Müslümanların pazarında aldatma ve aldanmaya yer yoktur. Bunun için alım-satım yapanların Müslüman olması da gerekmez. Oraya gelip alım-satım yapan hiç kimsenin aldatmaması ve aldanmaması İslâm’ın şiarıdır. (Sh: 43)
Üç Hadis
1-Aldatan bizden değildir.
2-Müslüman, elinden ve dilinden herkesin selamette olduğu kişidir.
3-İslâm’da zarar vermek de zarar verene zararla karşılık vermek de yoktur. (Sh: 43)
İslâm Toplumunun Dayanağı
İslâm toplumu nefis ve şehvetin istekleri üzerine kurulamaz. Sadece maddi menfaatler göze alınarak onlar üzerine de kurulamaz. O, İlâhî vahyin çizdiği hatların ve projelerin üzerine kurulur. Cennet ve cehennem bu sistemin son Ulaşım ve menzil noktalarıdır. Birisini derinden arzu ederek, ötekinden de dehşetle kaçarak yörüngemizi, yaşama biçimimizi tayın ederiz. Bunlar, mü’minin seyir koordinatlarıdır. (Sh: 44)
İslâm’ın Ticaret Ahlâkını Öğretmedik.
Genç tüccarlarımıza ve girişimci iş adamlarımıza İslâm’ın ticaret ahlâkını verebilseydik bugün bizim pazarlarımızda da bu huzur ve sükunu yaşayacaktık. İnsanî ve ticarî ilişkilerde her türlü çıkar hesaplarını öğretiyoruz. Ama tüccar ve esnafımıza Pazar adabını öğretmeyi ihmal ediyoruz. Belki de toplum olarak bu eşi bulunmaz hazineyi hepimiz kaybettik. Çeşitli mesleklerdeki sanatkarların iş ahlâkından, halkımızın hemen hepsinin şikâyetçi olduğunu biliriz. Yırtınmaya benzeyen bağırış çağırışlar, yaygaralar, pazarlarımızı çoluk çocuğun giremeyeceği mekanlar haline soktu. Halbuki Müslüman pazarında çığırtkanlık olmazdı. Günümüzde mahkemeler, bitip tükenmeyen
alacak verecek davalarının altından kalkamıyorlar. (Sh: 51)
El Emeği ve Alın Teri
Kazanç yollarına başvurmaksızın, rızık beklemeyi bütün peygamberler men etmiştir. Peygamberler de bizzat elleriyle çalışarak rızıklarını kazanmışlardır. Anlaşılıyor ki, kazandıklarımızın hayırlısı doğrulukla çalışarak, hak ederek elde ettiklerimizdir. Topluma bir hizmet ve üretimle katkıda bulunan, pazara mal getirip götüren kişi, hem karşılığı ücreti hem de Allah (cc)’ın rızasını kazanır. El emeği ve alın teri dökerek dosdoğru, kaliteli iş yaparak elde edilen kazançtan daha değerlisi yoktur. Çalışıp kazanan kimse, bizim kültürümüzde Allah (cc)’in sevgilisi olarak bilinmiş ve övülmüştür. (Sh: 54)
Başınızı Kaldırıp Dünya’ya Bakın
Başınızı kaldırıp dünyaya şöyle bir bakarsanız, paranın ve gücün büyük şirketlerin elinde olduğunu görürsünüz. Bu düşünceyi öne sürenlere, “biz de onlar gibi olmak zorunda mıyız” ? diyerek cevap yetiştireceğimize, dünya pazarında kimlerle savaşmak zorunda olduğumuzu düşünmeliyiz. Bu düzlemde onlar gibi olamazsak yok olma uçurumuna doğru yuvarlanıyoruz demektir. Onların güç kaynağının; beyinlerini, sermayelerini
birleştirmeleri olduğunu anlamalıyız. Devam edip giden bu savaşın da farkında değilsek, ölüler zaten savaşamazlar. (Sh: 61)
Ya Cennet Ya da Cehennem
Bir uçağa bindiğimiz zaman, hava yolculuğunun belirlenmiş kurallarına uymak zorundayızdır. Mesela, mangalımızı, kömürümüzü çıkarıp uçağın içinde yakmak ve ızgara yapmak istersek, uçak görevlileri de yolcular da buna engel olacaklardır. Bunun gibi, dünya dünya gezegeninde yolculuk yapmanın da işletme sahibi olan Allah (cc) tarafından konulmuş olan birtakım kuralları vardır. Bunlara uyarsak menzilimize ulaşırız;
uymazsak hem kendi hayatımızı hem de bizimle yolculuk yapma bahtsızlığına uğramış yakınlarımızın, yoldaşlarımızın hayatını tehlikeye atmış oluruz. Bu gerçeği bilmeyenler, yaşama programını yanlış yapar, daha doğrusu yanlışı yaşar ve sonsuza kadar acısını çekecekleri zararlara uğrarlar. Bu kaçınılmazdır. Uğranacak Felâketleri ifade zarar kelimesi yetersiz kalacağı için, Kur’ân terminolojisinde buna “hüsran” denmektedir. Hüsran, hem dünya hem de ahreti kapsayan onulmaz zararın adıdır.
Dünya hayatı ile ahiret hayatının birbirine bağlı olduğundan habersiz veya bu bağa duyarsız olmak, hüsranın temel sebebidir. Bu bilgi ile donatılmış olup ona duyarlı bir yaşama programını gerçekleştirenler ebedî mutluluğa ererler. Bunlar çevrelerine mutluluk dağıtırlar. Gerçek takva ehli olanlar da bunlardır. Eğer bir yolda hareket halindeysek yahut sefere çıkmışsak nereye gittiğimizi bilmemiz gerekir. Bunu derinden merak ederiz. Nereye varacağımızı bilemediğimiz bir yolda yürümek, esirlerin, kölelerin yürüyüşüdür. Dünya gezegenindeki yolculuklarında yarın ki menzillerini bilmeyenlerin ya da merak edip öğrenmeyenlerin durumu budur. Menzili olmayan hiçbir
yol yoktur. Neyi aradığını bilmeyenler, neyi bulduklarının farkında olamazlar. “Benim menzilim neresidir?” diye düşünmeyen bir yolcu tasavvur edebilir misiniz? Varacağımız yer şu iki menzilden biridir: Ya cennet ya da cehennem. Her yolcu bu ikisinden birine varan bir yolda ilerler. (Sh: 68)
Müçtehitler
Müçtehitler, filozoflara benzemezler. Onlar haklı çıkmak için değil, Allah (cc)’ın doğru hükmünü bularak rızasını kazanmak için cehd ve gayret gösterirler. (Sh: 83)
El Emeği
Peygamber Efendimiz (as) buyurur: “Kişi elinin emeği ile kazandığından daha hoş hiçbir şey kazanmadı. ve kişi, o kazandığından kendisine, aile efradına, çocuklarına ve hizmetçilerine ne harcarsa o kendisi için bir sadakadır (İbn-i Mâce, Ticaret: 1)
Hadisimizde bizi kazanç sağlamaya teşvik vardır. Sadece karın doyuracak kadar kazanmaya değil, rahatça yaşayabileceğimiz ve çevremizdekiler için de harcayabileceğimiz düzeyde kazanmaya teşvik vardır. Kaynaklar Müslümanların elinde olduğu zaman, harcamaların nereye doğru kayacağını görüyoruz. Ayrıca harcamada öncelikler de gösterilmektedir: Kendimiz için, aile efradımız için, yanımızda, işimizde çalışan hizmetliler için…Sonra da akrabamıza ve komşularımıza doğru yayılan,
çevresi açık, geniş bir harcama alanı önümüze konmaktadır. (Sh: 125)
İmânlı Kimseler
İmânlı kimseler, sahip oldukları ekonomik kaynakları yakın ve uzak çevrenin kalkınmasına harcarlar. Bu sebeple de başıboş bırakılıp zalimlere, cimri ve imânsız kimselere terk edilmemelidir. İmânlı tüccar çevresini inşa eder; imânsıza gelince o da
çevresini ifsat eder, sömürür, yağmalar. Bunun böyle olduğunu bilip dururken, ülkemizde ve dünyamızdaki kaynakları başkalarına terk edebilir miyiz? Dünyamızın havası, suyu ve toprağı kirlendiyse bunun sorumlusu biraz da biz değil miyiz? Bütün
uç noktaları, güçlü tepeleri, zirveleri, gayr-i Müslim dünyaya bırakıp sadece laf üreten; sorumluluklarını sırtından atıp kumanda makamını yabancılara terk eden bizim, bu zehirlemede hiç mi suçumuz yok. (Sh: 131)
Yoksulluk
Milyarlarca insanın müreffeh olarak yaşadığı dünyamızda, dayanılmaz derecede yoksul yörelerin bulunması bir kulluk suçudur. İsterseniz günümüzün entelektüellerinin söylemiyle “İnsanlık suçudur” diyelim. Yeryüzünde ve yeraltında ne gibi değerler varsa hepsi de Allah (cc) tarafından insanlığın ortak kullanımına sunulmuştur. Gel gör ki, bir uçta bolluk ve refahtan doğan hastalıklar yüzünden ölen insanlar; öbür yanda açlıktan, yoksulluktan ölen insanlar.
Bu arada ciddiyetle izlenen bir “yoksullukla mücadele” programı olmaması sebebiyle çöplüklere atılan fazlalıklar, yapılan israflı harcamalar… Hani iki yakası bir yere gelmemek bir tabir vardır, aynı onun gibi artı uçla eksi ucu birbirine bağlayamıyoruz. İnsanlık kendi cinsini yok edecek ölüm silahlarını geliştirmeye her yıl yaklaşık bir trilyon Dolar harcıyor. Açlıktan ölmekte olduğunu bildiğimiz insanları doyurmak için ne harcandığını bilen kimse yoktur.
Bu demektir ki, insanlar kendilerini öldürmek için olmuşlar; fakat yaşatmak için para ayırmayı bir yana bırakın, onu dert edinen, zaman ayıran bile yok. Kur’ân işte bunlara, yoksulluktan ölenleri umursamayan insanlara, Kur’ân insanını model gösteriyor: “Onlar, kendi canları çekmesine rağmen yemeği yoksula, yetime ve esire yedirirler” Biz size Allah rızası için yemek yediriyoruz; sizden ne bir karşılık ne de bir teşekkür
bekliyoruz.” derler. (İnsan Sûresi: 79/8, 9) (Sh: 133)
Kahvehane, Kütüphane, Kitap
Türkiye’de 95 kişiye bir kahvehane düşüyor. Buna karşılık 64. 600 kişiye bir kütüphane düşüyorsa ortada iradî ve ihtiyarî bir cehalet var demektir. Genel olarak kahvehaneler dolu, fakat kütüphaneler utanarak kaydediyorum ki boştur. (Sh: 163)
Almanya’da 11. 332, Fransa’da 4. 008, İngiltere’de 4937 kütüphane bulunurken, Türkiye’de sadece 1502 kütüphane var.(Sh: 168) Bulgaristan’daki kütüphanelerde 46 milyon, Fransa’da 78 milyon, Rusya’da 739 milyon kitap bulunurken, Türkiye’de bu
sayı 10 milyon 76’dır. (Sh: 169) Bir Norveçlinin bir yılda kitaba harcadığı para 137 Dolar, Alman’ın 122 Dolar, Avusturyalının 100 Dolar, Amerikalının 95 Dolar, İngiliz, Fransız, İtalyan ve Singapurlunun 39 Dolar’ken; Türk’ün sadece 0. 45 Dolar (yarım dolar’dan az) olmaktadır. Yoksulluğumuzun sebeplerini başka yerler aramaya gerek varsa buyurun arayalım. (Sh: 169)
Esirlerle Eğitim
Arap yarımadasında okul ve eğitim kavramı bile yokken, Efendimiz (as) Medine’de on tane okul açmıştı Her mescid bir okul olarak değerlendirilmiş, bilenlerin bilmeyenlere öğretmesi bir kardeşlik görevi olarak kabul edilmişti. Bedir savaşında esir alınan müşriklerin okuma yazma bilenleri, Müslümanların çocuklarına okuma yazma öğreterek kurtuluş fidyelerini ödemişlerdi. Kurtuluş fidyesi (Fidye-i Necat) kişi başına dört bin Dirhem’di. Her esir, on Müslüman çocuğuna okuma yazma öğreterek bu fidyeyi ödemiş sayılıyordu. Yani tek bir öğrencinin okuyup yazma öğrenmesi Müslümanlara dört yüz Dirhem’e mal oluyordu. Müşrik esirler ancak bundan sonra hürriyetlerine kavuşuyorlardı. (Sh: 170)
Akla zarar
İnsanımıza “Bizim yoksulluğumuz onların zenginliğinden yeğdir” dememeli, bunu düşünmek bile istememeliyiz. Çünkü bu, “akla zarar” bir düşünce tarzıdır. Zenginliğin yoksulluğa tercih edilmesi aklın da dinin de gereğidir. Kur’ân’da şöyle buyrulur:
Yerde olan şeylerin topunu sizin faydalanmanız için yaratan o (Allah)’dur. (Bakara Sûresi: 2/29(Sh: 173)
Yer Altı Yer Üstü
Topraklarımızın altındaki enerji ve maden hazineleri, dağlarımızda ve yaylalarımızda kimi esip kimi de akıp giden enerji kaynakları, ovalarımız ve denizlerimiz bu kahramanları bekliyor. Çağımızın kahramanları bu girişimciler olacaktır. Ülkemiz, yer altı ve yer üstü kaynaklarıyla yeniden keşfedilmeyi bekliyor. Vatan toprakları, yabancı sermayedarlardan önce davranıp kendi kaynaklarını işletmeye başlayacak genç girişimcilere muhtaç. Bu kahramanlar kafilesi bir yerlerden kopup gelmezse, bütün ülke kaynakları yabancıların çiftliği haline gelecektir. (Sh: 210)
İbn Avf”a:
İbn Avf ”a: “Nasıl oldu da bu kadar zengin oldun?” diye sordular. Onlara şu cevabı verdi: “Bu servete üç sebeple sahip oldum:
1-Az çok demedim, bulduğum kârı kaçırmadım.
2-Canlı mallarıma müşteri gelir gelmez hemen sattım fazla
bekletip gereksiz bakım masrafı yapmadım. Veresiye de vermedim. Derler ki, bu zat satın aldığı bin deveyi, aldığı fiyattan müşteriye sattı. Her birinin boynundaki bağı ve ayrıca o günkü yiyeceklerini de birer Dirhem’e sattı. Böylece sermayesine sattığı develerden de iki bin Dirhem kâr etti. Sürümden kazanmak diye işte buna denir. (Sh: 213)
Kalite Kalite
Büyük sanayicilerimizden biri birkaç arkadaşımla bizi işyerine yemeğe davet etti. Ben her zamanki adetim üzere başarısının sırrını öğrenmek, beraberimdeki arkadaşlarıma da dinletmek istedim ve sordum. Cevap olarak şunları söyledi: “Üretimde ne zaman kâr kaygısı taşıdıysam zarar ettim. Sonra kaliteye yöneldim. Gördüm ki malınız kaliteli oldu mu, kâr sizi hiç terk etmiyor. Kaliteli malın ömrü uzun, müşterisi bol, kâri de bereketli
oluyor. O zaman anladım ki tamahkâr olmamak lazım. Rızkı genişleten v e daraltan Allah(cc)’tır. Bunu öğrenip uygulamaya geçtikten sonra hiç zarar etmedim. Artık kâri gözetmeyip Allah (cc)’a bırakıyorum. Ben sadece onun emrine uyup müşteriyi ve halkı memnun etmek, kalitede yoğunlaşmak hedefine yöneliyorum” (Sh: 215)
Abdurrahman ibni Avf (ra),
Abdurrahman ibni Avf (ra), “Kâri buldum mu, az çok demeden malımı satarım” diyordu. Bu genç adam da “Tamah göstermeden, malı müşterinin ödeyebileceği fiyata satarım; yeter ki yerine yenisini koyabileceğim, o bana yeter. Yataklarından su akan derelerin dibi pek olur. Malı satılmayan tezgah, suları akmayan derelere benzer” diyor. (Sh: 217)
Faizci
Servetini stoklayıp tedavülden alıkoyan adamın karaborsacıdan ne farkı var? Günümüzde bunlara rantçı deniyor. Faizle yatıp faizle kalkıyor, yiyip içiyorlar. İşleri güçleri, hem parayı hem
de üretim maliyetlerini pahalandırmak. (Sh: 248)
Girişimciler
Ülkelerin girişimcileri olmasaydı üretimleri de olmazdı. Girişimcileri olmayan ülke, askeri olmayan göstermelik merasim ordusuna benzer; yoksulluğa düşer. Yoksulluk toplum düzenini altüst eder. Zamanla ahlâki düzen işlemez olur. Hukuk sistemi kuralları koyar fakat işletemez. Aç tavuk ambar delmiştir. Bir kaç sene önce Arjantin ekonomisi iflas ettiği zaman, halkın çarşı ve pazarları nasıl yağlamaya koştuğunu bütün dünya televizyonlardan ibretle seyretti. Açlık ve açlık korkusu bir kere paniğe dönüşmeye görsün. (Sh: 255)
İmân ve Sâlih Amel
Kur’ân’da birbirinden ayrılmayan iki kavram vardır: İmân edenler ve Sâlih amel işleyenler. Sâlih amel; aynı zamanda yarayışlı, maksada uygun, kusursuz ve mükemmel iş demektir. Zekâtla namaz, Allah (cc)’a ibâdetle ana babaya itâat, nasıl birbirinden ayrılmazsa; kâmil imânla’da yarayışlı iş (sâlih amel) birbirinden ayrılmaz. İmânla kusurlu ve elverişsiz, en azından teorik olarak bir yere gelemez. Kusurlu iş ya ahlâksızlıktan,
umursamazlıktan doğar ya da bilgisizlik ve cehaletten. Kamil ve ergin olması gereken mü’min için her ikisi de aynı derecede kusurdur. Yaptığı iş kusurlu ve özürlü olan sanatkar veya başka bir meslek ehli; sâlih adam, sâlih mü’min olamazlar. Kişi eseri
ile değer kazanır veya değer kaybeder. Şair Ziya Paşa: Âyinesi iştir kişinin lafa bakılmaz. / Kişinin görünür rütbe-i aklı eseri – nde” demiştir. İşi sâlih olmayanın kendisi de sâlih olamaz. O artik Kur’ân’ın övmekle bitiremediği “İmân edip sâlih işler yapanlar”dan değildir. İnsanlar da birbirlerini ellerinden çıkan işlerin kalitesiyle değerlendirilmez mi? (Sh: 257)
Üç Âyet
İmân edip yararlı iş yapanları müjdele ki, içinden ırmaklar akan cennetler onlarındır. (Bakara Sûresi: 2/259)
İmân edip yararlı işler yapanlara gelince, onlar halkın en hayırlısıdır. (Beyyine Sûresi: 98/ 7)
Erkek veya kadın, kim mü’min olarak iyi bir iş yaparsa, onu mutlaka güzel bir şekilde yaşatırız. Onların mükâfatlarını yapmakta olduklarının en güzeliyle vereceğiz. (Nahl Sûresi: 16/97) (Sh: 258)
Marka
Elektronik eşya ticareti yapan bir sevgili dostum Çin ‘de fason
olarak ampul üretmek ister. Meşhur dünya markalarından birini üreten fabrikaya “Benim markam’da, eksiksiz, aynı kalitede olsun”der. Kendi seçtiği bir isim (marka) ile malı ürettirir.
Malı Türkiye’ye gelir, tanınmış markanın %20’si fiyatına piyasaya sürer; fakat satamaz. Marka olmakla olmamak arasındaki fark işte budur. Lafla marka olunmaz; o, uzun yıllar süre giden dürüst çalışmanın ürünüdür. Dünyadaki yıllık mal ve hizmet üretiminde en büyük payı markalar alır. (Sh: 267)
Kazancın En Hayırlısı
İslâm dünyasında, Efendimiz (sav)’in Ebû Hureyre (ra) tarafından rivâyet edilen şu dikkat çekici hadisini herkesin derinden düşünmesi gerekir: “Kazancın en hayırlısı (en helali) işini hakkı ile yapan kişinin, el emeğinin kazancıdır.” (Muhtarul-Ehadis, No: 593)
Makineci, mobilyacı, marangoz, dökümcü, inşaatçı ve öteki sanayi ve ticaret dallarında çalışan herkesi derin bir vicdan muhasebesine davet etmek gerekmektedir. İşimizi hakkı ile yapıyor muyuz? Kazancımız gerçekten helal mi? Çünkü hadis, işini hakkıyla yapan adam istiyor. Bir şekilde işe emeğin de karışmasını istiyor. Kazancın hayırlısının orada olduğunu bize öğretiyor. İşimizi hakkı ile yapıyorsak bizim markalarımız niçin dünya pazarında yok? Hastasına stent takacak doktor, “Yerli malı ve Çin malı olmasın” diyorsa, ürettiğimiz hayatî ürüne bile gerekli özeni göstermiyoruz demektir. Mobilyayı dünyaya
İtalyanlar, İspanyollar satıyor da niçin biz değil. (Sh:269)
Singapur- Hong Kong
Ekonomistler Singapur ve Hon Kong gibi ülkelerin, bizim belki de onda bir nüfusumuza sahip oldukları halde ihracatta bizi ikiye, üçe katladıklarını söyleyip yazıyorlar. (Sh: 270)
Bill Gates
Kaliteli mal ve hizmeti kaliteli kişi ve toplum üretir. Geçtiğimiz yıl (2008) Amerika’dan Türkiye’ye gelen bir iş adamının Micro Soft’un kurucusu Bill Gates’in konferansını, iş dünyamız kişi başına bin dolar ödeyerek izleyebildi. İşte bu bir kalitedir. Sadece kendi emeği ve üretimiyle şu anda dünyanın en zengin adamı olan bu kişinin kalitesi tartışılmazdır. Konferansını dinlemek için kişi başına on bin dolar fiyat çekseydi gene dinleyici bulabilecekti. Gönül, bilgi sermayesiyle zengin olmuş bir adamın Müslümanların içinden çıkmasını ne kadar isterdi. (Sh: 275)
Bilgi Birikimi
Bilgisi olmayan insanın tefekkürü olamaz; zihni üretimi olamaz; buluşlar yapamaz; insanlara söyleyip verebileceği bir şeyi de yoktur. Demir, kum ve çimento olmadan nasıl inşaat yapılamazsa; bilgi birikimi olmadan da gelişim ve tefekkür olamaz. Dünyada kimi ülke insanları, yılda ortalama üç beş bin dolar’ı zar zor kazanırken kimileri de yirmi, otuz, kırk bin dolar kazanıyor. Bu fark sebepler değil. Kişi başına yılda beş yüz dolar, bin dolar geliri ancak sağlayabilen ve halkı Müslüman ülkeler de vardır. Bu kişilerin ve toplumların göz ardı edemeyeceğimiz kalitesi/ kalitesizliği meselesidir.
Amerika’da bir işçinin bir saatlik emeği, ülkesinin gayrı safi milli hasılasına saat başına kırk dolar kazandırıyor. Batı Avrupa’da bu rakam yirmi dokuz, Türkiye’deyse yalnız dört dolardır. Bu, önce teknoloji sonra da kalite farkından doğan bir problem… Yukarıda defalarca kaydettik ki, ana sermaye para ve mal değildir; bilgidir. Bilenle bilmeyeni hiçbir şekilde eşitleyemezsiniz. Doğru iş yapanla eğri iş yapanı eşitleyemeyeceğiniz gibi.
Kur’ân’da asırlarca önce ortaya konmuş değişmez bir kanundur bu.
“De ki (Habîbim), hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?
Bunu ancak olgun akıl sahipleri idrak eder. (Zümer Sûresi: 9)
Teknoloji bilgiden doğar, araştırmadan doğar. Teknoloji, bilgi eşya ve madde dünyasına uygulanışıdır (Sh: 276)
Kaliteli İnsan
Kaliteli insan, dünyamızın her gün değişen şartlarını izleyen, bilgileri devşirip hayata geçiren insandır. Üniversitelerimiz bu insanı yetiştiremeyecekse ülkemizin yarınları parlak olmayacaktır. Dünyanın 500 üniversitesi içinde ne adımız var ne de
sanımız. (Sh: 281)