Merhum Mahmut Naim karaman Hoca Efendi hakkında yazdığım kitap metnini, merhumun arkadaşı, Diyanet İşleri başkanlığının çeşitli kademelerinde vazife yapmış ve Başkan yardımcılığında bulunmuş Sami USLU bey’e gönderdim, okumuş ve şu yazıyı lütfedip göndermiştir.
“ Çok Değerli Kardeşim, Kadim Dostum, Mehmet Solmaz Hocam,
Allah’ın selamı ve bereketi üzerinize olsun,. Göndermeknezaketinde bulunduğunuz. MERHUM MAHMUT NAİM KARAMAN HOCA EFENDİ hakkında yazmış olduğunuz 96 sayfadan oluşan ve henüz basılmamış eserinizin Naim kardeşimin vefat tarihi olan 06 Ağustos 2014 tarihine kadar olan bölümlerini dikkatlice okudum. Ondan sonraki mesajlaşmalarınızı ve Cuma teberrükat kısımlarını da gözden geçirmiş bulunuyorum. Bir vefa borcu şeklinde kaleme aldığınız harika
diyebileceğim yazı üslubunuz içinde güzel açıklamalarınızı büyük bir takdir duyguları içinde; bazı bölümlerini ise gözlerim yaşararak, farklı duygular hissederek okudum.
Merhum arkadaşım Naim Karamanla İstanbul Beyoğlu Din Görevlileri Derneği Başkanlığı yaptığım 1965 yıllarında çok fazla birlikteliğimiz oldu. Türkiye Din Görevlileri federasyonu ikinci başkanlığına seçildiği kongrede de birlikte olduğumuzu hatırladım. Duygulandım. O tarihte Beyoğlu Müftülüğü Fındıklı Molla Çelebi Camii İmam Hatibi olarak görev yapmaktaydım ve İstanbul yüksek İslam Enstitüsünde öğrenci olarak bulunuyordum. Naim Karaman kardeşimle sık sık basın toplantıları düzenliyor ve bazı açıklamalar da bulunuyorduk. . ..
Hey gidi günler hey! Çok değerli kardeşim ve değerli Mehmet Solmaz hocam, bana bunları hatırlatmış oldunuz. Sizlere teşekkürlerimi sunmak isterim. Naim Karaman arkadaşım çok samimi olduğum değerli bir kardeşimdi. Sizler onun hayatını yazmışsınız. Ne mutlu. bu derece vefa örneği sanırım pek görülmez. Ender bir davranışta bulunmuşsunuz. Sizleri can-ı gönülden kutluyorum.”
Sami USLU
Yaş itibariyle benden küçüktün, beni yazayacaktın…Yaş itibariyle ben senden büyüğüm, seni yazdım… Ne diyelim! Kader…
Merhum Mahmut Naim Karaman Hoca Efendi 1941-2014

M AHMUT Naim kardeşimle Türkiye Din Görevlileri Yardımlaşma Dernekleri Federasyonu’nda yıllarca birlikte çalıştık. Arkadaşlığı candandı. Düşünceleri verimli, konuşmaları faydalı, idare tarzı
birleştirici ve yol gösterici idi. Hayatı boyunca hep öyle kaldı. Ben demedi, biz dedi. Benlik hastalığına kendisini kaptırmadı. Vaazlarında, sohbetlerinde hep biz derdi. “Allah bir olduğu, mutlak güç sahibi olduğu halde biz diyor. Bize ne oluyor ki; benlik davasına kalkışıyoruz, Ben diyenler, Allah’ın, yardımından uzak kalırlar, şeytan yolunda olurlar” derdi. Vefat etti. Vaazları da, sohbetleri de bitti. Ama onun vaazları, sohbetleri ile Hak yolun yolcusu olanların yaptığı iyilik ve ibâdetlerden ona da sevap hissesi gidiyor. Sadakay-ı Cariye olarak duran kitapları benlik davasının öldürücü ve biz olma davasının güzel numuneleri ile doludur. Bende bulunan üç kitabından 38 sayfayı bulan seçmeler sunuyorum. Merhum Naim kardeşim bu seçmelerde sunduğu bitmez tükenmez bilgi pınarı ile derin bir düşünce adamı olma niteliğini ortaya koymuştur. İslâm’ın Girişimci Kültürü ve Pazarın Yolu” kitabını “İMES” esnafından aldığı ilham ve modellerle yazdığını ifade ediyor.
Öyleyse bu kitap, Naim kardeşimle İMES esnafının müşterek kitabıdır. İMES esnafı bu kitabı her sene bastırmalı ve dağıtmalıdır. Bu dağıtım, hem Naim kardeşim için, hem de bütün
İMES esnafı için bir “Sadakay-ı Cariye” olacaktır. 21. Yüzyıla Girerken Dünya İslâm Cemaati ve Küreselleşme Boyutu. 21. Yüzyıla Girerken İslâm Cemaati Düşüncesinin Anatomisi, kitapları önemli kitaplardır. Orijinal olma vasfına sahip kitaplardır. Bu kitaplar üzerinde üniversitelerde akademik çalışmalar yapılmalıdır. Bu kitapların basımı için Naim hocamızın gönül dostlarının, İmam – Hatip neslinin ilgilenmelerini istirham ederim. Ruhu şad, makamı cennet olsun. Amin (Demetevler- ANKARA 10. Ocak 2016/ 30 Rebiülevvel 1437 N. Mehmet Solmaz)
Merhum Naim Karaman Hoca Efendi ile Tanışmamız
Naim Karaman kardeşimizle İstanbul’da bir din görevlileri toplantısında tanıştık. Sarışın, atılgan bir gençti. İstanbul din görevlileri derneği başkanıymış. Toplantıda ateşli bir konuşma yaptı. Arap Camii’nde imamlık yapıyormuş. Arap Camii Bizans’ı fethe gelen Emevî İslâm ordusu tarafından inşa edilmiş. Hicri 95, Miladî 717 yılında Mesleme bin Abdulmelik komutasında İslâm ordusu Bizans’ı kuşatır. Kuşatma bir yıl sürer. Bizans fethedilemez, ama Galata bölgesi fethedilir. Ordu buraya yerleşir.
Mesleme ile imparator arasında varılan bir anlaşma ile mescid inşa edilir. Yedi yıl burada kalan İslâm ordusu ibâdetini Arap Camii’nde yapar. Bir isyan çıkması üzerine İslâm ordusu Şam’a
döner. Dominiken papazları camiyi kiliseye çevirirler. Bir de çan kulesi yaparlar. Fatihin 1453 yılında İstanbul’u fethetmesi ile kilise tekrar camiye çevrilir. Çan kulesi de minare olur.
İstanbul’un bu ilk camisine Naim kardeşimiz imam olur. Tarih içerisinde tarih şuuru ile dolar. Bizi yatsı namazında camisine davet etti. Namaz kıldırdı. Namazdan sonra “Amenerrasûlü’yü
okudu. Güzel okuyordu. Talim ve tecvidi tam yerinde idi. Sesi de okumaya müsaitti. Hafız mısın? dedim. Evet hafızım dedi. 4 Aralık 1965 tarihinde Ankara Türk ocağında yapılan Türkiye
Din Görevlileri Yardımlaşma Dernekleri Federasyonu genel kongresinde genel idare kurulu üyeliğine seçildi. Federasyon 2.başkanı oldu. …
Önce Kendi İfadesi ile Kendisini Tanıyalım
“1941 yılında Kastamonu, Devrekâni, Kadıoğlu Köyü’nde doğdum. İlk hocam, bildiklerimin çoğunu kendisine borçlu olduğum babam İsmail Efendi’dir. Annem, kendisine birçok meziyetler borçlu olduğum Hacer Hanım’dır. Dokuz yaşımda hafız oldum. Erken dönemde hafız olmamda; Osmanlıca, Arapça ve yeni harflerle okuma-yazma öğrenmemde babamın büyük gayretleri oldu. İlköğretime doğrudan üçüncü sınıftan başladım. İlkokula devam ederken, babamın gözetiminde hem hıfzımı sağlamlaştırdım hem İnşa (Osmanlıca çeşitli yazıları İmla ve Okuma Dersi) okudum hem de köyümüzdeki rahmetli Molla Recep Efendi’den Arapça başlangıç derslerini okudum.
Emsile, Bina, Maksud gibi. 11 yaşımda babam beni İstanbul’a getirerek İmam Hatip Okulu’na kayıt yaptırdı. Okulun ilk açılışının ikinci yılı idi (1952). O yıllarda İstanbul’da gençlere ders vermek için son derece hevesli, gayretli, hizmet aşkı ile yanan Hoca Efendiler vardı. Yedi sene devam eden bu tahsil döneminde kendilerinden ders okumak bana nasip oldu. Gene o yıllarda İmam Hatip Okulunu bitirenler, doğrudan üniversiteye giremedikleri için, dışarıdan lise imtihanlarını vererek İstanbul Hukuk Fakültesi’ne girdim. Fakülteye girmeden önce yedek subay öğretmen olarak askerliğimi yaptım. Askerlikten dönüşte bir yandan Sarıyer Çarşı Camii’ne imam olarak tayin edildim, bir yandan da Hukuk Fakültesi’ne devam ettim. İki sene orada görev yaptıktan sonra, rahmetli Mustafa Çerçi Hoca Efendi ile becayiş yaparak Beyoğlu Galata’daki Arap Camii Baş imamlığına tayin edildim. 1967 yılında İst. Merkez Vaizi olarak görevlendirildim. Hukuk Fakültesi’ni bitirip avukatlık stajını da yaptıktan sonra vaizlik görevime devam etmeye karar
verdim. 2000 yılına kadar vaizlik görevime devam ettim. 2000 yılında kendi isteğimle emekli oldum. Hizmetin fiilî emekliliği olmadığı için son günlere kadar irşada ve vaizliğe devam ettim”
İlk Talebeler ve İlk mezunlar
İmam-Hatip okullarının ilk talebelerinin bir kısmı hafızdı. Bir kısmı Arapça öğrenmeye çalışanlardandı. Talebelerin hepsi isteyerek ve severek talebe olmuşlardı. Gayretli, hizmet aşkı ile
dolu hocalar vardı. Talebeler ve hocalar arasında saygı ve sevgi hâkimdi. İmam-Hatip okullarında ilk talebelerin diğer okulların talebelerinden farkları vardı. Kur’ân okuyorlar, namaz kılıyorlar, namaz kıldırıyorlar, vaaz ediyorlar, hutbeye çıkıyorlardı. Okullar arası güreş, voleybol, koşu müsabakalarında ve bilgi yarışmalarında çoğu zaman galip gelen İmam-Hatip talebeleri
idi. İnsanî ilişkileri, terbiye ve davranışları halkın okullara ilgisini daha da artırıyordu. Bu ilgi ile okul binalarının inşası, bir okulun muhtaç olduğu malzemelerin çoğu halkın yardımları
ile sağlandı. İlk İmam-Hatip okul binaları, devletin yardımı olmadan inşa edildi dediğimiz zaman mübalağa yapmış olmayız. İmam-Hatip okullarının ilk mezunları imam oldu, vaiz oldu,
müftü oldu, diğer alanlarda vazife aldılar, vazifelerini de hakkı ile yaptılar, böylece vazife ehli olduklarını ispat ettiler.
Yüksek tahsil yapmak istiyorlardı, ama üniversitelerin kapıları İmam-Hatip mezunlarına kapalı idi. Üniversitede yüksek tahsil yapmak için lise diplomasının şart koşuyorlardı. İmam-Hatip
okullarının ilk mezunları, lisede okutulan bütün derslerden imtihana girdiler ve diplomalarını aldılar. Üniversitelerin kapalı olan kapılarını açtılar, resmi vazifelerinin yanına, üniversite
talebesi olma niteliğini de koydular. Vazifeler hassasiyetle yapılıyor, üniversite talebeliği de sene kaybetmeden devam ediyordu. Ayrıca din görevlileri dernekleri ve İmam- Hatip mezunları derneklerinde kurucu ve idareci olarak vazife alıyorlardı. Çeşitli sosyal ve kültürel etkinliklerde de bulunuyorlardı.
İlk mezunlardan olan Naim kardeşimiz, Arap camii imamı, İstanbul Hukuk Fakültesi talebesi, İstanbul Din Görevlileri Derneği Başkanı, Türkiye Din Görevlileri Yardımlaşma
Dernekleri Federasyonu İkinci Başkanı ve gençlik hareketinin ileri gelen önderlerinden biri idi. Bu vazifelerin hepsini yapıyordu. Bekârdı. Bulunduğumuz bir merasimle evlendi. İyi bir aile
reisi oldu. İmam-Hatip okullarının ilk talebeleri; gerek okulda talebe iken, gerekse mezun olduktan sonra çalışma azimleri, Hak emrine uygun yaşayışları ve numune davranışları ile yalnız İmam-Hatip neslinin öncüleri olmakla kalmamışlar, millî ve manevî değerlere bağlı gençlere önder olmuşlardır… İmam-Hatip mezunları, halkımızın okullarına gösterdiği ilgiye, vazife
aldığı her alanda yaptıkları hizmetlerle karşılık vermişlerdi…
Zifiri Karanlıklardan Aydınlık Günlere
İlk talebeler ve ilk mezunlar yazımı, İstanbul İmam-Hatip okulu ilk talebelerinden olan Diyanet İşleri Başkan yardımcılığından emekli hafız Yakup Üstün kardeşime okuyup düzeltme ve
ekleme yapması için gönderdim. Benim yazıma hiç dokunmadan gerçekleri ifade eden bir yazı göndermiş. Teşekkürlerimi arz ederken değerli kardeşimin yazısını aynen sunuyorum: “14
Mayıs 1950 tarihi Türkiye’miz için önemli bir dönüm noktasıdır. O gün doğan güneş, güzel yurdumuzu aydınlatmış yeni hamlelerinin, parlak günlerin başlangıcı olmuştur. Bir yönüyle
de Kur’ân öğrenenlerin ve öğretenlerin bir anarşist gibi kovalandığı ve hırpalandığı karanlık bir dönemin son bulma tarihidir. İmam- Hatip nesli tamamen o günlerin feyzi ve bereketi ile
yetişmiş yeni Türkiye’nin gelişmesine yararlı katkılar sağlama gayretinde olmuştur. 1951 öğretim yılında açılan yedi İmam-Hatip Okulu çeşitli problemler ve zorluklarla karşı karşıya gelmiştir. Bu okullara kabul ve red konusunda üç grubun ortaya çıktığını görüyoruz.
Birinci grup: Bu okulları dört gözle bekleyen halkımızdır. Halkımız bu okullardan mezun olanların hizmete başlayacağı, mihraba, minbere ve kürsüye çıkacağı günleri heyecanla
bekliyorlardı. Din hizmetleri alanında büyük bir boşluk vardı. İmam-Hatip okulları işte böyle bir ihtiyacın baskısı ile açılmıştı demek hiçte mübalağalı bir ifade değildir. Zira o günlerde
yurdun çeşitli yerlerinde halk, yetkililere karşı, “cenazelerimizi kaldıracak görevli bulamıyoruz” diyerek bu ihtiyacı dile getiriyordu.
İkinci grup: Bu okulları kabulde tereddütlü idi Daha önceki uygulamalar sebebi ile devlete güvenemiyorlar hatta daha da ileri giderek, “bunlar bu okullar vasıtasıyla dini mihraptan yıkacaklar” gibi ağır hücumlarda bulunuyorlardı.
Üçüncü gurubun derdi ilke ve İnkılâplardı. Buradan yetişenler eli ile Türkiye geri götürülecek bu hedefler zedelenecek diyorlar, hop oturup hop kalkıyorlardı. İkinci ve Üçüncü gurupların ön yargıları ve katı tutumları sebebi ile İmam-Hatip okulları adeta iki ateş arasında doğdu denilebilir. Çok şükür bu iki gurubun tezleri ve saldırıları boşa çıktı. Bu okullar halkımızın büyük çoğunluğu ile kaynaştı, bütünleşti hedeflenen
büyük hizmetlere yöneldi. Türkiye’nin bu günlere ulaşmasında olumlu ve bereketli katkıları ile yüz güldürdü. Diyanet İşleri Başkanlığının çeşitli kademelerinde, Milli Eğitimde, Üniversitelerde, genel idarede, Belediyelerde, Derneklerde, Federasyonlarda hatta T.B.M. Meclisinde, nerede hizmet gördülerse oraya koştular. Özellikle Diyanet İşleri Başkanlığı’nın derlenip toparlanmasında, bu günkü seviyesine ulaşmasında, hac organizasyonunun yüz güldüren başarılarında, Avrupa va kıflarının ve derneklerinin kurulup geliştirilmesinde, Türkiye Diyanet Vakfının kurulmasında gözle görülen başarılarının sahibi oldular. Bir örnek olarak bu gün halkımıza ve onlarca ülkeye hizmet veren Türkiye Diyanet Vakfı’nın dört kurucusundan üçü İstanbul İmam Hatip okulunun ilk mezunlarındandır. Bu gün bir İmam-hatiplinin Cumhurbaşkanlığı makamında oturuyor olması İmam-Hatip neslinin kazandığı itibarın ve
başarısının bir sonucudur. Burada ilk açılan yedi İmam-hatip okulunun başlangıcına dönersek gerçekten orada bir farklılık ve fevkaladelik vardı. O günlerde bu okullarda Celal ÖKTEN,
H. Bari ÇANTAY, Zekayi KONRAPA, Ömer Nasuhi BİLMEN misali Osmanlı kültürüyle yoğrulmuş hocaların ders verdiklerini görüyoruz. İlk açılan bu okullara alınan öğrencilerin çoğunluğu hafız, bazıları Arapça ve tashihi huruf derslerine devam etmiş ders ve yaş yönünden gelişkin ve yetkin gençlerdi. Herkesin gözü onların üstünde idi ve bunlardan çok şey bekleniyordu. Gerçekten bu gençler, çalışkan, dürüst ve terbiyeli olduğu kadar aynı zamanda inançlı birer dava adamı idi. Bunlar yapacakları dini görevlere, bir taraftan halkın beğenisini kazanacaklar diğer taraftan da İmam-Hatip Okullarının cazibesini artıracaklardı. Nitekim öyle oldu çok kısa zamanda yeni okullar açıldı, dahası bu öğrencilere bu okullar yeterli gelmedi. Devam edecek Üniversiteler aradılar. Lise imtihanlarını vererek, çeşitli Üniversitelerin kapılarını aradılar. Bunlardan bir çoğu iki fakülte mezunu oldular. Nitekim ilk mezunlardan olan merhum Naim KARAMAN kardeşimiz Lisenin bütün derslerinden imtihana girdi. Lise diploması aldı. O diploma ile hukuk fakültesinde yüksek tahsilini tamamladı. Avukat oldu. Fakat avukatlık yapmadı. Dini irşat vazifesin devam etti. Mekanı cennet olsun. Amin”