Hazreti İsâ’ya Allah Diyorlar

Hakses, Ağustos 1966

HOLLANDA da işçi olarak çalışan dayım,
yazdığı mektubunda şöyle diyor: “Burada
Hıristiyanlık propagandası yapıyorlar, burada İsâ’ya Allah diyorlar. Diyanet işlerine danış ve bize bir cevap yazasın..”
Kâinâtta gördüğümüz ve görmediğimiz her şeyin tek yaratıcısı vardır. O da bir tek olan Allah’tır. Allah’tan başka her şey
yaratılmıştır. Hz. İsâ’da bu yaratılanlar arasındadır. O da her
insan gibi bir kuldur. Diğer peygamberlerde olduğu gibi onu
da insanlardan ayıran peygamberliğidir. Peygamberlikte kulluğa engel değildir. Bunun için biz Müslümanlar: “Eşhedüenlâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve
resuluhû” deriz. Manası: “Ben şehâdet ederim ki, Allah’tan başka ilâh yoktur. Ve yine şehâdet ederim ki, Muhammed Allah’ın kulu ve rasulüdür
.”

Hz.İsa kendisine büyük kitap verilen dört peygamberden biridir. Yolunu şaşırmış insanlara doğru yolu göstermek için Allah tarafından peygamberlikle görevlendirilmiştir. Allah tarafından kendisine İncil adında ilâhi bir kitap verilmiştir. Hz. İsâ her peygamber gibi Allahın kendisine verdiği vazifeyi yapmak üzere insanları doğru yola çağırdı. Sapık insanların yaptıkları eziyetlere katlandı. Her türlü eza ve cefanın karşısında sabırla yılmadan Allah’ın verdiği peygamberlik vazifesini, Allah’ın kulu ve peygamberi olarak yaptı. Hayatında kendisine inananlar çok olmadı. İnananlar Romalıların zulmünden, Yahudilerin entrika ve tuzaklarından kurtulmak için kaçtılar, mağaralara saklandılar. Kaçamayanlarda inançlarını gizlediler. Bu şekildeki yaşayışları uzun sürdü…
Zaman içerisinde Hz. İsâ’nın getirmiş olduğu dinden sapanlar oldu. Mağralarda, uzak yerlerde meydana gelen Hıristiyan toplulukların kendilerine özel inanç ve yaşayışları doğdu. Bu
toplulukların ellerinde Allah’ın Hz. İsâ’ya indirdiği İncil bütün olarak mevcut değildi. Daha ziyade söz halinde idi. Söz halindeki İncil nesilden nesile intikal etti. Sözler, nesilden nesile, şahıstan şahısa geçerken değişiyor, çoğu zamanda asliyetini kaybediyordu.
Hz. İsâ’dan 312 sene sonra imparator Konstantin Hıristiyanlığı kabul etti. Hıristiyan topluluklar baskıdan kurtuldular. Birbirleri ile temasa geçtiler. Toplulukların birbirleri ile karşılaşmalarında Hz. İsâ ve İncil hakkındaki inanç ve görüşlerinin birbirine zıt, birini nakzeder (bozar) şekilde olduğu meydana çıktı. Bazı topluluklar ve bunların ileri gelen adamları Hz. İsâ’nın Allah olduğunu, bazıları da Allah’ın oğlu olduğunu iddia ediyorlar, bazıları da “Hz. İsâ Allah değil, insandır” diyorlardı. Bir kısım Hıristiyan toplulukları da Hz. İsâ’nın anası Meryem’e; bu gün Roma kilisesinin ilmihal kitabında yazıldığı Allah’ın anası diyorlardı.

Toplulukların ellerinde bir birini tutmayan sonradan yazılmış yüzlerce İncil vardı. Bu İncillerin hiçbiri Hz. İsâ zamanına ait olmadığı gibi, Hz. İsâ’nın da değildi. İnciller birkaç asır sonrasına ait Yunanca idi. Hz. İsâ Yunanca bilmez Âramca konuşurdu. Görülüyor ki, eldeki İncillerin hiçbiri, Allah’ın Hz. İsâ’ya verdiği İncil değildir. Eldeki İnciller sonradan Hz. İsâ’nın hayatı etrafında yazılan kitaplardır. Hıristiyan topluluklar arasındaki inanış farklılıkları zamanla daha da arttı. Her topluluk kendi inanışının doğru ve hak olduğunu iddia ediyordu. Bu yüzden topluluklar arasında dini kavgalar çıkıyordu.
Hıristiyanlar arasındaki dini kavgaları önlemek, hepsini bir inanç etrafında toplamak için imparator Konstantinin teşebbüsü ile 325 tarihinde İznik toplantısı (konsili) yapıldı. Bu toplantıda mevcudu yüzleri bulan İncillerden yalnız Matta, Markos, Luka ve Yuhanna İncilleri kabul edilerek diğerlerinin yakılmasına karar verildi. Yakılmasına karar verilen İnciller taraftarları konsil kararlarını kabul etmedilerse de, zamanla çalışmaları mevzi kaldığından dört İncil kabul edildi.
Bununla beraber Hıristiyanlar arasındaki dini kavgalar, dört İncili kabul etmeyenler ve edenler arasında durmadı ve asırlarca sürdü. Bu gün de durmuş değil, düşünce alanında devam
etmektedir. Katolik papa ile Ortodoks patriğin barış için sarmaş dolaş olmalarına rağmen mezhepler arasında Ortodoks’u Katolik, katoliği ortodoks veya protestan yapma mücadelesi
sürmektedir. Aralarındaki derin görüş ayrılıkları nazarı dikkate alınarak Katolik, ortodoks ve protestanlığı üç ayrı Hıristiyan mezhebi değil, Hz. İsâ ile Alâkası olmayan üç din demek daha doğru olur. 325 İznik konsilinde kabul edilen dört İncil arasında da uyum yoktur. Bu İncillerinde biri diğerlerini nakzetmektedir. Birinde olan bir konu, bir olay diğerlerinde yoktur veya farklı
anlatılmaktadır. Örneğin her dört İncil’de halk, Hz. İsâ’yı, Hz. Davud’un neslinden olduğu için Davud oğlu diye çağırmakta, Hz. İsâ da bu çağrılara cevap vermektedir. (Bakınız, Matta: 9/17, 12/3,
15/22-28, Markos, 2/23-25, Luka, 6/15, Yuhanna 7/42)
Durum bu iken Markos İncilinde İsâ kendisine Davud oğlu diye çağıranlara itiraz etmekte, Hz. Davud’un neseben atası olduğunu red etmektedir. (Bakınız: Markos: 12/35-37)

Hz. İsâ Hz. Davud’un neslinden midir? “Neslindendir- neslinden değildir.”Her iki hüküm de İncillerde vardır. Birbirini nakzeden iki hükmün her ikisi de doğru olamaz. İçerisinde biri
diğerine zıt hükümler bulunan kitap ilâhi kitap olamaz. Allah birbirine zıt şeyleri emretmez. Bugünkü İnciller insanlar tarafından yazılmış İncillerdir. Bunlara ilâhi kitap diye bağlanmak
doğru değildir. Şimdi inanılacak, uyulacak ve bağlanılacak kitap Kur’ân-ı Kerîm’dir. Çünkü Kur’ân-ı Kerîm Allah’ın değişmeyen kitabıdır.
İznik konsilinde teslis inancı da kabul edildi. Kabul etmeyenler takibe uğradı. Bir kısım inanlara da zora başvurularak kabul ettirildi. Teslis inancı şudur: Allah hem birdir, hem de üçtür:
Baba-oğul-ruhulkudus: Baba Allah-Oğul Allah-Ruhulkudüs Allah. = bir Allah’tır. Teslis=üçlü tanrı inancı baba-oğul-ana şeklinde de ifade edilmiştir. Ana Meryem, oğul ise İsâ’dır. İlâhlık ailesi meydana getirmişlerdir. Bu üçleme inancı nereden geliyor? Nasıl doğdu? Allah’ın kulları olan Hz. İsâ ve anası Meryem’e neden ilâh dendi? Eski Mısırda Osiris, karısı İsis, çocuğu Harus’tan meydana gelen aile ilâh sistemi vardı. Eski Romada Jubiter, Mars, Guirinis; Jubiter, Juno, Menerva ve birçok aile tanrı sistemleri vardı. Eski Yunanda Zeus, Dianusas, Hera gibi tanrı aile sistemleri vardır. Bunlar sapıklığa düşmüş insanların tapmak için icat ettikleri
uydurdukları tanrı sistemleri idi.
Uzun zaman baskı altında tutulan Hz. İsâ’nın tebliğ etmiş olduğu inançlarla irtibatı kesilen birçok Hıristiyan topluluklareski Mısır, Roma, Yunan dinlerinin ve tanrı inançlarının tesiri altında kaldı. Hıristiyanlığı kabul eden Romalı ve Yunanlılar kendi inançlarını Paul’un çalışmaları ve teşvikleri ile yeni dine kattılar.
Neticede eski Mısır, Roma ve Yunan dinlerine benzeyen üçlü ilâh sistemi Hz. İsâ ile Alâkası olmayan ve Hz. İsâ’ya izafe edilen yeni bir din Hz. İsâ’dan üç asır sonra meydana geldi. Hz.
İsâ’nın isminin Yunanca anlamında bu dine Hıristiyanlık dendi. İznik ve sonraki konsiller de tasdik etti.
Yunan, Roma mabetlerini Zeus’un, Jubiter’in ve diğer uydurma tanrı ve tanrıçaların heykellerinin doldurduğu gibi, Hıristiyanlıkta da Hz. İsâ’ya, Hz. Meryem’e atfedilen heykel ve resimleri kiliseleri doldurdu. Zeus’un, Jubiter’in heykellerini önünde eğilen insanların torunları Hz. İsâ’ya, Hz. Meryem’e izafe edilen heykellerin, resimlerin önünde eğilmeye, tapınmaya başladılar. Bu andığımız sebeplerden, Hollanda’da ve diğer Hıristiyan memleketlerinde “İsâ Allah’dır” diye işçilerimize propagandası yapılan Hıristiyan dini, Hz. İsâ ile alâkası olmayan Hz. İsâ’nın şahsiyeti etrafında meydana getirilen üç tanrılı yeni bir dindir.
İki âyet meali verelim: “Onlar Allah’ı bırakıp bilginlerini, rahiplerini, Meryem’in oğlu Mesih’i (İsâ’yı) tanrılar edindiler. Hâlbuki bunlardan ancak bir olan Allah’a ibâdet etmelerinden başkası ile emr olunmadılar. Ondan başka hiçbir tanrı yoktur. O, bunların eş tuta geldikleri her şeyden münezzehtir.” (Tevbe, 9/31)
“Meryemoğlu Mesih sadece bir peygamberdir. Ondan önce de nice peygamberler gelip geçmiştir. Onun annesi de dosdoğru bir kadındır. Her ikisi de diğer insanlar gibi yemek
yerlerdi. Onlara İsâ ve annesinin tanrı olmadığını gösteren delilleri nasıl açıkladığımıza bir bak da sonra onların haktan nasıl yüz çevirdiklerini gör.”
(Mâide: 5/75)
Netice; Allah tektir. Başka yaratıcı yoktur. Hz. İsâ Allah’ın kulu ve peygamberidir. Hz. İsâ’nın getirmiş olduğu dinin hükmü peygamberimiz Hz. Muhammed sallallahü aleyhi ve sellem’in
peygamberliği ile kaldırılmıştır. Hıristiyanlık propagandası yapanlar, yegâne hak din olan İslâm dininin mensuplarını batıl yollarına çağırmaktadırlar. Bir Müslümanın hak üzere iken batılı seçmesi, İslâm’ın nuru ile kalbi, zihni, yolu aydınlatırken, karanlığa sapması, hak kitap olan Kur’ân-ı Kerîm dururken, değiştirilmiş, insanlar tarafından İncillere ilâhi kitap diye sarılması küfürdür. Ümidim; bütün işçilerimiz, Müslümanlıklarının şeref ve vakarını, Hıristiyan misyonerlerine karşı koruyacaklardır, korumaları lazımdır.
Allah yardımcıları olsun…

Oku! Düşün!

Hakses, Ekim 1966

29.8.1966TARİHİNDE Mısır’da Nasır tarafından asılarak şehit edilen Seyyid Kutub’un aziz ruhuna Fatihalarla…
Ne zaman ki İSLÂM geldi: İnsanoğulları, Menşe ve varacakları yer itibariyle bir, “Dünya ve ahiret” saadetinin sadece takva ile olabileceği miyarıyla bildi. İSLÂM, fertte; ceset ve ruh birliğini, Hayatta; medeniyet ile maddiyat birliğini, Fert ve cemiyet arasında; hedef birliğini, Halk arasında; cemaatlerin müşterek menfaatleri birliğini, ve ardı ardına akıp giden nesiller arasında onları birbirine raptederek bağ (sıla) birliğini esas kabul eder. İSLÂMİYET; içinde en küçük bir eğrilik, en basit bir ihtilaf, en cüz’i boğuşma olmayan ahenkli, mütekâmil, yepyeni bir fikir manzumesi olarak meydana çıktı.
İSLÂMİYET; ihtilaf halindeki kuvvetleri birleştirmek, her türlü meyil ve şevkleri mezcederek bunların istikametlerini en ideal bir şekilde tanzim ederek, insan, hayat ve tabiatın birbirinden
ayrılmaz, mütekâmil bir birlik halinde olduklarını insanlığa öğretmek ve bu hakikatı cihana itiraf etmek için gelmiştir.
İslâmiyet; yer ve gökleri tabiat kanunlarında, dünya ve ahiret dini nizamda, ruh ve cesedi insan nizamında, ibâdet ve amelî hayat nizamında birleştirerek hepsini tek yola irca etmek için
gelmiştir. İslâm’da genel kaide şudur: Karşılıksız çalışma olmadığı gibi; çalışmadan da kazanç yoktur. Para parayı doğurmaz, iş parayı doğurur. İşsiz ve emeksiz kazanç haramdır.


Ramazan Bildirisi

Hakses, Aralık 1966
RAMAZAN ayının gelmesi ile federasyonumuz bir bildiri yayınladı. Bu bildiri temel İslâmî esasları açıklayan bu temel esasların topluma yön vermesi, hâkim olması için Müslümanlara düşen vazifeleri özetle açıklayan bir bildiridir. Bildirimiz basına verilmiş, dernek ve müftülüklerimize gönderilmiş, bazı il ve ilçelerde çoğaltılarak dağıtılmıştır. Bildirimizin metni şöyledir:

“Din, insanoğlunun duygu ve düşünce hayatına hâkim olan ilâhî bir kanundur. İnsan din duygusu ile yaratılmıştır. Dünyamızda bazı kişilerin dine karşı menfi tutumları da, kendilerinde mevcut din duygusunun inkârından başka bir şey değildir. Çünkü var olmayan bir şeyin reddi ve inkârı gibi gayri tabii bir şey olamaz. İnkâr; menfi davranış ile varlığın bir nevi ispatıdır. Fertlerin ruhunda meknuz olan din duygusu fertlerin meydana getirdiği cemiyetlere de hâkim olmuş ve olmaktır. İnsanlık var oldukça da hâkim olacaktır.
Milletimiz, geçirmiş olduğu tarihi safhalardan sonra, İslâm’da kendini bulmuş, bütün varlığı ile İslâma bağlanmış ve bu uğurda tarihte bildiğimiz şanlı sayfaları yazmıştır. Bugün de millet
olarak İslâm’a bağlıyız. Fertlerimizin düşünce ve davranışlarına İslâm hâkimdir.

İslâmî emirlerin coşkunluk içerisinde ifa edildiği rahmet ve mağfiret ayı olan Ramazan ayını karşılıyoruz. İbâdetlerimiz, dualarımız ve hayırlarımızla Allah’a yöneldiğimiz Ramazan ayında içtimâî hayatımızı geliştirici, tanzim edici, kuvvetlendirici fiil ve hareketlerde bulunmamız lazımdır.
Her türlü haram duygu ve düşünceler, zararlı hareketler içtimâî hayatı zaafa uğratır, millet hayatında meydana getirdiği ayrılıklar gelişir, genişler ve menfur hedefine ulaşır. Millet millet
olmaktan çıkar.
Millet olarak; maddî ve manevî yönleriyle sağlam ve sıhhatli içtimâî bir hayata sahip olmamız için, bütün imkânlarımızı değerlendirmeliyiz. Bu değerlendirmede iç ve dış düşmanlarımıza, nefsi arzularımıza, bencil duygularımıza karşı sebatla karşı durmamız lazımdır. İdrak ettiğimiz mübarek Ramazan ayı, bu değerlendirmede bizim için bir vesile ve imkândır. Bundan
faydalanmalıyız. Din görevlileri olarak; mübarek Ramazan ayı münasebetiyle duygu ve düşüncelerimizi aziz milletimizin ıttılaına arz etmekte, içtimâî hayatımızın müspet yönde gelişmesi bakımından fayda mülahaza ediyoruz. Düşüncelerimizi maddeler halinde arzederken Cenab-ı Hakkın büyük milletimize yardımcı olmasını niyaz ederiz.

1- Bir milleti izmihlale götüren sebeplerin başında, o milletin fertleri arasındaki sevgi ve saygı bağlarının kopması gelir. Tarih, fertleri birbirine düşman milletlerin düştüğü korkunç
akıbetlere ait misallerle doludur. Sevgi ve saygı; ruhları, dimağları ve kalpleri birleştirir. Sevgi ve saygının hâkim olduğu cemiyetlerde ayrılıklar, zıtlaşmalar olmaz. Binaenaleyh cemiyetimizin insanlarını en az kendimiz kadar sevmemiz lazımdır.
2- İnsanların cemiyet halinde yaşama duygusu ile yaratılması;
onların fikirlerini, güçlerini birleştirmesi, fert olarak yapamadıkları, halledemedikleri meseleleri beraber yapmaları ve halletmeleri gayesine matuftur. Toplu halde Allah’a ibâdet ve dua birlik halinde davranışın en güzel misalidir. Birlikten dirlik, dirlikten kuvvet doğar. Birlikte rahmet, ayrılıkta zahmet vardır.
Birlik şuuru içinde olan cemiyetlerde şahsi arzular, ancak cemiyete en küçük bir zarar vermemek şartıyla muteberdir. İslâm’ın hâkim olduğu cemiyetlerde bu isteklerin Allah’ın emirlerine
uygun olması da lazımdır.
“Kendi nefsiniz için sevdiğiniz şeyi, din kardeşiniz için de sevmedikçe, kendi nefsiniz için kötü gördüğünüz şeyi din kardeşiniz için de kötü görmedikçe imânınız tam olmaz.”
Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem bu buyruğu, cemiyet nizamında davranışlarımızın nasıl olacağını bize göstermektedir.
3- Cemiyetimizin insanlarını sevmek, onlara saygı duymak, onlarla beraber bulunmak, diğergam olmayı icab ettirir. Nefsanîlikten kurtulmayı sağlar. Bencil, nefsi arzularını herşeyin üstünde gören insanlar içtimâî hayatın tahripçisi olan insanlardır. İslâm, Müslümanın böyle olmasını yasak eder.
4- İçtimâî hayatın esas umdelerinden biri de çalışanların, servet, mal ve mülk sahibi olanların, çalışma imkânlarından mahrum olan, çalışamayan insanlara yardım etmesidir. Yardım
karşılıksız olmalıdır. İçtimâî müesseseler kurmak ve bu müesseseleri yaşatmak, cemiyetteki yokluktan meydana gelme istidadı gösteren hareketleri önler.
5- Allah’ın verdiği serveti nefsî arzuları için harcayanlar, fakirin, yetimin ve insanların haklarını gasp edenler, yalnız kendilerine değil, milletimize de kötülükler yapmaktadırlar. Çeşitli
maskeler arkasında servet düşmanlığı yapanlar, servetlerini gayrimeşru yolda harcayanları istismar etmektedir. İslâm, haram kazancı da, harama harcamayı da şiddetle yasak eder.
Servet, helalinden kazanıldığı ve hayra sarf edildiği zaman gerçek servettir. Aksi, servet değil, insan için dünyevî ve uhrevî azap sebebidir. Varlıklı din kardeşlerimiz servetlerini millet ve hayır yolunda kullanmakla, zekâtını vermekle, yalnız içtimâî hayatımızın gelişmesine yardım etmekle kalmaz, ebedî âlem olan ahiret hayatında da servetinin faydasını görür; Allah’ın hoşnutluğunu
kazanır.
6- İçtimâî hayatın esas düsturlarından biri de adâlete riâyettir. Adâlet fertler arasında fertlerle devlet arasında hakka riâyettir. Hakka riâyet edilmediği, adâlet gözetilmediği zaman cemiyet
nizamı bozulur. Adam kayırma, rüşvet, suistimal, vazifeyi ihmal, nizamlara aykırı davranış baş gösterir.
Bu fiillerin, tatbik sahası bulduğu cemiyetlerde ahenk bozulur, huzur kalmaz, fikrî ve fiili anarşi başlar. Hakkı teslim, hakkı müdafaa, adâlete tam riâyet bir cemiyetin têali ve terakkisinin
başlıca nedenlerindendir.
7- Doğru düşünce, doğru hareket, doğrulukla mümkündür. Doğruluk; düşünce, söz ve fikirlerimizin temel noktasıdır. Bu temelden mahrum her türlü fiil ve davranışlar gösteriştir, yalandır, uydurmadır. Tek kelime ile doğruluk, hakka kul olmak ve hakka riâyet etmektir. Yalandan kaçınmaktır. “Kurtuluş doğruluktadır” hadisi şerifi bu konuda tek ölçüdür.
8- Bütün kötü fiil ve davranışlardan uzaklaşmak için; gönülde hak, dimağda hak, lisanda hak, fiilde hak olması ve kulun Allah’a kulluk yapması şarttır. Selâmet, rahmet bu bağlanışta;
dalalet ve azap, haktan ayrılıştadır.
9- Belirtmiş olduğumuz hususların yerine getirilmesi için, sağlam bir inanç, dürüst bir karakter, büyük bir azim ve gayret lazımdır. Bunların menşei İslâmdır. Fert olarak İslâm’ı öğrenmemiz, çocuklara öğretmemiz, yaşamımızda İslâmî düsturları tatbik etmemiz elzemdir; aksi halde salah ve felah yoktur. İdrak ettiğimiz Ramazan ayının İslâm âlemine, aziz milletimize ve bütün din görevlilerine hayırlı ve uğurlu olmasını Cenabı Hak’tan niyaz ederiz. 13.12.1966
Mehmet Solmaz
Türkiye Din Görevlileri Yardımlaşma Dernekleri
Federasyonu Başkanı

Scroll to Top