Karın Ağrısına Yanlış İlaç: Laiklik

Yanlış ve çarpıtılarak uygulanan laik sistemlerin bizim dünyamızı işgal etmesi, iddia edildiği gibi gücümüze güç katmış vebizi geliştirip kalkındırmış değildir. Benzinin motoruna gazyağı koyup da gaz pedalına basmanız arabanızda ne yaparsa, bizde uygulanan şekliyle laiklik de İslâm cemaatinde onu yapmıştır. Şu köklü tespitlere dikkatleri çekmek istiyorum:
A-Aslında laiklik İslâm’a karşı doğmamıştır. Başka birilerinin hastalığının ilacıdır. O hastalık Müslümanlar da yoktur. İlacın tatbiki ilkeldir.
B-İslâm dünyasında da doğmamıştır. Bizim sosyal yapımızın coğrafyamızın davet ettiği bir deva değildir.
C-İslâm cematinin ihtiyacından doğmamıştır. Hristiyanlığın ruhbanların yaptığı kötülüklere İslâm dünyasında rastlanmamıştır.
Bunlar laiklerin çok iyi bilmeleri gereken önemli tespitlerdir. Tabiatıyla, tartışmasız bir gerçektir ki o bizim dünyamıza, medeniyetimize tamamıyla yabancı bir pazardan alınmıştır.Özellikle uygulanmakta olan şekliyle laikliğin İslâm dünyasına verebileceği hiçbir şey yoktur. O ancak kendisini benimseyenlerde, onulmaz bir aşağılık duygusunun doğmasına sebep olmuştur… (Sh: 169)
Laiklik, Dinden Üstün Bir Tabu mu dur?
Tabulaşmış bir biçimde laiklikten bahsedilir. Onun, devletin temel ilkelerinden biri olduğu söylenir. Kendisi olmayan şey nasıl olur da devletin temel ilkelerinden biri olur? Bu devletin temeli bu kadar mesnetsiz ve temelsiz midir? Ben diyorum ki elbette değildir. Ama gelin şunun bir tarifini yapalım. Her şeyi isimlendirerek ve tarifini yaparak yerli yerine koyalım. Ne olduğunu hiç kimsenin bilmediği bu hayal şey, sahte ve hayalperest taraftarlarının anlayış biçimlerinde dinden de üstün bir tabudur. Çünkü dine imâna sövenlerin gördüğü reaksiyon, laikliğe yan bakanlarınkinin yanında bir hiçtir. Sorgu sual için sıraya gireceklere tahammülünüz varsa bir deneyin. Bu arada
yargısız infazları da hesaba katmanız gerekir…. (Sh: 173)
Sünnet-Bid’at
Haricîlerden Abdullah bin Kava, Hz. Ali (ra)’ye sordu: “Sünnet, bid’at, cemaat ve cemaatten ayrılma kelimelerinden murat nedir?” Hz. Ali (ra) cevap verdi: “Ey İbn-i Kavva! Sen soruyu bellemişsin. Şu halde cevabını da anlayıp belle: Sünnet, vallâhi Muhammed (as)’ın sünnetidir. Bid’at, onun sünnetine aykırı olan şeylerdir. Cemaat, az da olsalar hak ehlinin bir şey üzerinde birleşmeleridir. Cemaatten ayrılma da, çok da
olsalar batıl ehlinin bir
şey üzerinde birleşmeleridir.” (Sh: 177)
Mü’min-Münafık
Hz. Ebû Bekir (ra)’in halife olarak seçilmesi üzerine Ebû Süfyan,Hz. Abbas (ra)’a ve Hz. Ali (ra)’ye gelip, kendilerinin halife olmasının daha uygun olacağını söyleyince, Hz. Ali (kv)’den çok manidar olan şu cevabı aldı: Ey Ebû Süfyan! Mü’minler, aralarında nasihatleşen ve evleriyle bedenleri uzak da olsa birbirlerini seven kimselerdir. Münafıklar da kimi kimine hiyânet eden, birbirlerini aldatan hilebazlardır. (Sh: 178)
Amerika Birleşik Devletleri
…Amerika Birleşik Devletleri, zavallı İsrail(!)’e o kadar acımaktadır ki, bir hayır olsun diye her yıl yedi buçuk milyar dolar yardım vermektedir. Bu miktar, ABD’nin geriye kalan
bütün ülkelere yaptığı yardımların toplamından daha fazladır. Halbuki insanlık, Amerika’ya dünyanın jandarması gözüyle bakmaktaydı. Varın siz, bu jandarmanın koruyuculuğuna kalan insanlığın yarınını düşünün. Kanunsuzluğu ve haydutları
jandarma yapmanın sonu böyle hüsran olur…(Sh: 180)
Kur’ân’ı Yaşamak
…Kur’ân’ı okuyarak öleceğimize emir ve yasaklarının gereklerini yerine getirerek yaşayalım. Okuyarak ölmektense yaşayarak ölmenin çaresini aramak gerekmektedir. Din, işte o zaman anlamını bulur. Hayatımızı karartacağına aydınlatmaya başlar.
Bizden sonra geleceklere her halde daha güzel bir dünya bırakırız. Bütün insanlığa en güzel örnekler oluruz. İslâm’ın anlaşılmasına doğru açılacak en güzel yol ve gidiş budur…(Sh: 188)
Bir Sabah Vakti İdi.
Bir sabah vakti idi. Efendimiz (sav)in yanında oturuyorduk. Yarı çıplak, sırtlarına birer benekli abadan başka bir şey bulunmayan, yalın ayaklı birkaç kişi Efendimiz (sav)’in yanına geldiler. Onların bu acıklı durumu görünce Efendimiz (sav)’in rengi bozuldu. Bilal (ra)’e ezan okumasını emretti. Namazı kıldırdıktan sonra minbere çıkıp şu âyetleri okudu:
“Ey insanlar! Sizi bir tek nefisden yaratan ve ondan da eşini yaratan ve ikisinden bir çok erkekler ve kadınlar üretip yayan Rabbinizden sakının. Kendisi adına birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah’tan ve akrabalık haklarına riâyetsizlikten de sakının. Şüphesiz Allah sizin üzerinizde gözeticidir.” (Nisâ Sûresi: 4/1)
“Ey imân edenler! Allah’tan korkun ve herkes yarın için ne hazırladığına baksın. Allah’tan korkun, çünkü Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” (Haşr Sûresi: 59/18)
Bundan sonra da şu sözleri söyledi: Herkes altından, gümüşten, elbisesinden, buğdayından, hurmasından ne bulursa, hatta yarım hurma ile de olsa bunlara sadaka versin, dedi. Bunun üzerine bir Ensarî ağzına kadar dolu bir kese getirip ortaya
koydu. Kese o kadar büyüktü ki, nerede ise onu elinde taşıyamayacaktı. Bundan sonra diğer ashap da ona bakarak kim ne getirebildiyse getirmeye başladılar. Böylece yiyecek ve elbiselerden iki yığın meydana geldi. Efendimiz (sav) buna o kadar
sevindi ki, yüzüne baktığım zaman onu adeta altın suyu ile cilalanmış gibi gördüm. Bundan sonra şu sözleri söyledi: Kim İslâm’da iyi bir çığır açarsa ecri ona aittir. Ondan sonra o çığırla kim amel ederse onların ecri de, kendi ecirlerinde bir eksiklik olmaksızın ona aittir. Ve kim İslâm’da kötü bir çığır açarsa onun günahı ona aittir. Ondan sonra da o kötü çığırla kim amel ederse onların günahı da kendilerininkinde bir eksilme olmaksızın ona aittir. (Müslim, İlim 15) Orijinal cami işte böyleydi. Uzaktan yakından kim gelirse gelsin; aç, çıplak, yalınayak, yorgun; onun ihtiyacı kaldırılır, kardeşliğin bütün sıcaklığı ve cana yakınlığı yaşanır ve yaşatılırdı. İşte bu sebeple son yıllarda yapılan bir çok camiin, misafirhanelerle mekteplerle, sağlık hizmetleriyle, aşhanelerle, kütüphanelerle donatıldığını biliyoruz. Yoksa Allah’ın evi, ne kendine ne de başkalarına faydası dokunan acizlerin vakit öldürme yeri değildir. Esneyip uyuklama yeri değildir. (Sh: 209)
Her Şeyi Öğretmek
Eğer medeniyetimizin gelişmesinin, cami merkezli bir seyir izlemesini istiyorsak, orada bütün nesillere her şeyi öğretme borcumuz vardır. Bir ömür boyu, insanımıza her şey camiyi hatırlatsın istiyorsak bu böyledir. Ömrümüzün bütün mevsimlerinde bilgi, düşünce, görüş olarak ihtiyacımız olan her gıdayı oradan alabilmeliyiz. Maddî-manevî bütün ihtiyaçlarımızın karşılanacağı yapılanmayı cami çevresinde oluşturmalıyız. (Sh:211
Mescitler
Mescitler ülkelerimizi düşmanlara karşı koruma gücü veren direnç merkezleridir. Bir an düşünüyorum; Mescitlerin olmadığı bir ülke vatan olabilir mi diye. Kendi kendime şu cevabı verebiliyorum: Bir çok şeyi olmasa vatan vatanlığından bir şey kaybetmez. Ama bayrağını kaybeden bir ordu gibi, vatanda mescitlerini kaybederse çok şeyini kaybeder. Nasıl bayraksız ordu olmazsa, camisiz vatanda olmaz.
Direniş Hareketleri
Düşman işgaline uğrayan İslâm ülkelerinde direniş hareketlerinin camilerden beslendiğini, en iyi bizim milletimiz bilir. İstiklal savaşımızı nasıl kazandığımızı, peşin ve tepeden inme verilmiş genel hükümlerle değil, bölgesel bilgi kaynaklarından araştırıp öğrenirsek göreceğiz ki, mescidler ve İslâm cemaati bu işin dinamosunu oluşturmuşlardır. Maraş’taki Sütçü İmam destanını gözden geçirenler, bunun tipik bir örneğini göreceklerdir. (Sh: 216)
Hristiyanlık
Hristiyanlık, bir din olarak orijinali itibariyle de, bu günkü bozulup tahrif edilmiş haliyle de bir insanlık dini değildir. O, bir kabile veya kavim dinidir. Cihanşümul değildir. İstesede, bizim anladığımız anlamda bir cemaat inşa edemez, kuramaz. Çünkü o, bir takım sosyal disiplin, kanun ve müeyyidelerden mahrumdur. Onun için, Hristiyan sosyologlar sadece birer gözlemcidirler. ellerinde dinin orjinali diye bir pusula, bir yönlendirici yoktur. (Sh: 224)
Batının Laikliğe Sarılması
Batı dünyasında laikliğe sarılması, Hristiyanlık dininin sosyal, siyası, ekonomik ihtiyaçlara cevap vermemesi sebebiyledir. Ayrıca, Allah(cc)’ın indirdiği dinin safiyetinin papazlar ve rahipler tarafından bozulmuş olması sebebiyledir. Kilise adamlarının, insanların din ihtiyaçlarına cevap vermek üzere uydurdukları ise takdir edersiniz ki din değildir. Baştan sona yalandır. Bu sebeple de zararlı olmuştur. Öylesine zararlı olmuştur ki, insanları sadece Hristiyanlıktan değil, mücerret din kavramından da şüpheye sürüklemiştir. Kilisenin elinde din, bir zulüm dolabı haline getirilmiştir. Ücretle cennet satmaya başlayan kilise, kendisine yan bakanı bile-isterse kral olsun aforoz edebilecek güce sahip olmuştur. Böylece Hristiyanlar Allah(cc)’ı terk etmişler, papazların dinine boyun eğmişler. Ya da isyan edip laik olmuşlardır. (Sh: 224)
İslâm
İslâm bir sistem olarak şu iki maksadı gerçekleme hedefine yönelmiştir: Allah’a kulluk etmek. İnsanlar arası münasebetleri düzene sokmak. Bu iki maksat şöyle ifade edilmektedir. Allah’a tazım, yaratılmışlara şefkat. Allah’ın emirlerine topluca baktığımız zaman, kul haklarının, diğer bir ifade ile kullar arasına münasebetleri düzenleyen hükümlerin, dinin çok büyük bir bölümünü oluşturduğunu görürüz. Mesela:
1-Allah’a ibâdet ediniz ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayınız.
Ana-babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yakın arkadaşa, yolcuya, ellerinizin altında bulunanlara iyilik edin. (Nisâ Sûresi: 4/36)
2-İyilik, yüzlerinizi doğudan ve batıdan yana çevirmeniz değildir. Asıl iyilik o kimsenin yaptığıdır ki; Allah’a, âhiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere inanır.
Hısımlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilenenlere ve sevdiği maldan harcar. Namaz kılar, zekât verir. Antlaşma yaptığı zaman sözlerini yerine getirir. Sıkıntı,
hastalık ve savaş zamanlarında sabreder. İşte doğru olanlar bu özellikleri taşıyandır. Ey imân edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı. Hüre
(karşılık) hür, köleye (karşılık)köle, kadına (karşılık) kadın, öldürülür. Ancak her kimin cezası, kardeşi (öldürülenin velisi) tarafından bir miktar bağışlanırsa artık hakkaniyete uymalı, ona (gerekli diyeti) güzellikle ödemelidir. Bu söylenenler Rabbinizden bir hafifletme ve rahmettir. Her kim bundan sonra haddi aşarsa muhakkak onun için elem verici bir azap vardır. Ey akıl sahipleri! Kısasta sizin için hayat vardır. Umulur ki suç işlemekten sakınırsınız. Birinize ölüm geldiği zaman, eğer bir hayır (mal) bırakacaksa anaya, babaya, yakınlara uygun bir biçimde vasiyet etmek Allah’tan korkanlar üzerine bir
borçtur.
(Bakara Sûresi: 2/177-180) (Sh: 237)
Devlet Gücünü Ele Geçirenler
Devlet gücünü ele geçirenler, tanrılıklarını ilan ederek Alla (cc)’ın dinini eğip bükerler. Sonra da “Bakın bu din eğri büğrü” deyip kendi keyif ve zevklerinin Kumukları olan pislikleri, ”Din diye” insanlara sunarlar. Maksatları ondan soğutmak ve nefret ettirmektir. Bir kenara ittikleri asıl dini, hayata karıştırmazlar. O’nun insan ve dünya hayatını düzenleyen hükümlerini red ve inkâr ederler. Eğri büğrü yorumlar, yorumlatırlar..
Dinin yasaklarını kaldırırlar, kendi yasaklarını koyarlar. ve böylece tanrılıklarını ilan ederler. Sosyal hayatta bu durumun biçimde sebebiyet verdiği harabiyetleri de İslâm’a yüklerler. Halbuki onlar İslâm’ı çoktan cemiyet hayatının dışına sürgün etmişlerdir. Hastalığın mikrobu kendileri ve sebebiyet verdikleri maneviyatsızlıktır. Gerçekten onların, dinin karışmadığını iddia ettikleri alanlardan, özellikle insanların sosyal hayatından, Kur’ân hiç elini çekmez. Dinin genel hükümleri içinde sosyal münasebetlerin tuttuğu yer o kadar büyüktür ki, Kur’ân yalnız bunun için inmiş, indirilmiş sanırsınız. Yani beşeri münasebetleri düzenlemek, insanlar arasında güzel geçimi, barışı
ve huzuru sağlamak için. (Sh: 240)
Miracı Anlatan İsrâ Sûresindeki Hükümler
Cenab-ı Hakkın Peygamber(as)’a bir seri talimata göz attığımız zaman bunu çok daha iyi anlarız. Bu talimatlar aynı zaman da bütün dinlerin özetidir. Hiçbir peygamber’in ümmeti, hiçbir şeriat bunlardan yoksun bırakılmış değildir: “Rabbin sadece kendisine kulluk etmenizi, ana-babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, kendilerine “of ” bile deme, onları azarlama; ikisine de güzel söz söyle. Onları esirgeyerek alçak gönüllülükle üzerine kanat ger ve “Rabbim! Küçüklüğümde onlar beni nasıl yetiştirmişlerde, şimdi de sen onlara rahmet et” diyerek dua et. Rabbiniz sizin kalplerinizdekini çok iyi bilir. Eğer siz iyi olursanız, şunu bilin ki Allah kötülükten yüz çevirerek tövbeye yönelenleri son derece bağışlayıcıdır. Bir de akrabaya, yoksula, yolcuya hakkını ver. Gereksiz yere de saçıp savurma. Zira böylesine saçıp savuranlar şeytanların dostlarıdırlar. Şeytan ise Rabbine
karşı çok nankördür. Eğer Rabbinden umduğun bir rahmet için onların yüzlerine bakamıyorsan, hiç olmazsa kendilerine gönül alıcı bir söz söyle. Eli sıkı olma; büsbütün eli açık da olma. Sonra kınanır,
(kaybettiklerinin) hasretini çeker durursun. Rabbin, rızkı dilediğine bol verir; dilediğine daraltır. Şüphesiz ki O, kullarından haberdardır, çok iyi görür. Geçim endişesi ile çocuklarınızın canına kıymayın. Biz onların da sizin de rızkınızı veririz. Onları öldürmek gerçekten büyük bir suçtur. Zinaya yaklaşmayın. Zira o bir hayasızlıktır ve kötü bir yoldur. Haklı bir sebep olmadıkça Allah’ın muhterem kıldığı cana kıymayın. Bir kimse zulmen öldürülürse biz onun velisine (hakkını alması için) yetki verdik. Zaten (kendisine yetki verilmekle) o, alacağını almıştır. Yetimin malına, rüştüne erinceye kadar ancak en güzel bir niyetle yaklaşın. Verdiğiniz sözü yerine getirin. Çünkü verilen söz, sorumluluğu gerektirir. Ölçtüğünüz zaman tastamam ölçün ve doğru terazi ile tartın. Bu, hem daha iyidir hem de neticesi bakımından daha güzeldir. Hakkında bilgin bulunmayan şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan sorumludur. Yeryüzünde böbürlenerek dolaşma. Çünkü sen (ağırlık ve azametinle) ne yeri yarabilir ne de dağlarla ululuk yarışına girebilirsin. Bütün bu sayılanların kötü olanları, Rabbinin nezdinde sevimsizdir. İşte bunlar, Rabbinin sana vahyettiği hikmetleridir. Allah ile birlikte başka ilah edinme; sonra kınanmış ve (Allah’ın rahmetinden) uzaklaştırılmış olarak cehenneme atılırsın. (İsrâ Sûresi: 23-39)
Bu âyetlerin hangisi insanların sosyal hayatına düzenleme getirmemekte, onların dünya işine karışmamaktadır? Kur’ân’da eğrilik arayanlar, işte bu kadar açık ve seçik gerçekleri inkâr etmekte, zalim tavır gidişlerine baş sallayacak yardakçılar aramaktadırlar. Bulmaktadırlar da. Kur’ân’ı asıl onlar eğriltmeye çalışmaktadırlar. Onlara köpekler gibi hizmet edecek makam ve mevki düşkünü, çanak yalayıcı bilginleri(!) pek çoktur. Neye fetva isterlerse verirler. Onların saçma ve kıpkızıl küfür kokan fikir kemiklerini daha havada iken kaparlar, yalarlar, hazmederler ve milyonlarca Müslüman’ın karşısında kusarak tekrar ederler. Evet sadece tekrar ederler. Artık makamlar, maaşlar, bütün unvanlar onlarındır. Fikir namusunun, ilim ve imânın ne önemi var (!) Onlara para da kazandırmıyor, makam ve mevkî de sağlamıyor. (Sh: 241)
On Emir
Kur’ânda geçen şu hükümler, “On emir veya on vasiyet” diye kaynaklarımızda yer almıştır. Daha klasik ifadeyle bunlara “Evamir-i Aşere” deniyor. Bunlarında, peygamberlerin şeriatlarında ortak oldukları bütün tefsir kitaplarında ısrarla öne
sürülmüştür:
“De ki gelin, Rabbinizin size neler haram kıldığını okuyayım: Ona hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana-babaya iyilik edin. Fakirlik korkusu ile çocuklarınızı öldürmeyin. Sizin
de onların da rızkını biz veririz. Kötülüklerin açığına da gizlisine de yaklaşmayın. Allah’ı yasakladığı cana haksız yere kıymayın. İşte bunlar Allahın size emrettikleridir. Umulur
ki düşünüp anlarsınız. Rüşt çağına erişinceye kadar, yetimin malına sadece en iyi tutumla yaklaşın. Ölçüyü ve tartıyı adâletle yapın. Biz herkesi ancak gücünün yettiği kadarını yükleriz. Söz söylediğiniz zaman, yakınlarınız bile olsa adâletli olun. Allah’a verdiğiniz sözü tutun. İşte Allah size iyice düşünesiniz diye bunları emretti. Şüphesiz ki bu benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun.
(Başka) yollara uymayın. Zira o yollar sizi Allah’ın yolundan ayırır. İşte sakınmanız için Allah size bunları emretti.” (En’am Sûresi: 6/151-153)
Bütün dinlerde müşterek iskeleti, yani din dediğimiz gerçeğin temelini oluşturan bu hükümleri lütfen bir kâğıdın üzerine liste halinde yazın. Israrla söylüyorum ki, 237, 240, 241 ve 244 dip notlu sayfalarda gösterdiğimiz âyetlerdeki bütün emirleri teker teker ve alt alta yazın. Sonrada her biri üzerinde düşünün ve karşılarına dünya ile mi, ahiret ile mi ilgili olduğunu not edin. Göreceksiniz ki din sadece yaşanan hayatı düzenlemenin öteki adıdır. İçinizde, aldığınız eğitimin zorlaması ile benim bu değerlendirmeme bir itiraz doğuyorsa, o zaman da şunu arayın: Bu hükümlerde, insanın dünya hayatını düzenlemeğe dönük olmayan bir yön görebiliyor musunuz) (Sh: 244)
Okuyarak Dindar Olma Anlayışı
Kur’ân’ı sadece okuyarak ve hatmederek dindar olma tavrını terk etmek gerekiyor. Böylesi bir din ne bize fayda verir, ne de başkalarına zarar. Eğer Hz. Peygamber(as), böyle bir din getirseydi de, oturup Kur’ân’ı durmadan okusa ve hatmetseydi, Ebû
Cehil ile onun arasında hiçbir ihtilaf çıkmazdı. Belki de Ebû Cehil, yanık sesle okunan Kur’ân’ın en iyi dinleyicilerinden biri olurdu. Yeter ki, hükümlerine uyması istemi ile karşı karşıya kalmasın. O güzel sesler ve nağmelerle okuyanları dinlemek ne güzel. Böylesine para bile ödenir. Böylece okuyan para kazanır, dinleyen de safâ sürer.
Fakat Allah’ın dini öyle olmadığı içindir ki, bitip tükenmeyen hak-batıl savaşı başladı. Bu savaş, Kur’ân’ın direktifleriyle yürütülüyordu. Bugüne kadar da devam etti. Onun direktiflerine uyanlarla uymayanlar arasında sıra bize gelince, bu savaşı kolayca bitirdik. Batıl yol sahiplerinin keyif ve zevklerine uyarak mücadeleye son verdik. Onlar da bizim bu kitabı okumamıza ses çıkarmadılar. Okuyoruz, dinliyoruz, ağlıyoruz ve binbir hüner gösteriyoruz. Biz de dinliyoruz, onlar da dinliyorlar. Onlar da dinliyorlar ama hükümlerini istemiyorlar. Bizim de o hükümlerden neleri isteyeceğimize, neleri istemeyeceğimize onlar karar veriyorlar. Biz de buna katlanıyor ve adını “hoşgörü” koyuyoruz. Onların tarafından çok da iltifat görüyoruz. Bizi bu hoşgörüye teşvik ediyorlar. Aferin dedikçe bir tas ayran daha içmeye devam ediyoruz. Hahamlarla, papa ve papazlarla senli
benli ve dost oluyoruz. Öyle bir fırtınaya kapıldık ki, sükûnet vadisine bakalım nerede ve ne zaman varacağız biz de bilmiyoruz. (Sh: 248)

Scroll to Top