İMAM-I  ŞAFİİ

(Hicri: 150-244 / Miladi: 767 – 820)

Adı Muhammed’dir. Babasının adı İdris. Muhammed bin İdris. Künyesi Ebu Abdullahtır. Şafii 3üncü Dedesinin ismidir. Dede ismi ile anıldı. “Şafii” dendi.

İmam-ı Şafii, 150 hicri, 767 miladi yılında Gazze’de doğdu. Soyu Kureyş’in Muttalip koluydu. 10uncu kuşakta soyu peygamber soyuydu. Annesi Yemen’in “Ezd” kabilesindendi. Bu kabile Yemen’in en tanınmış kabilesiydi.

İmam-ı Şafii, beşikteyken babasını kaybetti.. Annesi oğlunu iki yaşında Mekke‘ye getirdi. Sebebi İmam-ı Şafii’nin soyunun kaybolması endişesiydi.

Ana,  oğul Mekke’de fakirlik ve yoksulluk içindeydi, ama vekâr ve asâletleri tam yerindeydi. İstemezlerdi. Gönülleri ganiydi.  Elde bulunanlarla yetinirlerdi.

Ana asildi, yürekliydi. Bilinçli ve mümineydi. Disiplinliydi. Oğlunun ilk öğretmeniydi. Oğluna disiplinli bir eğitim ve öğretim verdi.

İmam-ı Şafii okumayı hemencecik öğrendi. 7 yaşına geldiğinde hafızdı. Kuran-ı Kerim, bütünüyle ezberindeydi. Arapça’yı grameri ve edebiyatını bütün incelikleri ile en kısa zamanda öğrendi. Çünkü hafızası kuvvetli, anlama kabiliyeti derindi.

Öksüz Şafii’nin öğrenme aşkıyla dolu olmasına en çok sevinen annesiydi. Anneyi sevindiren bir başka özellik ise güzel ahlâkı, o yaşlarda olgun davranışlarıydı.

İmam-ı  Şafii hadis dinlemeye başladı. Bir hadisi bir defa dinlemesi ezberlemesine yeterdi. Bir özelliği daha vardı öğrendiği her hadisi, her meseleyi mutlaka yazardı. Bunun için hükümet dairelerinden  kullanılmış  kağıt alırdı, kağıtların boş taraflarını kullanırdı. Kağıt  bulamazsa derilere, saksılara yazardı.

İmam-ı Şafii çok iyi bir gözlemciydi. Şehirde olan her hadise ile ilgilenirdi. Sebep ve neticeleri üzerinde düşüncelerini belirtirdi.

Şehir hayatı, insanların davranışları genç Şafii’yi sıkmaya başladı. Çölün, bedevilerin, köy hayatının, göçebelerin yaşayışlarının merakı onu sardı. Annesinden müsaade aldı. Çöle gitti. Huzeyl kabilesinde yaşamaya başladı.

Huzeyl kabilesi Arapça’yı en güzel konuşan bir kabile idi. İmam-ı Şafii bu kabile içinde on sene yaşadı. Anne ziyareti dışında hiç ayrılmadı. Örf ve adetlerini öğrendi. Hikayelerini, şiirlerini dinledi. Kendi de şiir söylemeye başladı.

Huzeyl kabilesinde öğrendiği başka şeyler de vardı. O bunları şöyle anlatır:

Çölde iken benim için önemli iki şey vardı. Okçuluk ve ilim. Ok atmada o kadar maharet sahibi idim ki, on ok atsam, hiç şaşmaz, hepsi hedefini bulurdu.”

İmam-ı Şafii, yaman bir okçu, keskin bir nişancı, üstün bir binici idi. Çölde bedenen gelişmiş, ilmen de yetişmişti.

Çölden Mekke’ye döndü. Yeni bir şevk ve arzu ile kendini yine ilme verdi. Süfyan bin Uyeyne, Abdülmelik Maciş’ten hadis öğrenimi gördü. İmam-ı Malik’in “Muvatta” isimli kitabındaki 1720 hadisi ezberledi.

Mekke kadısı Müslim bin Halid ez-Zenci’den fıkıh öğrendi. Hocası:

Ey Muhammed! Artık fetva ver.Senin fetva verme zamanın geldi” dedi.. İmam-ı Şafii “fetva verme” iznini aldığı zaman 18 yaşındaydı.

İmam-ı Şafii şiir yazıyordu. Şiir yazmaya büyük bir kabiliyeti vardı. Âlimler:

“Siz fakihlerden olacaksınız. Şiir büyüklere yakışmaz. Böyle şeyler zamanı öldürenlere mahsustur” dediler. O, âlimlerin sözüne uydu, şiir yazmayı bıraktı.

İmam-ı Şafii bu konuda şöyle der:

Eğer şiir âlimlerinin şanına noksanlık vermeseydi, “Lebid”den daha mükemmel bir şair olurdum.”

İmam-ı Şafii, Mekke’den alacağını almıştı, fıkhını öğrenmiş, hadisini ezberlemişti. Fakat ilim öğrenme arzusu daha da artmıştı. İmam-ı Malik’in adını duymuş kitabındaki hadisleri de ezberlemişti.

Medine’ye yöneldi. İmam-ı Malik’in kapısına vardı. İmam-ı Malik, İmam-ı Şafii görür görmez kıymetini anladı, adını öğrendi, şöyle dedi:

“Ey Muhammed! Allah’tan (c.c.) kork. Günahlardan sakın. Çünkü sen ileri de şanı yüce biri olacaksın. Allah (c.c.) senin kalbine bir nur vermiştir. Onu günahlarla doldurma. Sen yarın burada olursun, seni okutacak olanı da burada bulursun.”

İmam-ı Şafii, İmam-ı Malik’e öğrenci oldu. İmam-ı Malik aynı zamanda onu himayesine aldı. Çünkü imam-ı Şafii’nin giderlerini karşılayacak geliri yoktu.

İmam-ı Şafii, dokuz sene İmam-ı Malik’ten ders aldı. Hadise, sünnete dayalı Medine fıkhını öğrendi. İmam-ı Malik son derece vakûr, heybetli, âbide bir şahsiyetti. İmam-ı Şafii, hocasına son derece bağlı idi. Onun izni ile annesini ziyarete gider, bazen da çöllere açılır, bedevîlerle görüşürdü.

Hicri 179 yılında İmam-ı Malik, Hakkın rahmetine kavuşunca. İmam-ı Şafii hocasız ve himayesiz kaldı. Mekke’ye döndü. İş aradı, bulamadı. Sıkıntılı bir yaşayış başladı.

Yemen Valisi Mekke’ye geldi. İmam-ı Şafii’yi yakından tanıyanlar, halini bilenler onu valiye anlattılar. Bir iş vermesini istediler. Vali kabul etti. İmam-ı Şafii, vali ile Yemene gitti.

 O, Yemen’e gidişi ile ilgili şöyle der:

Annemin elinde yol harçlığımı verecek kadar parası yoktu. Evimizi rehin göstererek yol harçlığımı temin ettik. Yemene geldiğim zaman bu parayı ödeyebilmek için epeyce çalışıp didindim.”

İmam-ı Şafii Yemen’de bir bölgeye kadı oldu. Kısa zaman feraseti, dirayeti, adaleti ile tanındı. İlmine, ahlakına, idaresine herkes hayrandı. Dalkavuklara yüz vermez, haksızlığa asla müsaade etmezdi.

Yemene yeni bir vali geldi. Kaba, görgüsüz ve zalimdi. Kötüler etrafını sardı. Kötülük yapıyor, haksız ve yüzsüzlerle bir oluyordu. İmam-ı Şafii valiyi uyardı. Hak’tan ayrılmamasını istedi, Doğru yönetime davet etti.

Vali, valilik gücü ile onun üstüne yürüdü. Fakat İmam-ı Şafii’yi korkutamadı, yıldıramadı. Kendi korkmaya başladı. İmam-ı Şafii’yi Bağdat’a şikayet etti. Şikayet üstüne şikayetini yeniledi. Devlete baş kaldırıyor, dedi.

Hükümdar Bağdat’a gönderilmesini istedi. İmam-ı Şafii, sekiz kişi ile birlikte elleri zincire vurulmuş olarak Bağdat’a gönderildi.

Vali, hükümdara yazdığı mektupta şöyle diyordu:

Burada Alevîlerden dokuz kişi harekete geçti. Bunların hükümet aleyhinde ayaklanmalarından korkuyurum. Onlardan birisi Muttalip oğullarından Şafii denilen bir adamdır. O burada olduğu sürece ne buyruğun tutulur, ne de yasakların. O dili ile savaşçıların savaş meydanında kılıçları ile yapamadıklarını yapıyor.”

Zalimler hep böyledir.Kendi kötülüklerini,zulümlerini kendilerine engel olmaya çalışanlara,kendilerini hakka ve adalete çağıranlara yüklerler.Kendilerini doğru,doğru insanları eğri ilan ederler.

Firavun kavmine diyor ki:

“Bırakın beni Musa’yı öldüreyim. Rabbine yalvaradursun.Çünkü ben onun,dininizi değiştireceğinden,yahut yeryüzünde bozgunculuk çıkaracağından korkuyorum.”(Mü’min:40/26)

Sapık, bozguncu, zâlim ve tanrılık iddiasında bulunan Firavun, insanları imana,hakka  davet eden Allâh’ın peygamberi Musa Aleyhisselam’a bozguncu diyor,kendinde olanla onu itham ediyor.

Her bozguncu ve zalim de asırlar boyunca peygamberlere, Hakk davetçilerine böyle söylemiştir. Kendilerini haklı,hak için çalışanları da haksız olarak itham etmişlerdir.

    Ülkemizde de zaman zaman böyle zalimler çıkmış,  zulümlerine alet edemedikleri müslümanları  gerici diye yaftalamışlar,milletin hayrına çalışanları millet ve memleket düşmanı olarak itham etmişler, güç ellerinde olduğu için türlü türlü eza ve cefaya uğratmışlardır,işlerine son vermişlerdir.Bir çok aileyi perişan etmişlerdir.

       Zâlim Yemen Vâlisi de kendisini doğruluğa, hakka uygun idareye davet ettiği için İmam-ı Şafi’yi devlet düşmanı olarak itham ediyor, hükümdarın isteği üzere ellerini zincire vurarak Bağdat’a gönderiyordu.

Bağdat’ta İmam-ı Şafii hükümdarın huzurunda kıvrak zekası, can alıcı konuşması, güçlü savunması ile suçlamaların asılsız olduğunu kabul ettirdi. Bağdat’ta kendisini müdafaa eden biri daha vardı. Bu Medine’de İmam-ı Malik’in derslerinden tanıdığı Muhammed bin Hasan eş-Şeybani idi. Eş-Şeybani, İmam-ı Azam’ın önde gelen talebelerinden biri idi. Hanefi fıkhını yazandı.

İmam-ı Muhammed, İmam-ı Şafii hakkında:

O ilimden nasibini almış âlim bir zattır.”dedi. Hükümdarın yanında onu müdafaa etti. O zaman hükümdar Harun-u reşid di.. İlim adamlarına değer verirdi.

İmam-ı Şafii suçlamalardan kurtuldu. İmam-ı Muhammed’in misafiri oldu. İki seneyi aşkın onun evinde kaldı.

Derler ki;  İmam-ı Şafii’nin beş senelik devlet görevinde bulunması faydalı olmuştur.

Yönetimi, yönetenleri, yönetilenleri yakından tanımıştır. Bu beş sene olmasaydı, idareyi yakından tanımayan bir imam olacaktı. Fıkhında bu kadar etkili olamayacaktı.

İmam-ı Şafii’nin resmi görevinden dolayı çektiği mihnet ve çilede faydalı olmuştur. Bu mihnet ve çile olmasaydı, belki de ilme yeniden dönmeyecekti.

İmam-ı Şafii, İmam-ı Muhammed’in yanında kaldığı müddet içinde kendini yine ilme verdi. İmam-ı Muhammed’den Hanefi fıkhını öğrendi. Kitaplarını okudu. Hanefi fıkhının öğrencileri ile münazaralar yaptı. Hanefi fıkhına karşı hocası İmam-ı Malik’in fıkhını müdafaa etti.

İmam-ı Şafii, mihnet sonrası Bağdat’ta kaldığı iki seneyi aşkın bir zaman içinde çok şeyler öğrendi. O bu konuda şöyle der:

Muhammed bin Hasan eş-Şeybani’den bir deve yükü ilim aldım

İmam-ı Şafii, hocası İmam-ı Muhammed’den müsaade alarak Mekke’ye döndü.

İmam-ı Şafii; Maliki, Hanefi fıkıhlarını öğrenmişti. Mekke ilmi ile zaten dolu idi. Ne yapacaktı?

Önce İmam Şafii’nin meziyet ve nitelikleri nelerdi? Tanıyalım:

İmam-ı Şafii;

Esmer benizli, uzun, ince boylu, seyrek sakallı, oldukça yakışıklı, güzel sesli idi.

Saf ve temiz bir ruha sahipti.

Hep iyilik düşünür, kötülük nedir bilmezdi.

Son derece şefkatli ve merhametliydi. Ömründe hiç kimseyi incitmemişti.

Hakka bağlı idi. Haksızlığa tahammül edemezdi. Kısa memuriyet hayatında hakka bağlılığın örneklerini vermişti.

Ferâset sahibi idi. Bir görüşte kişinin nasıl bir adam olduğunu anlardı.

Âbid’di, zâhid’di.

Gecenin üçte birinde nafile ibadet ederdi. Gündüzleri çoğu zaman oruç tutardı.

Kur’an-ı Kerim’i çok okurdu. Her okuyuşta arzu ve iştiyakı daha da artardı.

Az yerdi.

Misafiri çok severdi, sofrasında misafir bulundururdu.

Nerede bir ilim meclisi var, oraya gider, ilim dinler, dinlediklerini yazardı. Çocukluğundan beri öğrendiklerini mutlaka öğretir, kendine öğrenci bulurdu.

Hazır cevaptı.

Güzel konuşurdu., konuşması düzgündü. İfade tarzı açıktı. Herkes kolayca anlardı.

Konuşması etkileyici idi. Bir dinleyen bir daha dinlemek isterdi. Bu konuda ünvanı “Hatıb’ül-Ulema=Âlimlerin Hatibi” idi.

Muhammed Ebu Zehra  İmam-ı Şafii’nin bu yönü hakkında şöyle der:

“Bir edib olmaktan daha büyük, bir fakîh olmaktan daha yüksekti.”

Ebu Kasım bin Selâm’da şöyle diyor:

Ömrüm boyunca bu kadar âlim ve fazıl kimselerle görüştüm. Şafii gibi bir âlim ve akıllı kimse görmedim.”

İshak bin Ruhiye şöyle der:

“Süfyan bin Uyeyne’nin yanında idik. Amr bin Dinar’ın hadislerini yazıyorduk. O sırada Ahmed ibn-i Hanbel yanıma geldi ve bana:

“Ey Ebu Yakup! Kalk ve benimle gel! Sana şimdiye kadar hiç eşini görmediğin bir adam göstereyim” dedi.

Dediğini yaparak yerimden kalktım ve onu takip etmeye koyuldum.

Zemzem suyunun bulunduğu yere doğru gidiyorduk. Nihayet beyaz elbiseli, esmer benizli, gayet yakışıklı, zeki bakışlı genç bir adamın yanına geldik.

Beni onun yanına oturttu. Sonra o zata hitaben;

“Ey Abdullah’ın babası! İşte bu yanımda getirdiğim İshak bin Ruhiye el-Hamevidir” diyerek beni takdim etti. O zat beni “Hoş geldin” diye selamladı. Karşılıklı konuşmaya başladık. Onda beni şaşkınlık içine düşüren bir ilim vardı.

Konuşmamız uzayınca, bir ara Ahmed ibn-i Hanbel’e dönerek;

“Haydi beni götüreceğini söylediğin o büyük zata götür” dedim.

O da bana, “İşte o zat budur” diyerek genç adamı bana gösterdi. Ben bu söz üzerine;

“Sübhanellah! Ben Zühri’den hadis nakleden bir adamın yanından kalktım ve zannettim ki, Zühri gibi veya en azından ona yakın birinin yanına gideceğiz.

Halbuki sen beni getire getire bir delikanlının yanına getirdin”dedim.

Ahmed ibn-i Hanbel bunun üzerine şöyle dedi:

Ey Yakub’un babası! Bu delikanlı dediğin adamdan feyz almaya bak. Çünkü ben bunun benzerini daha başka bir yerde görmedim.”

Ahmed ibn-i Hanbel’in benzerini daha başka bir yerde görmedim dediği zat, genç İmam-ı Şafii idi.

İmam-ı Şafii seyahati çok sever, çoğunu da yaya yapardı. Seyahatlerinde insanları tanımayı ve ilim öğrenmeyi ön planda tutardı.

Cömertti. Kendi muhtaç iken, muhtaçların yardımına koşardı. Başkalarını kendinden önce düşünürdü. İslâm’ın emri de bu değil miydi? İmam-ı Şafii bu emre uyardı.

İmam-ı Şafii de Allah vergisi sayısız meziyetler vardı. O büyük imam bu meziyetlerin bilincindeydi. Şükrünü eda için bütün gücü ile çalışmaktaydı.

İmam-ı Şafii güçlü bir tartışmacı idi. Fakat tartışmalarında hiç kızmaz, sinirlenmezdi. Rahat ve sakin konuşurdu. Yüzünden gülümsemeyi eksik etmezdi. Onun amacı bu tartışmalarda gerçeği bulmaktı.

İmam-ı Şafii tartışma konusunda şöyle der:

Kiminle münazara ettimse, onun başarılı olmasını ve yardım görmesini samimiyetle arzuladım. Hakk’ın onun dilinde çıkmasını diledim. Yeter ki hak ve hakikat meydana çıksın. İster benim dilimde, ister onun dilinde.”

Dünyamızda kaç kişi vardır, karşısında bulunan insanların tartışmalarında ve çalışmalarında muvaffak olmasını isteyen?

Dünyamızda kaç kişi vardır, karşısında bulunan insanların elinde hakikatın ortaya çıkmasını dileyen?

Dünyamızda kaç kişi vardır, bencil istekleri bir tarafa itip, hakikata teslim olan?

İhtiyar dünyamız yeni İmam-ı Şafii’lere ne kadar muhtaç…

O, ilmini dünyalıklara alet etmezdi. İnsanlardan bir şey beklemezdi. Yaptığı her şey Allah (c.c.) rızası içindi. O şöyle derdi:

İsterim ki, bütün insanlar bende olan ilmi öğrensin. Ama hiçbir şeyi bana mal etmesin. Ben ilmimin ecrini(karşılığını) sadece Allah’tan alayım. İnsanların değil, Allah’ın övgüsüne muhatap olayım.”

İmam-ı Şafii Bağdat’tan Mekke’ye dönünce, kendisine yaraşanı yaptı. Harem-i Şerif’te ders halkasını açtı. Öğrenciler geldi. Ders halkası genişledi. Hac mevsiminde her taraftan gelen âlimler ders halkasına katıldı, ona öğrenci oldular,ondan yeni şeyler öğrendiler. Ülkelerine İmam-ı Şafii’nin ilmi ile döndüler. Öğrendiklerini ülkelerine yaydılar.

İmam-ı Şafii derslerinde yeni bir fıkıh sisteminin temellerini atıyordu.Derslerinde İmam-ı Malik’in hadise dayanan fıkhı görüşü ile rey’e geniş yer veren İmam-ı Azam’ın görüşlerini tatmin edici bulmuyor, kendi görüşlerini anlatıyordu.

İmam-ı Şafii derslerinde görüşler arasındaki farkları anlatmakla kalmadı, kitaplarını da yazdı.

Hılâf-ü Malik”kitabı ile hocası İmam-ı Malik ile kendi görüşleri arasındaki farkları anlattı.

Zaman gelecek kendi talebesi Ahmed ibn-i Hanbel de hocası İmam-ı Şafii’nin görüşlerini tenkid edecek,”Hanbeli”  fıkıh sistemini kuracaktı..

Onlar gerçekten âlim insanlardı. Tek amaçları fıkhı hakikatları tesbit etmek, Ümmet-i Muhammed’e yol göstermekti, Allah’ın (c.c.) rızasını kazanmaktı.

İmam-ı Şafii “Hanefi fıkhı” ile kendi görüşleri arasındaki farkları da “Hılâf-ü  Irakıyyîn” kitabında belirtti.

İmam-ı Şafii fıkıh’ta hüküm çıkarma ve yargıya varma yollarını geliştirdi.

İçtihad yapmanın esaslarını da geliştirdi.

Fıkıh usulü ilmini tedvin etti. Bu ilmin ilk eseri olan  “Er- Risale” adlı kitabını yazdı.

İmam-ı Şafii’nin fıkhı, Maliki fıkhı ile, Hanefi fıkhından geniş ölçüde faydalandı. İkisi arasında bir yer buldu, yerleşti.

İmam-ı Şafii, fıkhında  beş kaynak kullanıyordu..

Kitap, sünnet, icma, sahabenin görüşleri ve kıyas. İmam-ı Şafii, İmam-ı Azam’ın kullandığı İstihsan ve örfü delil olarak kullanmıyordu.

İmam-ı Şafii, “Maliki fıkhını” donuk olarak görüyor, “Hanefi fıkhını” da rey’i çok kullanmakla tenkit ediyordu.

İmam-ı Şafii’nin  “Harem-i Şerif”deki dersleri dokuz yıl sürdü.

İsmi, görüşleri her tarafta duyuldu. O zaman en büyük ilim merkezi Bağdat’tı. Orada öğrencileri vardı. Kendisini davet ettiler. Bağdat’a geldi. Bağdat’ta hak ettiği sevgiyi, saygıyı gördü. Herkes onun derslerine koşuyordu, hayranlıkla onu dinliyordu. Burada “El ümm” kitabını yazdı. Fıkhını bu kitapta anlattı.

Bağdat’ta sevgi ve saygı  içinde yaşarken Mısır’a gitti. Halbuki  Mısır o zaman ilim merkezi değildi.

Aslında Bağdat’ta kalmasına imkan kalmamıştı. Çünkü Me’mun hükümdar olmuştu. Me’mun mütezile idi. İmam-ı Şafii’nin inancına ters bir inanca sahipti.

Me’mun vazife teklif etti. O, teklifi derhal reddetti. Me’munun babası da vazife teklif etmiş, teklifi şöyle reddetmişti:

Hayır, bütün saltanatınızı bana bağışlasanız yine de kabul etmem. Zira biz dünya saltanatını servetiyle beraber dünya ehline bıraktık.

Şu dünyadaki ticaretimiz ve kazancımız Rasûlüllâh’ın (S.A.V.) sünnetini yaşatmaktır.”

İmam-ı Şafii Mısır’a giderken şairliğini kullandı. Mısralarındaki belirttiği manâ ne idi?

Ruhum Mısır’a gitmek arzusu ile yanar.

Ne çare ki arada iller var, çöller var.

Bilmem açılır mı bize baht ile zafer.

Yoksa beni mezara mı sürükler kader.”

 Mısır’a ulaştı. Çok iyi karşılandı. Peygamber(s.a.v) soyundan olması sebebiyle maaş bağlandı. Son yıllarını yoksulluktan uzak yaşadı.

Mısır’da da  etrafı öğrencilerle doldu.. Ders okuttu. Görüşlerini gözden geçirdi. Kitaplarını yeniden yazdı. Olgunluk çağı idi.

Daha nice hizmetler ve eserler verecekti.?

Yoksa beni mezara mı sürükler kader” demişti.

Mısır’a mezara gelmiş…

Hicri 204, Milâdi 820, Recep ayının son gecesi, perşembeyi cumaya bağlayan gece 54 yaşında iken Hakk’ın rahmetine kavuştu.İmam-Şafii bu dünyadan göçtü.

Geride iki oğlan iki kız bıraktı. Ama asıl bıraktıkları dünya durdukça okunan, okundukça hak yolu gösteren, mü’minleri yanlış yollara gitmekten alıkoyan kitapları,her asırda bulunan öğrencileri, düşünceleri ve mezhebi sistemidir.

İmam-ı Şafii’nin fıkıh sistemine “Şafii Mezhebi”dendi.

O, mihnetli, çileli bu dünyadan kurtulmuş, Hakk’ın rahmetine kavuşmuştu. Ama dünya “Sultan-ül-Eimme=İmamların Sultanı”nı kaybetmişti.

Rahmetullâhi aleyh=Allah’ın rahmeti  üzerine olsun.

İMAM-I  ŞAFİİ’DEN VECİZELER

İlim  istemek nafile ibadetten  üstündür.

*

Dünya’yı isteyen de, ahireti isteyen de ilme sarılsın.

*

Âlimlerin ziyneti, ilimlerinin amelleri ile uygunluğudur.

*

Kibir ve gurur ile tahsil olunan ilimde hayır yoktur.

*

Sadık dost, arkadaşının hüzün ve sevincine ortak olandır.

*

Sadık dost, arkadaşın ayıplarını görünce ihtar eder, ifşa etmez.

*

İki kişinin darıldıktan sonra birbirinin ayıplarını ortaya çıkarması münafıklık alâmetidir.

*

Sende bulunmayan güzelliklerle seni övenin, öfkelendiği zaman, sende bulunmayan fenalıklar ile seni kötüleyeceğinden emin ol.

*

Haksız sözleri tasdik eden dalkavuk ve iki  yüzlüdür.

*

Kanaat rahatlık verir.

*

‘‘İnsan ne zaman âlim olur?’’ Diye sordular.

“Bir ilmi öğrendikçe kusurunu daha iyi anladığı zaman”dedi.

Scroll to Top