Peygamberler İlim ve Hikmet Sahibidir

Allah (cc), gönderdiği peygamberleri ilim ve hikmetle donatarak göndermiştir. Bir kaç örnek verelim: Hz. İbrahim (as), babası Azeri dine davet ederken şöyle der:
“Babacığım! Doğrusu sana gelmeyen bir ilim bana geldi. Bana uy ki, seni doğru yola ileteyim.” (Meryem Sûresi: 19/43)
“Lût’a da bir hüküm ve ilim verdik.” (Enbiyâ Sûresi: 21/74)
“Andolsun!Biz Davud’a ve Süleyman’a ilim verdik. Süleyman, Davûd’a varis oldu. “Ey insanlar, bize kuş dili öğretildi ve bize her şey verildi. Şüphesiz bu, apaçık bir lütuftur dedi.” (Neml Sûresi: 27/15, 16)
“Biz hüküm vermeyi Süleyman’a kavratmıştık. Zaten her birine hükümranlık ve ilim vermiştik.” (Enbiyâ Sûresi: 21/79)
Allah (cc), peygamberimiz (sav)’e ilim verdiğini şöyle açıklar: “Allah sana kitabı (Kur’ân’ı) ve hikmeti indirmiş ve sana bilmediğin şeyleri öğretmiştir. Allah (cc)’ın sana lütfü çok büyüktür.” (Nisâ Sûresi: 4/113)
Allah (cc)’ın peygamberimize bir emri de şöyledir: “Rabbim! İlmimi artır, de.” (Tâhâ Sûresi: 20/114) Allah (cc), bütün peygamberlere, peygamberliğin gereği olan ilim ve hikmeti vermiştir. Allah (cc)’ın
insanlara bildirilmek üzere peygamberlere bildirdiği emir ve yasaklar da bilgi ve hikmet kaynağı olmuştur. Peygamberler kendilerine verilen ilmi ve hikmeti en iyi şekilde kullanmışlardır.

Peygamberler Gaybı Bilmezler
Peygamberler ilim ve hikmet sahibidirler. İnsanların sahip olamadığı bilgilere sahiptirler. Fakat peygamberlerin ilmi de sınırlıdır, sonsuz değildir. Sonsuz ilim sahibi yalnız ve yalnız Allah’tır. Allah (cc), peygamberlere ne bildirmişse, peygamberler de o kadarını bilirler. Peygamberler gaybı, geleceği bilmezler. Örnekler verelim: Hz. Nûh (as), kavmine “Ben gaybı bilmem”der. (Hûd Sûresi: 11/31) Hz. Hud
(as) da gaybı bilmediğini ifade eder. Hz. Hud (as) kavmine:
“Allah’tan başkasına ibadet etmeyin. Çünkü ben size büyük bir günün azabının gelmesinden korkuyorum.” demişti. Onlar, “Sen bizi, ilahlarımızdan çevirmek için mi geldin? Doğru söyleyenlerden isen, haydi o tehdit ettiğin azabı getir.” dediler. (Hud), “O ilim ancak Allah nezdindedir. Ben size gönderildiğim şeyi tebliğ ediyorum. Lakin ben sizi cahil bir kavim olarak görüyorum, dedi.” (Ahkâf Sûresi: 46/21-23)
Kavmi tehdit ettiğin azabı getir, diyor. Hz. Hud (as) da onun ilmi Allah katında, zamanını ben bilmem, diyor, geleceği bilmediğini ifade ediyor. Hz. İsa (as), Allah (cc)’ın “Ey Meryem oğlu İsa! Allah’ı
bırakıp da beni ve annemi iki ilah edinin diye sen mi söyledin?

Sorusuna şöyle cevap verir:
“Seni tenzih ederim. Hakkım olmayan bir sözü söylemek bana yakışmaz. Eğer onu söylemişsem sen onu muhakkak bilirsin. Sen benim içimde olanı bilirsin. Ama ben senin zatında olanı bilmem.
Hiç şüphe yok ki sen, gaybları layıkıyla bilensin, Ben onlara, bana neyi emrettinse ancak onu söyledim. Benim ve sizin Rabbiniz olan Allah’a ibadet edin, dedim. Aralarında bulunduğum müddetçe üzerlerinde gözcü idim. Ne zamanki beni aralarından aldın, üzerlerinde gözcü yalnız sen kaldın. Zaten sen her şeye şahitsin.”
(Mâide Sûresi: 5/116, 117)
Hz. İsa (as), ‘Ben bilmem, sen bilirsin’ diyor. Allah (cc), peygamberimize emreder:
“De ki: Ben size, Allah (cc)’ın hazineleri benim yanımdadır, demiyorum. Ben gaybı da bilmem. Size ‘Ben bir meleğim de demiyorum. Ben sadece bana gönderilen vahye uyuyorum…” (En’âm
Sûresi: 6/50)
“De ki: Ben peygamberlerin ilki değilim. Benim ve sizin başınıza gelecekleri bilmem. Ben ancak bana vahyolunana uymaktayım. Ben sadece bir uyarıcıyım.” (Ahkâf Sûresi: 46/9)
“De ki: Allah dilemedikçe ben kendime bir zarar verme ve bir fayda sağlama gücüne sahip değilim. Eğer ben gaybı biliyor olsaydım daha çok hayır elde etmek isterdim ve bana kötülük dokunmazdı.
Ben inanan bir kavim için sadece bir uyarıcı ve bir müjdeciyim.”
(A’râf Sûresi: 7/188)
Müşrikler, peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)’e kıyametin ne zaman kopacağını sorarlar. Allah (cc), vereceği cevabı peygamberimize âyetle bildirir:
“İnsanlar sana kıyâmetin vaktini soruyorlar. De ki: Onun ilmi ancak Allah katındadır…” (Ahzâb Sûresi: 33/63)
“Sana kıyâmetin ne zaman kopacağını soruyorlar. De ki: Onun bilgisi Rabbimin katındadır. Onu vaktinde ancak O ortaya çıkaracaktır.” (A’râf Sûresi: 7/187)
Peygamberler, kıyâmetin ne zaman kopacağını bilmez. Peygamberimiz (sav) de bilmez. Peygamberimiz (sav) mahşerden, cennetten ve cehennemden bahsetmiş. Hendek savaşı esnasında Yemen’in, İran’ın fethedileceğini bildirmiştir. Bunlar geleceğe ait haberlerdir, bunları nasıl bildi? denilirse, bunun cevabı şöyledir: Allah (cc), geleceğe ait olayları peygamberlerine bildirirse, peygamberler de insanlara bildirir. Allah peygamberimiz (sav)’e bildirmiş, peygamberimiz (sav)
de insanlara duyurmuştur. Tebük seferinde peygamberimiz (sav)’in devesi kasvâ kaybolmuştu. Aradılar, bulamadılar. Münâfıklar; “Hem peygamberim, hem de diyor” devesinin nerede olduğunu bilmiyor diye dedikodu yapmaya başladılar.

Münâfıklardan Zeyd İbn-i Ebi Salt bunu fırsat bilerek:

“Tuhaf şey! Muhammed peygamber olduğunu iddia eder, gökten haber verir. Hâlbuki devesinin nerede olduğunu bilmez”demiştir. Münâfıkın bu küstahça sözü üzerine peygamberimiz (sav)’e vahiy il
devenin nerede olduğu bildirildiğinde: “Vallâhi ben, Allâh bana ne bildirirse yalnız onu bilirim! Şimdi Allah bana bildirdi, filan ve filan dağları arasındaki vadidedir.” Gittiler, deveyi orada bulup alıp getirdiler. Allah bildirmezse, peygamberler de geleceği bilmezler. Büyücü, falcı, yıldıznâmeci, medyûm, para için her kötülüğü yapacak huyda olan üçkâğıtçılar geleceği hiç bilemezler…

Peygamberler İlâhî Örnekler ve Önderlerdir
Peygamberler, Allah (cc)’ın emirlerini, yasaklarını inananlara açıklarlar, öğretirler. Yapılacak olanları yaparak gösterirler, örnek olurlar. Allah (cc), peygamberler hakkında şöyle buyurur: “Onları bizim
emrimizle doğru yolu gösteren önderler yaptık ve kendilerine hayırlar işlemeyi, namazı dosdoğru kılmayı, zekâtı vermeyi vahyettik. Onlar sadece bize ibadet eden kimselerdi.”
(Enbiyâ Sûresi: 21/73)

Peygamberler, Allah (cc)’ın emirlerinin ve hükümlerinin yapılmasında önderlik ederler. Hak nedir? Bâtıl nedir? Helal nedir? Haram nedir? Doğru nedir? Yanlış nedir? Dünya nedir? Âhiret nedir? Ve diğer bütün ilâhî emir ve yasakları peygamberlerden ve ilâhî kitaplardan öğreniyoruz. Dünya ve âhirete ait doğru, sağlam bilgileri ve işleri peygamberler ve ilâhî kitaplar bildirir. İlâhî kitaplardaki bilgileri ve hükümleri doğru olarak ancak peygamberler açıklarlar. Dînî bilgileri peygamberlerden ve ilâhî kitaplardan öğrenenler doğru yolda, doğru yürürler, faydalı ve sağlam işler yaparlar, yanlış ve bâtıl
yollara düşmezler. İlâhî kitaplara uyanlar, peygamberlerin izini izleyenler, şirkten, küfürden ve kötülükten kendilerini korurlar ve temiz insanlar olurlar. İlâhî kitaplara uyanlar ve peygamberlerin izini izleyenler, inançlarını, düşüncelerini, işlerini, alışkanlıklarını, âdetlerini, kültürlerini, siyâsetlerini kısaca; hayatın her yönünü temiz tutarak olgunluğa kavuşurlar, Allah (cc)’ın rızasına ererler. Kur’ân-ı Kerîm’de
peygamberlerin örnek ve önder oluşları ile ilgili âyet-i kerimeler vardır. Bu âyetlerden bazılarının meâli şöyledir:
“İbrahim ve onunla beraber bulunanlarda sizin için güzel bir örnek vardır.” (Mümtahine Sûresi: 60/4)

“Andolsun, onlarda sizin için, Allah’ı ve âhiret gününü arzu edenler için güzel bir örnek vardır.” (Mümtahine Sûresi: 60/6)
Allah (cc), peygamberimiz (sav) hakkında şöyle buyurur:
“Andolsun, Allah (cc)’ın Rasûlünde sizin için, Allah’a ve âhiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.” (Ahzâb Sûresi: 33/21)

Peygamberlerin örnek oluşu ile ilgili muhterem Osman Nuri Topbaş Hoca Efendi şunları yazar: “…Cenâb-ı Hak, insanoğluna sadece kitaplar değil, bir de o kitapların canlı ifadeleri demek olan ve binbir üstün vasıflarla muttasıf peygamberler, yani örnek şahsiyetler göndermiştir. Öyle örnek şahsiyetler ki, dînî, ilmî ve ahlâkî davranışlar itibarı ile her yönden mükemmellik arz ederler. Nitekim o peygamberlerin her biri, insanlık tarihinde belli bir örnek davranışı zirveleştirerek insanlığa müstesna hizmetlerde bulunmuşlardır. Meselâ peygamberler içinde Hazreti Nûh Aleyhisselam’ın hayatına bakıldığı zaman öncelikle iman daveti, tahammül, sabır ve neticede de küfre ve küfür erbabına karşı şiddetli bir buğz göze çarpar. Hazreti İbrahim’in hayatı, şirke karşı amansız bir mücadele ve putperestliği yok etme uğrunda geçmiş, ayrıca Nemrud’un ateşlerini gül bahçesine çeviren Hakka teslimiyet, tevekkül ve itimad hususunda müstesnâ bir numûne olmuştur. Hz. Musa (as)’nın hayatı, zâlim Firavun ve âvânesi ile mücâdele hâlinde geçmiş ve o, daha sonra getirdiği hukuk ile mü’minler için içtimâî bir nizam tesis etmiştir.
Hazreti İsa Aleyhisselâm’ın tebliğâtının ayrı özelliği, insanlara karşı şefkat ve merhametle dolu bir kalbî rikkattir. Hazreti Süleyman Aleyhisselâm’ın dillere destan olan o göz kamaştırıcı saltanatına rağmen, tevazu ile, şükür ile kalbî tavrını muhafaza ederek Rabbe kullukta yücelmesi hayranlık vericidir. Hazreti Eyyüb Aleyhisselâm’ın hayatında belâlara sabrın ve her ahvâlde Allah’a şükrün tezâhürleri mevcuttur. Hazreti Yunus aleyhisselamın hayatı, Allah’a yönelip bağlanmanın ve kusurundan dolayı nedamet gösterip tevbeye sarılmanın kâmil bir misalidir. Hazreti Yusuf Aleyhisselâm, esâret hâlindeyken dahi Hakka bağlılık ve davetin zirvesini yaşamıştır. O, servet, şöhret ve şehvet sahibi güzel bir kadının, “Haydi gelsene bana” diyerek nefsi cezbedici bir teklifde bulunduğu zamanda bile
büyük bir iffet sergilemiştir. Onun yüksek bir takva ile müzeyyen gönlü, davranış mükemmelliklerinin kaynağı halindedir. Hazreti Davud Aleyhisselâm’ın hayatı, ilâhî azâmet karşısında ibret sayfaları
ile doludur. Onun da Allah korkusu içinde gözyaşı dökerek hamd-ü senâ ve zikredişi, tazarrû ve niyaz halinde Allah’a yönelişi pek ibretlidir. Hazreti Yakub’un sireti ise, insanın gözünde dünya karardığı zaman bile ye’se düşmeyip, sabr-ı cemîl ile Allah’a bağlanmak ve Onun rahmetinden ümid kesmemek lâzım geldiğine dair büyük bir örnektir.”

Osman Nuri Topbaş Hocaefendinin peygamberimiz Muhammed sallallahü aleyhi ve selem hakkında yazdığı uzun yazısından da bir kaç parağraf alıyoruz: “Peygamberlerin serveri olan Hazreti Muhammed Mustafa sallallahü aleyhi ve selem Efendimiz’in hayatı âdeta engin bir derya, diğer peygamberlerin hayatı ise oraya dökülen ırmaklar mesabesindedir. O kendisinden önce gelen, rivayete göre 124 bin peygamberin bilinen ve bilinmeyen bütün üstün özelliklerinin tamamının daha ötesine sahip olmuş, güzel ahlak ve hasletlerin zirvesini teşkil etmiştir. O kendi devrine kadar insanlığın düşünce ve yaşayış itibarıyla kaydettiği gelişmeye ilaveten, kıyâmete kadar vâkî olabilecek ihtiyaçlarını da karşılayacak numüne-i imtisâl (misâl gösterilecek) bir şahsiyet olmak üzere ahâr zaman (son zaman) peygamberi olarak gönderilmiştir. Nitekim Allah (cc)’ın Rasûlü sallallahü
aleyhi ve selem yüksek ahlâkî vasfını açıklama sadedinde; “Ben güzel ahlâkı tamamlamak üzere gönderildim” buyurmuştur. (Muvatta, Hüsnü’l Hulk: 8)

Peygamber silsilesinin, insanlığı Hakka ve hayra yönlendirme hususunda birer emsal teşkil edebilecek davranış mükammelliklerinden ancak muayyen miktarda hatıra günümüze intikal etmiştir.
Hâlbuki son zaman peygamberi aleyhissalat-ü vesselam Efendimiz’in en basitinden en girift ve mükemmeline kadar bütün fiil, söz ve ifadeye aksettiği duygu dünyası, an be an takip edilmiş ve tarihe şeref levhası halinde kaydedilmiştir. Üstelik bunlar, Allah (cc)’ın Lûtfü ile asırlar ötesinden kıyamete kadar, gelecek son insana kadar intikal etme mazhariyetine erdirilmiştir.
Hayatın türlü ibtilâ, müsibet ve süprizleri karşısında kendimizi fitneden bertaraf edebilmek için şükür, tevekkül, kadere rıza, belâlara sabır, azîmet, şecâat, fedâkârlık, kanâat, gönül zenginliği, diğergâmlık, cömertlik, tevâzû, hadiseler karşısında dengeyi bozmama ve benzerleri gibi yüksek ahlâkî vasıfları en güzel şekilde hayatımıza tatbik etmek mecburiyetindeyiz.

Bütün bu hususlarda numûne olması için de Cenab-ı Hak bütün bir insanlığa armağan ettiği en büyük mürşid-i kâmil; zarif, temiz, nezih ve örnek hayatı ile Hazreti peygamber sallallahü aleyhi ve selem Efendimiz’dir. Allah Rasûlü’nün hayatı, kıyâmete kadar gelecek bütün nesillere örnektir. Kur’ân-ı Kerîm’de O’nun hakkında: “Muhakkak senin için tükenmeyen bir mükâfat vardır. Şüphesiz sen
büyük bir ahlak üzeresin.”
(Kalem Sûresi: 68/3, 4) buyurulmuştur.
Rasûlullah sallallahü aleyhi ve selemin hayatı ve mübarek şahsiyeti, sırf insan idrakine sığabilen tezâhürleri ile dahi insanî davranışlar manzumesinin zirvesini teşkil eder. O, irşâd vazifesini insanlık içinde bizzat kendisi örnek olmak süretiyle tamamlayan zirve bir Peygamber ve numûne-i imtisâl bir şahsiyettir. Gerek öz halinde gerek tafsîlâtlı olarak bütün davranış güzellikleri O’ndadır. Dolayısı ile her
insan, Hazreti Peygamber sallallahü aleyhi ve selemin şerefli hayatı ve sünneti seniyyesinde, kendisine örnek alabileceği davranışların en güzelini ve en mükemmelini bulabilir. Fahr-i kâinat Efendimiz’in
hayatı, bütün çeşitleri ile birlikte en müstesnâ güllerden derlenmiş bir bukete benzer ki, arayanlar, kendileri için güllerin en güzelini o bukette bulabilirler.

Cemiyetin birbirlerine zıt noktalarında bulunanlara dahi en mükemmel örnek, Hazreti Peygamber sallallahü aleyhi ve selem
Efendimiz’dir. Meselâ bir mahkûmun hayatı hakime, hakimin hayatı mahkûma misal teşkil etmez. Ayni şekilde bütün ömrü maişet mücadelesi ve yokluk içinde kıvranmakta geçen bir fakirin hali de,
varlık içinde yüzen bir zengine numûne olamaz. Hazreti peygamber sallallahü aleyhi ve selemin hayatı ise, her iki tarafa da örnek takdim eder. Zira Cenab-ı Hak, onu insan topluluğu içinde acziyet bakımından en altta bulunan “yetim çocuk”tan başlatarak hayatın bütün kademelerinden geçirip kudret ve selahiyet bakımından en üst noktaya, yani peygamberlik ve devlet başkanlığına kadar yükseltmiştir. Efendimiz’in ömrü boyunca yaşadığı devreler, insan hayatındaki her türlü med-cezir tecellileri için pek çok ideal örnekleri sergiler. Bu sebeple O’nun hayatı-hangi kademede ve vaziyette bulunursa bulunsun, bütün insanlara kendi iktidar ve istidatları nisbetinde taklit edebilecekleri fiilî, müşahhas ve mükemmel bir örnek teşkil etmiştir. Peygamberler ve onların izinden yürüyen salihlerin dışında insanlığa kurtuluş yolunu gösterme ve onlara örnek birer rehber olma iddiasındaki bütün insanlar ve bilhassa her şeyi kendi âciz akıl ve idrakleri ile izâha kalkışan feylesoflar, bu hususta dâima nâkıstırlar. Zira peygamberler, ilâhî vahye dayandıkları için, birbirini tasdîk eden hidayet rehberleri olarak gelmişlerdir. Hâlbuki hakikati bulma yolunda insanlara rehber olmayı hedefleyen feylesoflar, te’yîd-i ilâhîden mahrum oldukları ve nefislerinin sultası altında kifayetsiz akılları ile düşündükleri için birbirlerinin sistemlerini çürüterek ve birbirlerini yalanlayarak gelmişlerdir. Bu yüzden de ne kendilerini ne de toplumları irşad edebilmişlerdir.[19]

Peygamberlerin Örnek Oluşu
İnsanoğlu doğduğu andan itibaren her konuda örneğe muhtaçtır. Din, ahlâk, dil, hayatı şekillendiren bütün düşünce, davranış, alışkanlıklar ve faaliyetler kendisine sergilenen örneklere göre oluşur.
İnsanın, iş, kılık, kıyafet konusunda örnekler alması kolaydır, örneğe göre şekillenmesi de kolaydır. Din yönünden, ahlak ve edep yönünden örnek alması ve şekillenmesi ise daha zordur. Çünkü bu örnek
alışın önünde nefis, şeytan, kötü düşünceler, kötü arkadaşlar, kötü muhit engelleri vardır. Manevi yönden olumlu şekillenmek, nefis, şeytan engelini aşabilmek için çok kuvvetli örneğe ihtiyaç vardır. Bu kuvvetli örneklerin başında önce peygamberler, sonra Hak dostları veliler gelir. Allah (cc), peygamberimiz (sav)’i örnek göstermiştir. Hem de en iyi örnek. Çünkü O, Allah terbiyesi ile büyümüş ve Allah terbiyesi ile terbiye edilmiştir.“Beni Rabbim terbiye etti.Terbiyemi güzel etti” buyurmuştur.[20]
Emindir, doğrudur. Bütün güzel hasletler ondadır. Kur’ân’ı; ayet ayet, sûre, sûre Cebrail’den almış, hafızasına nakşetmiş, Kur’ânın buyruğu ile yaşamış ve ashabını da yaşatmıştır. Allah (cc), peygamberin örnekoluşu ile ilgili ayetlerde şöyle buyurur:
“Nitekim kendi aranızdan, size ayetlerimizi okuyan, sizi her türlü kötülükten arındıran, size kitap ve hikmeti öğreten, ayrıca bilmediğinizi de öğreten bir peygamber gönderdik.” (Bakara Sûresi: 2/151)

“Andolsun, Allah (cc), mü’minlere kendi içlerinden, onlara ayetlerini okuyan, onları arıtıp tertemiz yapan, onlara kitap ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermekle büyük bir lütufta bulunmuştur. Oysa onlar, daha önce apaçık bir sapıklık içinde idiler.” (Al-i İmran Sûresi: 3/164)

“O, ümmilere içlerinden, kendilerine ayetlerini okuyan, onları temizleyen, onlara kitabı ve hikmeti öğreten bir peygamber gönderendir. Hâlbuki onlar bundan önce apaçık bir sapıklık içinde idiler.” (Cuma Sûresi: 62/2
)Hz. İbrahim (as), oğlu Hz. İsmail (as) ile Kâbe’nin duvarlarını örerken, Allah’a dua ediyorlar. Dualarında şöyle diyorlardı:
“Rabbimiz! İkimizi sana teslim olanlardan kıl. Soyumuzdan da sana teslim olacak bir ümmet getir. Bize ibadet yerlerini ve esaslarını göster. Tevbemizi kabul et. Çünkü sen, tevbeleri çok kabul edensin, çok merhametli olansın.”
“Rabbimiz! İçlerinden onlara senin ayetlerini okuyan, kitabı ve hikmeti öğreten, onları her kötülükten arıtan bir peygamber gönder. Doğrusu güçlü ve hakîm olan sensin.” (Bakara Sûresi: 2/128-129)
Allah (cc), Hz. İbrahim (as) ile oğlu Hz. İsmail (as)’ın dualarını kabul etmiş ve peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)’i peygamber olarak göndermiştir. Peygamber efendimiz (sav): “Ben, dedem İbrahim’in duasıyım” buyurmuştur.





[19] Doçent Dr. Ömer Çelik, Üsve-i Hasene Keşfü’l Hafâ, 1/16-22, Altınok Yayını, 2003, İst.
[20] Usve-i Hasene Keşfü’l Hafâ: 1/70


Scroll to Top