Peygamberimiz (sav), Peygamberliğini Bildiriyor

Bu toplantı ile peygamberimiz (sav)’in Allah tarafından peygamberlikle görevlendirildiği haberi herkes tarafından duyuldu, etrafa yayıldı. Peygamberimiz (sav), Allah (cc)’ın Cebrail vasıtası ile kendine tebliğ edilen ayetlerle peygamberliğini halka şöyle bildirdi:

“De ki: Ben ancak sizin gibi bir insanım. Fakat bana ilâhınızın yalnızca bir ilâh olduğu vahyediliyor. Artık O’na yönelin ve O’ndan bağışlanma dileyin. Allah’a ortak koşanların vay haline. “ (Fussilet Sûresi: 41/6)
De ki: Ben türedi bir peygamber değilim. Bana ve size ne yapılacağını da bilmem. Ben sadece bana vahyedilene uyarım. Ben sadece apaçık bir uyarıcıyım.” (Ahkâf Sûresi: 46/9)

“De ki: Bana Rabbimden açık açık deliller geldiği zaman, ben, o sizin Allah’ı bırakıp taptıklarınıza ibadet etmekten kesin olarak men edildim. Âlemlerin Rabbine teslim olmak emrini aldım.” (Mü’mim Sûresi: 40/66)

“De ki: İşte benim yolum budur. Ben ve bana uyanlar bilerek Allah’a çağırırız. Allah’ı bütün noksanlıklardan tenzih ederim. Ben Allah’a ortak koşanlardan değilim.” (Yûsuf Sûresi: 12/108)

Allah (cc)’ın peygamberimiz (sav)’e emri kesindir. Bu emir şöyledir:
“Ey Muhammed! Sen, Rabbinden sana vahyedilene uy. Ondan başka hiçbir ilah yoktur. Allah’a ortak koşanlardan yüz çevir.” (En’âm Sûresi: 6/106)

“Kur’ân bana, onunla sizi ve eriştiği herkesi uyarayım diye vahyolundu.” (En’âm Sûresi: 6/19)

Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)’in davetinin esasları belli oldu: Allah birdir. Ondan başka ilah yoktur. Putlar uydurmadır. Hiç bir güce ve kudrete sahip değildir. İbadet yalnız ve yalnız Allah’a yapılır. Putlara tapınmak sapıklıktır. Peygamberimiz Hz. Muhammed(sav), doğru yolun göstericisidir. Peygamberimiz (sav) açık delillerle gelmiştir. Peygamberimiz (sav) Allah’a ibadetle emr-i olunmuştur.

Mücâdele Başladı
Peygamberimiz (sav), peygamberliğini yapıyor, insanları İslâm’a çağırıyordu. Müşriklerin yaptıklarına, söylediklerine aldırış etmiyordu. Allah’tan aldığı vazifeyi gece gündüz demeden yapıyor, yeni gelen Kur’ân ayetlerini insanlara okuyor, teblîğ vazifesini yerine getiriyordu. Peygamberimiz (sav) ve O’na inananlarla müşrikler arasında uzun süreli bir mücadele başladı. Bu mücadeleyi ve müşriklerin peygamberimiz (sav)’e isnat, iftira ve tepkilerini ana başlıklar halinde şöyle anlatabiliriz.

1- Müşriklerin Şikâyeti
Peygamberimiz (sav)’in çalışmalarından memnun olmayan müşriklerin ileri gelenleri toplandılar, Allah Rasûlü’nün çalışmalarını engellemek için çareler düşündüler, Peygamberimiz (sav)’i Ebu Talib’e
şikâyet etmeye karar verdiler. Çünkü Ebu Talip 12 yaşından itibaren Peygamberimiz (sav)’i himayesine alan, O’nu büyüten, evlendiren insandı. Peygamberimiz (sav)’in Ebu Tâlib’e karşı sevgisi ve saygısı tamdı. Ebu Tâlib ayni zamanda Kureyş Kabilesi’nin de başkanı idi.

Ya O’nu Sustur…
Müşrik ileri gelenleri bir heyet halinde Ebu Tâlip’le görüştüler, Peygamberimiz (sav)’i şöyle şikâyette bulundular:
“Ey Ebu Tâlip! Senin kardeşinin oğlu bizim tanrılarımızı yeriyor, dinimizi kötülüyor, bizleri akılsızlıkla, baba ve atalarımızı sapıklıkla itham ediyor. Sen, ya O’nu susturur, bize çatmaktan vazgeçirirsin; ya
da onunla bizim aramızdan çıkarsın. Zaten sen de bu yolda ona karşı bizim gibi muhalifsin. Sen aradan çıkarsın, biz onu sustururuz.”
Ebu Tâlip, müşrikleri yumuşak ve mülayim sözlerle başından savdı. Peygamberimiz (sav)’e bir şey söylemedi. Peygamberimiz (sav) slâm’ı anlatıyor, Allah (cc)’ın Cebrâil vasıtasıyla gönderdiği Kur’ân
ayetlerini insanlara sunuyor, yeni yeni insanlar Müslüman oluyordu. Bu ise müşriklerin gözünden kaçmıyor, her geçen gün düşmanlıkları ve kinleri daha da artıyordu. Tekrar Ebu Tâlib’e başvurdular, şöyle dediler:
“Ey Ebu Tâlip! Sen aramızda yaşça, şerefçe, mevkice ileridesin. Biz senden kardeşinin oğlunu susturmanı, O’na engel olmanı istemiştik. O’nu susturmadın, bize çatmaktan vazgeçirmedin. Andolsun ki, artık biz O’nun böyle baba ve atalarımıza dil uzatmasına, bizi beyinsizlik, akılsızlıkla kötülemesine, tanrılarımızı yermesine katlanıp duracak değiliz. Ya O‘nu susturur, bize çatmaktan vaz geçirirsin yahut iki taraftan birisi yok oluncaya kadar, O’nunla da, seninle de çarpışırız.”

Güneşi ve Ayı
Müşriklerin sözleri Ebu Talib’e ültimatom şeklinde idi. Kesin kararlı idiler. Peygamberimiz (sav)’le, Ebu Tâlip’le savaşacaklardı. Durum çok nazik ve ciddi idi. Ebu Tâlip zor durumda idi. Bir hayli düşündü
Peygamberimiz (sav)’e; “Ey kardeşimin oğlu! Kavmin ileri gelenleri yanıma geldiler. Senden bana şikâyet ettiler. Senden dolayı beni çok üzdüler”dedi. Müşriklerin söylediklerini anlattı. Peygamberimiz’e şunları da söyledi

“Atalarına dil uzatmak, tanrılarını ve dinlerini yermek gibi onların hoşlanmayacakları şeylerden vazgeç. Beni de, kendini de koru. Güç yetiremeyeceğim bir işi bana yükleme.” Ebu Talibin sözleri peygamberimiz (sav)’i üzdü. Amcası müşriklerin baskılarına dayanamayarak onu himayeden vaz mı geçiyordu? O amcası ki, daima kendine şefkat ve merhamet göstermiş, babasızlığını ona hissettirmemişti. Hep onu himaye etmişti. Şimdi himâyesini çekiyor mu idi?

Peygamberimiz (sav), amcası Ebu Tâlib’e:

“Amca! Vallâhi, bu işi bırakmam için güneşi sağıma, ayı soluma koyacak olsalar, ben, yine onu bırakmam. Ya Allah (cc), onu bütün dünyaya yayar, vazifem biter; ya da bu yolda ölür giderim”
dedi. Kalkıp yürüdü
Ebu Tâlip, “Gel kardeşimin oğlu gel!” dedi. Peygamberimiz (sav) dönünce; “Ey kardeşimin oğlu! Git. İstediklerini söyle. Vallâhi ben, seni hiçbir zaman, hiçbir şey için teslim edici değilim” dedi

2- Peygamberimiz’i Öldürme Teşebbüsü
Ebu Talib’in peygamberimiz (sav)’i himâyeden vazgeçmemesi üzerine müşriklerin düşmanlıkları daha da arttı. Düşmanlıkların artış sebeplerinden biri de her geçen gün Müslüman olanların sayılarının artması, hatta kendi ailelerinden bazılarının da Müslüman olmaları idi. Ebu Tâlip, müşriklerin peygamberimiz (sav)’e her an bir suikast düzenleyeceğini hesap ederek Haşimi Oğulları’nı Peygamberimiz’i korumak için toplantıya çağırdı. Ebu Leheb’in dışında bütün Haşimi
Oğulları geldi. Toplantıda kabile gayreti ile Peygamberimiz (sav)’i korumaya karar verdiler. Müşrikler de Ebu Cehil’in başkanlığında bir araya geldiler.
Peygamberimiz (sav)’i hemen öldürmekten başka çare olmadığına karar verdiler. Müşriklerin kararını Zeyd bin Hârise, hemen Ebu Tâlib’e haber verdi. Ebu Talip, “Tahminimde yanılmamışım”dedi.
Haşim Oğulları ve Muttalip Oğulları’nın yiğitlerini topladı, “Her biriniz kılıçlarını yanına alsın” dedi. Kılıçlarını yanlarına aldılar. Ebu Tâlip Peygamberimiz (sav)’ in elinden tuttu. Haşim Oğulları ve Muttalip Oğulları yiğitlerine de; «Ben Mescid-i Haram›a girdiğim zaman
hepiniz ardımca gelin»dedi.

Ebu Tâlip: “Ey Kureyş topluluğu! Maksadı mı biliyormusunuz?”dedi. “Bilmiyoruz.” dediler. Ebu Tâlip, Zeyd bin Hariseden duyduklarını anlattı. Arkasında duran Haşim Oğulları ve Muttalip Oğulları yiğitlerine, “Ellerinizdekini çıkarın”dedi. Hepsi sakladıkları kılıçları çıkardı. Ebu Talip; “Vallâhi, Muhammed’i öldürecek olursanız, sizden hiçbir kimse sağ kalmaz. Biz de sizin bu yolda yok oluncaya kadar peşinizi bırakmayız”dedi. Müşrikler Ebu Talip vasıtasıyla peygamberimiz (sav)’i Hak davet’ten alıkoymaya çalıştılar. Ebu Tâlip Peygamberimiz (sav)’i himayeden vazgeçerse, Peygamberimiz (sav)’in himayesiz kalacağını, davasından vaz geçeceğini zannettiler. Ebu Tâlip, Peygamberimiz (sav)’i himayeden vazgeçmedi. Müşrikler emellerine kavuşamadılar. Müşrikler, Peygamberimizi öldürmeyi plânladılar. Haşim Oğulları ve Muttalip Oğulları’nın yiğitlerini kılıçları ile görünce, korktular, öldürmeye teşebbüs edemediler. Ebu Tâlip ölünceye kadar da öldürme düşüncesine sahip bile olamadılar.

3- Mal ve Makam Teklifi
Peygamberimiz’i mal ve makam yolu ile elde etmeye çalıştılar. Mal ve makam, insanoğlunun dünyada en çok arzuladığı, elde etmek için her türlü kötülüğü yaptığı şeylerin başında gelir. Mal ve makam, insanoğlunu yoldan çıkaran, insanları birbirine düşüren en büyük fitnelerden biridir. Bunun için Allah mal elde etmek, mevki ve makam sahibi olmak için kesin ve değişmeyen kanunlar koymuş, insanların bu kanunlara uymalarını emretmiştir. İnsan mal-mülk edinirken, mevki ve makam sahibi olurken kimsenin hakkına tecavüz etmeyecek, doğru yoldan, doğrulukla elde edecek, kimseye zerre kadar zarar vermeyecektir. Bunu, kul hakkına riâyet ve haramdan sakınma
diye ifade ediyoruz.
Müşrikler, Peygamberimiz (sav)’e geldiler, O’na şöyle dediler:
“Eğer sen, bu sözlerinle mal toplamak istiyorsan, sana bizimkinden daha çok malın oluncaya kadar, mallarımızdan toplayıp verelim. Eğer bununla, aramızda büyük şeref kazanmak istiyorsan seni kendimize hükümdar yapalım. Şayet bu sana gelen, görüp de üzerinden atmaya güç yetiremediğin bir evham, cinlerden, perilerden gelme bir hastalık, bir büyü ise, sana doktor getirelim, seni ondan kurtarıncaya kadar mallarımızı bu yolda saçarcasına harcayalım.” Müşrikler,
açıkçası Peygamberimizi mal ve makamla satın alıp, davasından vazgeçirmeye çalışıyorlardı. Peygamberimiz müşriklere şu cevabı verdi:
“Sizin söylediklerinizin hiç birisi bende yoktur. Allah (cc), beni size peygamber olarak gönderdi. Bana bir kitap da indirdi. İyiliklerinizden dolayı cennetle müjdeleyici, kötülüklerinizden dolayı da azapla
korkutucu olmamı bana Allah emretti. Ben de Rabb’imin bana vahyettiklerini size teblîğ ettim, size öğüt de verdim. Size getirip teblîğ ettiğim şeyi alır, kabul ederseniz o, dünyada ve âhirette azığınız olur. Onu iter, atarsanız, Yüce Allah aramızda hükmünü verinceye kadar
sabretmek ve katlanmak düşer.” Peygamberimiz (sav), müşriklerin bütün tekliflerini reddetti. Müşrikler taparcasına bağlı oldukları mal ve makamlarının da Allah (cc)’ın Rasûlü karşısında bir işe yaramadığını gördüler. Yeni planlar düşünmeye başladılar.

4- Uzlaşma Yahut Putlara Tapma Teklifi
Müşrikler bir araya geldiler. Peygamberimiz (sav)’i Hak dâvâsından çevirmek, Hak yolunu, Hak yolu olmaktan çıkarmak, bozmak için yeni bir teklif hazırladılar. Hazırladıkları teklifi peygamberimiz
(sav)’e şöyle sundular: “Sen bir sene bizim tanrılarınıza tapın, bir sene de biz senin tanrına tapınalım. Eğer senin tanrın hayırlı ise biz ondan nasibimizi alalım. Eğer bizim tanrılarımız hayırlı ise, sen ondan nasibini almış olursun.”[4] Müşriklerin bir taraftan Peygamberimiz (sav)’e ve Müslümanlara düşmanlıkları devam ederken diğer taraftan uzlaşma adı altında tekliflerle Hak yolu çarpıtmaları ile bâtıl bir yol haline getirmek istiyorlardı. Müşriklerin son teklifi, elleri ile
yaptıkları putları, âlemleri yoktan yaratan Allah ile bir tutmaları, putlarını yükseltmeleri, hâşâ Allah’ı putlar seviyesine indirmeleri idi.
Allah (cc)’ın Rasûlünü putlara taptırmak istemeleri, halka; Görüyorsunuz ya, o da bizim putlarımıza tapıyor” demeleri içindi.
Avrupa’da Hıristiyan misyonerlerinin ve papazlarının işçilerimizle yaptıkları toplantılarda ısrarla üzerinde durdukları nokta, bütün dinlerin insanı Allah›a götürdüğü iddialarıdır. İşçilerimizi takip
ediyorlar, bütün dinlerin insanı Allah›a götürdüğü görüşüne hoşgörü ile bakanları tesbit ettiklerinde dalına biniyorlar, “Kolay din dururken zor dinde durulur mu?” diyorlar. ‘İslâm zor’ diyorlar. Hıristiyanlaştırma çalışmalarını Hak din, Bâtıl din ayırımı yapamayan işçimiz üzerinde yoğunlaştırıyorlar. Zamanımızda Roma Katolik Papalığı’nın yıllarca çalışarak ve hazırlığını yaparak dünya çapında yürürlüğe koyduğu, “Dinler Arası Diyalog “ maskesi altında yürüttüğü sinsi çalışmanın hedefi de Hak din, bâtıl din anlayışını ortadan
kaldırmak, Müslümanları hak-bâtıl karışımına sürüklemektir. Müslüman Hak din inancını kaybetti mi onu oltaya yakalanmış balık gibi yakalamak ve tutmak kolaydır, diyorlar.
İslâm düşmanları asırlardan beri, Mekke müşriklerinin Peygamberimiz (sav)’e yaptığı uzlaşma teklifini yapmaktadır. Müslümanlar da bâtıl din mensuplarına Peygamberimiz’in dediğini söylemektedir, bundan sonra da söyleyeceklerdir. Peygamberimiz ne söylemişti? Müşriklerin, “Sen bir sene bizim tanrılarımıza tapın, bir sene de biz senin tanrına tapınalım” teklifleri üzerine, Allah’tan “Kâfirûn” suresi geldi. Peygamberimiz (sav) de Kâfirûn suresini onlara okudu.
Kâfirûn Suresi’nin meali şöyledir:
“De ki: Ey Kâfirler! Ben sizin taptıklarınıza tapmam. Benim taptığıma da siz tapacak değilsiniz. Ben de sizin taptıklarınıza tapacak değilim. Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz. Sizin dininiz size, benim dinim bana.” (Kâfirûn Sûresi: 109/1-6, Yûnus Sûresi: 10/41)
Peygamberimiz (sav) bu sure ile müşriklerin gittikleri yolda devam ettikleri sürece, Hak yolun dışında olacaklarını onlara bildirmiştir. Kâfirler, kendilerine göre uzlaşma teşebbüsünden bir netice alamadılar. Hak yolun tebliğcisi Peygamberimiz’in önünü kesemediler. Kâfirun suresi, Küfür dinleri ile, İslâm dini arasında hiçbir ilginin bulunmadığını ve her birinin başlı başına ayrı bir düşünce olup uzlaşma imkânının da bulunmadığını açıklamaktadır. Küfür dininin ilkelerine riayet edilemeyeceği ve hiçbir anlaşma olamayacağını bildirmektedir.

5- Eziyet
Müşrikler, Peygamberimiz (sav)’i görünce; kinâyeli sözler söylerler, kaşlarını, gözlerini oynatırlar, gülüşürler, dil ile O’na eziyet verirlerdi. Allah (cc), müşriklerin peygamberimiz (sav)›e davranışlarını
şöyle bildirir:
“Onlar seni görünce eğlenceye alırlar. ‘Allah (cc)’ın peygamber olarak gönderdiği adam bu mu? Biz, ilahlarımıza sımsıkı sarılmasaydık neredeyse bizi ilahlarımızdan uzaklaştıracaktı’ derler. Onlar yakında azabı gördükleri zaman yolca kimin daha sapık olduğunu görecekler.” (Furkân Sûresi: 25/41, 42)
Müşriklerin ileri gelenleri ne zaman Peygamberimiz’le karşılaşsalar: “Bu da kendisinin peygamber olduğunu, yanında Cebrâil bulunduğunu zannediyor.” derler, gülüşürlerdi. Müşriklerin bu hareketlerinden Peygamberimiz (sav) üzülürdü. Müşriklerin alay etmelerine karşılık, Allah (cc), Peygamberimiz (sav)’i teselli için ayet indirdi:
“Senden önce gelen peygamberler de eğlenceye alınmışlardı. Hemen arkasından alaylarının cezası, o alaycıları sarmıştı.”
(En’âm Sûresi: 6/10)
Sen o kâfirlerin yalanlamalarından ve alaylarından üzülme ve ümitsiz olma, senden önce gelen peygamberleri alaya alanlar, nasıl cezalarını bulmuşlarsa, seninle alay edenler de cezalarını bulacaklardır. Peygamberimiz’in ilk oğlu Kasım 4 yaşında iken öldü. Müşrikler, Kasım’ın ölümünü Peygamberimiz (sav)’e eziyet etmek için kullandılar. Müşrik As bin Vâil; “Muhammed ebterdir” dedi. “Zürriyeti bitti, nesli kesildi” demektir. Ebter sözü ile müşrikler Peygamberimiz’i üzmek ve eziyet vermek istiyorlardı. Allah (cc), Kevser suresini indirdi. Müşriklerin Peygamber’i üzme ve eziyet verme hevesleri kursaklarında kaldı. Allah buyurdu:
“Şüphesiz biz sana Kevseri verdik. O halde, Rabbin için namaz kıl, kurban kes. Doğrusu sana buğz edendir ebter.” (Kevser Sûresi: 108/1-3)
Asırlardır milyonlar, Peygamberimiz (sav)’i sevgi, saygı ve bağlılıkla anıyor. O’na ebter diyenlerin ise nesilleri kesildi, zürriyetleri kalmadı. Kendileri anıldığı zaman da lânetle anılıyor.
———————————
[4] Asım Köksal, Hz. Muhammed (sav) ve İslâmiyet, 181, 183, 208, 209, 211, 227,
234; 1966, Ank.

Scroll to Top