Peygamberlerin inananlara karşı yapmakla yükümlü olduğu vazifeleri açıklayan ayetlerde şunlar
bildiriliyor:
1-Peygamberleri gönderen Allah’tır.
2-Peygamberler, mü’minleri her türlü kötülükten korur. Bu şu demektir ki, peygamberin bildirdiğine inanan, peygamberin bildirdiğini yapan, peygamberin yasak olduğunu bildirdiği şeyleri yapmayan,
peygamberin ahlâk ve güzel yaşayışından örnekler alarak yaşayan inananlar, her türlü kötülüklerden korunurlar, güzel bir ahlâk ve yaşayışa sahip olurlar.
3-Peygamberler, Allah (cc)’ın gönderdiği ilâhî kitaba uygun yaşayışı öğreten ve kitabın içinde bulunan ilâhî emirleri açıklayan, nasıl yapılacağını gösteren bir mürşid ve muallimdir.
4-Peygamberler, insana bilmediklerini öğretirler. Geçmişle ilgili, gelecekle ilgili, âhiret âlemi ile bilgileri öğretir. Peygamberler sayesinde insanlar sağlam ve doğru bilgilere sahip olur.
5-Peygamberler gelmeden önce insanlar sapıklık içinde idiler. Peygamberler insanları arındırdılar. İnsanlar, peygamberleri kabul etmekle, küfürden, şirkten ve bunların pisliklerinden temizlendiler.
Duru, sağlam, temiz bir inanca ve düşünceye sahip oldular. Peygamberlerin bildirdiklerini kabul edip yapmakla insanlar kötülüklerden temizlenip sağlıklı bir yaşayışa, ahlâkî bir hayata, huzurlu bir aile ve
cemiyete sahip olurlar.
6-Peygamberleri kabul edip buyruklarına göre yaşayanlar, dünya veâhiret mutluluğuna ererler, kendilerini yaratan ve yaşatan Allah’akulluk borcunu yerine getirirler, insan olmanın şeref ve vakârını korurlar
7-Peygamberleri kabul etmeyenler, peygamber gelmeden önce nasıl sapıklık içinde iseler, peygamber geldikten sonrada sapıklık içinde kalırlar. Çünkü suyu taşlamakla veya suya bakmakla sudan faydalanılmadığı gibi, peygambere karşı çıkmakla yahut peygamberin buyruklarına göre hareket etmemekle de peygamberden faydalanılamaz.
8-Peygamberler, Allah (cc)’ın insanoğluna sunduğu bir lütuftur.
Öyle bir lütuftur ki, insan bu lütuf sayesinde ne olduğunu anlar, doğru yolunu bulur, Allah (cc)’ın sonsuz rahmetine erer, cennet sâkini olur. Merhum şehid Seyyid Kutub, peygamberlerin insanı arıtıp temizlemesi konusunda şunları yazar:
“Peygamberler, insanların düşüncelerini, gönül ve duygularını temizlerler… Hayatlarını, cemiyetlerini, sosyal düzenlerini, insanlarla ilişkilerini temizlerler. İnsanın insanlığını lekeleyen, insana insanlığın manasını unutturan âdet ve alışkanlıklardan, aşağılık merasim ve hareketlerden, cahiliyetin bütün kötülüklerinden ve kirlerinden insanları temizlerler. Peygamberler, bu temizliği, putperestlik, şirk, küfür, hurafe ve kötülüklerden insanları uzaklaştırarak ve onlara gerçek inancı ve hayat kurallarını öğreterek yaparlar.”[21]
Çünkü peygamberler örneklerdir, önderlerdir. Allah (cc), şöyle buyurur: “Onları bizim emrimizle doğru yolu gösteren önderler yaptık ve kendilerine hayırlar işlemeyi, namazı dosdoğru kılmayı, zekâtı vermeyi vahyettik. Onlar sadece bize ibadet eden kimselerdi.” (Enbiyâ Sûresi: 21/73)
Biz ümmetlerine iman’ın ve İslâm’ın şartlarını öğreten Peygamberimiz (sav)’dir. Kur’ân’da abdest bildirilir. (Mâide Sûresi: 5/6) Peygamberimiz (sav) abdest almış ve abdestin nasıl alınacağını ümmetine göstermiş ve öğretmiştir. Hazreti Osman bin Affan (ra) abdest suyu isteyerek abdest almış ve ellerini üç defa yıkamış, ağzına üç defa su almış, çalkalamış çıkarmış, burnuna üç defa su çekmiş ve atmış, yüzünü üç defa yıkamış, sağ kolunu dirsekleri ile beraber üç defa yıkamış, sol kolunu dirsekleri ile beraber üç defa yıkamış, başına mesh etmiş, sağ ayağını topuklarıyla beraber üç defa yıkamış, sol ayağını da topuklarıyla beraber üç defa yıkamış, “Ben Allah (cc)’ın rasûlü(sav)’in şu benim abdestim gibi abdest aldığını gördüm” demiş ve sonra peygamberimiz (sav)’in: “Her kim benim şu abdestim gibi abdest alır da kalkar ve aklından bir şey geçirmeyerek iki rekât namaz kılarsa, geçmiş günahları affolunur.” buyurduğunu bildirmiştir.[22]
Allah (cc), Kur’ân-ı Kerîm’de namaz kılmayı, namaz içinde kıyamda durmayı, okumayı, rükû ve secde yapmayı, oturmayı emretmektedir. Kıyâmın, okumanın, rükû ve secde yapmanın, oturmanın ve selam
vermenin nasıl olacağını hülasa, namazın nasıl kılınacağını ümmetine Peygamberimiz (sav) öğretmiştir. Peygamberimiz (sav) namaz kılmış, imam olmuş namaz kıldırmış, namazın nasıl kılınacağını göstermiş ve öğretmiştir. Ebu Süleyman Malik bin El-Hüveyris anlatıyor:
Biz, peygamber (sav)’in yanına gelmiştik. Ayni yaşlarda gençlerdik. O’nun yanında yirmi gün kaldık. Peygamber (sav) çok merhametli ve yumuşak’tır. Bizim aile ve akrabalarımızı özlediğimizi zannetti.
“Geride kimleri bıraktınız?” diye sordu. Biz de bıraktığımız kimseleri söyledik. Bunun üzerine: “Ailelerinizin yanına dönünüz; orada kalınız, onlara dini öğretiniz, iyiliği emrediniz, namaz kılınız. Filan namazı filan vakitte ve filan namazı da filan vakitte kılınız. Namaz vakti gelince içinizden biri ezan okusun, en büyüğünüz ise imam olsun. Namazı benden gördüğünüz gibi kılınız, buyurdu.”[23]
Müslümanlar asırlardır namazı peygamberimiz (sav)’den gördüğügibi kılıyor, kıyamet gününe kadar da kılacaktır. Peygamberimiz (sav), namaz, oruç, zekât, hac gibi bütün ibadetlerde, insanî münasebetlerde, devlet ve millet hayatında uymakla mükellef olduğumuz bütün konularda, âhiret hayatına hazırlanmamızda, güzel ve yüce ahlâki değerler konusunda öğretici, örnek olucu, yol gösterici, bizi dünya ve âhiret saadetine ulaştırıcı durumundadır. Peygamberimiz (sav)’in örnek oluşunu, öğreticiliğini, yol göstericiliğini bir tarafa iterek Müslüman’ca yaşamak mümkün değildir.
O Zamanki Arabistan
Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav), Allah tarafından peygamber olarak görevlendirildiği zaman, Arabistan yarımadası şirk ve küfür içerisinde idi. Zulüm ve kötülükler topluma hâkimdi. Güçlü zayıfı
eziyor, elinde mal, mülk ne varsa alıyordu… Can, mal ve namus emniyeti yoktu. Dünyanın diğer bölgeleri de Arap Yarımadası’ndan iyi değildi. O zamanı merhum Mehmet Âkif şöyle anlatır:
[23] Tecrîd-i Sarîh, Sahîh-i Buhârî Tercemesi, 2/592, Diyanet Yayını
“Sırtlanları geçmişti beşer yırtıcılıkta; /Dişsiz mi bir insan, onu kardeşleri yerdi.”[24]
Peygamberimiz (sav), Allah (cc)’ın emriyle insanlara önder ve örnek oldu. Böyle bir toplumdan, Allah’a inanmış, şirk ve küfürden kurtulmuş, zulüm ve kötülüklerden uzaklaşmış, hak ve hukuk’a, ahlâkî güzelliklere ve fazîletlere bağlı örnek bir toplum meydana getirmiştir.
Peygamberimiz (sav)’in Ahlâkı
Peygamberimiz (sav)’in hayatı, sünneti ve sözleri Kur’ân-ı Kerîm’in açıklamasıdır. Hz. Aişe (r.anha), peygamberimiz (sav)’in ahlâkını soranlara; “O’nun ahlâkı Kur’ân’dır” demiştir.[25] Peygamberimiz
(sav)’in ahlâkının Kur’ân olması demek, Kur’ân’ın uygun gördüğünü uygun görmesi, Kur’ân’ın beğenmediği bir işi, bir hareketi beğenmemesi, Kur’ânın emrettiğine uygun yaşaması, Kur’ân’ın yasakladığı şeylerden sakınması demektir. Peygamberimiz (sav) bir şeye kızıyorsa, o şeyi Kur’ân’ın çirkin gördüğü için kızması, bir kimseyi seviyorsa onun işini ve tutumunu Kur’ân tasvip ettiği için sevmesi demektir. Kur’ân helâl saydığını helâl, harâm saydığını haram sayması ve öylece uygulaması demektir.[26]
Peygamberimiz (sav)’in Sünneti
Peygamberimiz (sav)’in sözlerine, fiillerine ve davranışlarına ‘sünnet’ denir.[27] Sünnet, Kur’ân’dan sonra dinin ikinci kaynağıdır. Kur’ân’ın nasıl anlaşılması gerektiğini, nasıl uygulanacağını, vahyin hedeflerini ve örnek insanlık kurumunu sünnetle öğrenebiliriz. Sünnet, Kur’ân’ın kısa, özlü, mücmel
(kapalı) olan ayetlerini ve hükümlerini açıklar. Peygamberimiz (sav); ahlakı, İslâm’ı uygulaması, yaşayışı, hal, hareket ve tavırlarıyla insanlara örnek olur.
Peygamberimiz (sav)’in sünneti; vahyin istediği, Allah (cc)’ın razı
olduğu insan tipinin, yaşama şeklinin göstergesidir.[28] Peygamberimiz (sav)’in hayatını, sözlerini, sünnetini bir tarafa atarak ‘Ben doğru yoldayım’ demek mümkün değildir. Mustafa Çelik Hoca, Yusuf
Kardavi’den sünnet konusunda şunları nakleder:
“Peygamberimizin sünneti, Hz. Nuh’un gemisi gibidir. Tufandan kurtulmak isteyen her mükellefin sünnete uyması farzdır. Rasûlullâh’ın sünnetine uymak dinin aslî rükünlerindendir. Zira sünnete uymadan İslâmî bir hayat yaşamanın imkânı yoktur. Çünkü her hangi bir dinin, peygamberi olmadan insanlara ulaştı rılması, anlaşılması, yerleşmesi ve kurumlaşması mümkün değildir. Peygamberimiz (sav) bir taraftan Kur’ânı tebliğ ve tefsir etmiş, diğer taraftan onun kendisine havale ettiği hükümleri tanımlamış, böylece onu herkesin anlayabileceği mükemmelliğe ulaştırmıştır. Rasûlullâh’ın sünneti ve siyreti, vahyin pratiğini yansıtan rahmet aynasıdır.”[29]
Sünnet’e Uyulmasını Emreden Âyetler
Peygamberimiz (sav)’in Sünnet’ine uyulmasının gerekli olduğunu bildiren âyetlerin meâli şöyledir:
“Peygamber size ne verirse onu alın, neyi yasaklarsa ondan da kaçının.” (Haşr Sûresi: 59/7)
“Kim peygambere itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur. Kim de yüz çevirirse, bilsin ki, biz seni onlara koruyucu olarak göndermedik.” (Nisâ Sûresi: 4/80)
“De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız, hemen bana uyun ki, Allah da
sizi sevsin. Günahlarınızı bağışlasın. Allah çok bağışlayıcı, çok merhametlidir.”(Al-i İmran Sûresi: 3/31)
“Hayır! Rabbine and olsun ki, onlar aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükme içlerinde hiçbir sıkıntı olmaksızın tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe iman
etmiş olmaz.” (Nisâ Sûresi: 4/65)
Bu ayetler; uyulacak, izi takip edilecek, ahlakı ve yaşayışı örnek alınacak insanın peygamberimiz (sav) olduğunu bildiriyor.
Biz Müslümanlara düşen vazife, peygamberlerin sonuncusu olan peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)’ e uymak, onun gösterdiği yolda, gösterdiği şekilde yaşamaktır. Kurtuluşun, dünya ve âhiret saadetine ermenin yegâne yolu budur.[30]
Peygamber Doğru Yol Üzerindedir ve O’na İtaat Farzdır
Allah (cc), peygamberine itaati de emretmiştir:
“Allah’a itaat edin, peygambere itaat edin. Eğer yüz çevirirseniz, bilin ki, elçimize düşen sadece apaçık bir tebliğdir.” (Teğâbun Sûresi: 64/12)
Peygamberler, Allah (cc)’ın elçileridir. Allah’a itaat eden, elçisine de itaat eder. Elçiye Birine itaat, diğerine itaatsizlik, her ikisine itaatsizliktir. Allah’ı seven O’nun elçisine candan bağlı olur, emirlerini tutar, Allah’ı sevdiğini ispat eder. Peygamberler, sözleri doğru, işleri doğru yaptıkları doğru, insanlardır. Allah (cc), peygamberimiz (sav)’e şöyle hitap eder:
“Muhakkak ki sen, gönderilen peygamberlerdensin. Doğru bir yol üzerindesin.” (Yâsîn Sûresi: 36/3, 4)
İmanın olgun ve kuvvetli olmasının alâmeti; Allah (cc)’ın peygamber vasıtası ile bildirdiği bütün emir ve hükümlere uymak, yasak ettiği şeylerden de sakınmaktır. Bu ayetler; uyulacak, izi takip edilecek,
ahlakı ve yaşayışı örnek alınacak insanın peygamberimiz (sav) olduğunu bildiriyor.
Peygamberlerin Dili
Peygamberlerin dili mensup oldukları, içerisinde doğdukları ve büyüdükleri kavim ve kabilelerinin dilidir. Allah (cc), insanların daveti anlayamama gibi bir bahaneleri olmaması için vahyi, peygamberin
konuştuğu kavmin dili ile indirmiştir.[31] Peygamberimiz (sav)’in mensup olduğu kureyş kabilesinin konuştuğu dil Arapça idi. Kur’ân-ı Kerîm Arapça indirildi. Allah şöyle buyurur:
“Biz her peygamberi, ancak kendi kavminin diliyle gönderdik ki,
onlara iyice açıklasın.” (İbrahim Sûresi: 14/4)
Kur’ân-ı Kerîm’in dilinin Arapça olması, onun evrensel niteliğine aykırı değildir. Çünkü Kur’ân-ı Kerîm, diğer toplumların dillerine tercüme ve tefsir ile ulaştırılır. Merhum M. Hamdi Yazır konu ile ilgili şunları yazar: “Her peygamber, gönderildiği ümmetin ve özellikle içlerinde oturduğu toplumun dili ile gönderilmiştir. Tebliğine emredilmiş olduğu şeyleri kavmine anlatsın, anlattırsın. Bilenin bilmeyene, hazır bulunanın bulunmayana anlayacağı bir dil ile açıklaması ve tebliğ etmesinin bir vazife olduğunu anlatsın. Çünkü her peygamberin peygamberliği gerek kavmine ait olsun ve gerek başkalarını da kapsasın ve bu kapsamlılık gerek Hz. Muhammed’in peygamberliğinde olduğu gibi bütün insanlara ve hatta insan ve cinlere kadar genel olsun ve gerekse birkaç topluma ait bulunsun mutlaka o peygamber, kavmini davet edecek ve ilk işi onlara peygamberliğini anlatmak olacaktır. Bu ise onların en iyi, en kolay anlayabilecekleri kendi dilleri, kendi lehçeleri ile açıklamaya bağlıdır. Her şeyden önce, “Önce en yakın akrabalarını uyar.” (Şu’arâ Sûresi: 26/214) ayeti gereğince en yakından başlayarak peygamber, bu açıklamayı yapar, Allah (cc)’ın emirlerini açıklar ve ilan eder.
Bir taraftan Arapça bilenler, bilmeyenlere bildikleri diller ile nakil ve tercüme ederek Hz. Peygamberin açıklamalarını tebliğ ederler ve açıklarlar. Elçinin elçisi, peygamberin varisleri olmak şerefine erişirler. Diğer taraftan bu şerefe erişmek için bir takımları da Arapçayı öğrenirler ve bu şekilde Hz. Peygamberin dilini esas olarak anlatırlar. Ve onunla davet dilden dile ve bir topluluktan diğer topluluğa yayılıp genelleşir.”[32]
Hz. İsa (as)’nın Dili
Hz. İsa (as) ile ilgili olarak dil yönünden de Hıristiyan dünyasında karışıklık ve çelişkiler vardır. Renan “İsa’nın hayatı”adındaki kitabında şunları yazar:
“İsa’nın Yunanca’yı bilmiş olması muhtemel değildir. Hükümet işlerine iştirak eden kimselerin ve putperestlerin oturduğu Kayseriye gibi şehirlerdeki sınıfların bildiği bu dil, Filistin’de pek yayılmamıştır. İsa’nın öz dili, o zamanlar Filistinde konuşulan İbrani diliyle karışık Suriye lehçesiydi.” Renan tanrının oğlu dediği İsa’ya İbranî diliyle karışık Suriye lehçesini uygun görür. Başka bir dili konuşurdu diyenler de vardır. Hz. İsa (as)’ın dili Aramice idi, diyenler de vardır. İsa’nın
dili Aramice ise, Allah (cc)’ın indirdiği İncilin dilinin Aramice olması da doğaldır. Eldeki İncillerin asılları, Katoliklere göre Latince, Ortodokslara göre Yunanca’dır. Hz. İsa (as), ne Latince bilirdi, ne de
Yunanca. Eldeki İncillerin aslında ne dilde yazıldığı belli değildir. Eldeki İncillerin üzerinde dil sorunu vardır.[33] İsanın dil yönünden Hıritiyanların elindeki İncillerle ve mukaddes bildikleri mektuplarla
ilgisi yoktur. Hıristiyanlar, Allah (cc)’ın İsa peygambere İncil kitabını indirdiğini de kabul etmezler. Hıristiyanlar, tanrı İsa’nın yaşamasını, çalışmalarını gittiği yerleri, görüştüğü kimseleri, konuşmalarını,
hoşlandığı, hoşlanmadığı şeyleri tanrı kutsal ruh yazarlara ilham etmiş, yazarlar da bu ilhamlarla İncilleri yazmışlar, derler. Tanrı İsa kendisi ile ilgili şeyleri, niye kendisi ilham etmemiş, Tanrı kutsal
ruh’a bırakmıştır? Bir tanrının yapması, diğer tanrının yazması, baba tanrının da bu konuda bir şey yapmaması; “Kendi başlarına buyruk oldukları bir an bile yoktur.” inancına, bir üç, üç bir esasına aykırı değil midir? Mealini verdiğimiz İbrahim suresi dördüncü ayetine göre, İncilin dili, Hz. İsa (as)’nın konuştuğu dildir. İncil’in aslı kaybolduğu için şu dildeydi, bu dildeydi münakaşaları devam ede gelmiş, bundan sonra da devam edip gideceği muhakkaktır.
Peygamberlerin Peygamberlik Yerleri ve Zamanları
Peygamberler, Allah (cc)’ın kendilerine verdiği peygamberlik vazifelerini kendi bulundukları yerlerde, kendi kavim ve kabileleri arasında yapmışlardır. İlk insan ve ilk peygamber olan Adem atamız çocuklarına peygamberlik yapmıştır.[34] Hz. Nûh (as), kavmine peygamberlik yaptı. Allah (cc), Hz. Nûh (as)’un kavmine seslenişini
Kur’ân’da şöyle bildirir:
“Nuh’un kavmi peygamberleri yalanladı. O vakit kardeşleri Nûh onlara: Siz Allah’tan korkmaz mısınız? Gerçekten ben size gönderilmiş emin bir peygamberim, Artık Allah’tan korkun ve bana itaat edin. Buna karşı, ben sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim ancak âlemlerin Rabbine aittir” dedi. (Şu’arâ Sûresi: 26/105- 109, Yûnus Sûresi: 10/71, 72, Hûd Sûresi: 11/28, 29)
Allah (cc), Hud ve Salih peygamberleri de kavimlerine gönderdi. Onlar da kavimlerini Allah’a inanmaya ve Ona ibadet etmeye davet ettiler. Allah (cc), Hz. İbrahim (as)’in kavmine seslenişini şöyle bildirir:
“İbrahimi de hatırla! Hani kavmine şöyle demişti: ‘Allah’a ibadet
edin ve Ondan korkun. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır.’ Siz Allah’ı bırakıp bir takım putlara tapıyorsunuz ve yalan uyduruyorsunuz. Şüphesiz Allah›tan başka taptıklarınızın size rızık vermeye güçleri yetmez. O halde rızkı Allah katında arayın. O’na ibadet edin. O’na şükredin. Ancak O’na döndürüleceksiniz. Eğer beni yalanlarsanız, sizden önce de bir takım ümmetler peygamberleri yalanlamışlardı.Bir peygambere düşen vazife ise, sadece açık bir tebliğdir.” (Ankebût Sûresi: 29/16-18)
Hz. İbrahim (as)’in babası Âzer put yapar, put satardı. Hz. İbrahim (as) babasına ve kavmine şöyle der:
“Siz nelere tapıyorsunuz? Yalancılık etmek için mi Allah’tan başka ilahlar istiyorsunuz?” (Sâffât Sûresi: 37/85, 86)
“Siz, kendi yonttuğunuz şeylere mi tapıyorsunuz?”
“Hâlbuki sizi de, yaptıklarınızı da Allah yaratmıştır.” (Sâffât Sûresi: 37/95, 96)
Hz. Musa (as), kavmi İsrailoğulları’na gönderilen bir peygamberdir. Hz. Musa (as), Allah (cc)’ın kendisini ve kavmini Firavundan kurtardıktan sonra onlara şöyle seslendi:
“…Allah (cc)’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Çünkü O sizi Firavun hanedanından kurtarmıştı.
Onlar sizi azabın kötüsüne sürüyorlardı. Oğullarınızı boğazlayıp kadınlarınızı sağ bırakıyorlardı.” (İbrahim Sûresi: 14/6, Bakara Sûresi: 2/49, A’râf Sûresi: 7/141)
İsrailoğulları, Hz. Musa (as)’ya itaat etmezler, ona çeşitli zorluklar
çıkarırlar, hatta ondan tapınmak için put isterler. Kavminin eziyetlerine karşılık Hz. Musa (as) onlara şöyle der:
“Ey kavmim! Bana niçin eziyet ediyorsunuz? Pekâlâ, biliyorsunuz ki ben, size Allah (cc)’ın peygamberiyim.” (Saff Sûresi: 61/5)
Hz. İsa (as) da İsrailoğulları’na gönderilen bir peygamberdir. O da kavmi olan İsrailoğulları’na şöyle seslenir:
“Ey İsrailoğulları! Ben size Allah (cc)’ın peygamberiyim. Benden önceki Tevrat’ı tasdik edici ve benden sonra gelecek Ahmed isimli peygamberi müjdeleyici olarak geldim…” (Saff Sûresi: 61/6)
Hz. İsa (as), bir başka seslenişinde İsrailoğulları’na de şöyle der:
“…Ey İsrailoğulları! Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a ibadet edin. Hiç şüphe yok ki, Allah’a ortak koşana, Allah cenneti haram kılmıştır. Onun barınacağı yer cehennemdir. Zalimlerin hiçbir yardımcısı yoktur.” (Mâide Sûresi: 5/72)
Görülüyor ki, isimlerini yazdığımız peygamberler belirli bir kabileye veya kavme peygamber olarak gönderilmişti. Bu peygamberler gibi, Kur’ânda ismi geçen diğer peygamberler de belirli kabile ve kavimlere gönderilmiştir. Kur’ânda ismi geçmeyen sayılarını ancak Allah (cc)’ın bildiği peygamberler de muhtemeldir ki, kavim ve kabilelerine peygamber olarak gönderilmiştir. Ayrıca birden fazla peygamber aynı zamanda bulunmuştur. Hz. İbrahim (as) zamanında Lût, İsmail ve İshak (as)’a da, Allah tarafından peygamberlik verilmiştir. Şuayb peygamber yaşarken, damadı Hz. Musa (as) ve kardeşi Harun (as) da, Allah tarafından peygamber olarak gönderilmiştir. Şuayb (as), iki halka peygamber olarak gönderilmiştir: Medyen ve Eyke halkına. Şuayb (as) Medyen halkındandır. Komşu Eyke halkına da Allah (cc)’ın emriyle peygamberlik yapmıştır. İki halk da putçu ve alış verişte hilekârdı.
Allah (cc), Şuayb (as)’ın Medyen halkına seslenişini Kur’ân-ı Kerim’de şöyle bildirir:
“Medyen kavmine de kardeşleri Şuayb’ı peygamber olarak gönderdik. O şöyle dedi: Ey kavmim! Allah’a ibadet edin. Sizin Ondan başka ilâhınız yoktur. İşte size Rabbinizden tarafından bir mûcize geldi. Artık ölçeği ve tartıyı tam tutun. İnsanların eşyasına haksızlık etmeyin. Yeryüzünde bozgunculuk etmeyin. Eğer inanırsanız, bu söylediklerim sizin için daha hayırlıdır.”
“Bir de her caddenin başına oturup Allah’a iman edenleri korkutup Allah (cc)’ın yolundan çevirmeyin. Yolunu eğriliğini aramayın. Düşünün ki, siz vaktiyle çok azdınız. Böyleyken Allah sizi çoğalttı. Bakın, fesatçıların sonu nasıl oldu?” (A’râf Sûresi: 7/85, 86, Ayrıca Bakınız, Hûd Sûresi: 11/84, 85)
Medyen halkı Allah’a isyana ve ticarette hilekârlığa devam etti. Sonları helak oldu… Şuayb aleyhisselam Eyke halkına da şöyle seslendi:
“Siz Allah’tan korkmaz mısınız? Gerçekten ben size gönderilmiş bir peygamberim, Artık Allah’tan korkun da, bana itaat edin. Buna karşı sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim ancak
âlemlerin Rabbine aittir. Ölçeği tam ölçün, eksiltenlerden olmayın. Doğru terazi ile tartın, Halkın eşyalarını değerinden düşürmeyin. Yeryüzünde fesatçılık yaparak karışıklık çıkarmayın.”
(Şu’arâ Sûresi: 26/177-183)
Eyke halkı da isyanlarına devam ettiler. Putçuluktan ve ticarette hileden vazgeçmediler. Üstelik Şuayb (as)’dan azap istediler. Allah (cc), isyanları ve azgınlıkları sebebiyle Eyke halkını helak etti. Eyke halkı
da yeryüzünden silindi, gitti.
[21] Fî Zılâl-il Kur’ân, 2/516
[22] Müslim: 2/281
[24] Safahât: 504, M. E. Bakanlığı Yayını, 2001, Ank.
[25] Riyâzü’s Sâlihîn, 7/518, Erkam Yayını
[26] Riyâzü’s Sâlihîn, 7/519 Erkam yayını
[27] Riyâzü’s Sâlihîn, 1/15 Erkam yayını
[28] Hüseyin K. Ece, İslâmda temel kavramlar, Sh: 621, Beyan Yayın
[29] Misak Dergisi, Aralık 2005, Sayı 181, Sh: 21
[30] Hak Dini, 2/343, 3/34, Tefhimu’l Kur’ân, 1/377, Fî Zılâl-il Kur’ân, 2/228
[31] Tefhimu’l Kur’ân, 2/537
[32] Hak Dini Kur’ân Dili, 5/168, Beyânu’l Hak, 2/337
[33] 4 Dinden 4 Adam ve Dinsizin Konuşmaları, Sh: 203, Sönmez Yayını, 1970, İst.
Renan, İsa’nın Hayatı, 31, Milli Eğitim Bakanlığı Yayını, 1964, Ank.
[34] Müslim, 2/201