Cuma bayramımız hepimize bereket ve hayır getirsin inşaallah. Birkaç haftadır kardeşlerime Cuma mektubu yazamadığım için kendimi suçlu hissediyorum. Anlayışınıza sığınarak da
kendimi berat ettirmeyi ümit ediyorum; çünkü geçerli mazeretim var. Mazeretsiz ihmallerinse bir suç olduğunu biliyorum. Yüce Rabbimin, mazeretimi kabul edeceğini kereminden niyaz
ve ümit ediyorum. Bir Seher rüzgarı gibi gelip geçen hayatımızla şu dünyada ya hayırla anılacak ya da şerle anılacak hatıralar bırakıp gidiyoruz. Nefeslerimizi bu yolda tüketiyoruz. Çevresinde hayırla anılacak hatıralar bırakanlara ne mutlu! Yakınları onları hep hayırla ve dualarla yâd ederler. Hele kalıcı eserler bırakanlar, bu eserleri ile Kıyâmete kadar yâdedilerekhep ecirle anılırlar, sevap kazanmaya devam ederler. Ne mutlu,hayırlı izler bırakıp onlarla anılacak olanlara! Bir de nefesini
şerle alıp veren, bu âlemde kötü izler bırakanlar vardır. İnsanlar,çevrelerindeki her şey ve hattâ yakınları onlardan şekvâcıdır. Onlar mahşerde herkesten kaçıp kurtulacak, saklanacak yer arayacaklardır; ne var ki öyle bir yer bulup saklanamayacaklardır. Hesap mutlaka görülecek, defterler ondan sonra kapanacaktır. Kim zerre kadar hayır veya şerden neyi işlemişse onun karşılığını görmeden aslâ yerinden ayrılamayacaktır. Hayırda hayır, şerse de şer olarak. Gelin, bugünkü mübarek Cuma’da hayırlar işleyelim; birilerine iyilikler yapalım, birilerini dertlerinden kurtaralım, birilerini tesellî etmeye çalışalım; bunlar da değilse birilerine tebessüm edelim, tebessüm dağıtarak insanların gönüllerine inşirah verelim, barış ekelim ki barış biçelim! Gelin dünyamızı, mübarek cumamızı şenlendirelim, defterlerimizi hayırla dolduralım.
Herkesi sevelim, hoş görelim ki cümle âlem de bizi hoş görsün, güzel Rabb’imizin bağışına sığınalım. Hep sevgi ekip biçelim! Sevgili kardeşlerim, Cuma bayramı hepimize mübarek olsun.
Tebessüm ve sımsıcak sevgilerle hepimize selâm ve dualar. Naim 11 Nisan 2013
Uzun nisyan, isyan ve tuğyan yıllarından sonra Hz. Peygamber’i yeniden bulduk. Aranmadık hiçbir köşe kalmadıktan sonra anlaşıldı ki, insanlığı içine düştüğü onulmaz çukurdan çıkarsa çıkarsa O (as) çıkarır. Geriye kalan tüm ümitler yok oldu çünkü. Tâğutların bütün vaatleri boş çıktı, insanlık onlara sırtını döndü, onlardan bir daha denememek üzere ebediyyen yüz çevirdi. Anladı ki onların bütün vaadleri birer seraptan, kuru iddiadan ibaretmiş. İns ve Cinn’in Peygamberi’ne, İki Cihan Serveri’ne yeniden teslim olma iradesi her yönden belirdi. Öte yandan ihtiyar, içi boş ve tamamen yalan, düzmece ümitler; çok derinlerden beslenen bir deprem gibi dünyayı sarsıyor, her yönden çöküp yıkılıyor. Fars’ın sarayları, ateşgedelerin sönen ateşleri gibi. Toplumun ruhunda derin fay kırıkları çatırdamaya yüz tuttu. Karanlıktan aydınlanmaya çalışan hasta ruhlar nesli, zifiri karanlıkta ışık bulamayacaklarını nihâyet anladılar; çünkü o nesil her şeyi ile kara çamurlara batıp kayboldu gitti; helâk oldu. Karanlıklardan aydınlanma ümidi tamamen göçtü, küllere karıştı.
Şimdi yeni nesiller, Mutlu Doğum’da uyanış ışıltıları görmeye, ilâhîlerle onları terennüm etmeye başladı. Medine Ravzası’ndan tomurcuklarını patlatan gül kokuları, Sabâ Rüzgarları’na karışıp Medinecik’e doğru yayılıyor; dünyayı yeniden uyarıyor.Mahmur gözler Medine Ravzası’na dikiliyor, kulaklar dikkatle o cihetten gelen sabâ rüzgârına karışmış sesleri, melodileri yeniden havada yakalamaya çalışıyor. E’ssalâtü v’es-Selâmü Aleyke yâ Rasûlellah
Milyonlarca insan imân ve İslâm aşkı ile fevç fevç, sıra sıra kuyruklara girmiş; bir kerre ziyaret, edebilmek, mübarek kokusunu alabilmek için usanmadan O’na doğru koşuyor; Nasr
Sûresinde haber verildiği gibi, O’nu duyabilmenin, kokusunualıp teslim olabilmenin aşkı ile göz yaşları içinde bekleşiyor. O göz yaşları yıllarca akıyor. Aylar ayları, yıllar yılları kovalamada; ama aşk ve hasret kuyrukları hep uzamada, gönüller ufukta belirecek yeni fetihleri beklemede.Yeni fetihleri, yeni fetihleri beklemede. Dikkat edin ki Allah’ın yardımı yakındır. Kutlu Doğum, bu muştulu Cuma hepimize mübarek olsun. En derin sevgi ile o yüce Efendimiz’e Salât olsun, Selâm olsun. Hepinize en sıcak sevgilerimle.. Naim Medinecik 18.04.2013
Sevgili kardeşlerim.
Dünyanın hallerini görüyorsunuz, hep bir çizgide gitmiyor; mevsimler değişiyor, günlerin haftaların gidişatı hiç birbirini tutmuyor; kısa, uzun, soğuk, sıcak olabiliyor. Ayık bir adama
göre bu böyle. Sarhoş olup kafayı dumanlayanlar, hayatın hep böyle gideceğini sananlar, tedbiri elden bırakıp yarın olabilecek olan şeyleri ihtimal dışı sananlar hep ağlamışlardır. Sonu gelmeyen pişmanlıklar, terslikler, nedametler. Şu mevsimlerin değişmesi, kuruyan ağaçların yeşerip şenlenmesi, çiçeklerin açması, beyaz kelebeklerin neşe ile çevremizde uçuşması bile bin bir mesaj ile doludur.
Nitekim kısa bir süre sonra o kelebekler yok olacak, bir sonraki kavurucu mevsim gelecek, ağaçlar kuruyacak, dün gülen herkes bugün ağlayacak, ağlayanlar da gülecektir. Hayat cilvedâr değişikliklerini bize göstererek “Ey insanoğlu, hemen yarın değişebilecek şartlara göre de kendini ayarla ki rengin birden solmasın, pişman olmayasın, elâleme ibret olmayasın” diye nasihat etmektedir. Tâ ki âlem bize ibret olsun, biz âleme değil.
Hayatın akışına hâkim olan, mevsimleri peş peşe sıralayan, dün gülenleri bugün ağlatan, sağ olanları öldüren bir Allah vardır. Bütün bu değişerek sürüp giden iradenin bir tek sahibi vardır. O da varlığından şüphe edilmemesi gereken Allah’tır. O’ndan şüphe edip aymaz olanlar, peş peşe sıralanan değişik tecelliler karşısında bile ayamayanlar, birpişmanlıktan ötekine çarparak karanlık vadilerde sürünmektedir. Hep pişmanlık içinde geçen bir dünya hayatından sonra yeni bir pişmanlığa sürüklenmeden ayalım, uyanalım ve inşaallah iki dünyada da mutlu yaşayalım. Varlığımıza mağrur olup yokluğumuzda ümit kesenlerden olmayalım. Bizim yoktan yaratan bir Rabb’imiz var. Güçsüzlere güç ikram eden, dualarımıza icabet edeceğini vaad eden Rabb’imiz.
Çaresizlik de O’nun bir imtihanıdır, varlık ve bolluk da.
Bunların birer imtihan olduğunu unutmazsak, kendimizi bu içinde bulunduğumuz hâle kaptırmayız. Hemen yanı başımızda bizimle beraber olan, sesimizi ve niyetimizi bizden daha iyi
bilen güzel Rabb’imizin sahipliğine kendimizi bırakalım gitsin.Her şeye rağmen sebeplere tevessül etmeyi de unutmayalım. Birbirimize yakın olalım, dostlarımıza sahip çıkalım ki Allah
da bize sahip çıkıp imdadımıza yetişsin. Cuma günümüz mübarek olsun. Hepinize sımsıcak sevgi, selâm ve dualar. Naim Karaman Medinecik 2013
Sevgili dostlar.
Cumanız mübarek olsun; her birimize af, afiyet, sıhhat ve saadet getirsin. Biliyorsunuz ki Müslümanlar olarak bütün insanlığa bir genel borcumuz var. Bütün insanlık dediğim kitle,
istisnasız, Ümmet-i Muhammed’tir. Bu ümmetin çok büyük kısmı Hz. Peygamber’e inanmamıştır.
Buna rağmen bugün yer yüzünde yaşayan yedi milyar insanı ntamamı bizim Peygamber Efendimiz’in ümmetidir. Biz icabet eden ümmet, diğerleri davet ümmeti. Ümmetin inanmayanlarının, inanan kardeşleri üzerinde hakları vardır. Bu hakların toplamını, “onlara örnek olmak ve onları, sürekli, hayra ve hakka davet etmek” başlığı altında toplamak mümkündür. Tabidir ki bu davet, aynı zamanda onları ‘şerden alıkoymayı da kapsar. Kur’ân’ın tarifi böyledir.
Acaba ‘ümmet-i davet’ diye isimlendirdiğimiz bu insan kardeşlerimize borçlu olduğumuzun farkında mıyız! Ve sevgili
kardeşlerim, bizler asırlar boyunca bu borcumuzu ödeyemediğimiz için kendimizi suçlu hissediyor muyuz? Yani bu insan kardeşlerimizin Âhir Zaman Peygamberi’ne imân etmemelerindeki payımızı, ihmallerimizi ve rolümüzü düşünüyor muyuz? Peygamberler gibi, bizim de bu daveti gerçekleştir(ebil)mek için o insan kardeşlerimize örnek olma borcumuz olduğunu, bu borcumuzu asırlardır ödemediğimizi biliyor muyuz? Asırlardır onlara borçlu yatıp kalktığımızı, öyle yaşadığımızı düşünerek bunun ezikliğini duyuyor muyuz?
Şöyle bir dik durup beni dinleyin! Biz, son peygamberin mirasçılarıyız. O’nun bütün görevlerini yüklenmek ve bu arada sonu gelmeyen davetin takipçisi olmak, onu sürdürmek zorundayız. Hayatın ıslahı da bizim o kardeşlerimize borçlarımız arasındadır. Çünkü bizim ulemâmız Benî İsrâil’in peygamberleri gibidir. Kur’ân bize ‘bütün insanlığa örnek olma’ borcunu yüklerken bu yeteneğimizi ilan ediyor: “İyiliği emreder, kötülükten de men edersiniz” buyuruyor.
Emredebilmek, men edebilmek, güçlü olmayı gerektirdiği gibi; hayatın her alanında örnek ve önder olmayı da gerektirir. Öyle ki; yeteneklerimiz, ahlâkımız, sanatımız, ticarî hayattaki dürüstlüğümüz, becerilerimiz vs itibarı ile örnek alınmaya değer olmalıyız. Olamazsak, sürekli kendimizi yenilemeye çalışarak, hamken ve çiğken pişip olmaya yönelmeliyiz. Yoksa olmaz, Yoksa olmaz, bunlar yoksa olamaz.Tarih bize bunları öğretmiştir. En içten sevgilerle. Cumanız mübarek olsun sevgili kardeşlerim. Dua! Dua! Dua! Ve iş başına! Naim Karaman 02.05.2013 Medinecik
Sevgili can ve yol arkadaşlarım, kardeşlerim. Bizi bu Cumaya da eriştiren Rabb’imize hamd olsun. Çok uzun yazdığım için sizi yoruyorsam bana hakkınızı helal edin. Daha kısa yazarsam, ‘sizlere saygısızlık yapmış olur muyum’ diye endişe ediyorum. Bu konuda düşündüklerinizi bana yazarsanız sevinirim ve yazılarımı çoğunluğun görüşüne göre ayarlarım. Doğrusu, şu bahar bile bizler için bir hüzün mevsimine dönüştü. Yanıyoruz, yakılıyoruz da kendimizi savunmaya gücümüz yetmiyor. Üstüne üstlük, diğer milletler birleşip kendilerini kalkındırmak; gerektiğinde de savunmak için devasa birlikler oluştururken, şu bizim yüzkarası hâlimize bir bakın. Onlar ha
bire bütünleşme gayretinde iken bizim hâlimize bir bakın.
Dünyanın neresinde bir huzursuzluk ve anlaşmazlık çıkarsa, öncelikle yangını söndürmek bizim görevimiz olmalı iken, öteki milletler kendi çıkarları ne şekilde gerektiriyorsa öyle çözüyorlar. Aslında çözmüyorlar; gelecek için yeni anlaşmazlık fidanları dikiyorlar; ihtilaf tohumları ekiyorlar. İşte Türkiye Suriye sınırı, Türkiye-Irak sınırı.
Şu Ortadoğu haritasına, Afrika haritasına bir kere daha bakın; her tarafı anlaşmazlık tuzakları ile dolu! Bütün sınırlar mayın tarlaları gibi. İslâm ülkelerinin, kendi sınırlarındaki uyumsuzlukları çözemedikleri gibi; oturup, anlaşıp bu sınırları yeniden çizmeye bile güçleri olmadığını görürsünüz. Hint Yarımadası’na, Sind ülkesine, Hind-i Çînî’ye, Ortaasya’ya, Çin hudutlarına bakın; dünyanın neresine bakarsanız bakın, özellikle İslâm ülkelerinin hudutlarına dikkatle bakın. Her biri birer mayın tarlası görevi yapacak şekilde ve hep yabancılar tarafından çizilmiştir. Şu bizim Ege’deki sınırlara bakın. Burnumuzun ucundaki adaların garipliğine bakın.!
Sanırsınız ki vatan bizim ama sınırlar bizim değil. Dünyanın güçlü ülkeleri gelip harita üzerinde şu noktadan şu noktaya çizgiyi çekmişler; şehirler, belde ve köyler bölünüyormuş, aileler
parçalanıyormuş, umurlarında mı!? Böylece, istedikleri anda ülkeler arasında ihtilaf, savaş çıkarabilecekler. O sınırları dışarıdan gelen, bizden daha güçlü birileri çizmiş. Onların, oturup
masa başında çektikleri çizgileri ancak gene onlar değiştirebilir. Âhir Zaman Peygamberi’nin ümmetinin şu âciz durumuna bakın da, gülüp eğlenmeyi ebediyen terk edin, onları kendinize
haram edin! Tâ ki, kendi topraklarınıza sınırları da dahil olmak üzere egemen olana kadar.
Gordiyom’un düğümünü Büyük İskender gelene kadar kimse çözememiş. İskender gelince de nasıl çözdüğünü hepiniz biliyorsunuz. İşte bütün sır burada. Hudeybiye’de görürsünüz bu
sırrın çözümünü. Hendek’te karşınıza çıkar sırlar ve çözümleri, Uhut’da sizi çepeçevre kuşatır. Yoksa sınırlar, ülke, devlet, sözde sizindir; ama ferman güçlü olan ülkelerindir. Bugün artık
güç, üretmektedir. İnsan ihtiyacı, hayvan ihtiyacı, orman ve ağaçların ihtiyacı ne varsa onları üretip dünya pazarına yaymaktır, sermektir. Savaş ve barış hâllerinin ürünlerini de unutmaksızın. Hep üretmektir güç.
İhtiyaçlara boğulup düşmanlara bile el açma yerine, çare olup yanıp yakılanlara derman olmaktır güç. Dârâ’nın, dillere destan serveti, zaferi getiremedi; ama İskender’in bilgeliği ve çevresinde oluşturduğu birlik, şerefli bir büyük zaferler zinciri getirdi. O gün öyleydi, bugün de aynen öyle. Üretim, kalite, yüksek İslâm ahlâkı, bunları temel alan birlik ve beraberlik.
Şimdi laf etme zamanı değil; iş yapıp üretme, sermayeleri birleştirip güçlü kurumlar oluşturma, kurumsallaşmaya geçip sermaye ve iş gücümüzü ömür ötesine doğru uzatma zamanıdır. Yoksa, hep bir yerlerden emir bekleyerek, gladyatörler gibi agorada hep ölümüne dövüşerek ölürsünüz. Bunun sonunda rezilcesine bir ölüm vardır. Adınıza da ‘Kahraman adamdı’ derler. Ayrılık ve tefrika içinde “kahramanca!” ölme yerine, değer üretme yolunda birlik içinde sıradan adam olarak yaşamak daha şereflidir. Hepinize sımsıcak, gönül ikliminden gelen sevgiler ve selâmlar. Not: 62 ve Solmaz yaşıyorlar mı? Gören haber versin. Naim Karaman 09.05.2013 Medinecik
Bugün insan hayatına uygun olmayan bir çok gezegen, zaman gelecek, uygun hâle gelecektir. Nitekim dünyamız da başlangıçta insanın hayat şartlarına uygun değildi; fakat zamanla
olgunlaştı, Cenâb-ı Hak Hz. Âdem’in ve O’nun soyundan gelenlerin yaşayabilmesine uygun bir gezegen hâline getirdi. “Padişah gelmez saraya /hane mamur olmayınca”. Hane dünya, padişahsa insandır. Şair bizim çok lafla anlatamadığımızı bir küçük beyt ile ne güzel anlatmış. Birisi de diyor ki: değer mi, bu kadar basit bir insancık için âlemlerin yaratılmasına? Kişi kendisini tanımıyor ki!
Süleyman Çelebi kabaca 500 sene önce diyor ki:
Vâriken ol yok idi ins-ü melek/ Arş-ü Ferş-ü Ây-ü Gün hem nüh felek
Sun’ ile bunlârı ol var eyledi/ Birliğîne cümle ikrar eyledi
Kudretin izhar edüp hem ol Celil/ Birliğine bunları kıldı delil
“Ol” dedi bir kerre varoldu cihân/ “Olma” derse mahvolur ol dem heman
Bârî ne hâcet kılâvuz sözü çok/Birdir Allah andan artık tanrıyok
Haşr’e dek ger denilürse bu kelâm/Nice Haşr ola bu olmaya tem
Pes Muhammed’dir bu varlığa sebep/ Sıdk ile anın rızasın kıl talep.
Bütün gördüklerimiz olgunlaşıp, insanoğlunun yaşamasına uygun hâle gelene kadar şekil ve fonksiyon değişimine uğrayacaklar. Kimisi cehennem, kimisi de cennet bahçeleri haline
geleceklerdir. İşte o zaman belki de sizlerle bizler birer gezegen sahibi olacak belki de diğer yakınlarımız ve sevdiklerimizle bir gezegende toplanacağız. Gezegenlerin sayısı o kadar çoktur ki
herkes yerli yerine yerleştikten sonra bile boş kalan gezegenler olacak. Dostlarımız korkmasın, cennette daima münhal yerolacaktır; her mü’mine bir gezegen verilse bile.. ! Oralara da
peyder pey günahlarının cezası biten mü’min kardeşlerimiz gelip yerleşecek, sonsuz ve mutlu bir hayat yaşayacağız inşaallah.. ! Rabbim bizleri affeylesin!
Bir başka boyuttan baktığımızda, şu anda dünyamızda bizden başka canlıların olduğu bize haber veriliyor. Melekler, cinler, şeytanlar ve muhtemelen daha bir çok mahluk. Evlerimizde, odalarımızda, iş yerlerimizde, yollarımızda. Onlar bizi görseler de biz onları göremiyoruz. Bütün bunları bırakın, biz kendi ruhumuzu bile göremiyoruz. Fakat biliyor ve inanıyoruz ki onlar var ve fakat bizim çevremizdeki başka boyutlarda yaşıyorlar. Mevcut gezegenlerde de bizim idrak edip boyutlarını algılayamadığımız canlılar yaşıyor olamaz mı? bu da bir ihtimaldir. İnsanoğlu kendi hayat şartlarına uygun olmayan yerlerde hiçbir yaşamanın olamayacağını hipotez olarak kabul etmiş. Kim bilir başka gazları teneffüs eden bir canlı da var olabilir.Bu itibarla oksijen veya suyun bulunmadığı yerde hayat olamaz tezini ihtiyatla karşılamak gerekir. Şartlanmışlıktan arınmak o
kadar zor ki.. ! Allah, et-ot yiyen insan gibi, taş- toprak, tuz ve sodyum. .. .. yiyen canlı yaratamaz mı? Bunu bir düşünün hele. Selâm sevgi, saygı ve başarı dileklerimle, muhtaç-ı dua ve dua
ve dua. Naim Karaman 21.05.2013 Medinecik.
Cuma günü geldi mi, bütün arkadaşlar ve kardeşlerle oturupkonuşmuş, görüşmüş gibi kendimi yenilenmiş hissediyorum.Sanki büyük bir görevi yerine getirmiş gibi omuzlarımın hafiflediğini hissediyorum. Heyecanla beklediği bayram gelmiş, bayramlıklarını giyip sokağa çıkmış çocuklar gibi seviniyorum. Bütün özlemlerini gidermiş, hasretini çektiği çevresiyle görüş birliğini sağlamış, kırgınlıklarını onarıp herkesle barışmış bir kişinin yenilenmişliği oluşuyor üstümde. Cuma gününe has sesler geliyor kulağıma; hep iyi duygularla yüklü söyleşmeler, koşuşturmalar, gidip gelmeler, güler yüzlü selamlaşmalardan tutun da musafahaya kadar; gündelik hayatımızın seyrini değiştiren daha nice yenilikler, güzellikler.
Her birimiz kendimizi yoklayalım. Cuma günü, birikmiş ağırlıklarını sırtından atmış, birikmiş borçlarını ödemiş, küskün olduğu kimselerle barışmış, uzunca bir süre hatırını soramadığı arkadaşlarının ve komşularının zillerini çalmış, kapılarına varmış, tebessümle gözlerine bakmış bir mü’minin hafifliğini hissediyor muyuz sırtlarımızda, omuzlarımızda? Bunlar yoksa Cuma’nın bayramlığını ihlâl ettik, Allah’ın bize verdiği çok önemli bir fırsatı kaçırdık demektir. O bütün ihmal edilmiş dostlar, yetim çocuklar gibi kim bilir kaçıncı Cuma’dır mahzun, bekleşip duruyorlar. Uğrayıp soranları, arayıp bulanları, dertlerine derman olanları yoksa, diğer günlerden farklı koşuşturmalar, soruşturmalar yoksa o toplum hastadır.
Haydi gelin, Cuma günümüzü şenlendirelim. Yalnız kalmışlara, darlık içinde olanlara, borçlu olanlara, küs olduklarımıza şöyle tatlı bir tebessümle uğrayıp hâlleşelim, dertleşelim ki Cumamız mübarek olsun. Mahzun kullarını sevindirenleri de Rabb’imiz sevindirsin, umduklarını buldursun, korktuklarından emin eylesin. Cumamız mübarek olsun. Sımsıcak, en içten sevgi ve selâmlarla dualar eder, dualar beklerim. Naim Karaman 31.05.2013
Âlemlere rahmet olan Efendimiz(as)’in Miraca çıktığı gecedeydik. Mübarek Üç Aylar mevsimi bizi donatıyor. Mana kapısını açık tutup rahmet bekleyenler nasiplerini alıyor, gönüllerini ve ellerini Mevlâ’ya açanlar muratlarına eriyorlar. Böyle bir mevsim mü’minlerin bütünleşmesi için en bereketli bir zemini oluşturur. Aylardan Recep. İslâm’ın şiarı olan beş vakit namazın farz olduğu gece. Bütün dünyada mü’minlerin bayram yapması gereken günlerdeyiz. Mü’minlerin gönülleri, yüzleri kıbleye dönük, alınları secdede. Mevsimin her günü bir bayram. Anneler- babalar evlerinde çocukları ile beraber bu gece için önceden yaptıkları planlar gereği Mi’rac gecesi münasebeti ile
Allah’ın rahmetinden nasip ararlar. Evde bir bayramlaşma olur. Herkes birbirine sarılır, en güzel dualar yapılarak büyük camilerden birine gidip ülke ve millet birliğinin havasını teneffüs ederler. Camilerde de herkesle musafaha yapıp sevinç ve ümit yüklü olarak, milletleri ile bütünleşmiş olarak mutlu bir şekilde evlerine döner, ruhlarını yenilerler.
Bu sene bu töre terk edildi. Bir toplu isyan ki hiç akla gelmeyen, anne, baba ve çocuklar oralarda zıvanadan çıkmış, miraç unutulmuş, kandil gündemden düşmüş, ihtimal, sırtları kıbleye dönük kişilerle beraber kimisi tencere çalıyor, kimisi tava. Çay kaşığı ile cezve çalanlar bile oralarda. Biz farkında mıyız, bizim çocuklar nerelerdeydi o gece? Hayatın bu kadar dışına mı savrulduk? Ne kadar çabuk? Şaka maka derken bizim çocuklar bizi terk mi ettiler yoksa? Yoksa farkında olmadan biz mi onları terk ettik. Zaman geçiyor, küçükler çabuk büyüyor. Kaygan bir zeminde hızla kayıyor yavrularımız. Bizse onlara hâlâ çocuk gözüyle bakıyor, öyle davranıyoruz. Büyüdüklerinin farkına vardığımızdaysa çok geç kalıyoruz. Dem, değişimin farkında olma demidir. Yavrularımızla iletişim kurmalı, onları aile halkasından koparmadan dışa açılmalarına anlayışla bakmalıyız. Onları duymalı, dinlemeli, anlamaya çalışmalıyız. Sorular sormalı, daha da çok onların sorularına cevap yetiştirmeli, onlarla arkadaş olmalıyız. Anca beraber, kanca beraber olma demi geçmeden safları sıklaştırmalıyız. Haydi çocuklarımızın koluna girip yürüyelim; onlar bizi camiye götürsünler! Hayırlı cumalar Naim Karaman 06.06.2013 Medinecik sevgili dostlarım.