğ vazifelerini yapmışlar, Allah’tan aldıkları emirleri yerine getirmişlerdir. Peygamberlere düşen vazife sadece açık ve seçik bir tebliğdir.[6]
Peygamberler de tebliğ ettikleri insanlara; “Bizim vazifemiz açık bir şekilde Allah (cc)’ın buyruklarını size tebliğ etmekten başka bir şey değildir.” demişlerdir. (Yâsîn Sûresi: 36/17)
Peygamberlerin Müslümanlara Karşı Vazifeleri
Tebliği kabul edip inanan insanlara karşı peygamberlerin ayrıca vazifeleri vardır. Bu vazifeleri şöylece sıralayabiliriz:
Tebyin (Açıklama): Peygamberler, Allah (cc)’ın emir ve yasaklarını açıklarlar.
Ta’lim (Öğretme): Peygamberler, Allah (cc)’ın emir ve yasaklarını öğretirler.
Tezkiye (Temizleme): Peygamberlerin tebliğine uyup, Allah (cc)’ın emirlerini yapan ve yasaklarından sakınan Müslümanlar; şirkten, küfürden ve günahtan kurtulurlar, tertemiz olurlar.[7]
Allah (cc), konu ile ilgili şöyle buyurur: “Nitekim size içinizden bir peygamber gönderdik. O, size ayetlerimizi okuyor, sizi şirkten temizliyor, size kitabı ve hikmeti öğretiyor ve size bilmediğiniz
şeyleri öğretiyor.” (Bakara Sûresi: 2/151, Bknz: Bakara Sûresi: 2/129, Cuma Sûresi: 62/2)
Peygamberler, Allah (cc)’ın emirlerini insanlara bildirirler Kabul edenlere açıklamasını yaparlar, yapmaları gereken şeyleri öğretirler, Allah (cc)’ın yasak ettiği şeylerden sakındırırlar.
Peygamber’in buyruklarına göre hareket eden ve yaşayan Müslüman tertemiz bir Müslüman olur.
Peygamberler,
Allah (cc)’ın Emirlerini Olduğu Gibi Tebliğ Ederler
Peygamberlerin Allah’tan aldıkları emir ve yasaklar da eksiltme ve artırma yapma hakları yoktur. Olduğu gibi insanlara bildirmekle görevlidirler. Allah konu ile ilgili peygamberimiz (sav)’e şöyle buyurur:
“Ey peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu
yapmazsan O’nun verdiği peygamberlik görevini yerine getirmemiş olsun. Allah seni insanlardan korur. Şüphesiz Allah (cc), kâfirler topluluğunu hidayete erdirmez.” (Mâide Sûresi: 5/67)
“Onlara vaat ettiğimiz azabın bir kısmını sana göstersek de, (göstermeden) senin ruhunu alsak da senin görevin sadece tebliğ etmektir. Hesap görmek bize aittir.” (Ra’d Sûresi: 13/40)
Eğer yüz çevirirlerse (bilesin ki), biz seni onlara bekçi göndermedik. Sana düşen, sadece tebliğdir…(Şûra Sûresi: 42/48)
“Öyleyse Allah’a itaat edin, peygambere itaat edin ve Allah’a karşı gelmekten sakının. Şayet yüz çevirirseniz bilmiş olun ki, elçimize düşen sadece apaçık tebliğdir.” (Mâide Sûresi: 5/92)
Allah kâfirlere karşı da şöyle der:
“Peygamberin üzerine düşen ancak tebliğdir. Allah sizin açıkladığınızı da, gizlediğinizi de bilir.” (Mâide Sûresi: 5/99)
Peygamberler, Allah (cc)’ın emirlerini gizleyemezler, Allah (cc)’ın emirlerine ekleme yapamazlar. Allah (cc)’ın emirlerini eksik söyleyemezler. Sadece açıklama yaparlar, öğretirler.
Peygamberler Tebliğden Sorumludur
Peygamberler günah işlemediklerinden ve vazifelerini tam yaptıklarından dolayı, amellerinden dolayı hesaba çekilmezler. Sadece tebliğ vazifesinden dolayı hesaba çekilirler. Çünkü peygamberler, Allah’tan aldıkları emir ve yasakları, insanlara tebliğ etmekten sorumludurlar.
Hiçbir hadise, hiçbir mazeret peygamberleri tebliğden alıkoyamaz. Hangi şart altında olursa olsun peygamberler tebliğ vazifesini yaparlar. Hiç bir peygamber tebliğ vazifesini yapmaktan kaçmaz, tebliğ vazifesini ihmal etmez. Allah’tan aldığı emir ve yasakları olduğu gibi insanlara bildirirler. Bütün peygamberler vazifelerini Allah (cc)’ın bildirdiği şekilde yapmışlardır. Tebliğ konusunda Allah (cc), peygamberimiz (sav)’e şöyle buyurur:
“Onlara vaat ettiğimiz azabın bir kısmını sana göstersek de, göstermeden senin ruhunu alsak da senin görevin sadece tebliğdir.” (Ra’d Sûresi: 13/40)
Ayetin açıklamasında merhum M. Hamdi Yazır şöyle diyor: “O inkarcılara vaad ettiğimiz ceza ve hesabın hepsi gerçekleşecektir. Sen dünyada bazılarını gözlerinle görecek olsan da, hiçbirini sana göstermeden seni bu dünyadan alacak olsak da, sen bununla bağlı değilsin. Sen onların başlarına geleceği görüp görmeyeceğini düşünmeden vazifeni yapmaya devam et. Hiçbirini görmeden ölecek bile olsan, yine görevini sürdür. İster gör, ister görmeden ölmüş ol, her iki durumda da sana düşen, boynuna borç olan şey tebliğdir. Sen bir peygamber olarak, üzerine vacip olan görev, peygamberliğin gereği olan hükümleri tebliğden ibarettir. O tebliğin gereğini ifa ve icra etmek,
sonuçta onun hesabını görmek ve onlara verdiğim azapların gerçekleşip gerçekleşmediğini görmek senin görevlerin arasında değildir. Senin görevin yalnızca tebliğ etmektir. Bize düşen de hesap görmektir. O kâfirlerin hesabını görmek, amellerinin cezasını vermek bize aittir. O işi yapacak olan biziz. Sen, emek ve gayretlerini görüp görmeyeceğini hesaba katmadan çalış. Bu uğurda can vermek gerekse bile, vazifen olan tebliği yap, gerisini bize bırak.”[8]
Merhum Seyyid Kutub da şunları yazar: “Bu âyette bildirilen tebliğ emri kesin bir emirdir. Allah yoluna davet eden dâvâ adamlarının, dâvetin sorumluluğunu, dâvetin her merhalesinde yerine getirmelerini emretmektedir.”[9]
Merhum Mevdûdî de şöyle diyor: “Bu âyette, Allah (cc)’ın peygamberini tesellisi vardır. Sana verilen vazifeyi gönül rahatlığı içinde sürdür. Onların layık oldukları cezayı bize bırak. Onların hakikati
inkâr etmeleri karşısında üzülme, kendini hırpalama.”[10] Peygamberimiz (sav), Arafât’ta okuduğu “Vedâ Hutbesi”nin sonunda 124 bin sahâbesine; “Tebliğ ettim mi?” diye sormuş. Sahâbeler de: “Evet!
Tebliğ ettin, Ey Allah (cc)’ın Rasûlü!” demişler. Peygamber (sav) ellerini kaldırmış;
“Şahit ol yâ Râb!
Şahit ol yâ Râb!
Şahit ol yâ Râb! demiştir.”[11]
Bütün peygamberler, şartlar ne olursa olsun, Allah›tan aldıkları emirleri olduğu gibi tebliğ etmişlerdir. Peygamberler, tebliğ vazifesini yerine getirince sorumluluktan kurtulurlar.
Peygamberlerin Allah (cc)’ın emir ve yasaklarını tebliğ etmesi, insanların da peygamberin tebliğini kabul etmesi veya kabul etmemesi esasına dayanır. Bir peygamber tebliğ vazifesini yaptıktan sonra, insanlar iradelerini kullanarak peygamberin tebliğini kabul edip mü’min olmak, veya kabul etmeyip kâfir kalmak iradesine sahiptir.
Peygamber, tebliği kabul etmeyenlerin durumundan sorumlu değildir.
Peygamber, tebliği kabul etmediğinden dolayı, âhirette azabı hak edenleri müdafaa edecek de değildir. Allah (cc), peygamberimize hitaben şöyle buyurur:
“Şüphe yok ki biz, seni bir müjdeci ve bir azap habercisi olarak
Hak (Kur’ân) ile gönderdik. Sen cehennemliklerden sorumlu değilsin.” (Bakara Sûresi: 2/119)
İnsanlar, peygamberlerin tebliğini kabul etmezlerse, peygamberler onları zorlayamaz. Zorlama peygamberlerin görevi değildir. Peygamberlerin tebliğini kabul etmeyenler, kabul etmeyişlerinden sorumludurlar.[12]
Hıristiyanlık İsa’sının Tebliğ Ötesi Yaptıkları
Peygamberlerin peygamberlikleri tebliğle sınırlıdır. Tebliğin ötesinde Allah (cc)’ın emirlerini kabul edenler- kabul etmeyenler, yapanlar- yapmayanlar hakkında karar ve hüküm vermek peygamberlere ait bir vazife değildir. Bu vazifenin sahibi Allah’tır. Hıristiyanlığın İsa’sı, peygamberlerin vazifesinin daha ilerisine gider. Dünya’da İnsanların işlediği günahları affeder. Günahları affetmeleri için papazlara yetki verir. Hıristiyanlığın İsa’sı âhirette de tahtta oturur. Bütün milletler önünde toplanır. Çobanın koyunları keçilerden ayırdığı gibi, insanları birbirinden ayırır. Koyunları sağına, keçileri soluna alır. Koyunlar iyi insanlar, keçiler de kötü insanlardır. İyilerin ebedî hayata (cennete), kötülerin de ebedî azaba girmelerine hükmeder.[13]
Hıristiyanlar, Hz. İsa (as)’nın bu hükmünü tâbi olunacak bir hüküm olarak kabul ederler. Çünkü onlara göre; Hz. İsa (as) bir peygamber değildir, hâşâ tanrıdır, tanrının oğludur. Hıristiyan inancına göre, üçlü tanrı sisteminde; “Baba, Oğul ve Kutsal Ruhun birbirlerinden ayrı oldukları, kendi başlarına buyruk oldukları bir an bile yoktur.”[14] Bu yargılama olayında Baba tanrı, kutsal ruh tanrı nerede? Ne yaptığı da belli değildir. Oğul tanrı İsa, insanları koyunlar, keçiler diye ayırıyor, koyunları ebedî hayata, keçileri de ebedî azaba gönderiyor. Yargılama olayı, “Baba, Oğul ve Kutsal Ruhun birbirlerinden ayrı oldukları, kendi başlarına buyruk oldukları bir an bile yoktur” inancını yalanlamaktadır. Başka örnek verelim: “Ruh (Kutsal ruh)İsa’yı alır, çöle götürür. Denenmesi için şeytana teslim eder. İsa denemelerde başarılı olur. Şeytan onu bırakır.” (Bakınız: Matta
İncili: 4/1-11, Luka İncili: 4/1-13, Markos: 1/12-13)
Bu hikâyede ruh (Kutsal ruh) İsa’ya hükmediyor, onu alıp götürüyor, şeytana teslim ediyor. İsa bir çocuk gibi ruhun yanında gidiyor. Bir şey yapmıyor, şeytana teslim oluyor. Bu olay da, üçlü tanrı inancını, kendi başlarına buyruk olmadıkları inancını baba, oğul, kutsal ruh birliğini yalanlıyor. Çünkü olay da iş yapan kutsal ruhdur. Babanın ne yaptığı, nerede olduğu belli değildir. Oğul İsa ise üzerinde iş yapılan bir eşya gibidir. Kutsal ruh tarafından götürülüyor ve şeytana teslim ediliyor.
Bir örnek daha: İnciller’e göre; Hz. İsa (as)’yı yakalarlar. Dikenli tacı başına geçirirler. İşkence ede ede çarmıha götürürler. Ellerine, ayaklarına çivi çaka çaka çarmıha gererler. İsa “Allahım! Allahım! Beni niçin terk ettin.” diye bağıra bağıra ölür. (Matta: 27/45-52, Markos: 15/33-37)
Tanrı oğul İsa acılar içerisinde kıvranırken, ‘Allahım! Allahım!’ diye
bağırırken, ‘birbirinden ayrı oldukları bir an bile yoktur’ diye inanılan baba ve kutsal tanrılar nerede idiler? Birlik gereği tanrı baba, tanrı kutsal ruh, tanrı oğlun yanında olması, onu kurtarmaları gerekmez mi idi? Bu olay da, Hıristiyanlıktaki üç bir, bir üç tanrı inancını birbirine eşit ve denk tanrı olduklarını yalanlıyor. Hıristiyanlık İsa’sının ‘Allahım! Allahım!’ diye feryat etmeleri de bunu göstermiyor mu? İsa’nın, “Allahım! Allahım! Beni niçin terk ettin?” diye bağırması tanrı olmadığını göstermez mi? Daha çok örnekler verilebilir. Bu olaylar gösteriyor ki, üç bir, bir üç diye bir şey yoktur. Tek yaratıcı vardır. O da Allah’tır.
Biz Müslümanların inandığı Hz. İsa (as), diğer peygamberler gibi bir peygamberdir. Hz. İsa (as) da Allah (cc)’ın emir ve yasaklarını diğer peygamberler gibi insanlara tebliğ etmiş ve peygamberlik vazifesini yapmıştır. Allah birdir. Ondan başka ilah yoktur. Hükmetme, yargılama, günahları affetme hakkı Allah’ındır. Allah bu hakkını peygamberlerine bile vermemiştir. Allah (cc), Kur’ân-ı Kerîm’de buyurur:
“Öyle bir günden sakının ki, o gün hiç kimse bir başkası adına bir
şey ödeyemez. Hiçbir kimseden her hangi bir şefaat kabul olunmaz. Fidye alınmaz. Onlara yardım da edilmez.” (Bakara Sûresi: 2/48)
“Allahtan başka hiçbir kimse günahları affedemez.” (Âl-i İmran
Sûresi: 3/135)
“ O gün onlar ortaya çıkarlar. Onlardan hiçbir şey Allah’a gizli kalmaz. Bu gün mülk (hükümdarlık) kimindir? Tek olan, her şeyi kudret ve hâkimiyeti altında tutan Allah’ındır, denir.” (Mü’min Sûresi: 40/16)
“O öyle bir gündür ki, kimse namına bir şey yapmaya muktedir
olamaz. O gün emir, yalnız Allah’ındır.” (İnfitâr Sûresi: 82/19)
“İyi bilin ki hüküm yalnız O’nundur. O, hesap görenlerin en çabuğudur.” (En’âm Sûresi: 6/62)
Peygamberimiz (sav), kızı Fâtımâ’ya şöyle buyurdu:
“Ey Allah (cc)’ın Rasûlünün kızı! Benden dilediğini iste. Yalnız Allah (cc)’ın azabından kurtarmak için sana hiçbir fayda veremem.”[15] Peygamberlerin vazifesi, insanlara Allah (cc)’ın emir ve yasaklarını bildirmek, bu emir ve yasaklar doğrultusunda onları eğitmek ve onlara öncülük yapmaktır. İnsanların günahlarını affetmek, insanları yargılamak peygamberlerin vazifesi değildir. Bu hak Allah’ındır. İnsan olan, peygamber olan Hz. İsa (as)’ya tanrı demek ne kadar yanlış ise, ona affetme ve yargılama hakkı vermek ve buna inanmak da o kadar yanlıştır.
[6] Bakınız: Âl-i İmran Sûresi: 3/20, Mâide Sûresi: 5/92, 99, Nahl Sûresi: 16/35, 82,
Nur: 24/54, Ankebût Sûresi: 29/19
[7] Prof. İsmail L. Çakan, N. Mehmet Solmaz, Kur’ân-ı Kerîm’e Göre Peygamberler
ve Tevhid Mücâdelesi, 1/9, Ensar Neşriyât, 1991, İst, İnanç: 4/306
[8] M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, 5/162, Zaman Gazetesi Yayını
[9] Muhammed Kutub, Fî Zılâl-il Kur’ân, 8/557, Hikmet Yayını
[10] Mevdûdi, Tefhimu’l Kur’ân, 2/531, Yeni Şafak Gazetesi Yayını
[11] Celaleddin Karakılıç, Hz. Muhammed (sav)’in Hayatı, 650, 2. Baskı, 2004
[12] Hak Dini Kur’ân Dili: 3/335, Fî Zılâl-il Kur’ân, 4/438, Mehmet Vehbi, Hülâsat’ül
Beyan, Üçdal Yayını, İst.
[13] Matta İncili: 25/31-46
[14] M. Günay, Gerçeği Bilelim, Sh: 80-105, N. Mehmet Solmaz, Teslis: Üçlü Tanrı
İnancı, 23, Misak Yayını, Ankara