Türkiye Din Görevlileri Yardımları Dernekleri Federasyonunda Naim Kardeşimle yıllarca birlikte çalıştık. Arkadaşlığı candandı. Düşünceleri verimli, konuşmaları faydalı, idare tarzı birleştirici ve yol gösterici idi. 24. 4. 1966 Bursa, Tekirdağ, Bilecik, Sakarya ve İstanbul il ve ilçelerinden gelen delegeler ve kalabalık din görevlilerinin katılımı ile İstanbul bölge toplantısı yapıldı. Yeni Diyanet İşleri başkanımız muhterem İbrahim Elmalı da katıldı, son derece faydalı bir konuşma yaptı. Bu toplantıyı tertip ve idare eden Naim kardeşimizdi. 9-13 Haziran 1966 tarihleri arasında Çorum, Samsun, Bafra, Sinop, Ordu, Giresun ve Trabzon’da illerin, ilçe ve köylerinin müftü, vaiz ve din görevlilerinin katıldığı toplantılarının yöneticiliğini de federasyon 2’nci başkanı olarak Naim Karaman kardeşim yapmıştır.
17.3.1968 günü M.T.T.B salonunda Trakya, İstanbul ve Marmara bölgesinden 150’ye yakın din görevlisi delegenin katıldığı “Trakya bölgesi” toplantısı yapılmıştır. Açılış konuşmasını İstanbul din görevlileri derneği başkanı ve federasyon 2’nci başkanı Naim kardeşim yaptı. Hakses dergisi Naim Kardeşimizin konuşmasından şu cümleleri verir: “Son zamanlarda dine ve din görevlilerine karşı girişilen sözlü ve yazılı iftiraların hiç birinin mesnedi yoktur. Din görevlileri kanunlara
uygun vazife yapmaktadır. Din görevlilerine hücum edenler,onların faaliyetlerinden rahatsız olanlar, onların yaptıkları vazifenin önemini kavramayanlardır. Bunlar açıktan dine karşı cephe alamadıklarından bu yolu tercih etmektedirler.” 7. 4. 1968 günü İstanbul İlim Yayma Cemiyeti konferans salonunda Marmara Din Görevlileri 2’nci Bölge Toplantısı yapıldı. Bu toplantının açılış konuşmasını da ev sahibi sıfatı ile federasyon ikinci başkanı Naim Karaman kardeşimiz yapmıştır.
Hakses Dergisi Naim kardeşimizin konuşmasından şu cümleleri verir: “Yirminci yüzyılda Cenab-ı Hakkın bizlere lütfettiği hürriyetlerden faydalanarak açık çalışmalarla haklarımızdan
vazgeçmeyeceğiz. Bütün ilimleri öğrenmek için çalışacağız. Kültür seviyemizi yükselteceğiz. Biz müsbet ilimlere karşı değiliz. Din adamlarına gerici diyorlar, iftira ediyorlar” 9-14 Temmuz 1970 tarihlerinde Naim Karaman kardeşimizin teklifi ile federasyonumuz Kastamonu gezisi tertip etmiştir. Bu geziye federasyon yönetiminden merhum Kemal Guran, İsmail Coşar Kastamonulu Diyanet müfettişi merhum Abdulkerim Abdulkadiroğlu ile birlikte katıldık. Ayrıca Kastamonu müftüsü merhum Ahmed Keskin hocamız ile Devrekani müftüsü Hasan Uysal Efendi de zaman zaman geziye iştirak etmişlerdir. Kastamonu gezisinde Kastamonu merkezinde, Taşköprü,
Devrakani, Bozkurt, Abana, İnebolu, Tosya ilçelerinde, Seydiler, Şenlik, İlişiği, Evrenye, bucak ve köylerinde vaazlar, sohbetler yaptık. Din görevlileri ile din görevlilerini ilgilendiren meseleleri görüştük.
Hayalindeki Köy
Naim kardeşimiz her gittiğimiz yer hakkında geniş bilgiler veriyordu. Bu bilgiler bilgi hazinesinin dolu olduğunu gösteriyordu. Evrenye köyünde öğle namazı kıldık. Vaaz ettik. Namazdan sonra cemaatle sohbet ettik. Evrenye gibi bir köyü ilk defa görüyordum Muntazam yapılmış, her evde su var. Sokaklarda toz, toprak yoktu. Camisi şehir camilerini aratmayacak bir yapıda idi. Köyün içinde oturak yerleri ve çay bahçesi vardı. Müstesna bir köy. Hayran kaldık. Köyü bu hale getirenler aklımda kaldığına göre Karaköy Perşembe pazarı esnafı imiş.
Köyden ayrıldıktan sonra Naim kardeşimiz böyle bir köy hayal ediyorum dedi. Yıllar sonra gönül ehli arkadaşları ile Gebze Tavşanlı köyü toprakları içinde hayalindeki köyü kurdular.
“Akşemseddin sitesi” Tek katlı bahçeli evler. Tozdan, topraktan azade muntazam sokaklar. Köyün ortasında güzel bir cami. İslâmî bir havanın ve yaşayışın hâkim olduğu bir köy. Bir gece misafir oldum. Köyünü çok seviyordu. Adına da “Medinecik” diyordu. Kâinâtın serveri Peygamberimiz Sallallahü Aleyhi Vesellem’in şehrinin adının küçültülmüş şekli. Geç vakitlere kadar oturduk, sohbet ettik. Sabahleyin camide sohbet et dedi. Namazı sen kıldırırsan sohbet ederim dedim. Sabah namazından sonra bahçe ile meşgul oldu. Elindeki makasla bazılarının dallarını ve yapraklarını düzelti. Sonra ektiklerine döndü, onlarla da meşgul oldu. Diktikleri ve ektikleri ile meşgul olurken haklarında geniş bilgiler verdi. Kahvaltı soframızda ektiği, yetiştirdiği şeyleri tatma imkânına kavuştuk.
Ecdada Bağlılığı
21 Nisan 1968 tarihinde yapılan Federasyon Kongresi’nde seçilen yeni idare heyetinde Naim kardeşim de vardı. Federasyonun değişmez 2. başkanı idi. Devlet Bakanı Husameddin Atabeyli’yi, Maliye bakanı Cihad Bilgehan’ı, Milli Eğitim bakanı İlhamı Ertem’i, Diyanet İşleri Başkan Vekili Lütfi Doğan hocamızı ziyaret ettik. Bir arkadaş Cumhurbaşkanını da ziyaret edelim dedi. Konu görüşüldü. Ziyarete karar verildi. Randevu için müracaat edildi. Müracaat kabul edildi. Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’ı Çankaya köşkünde ziyaret ettik. Hoş karşıladı. Hepimizin ayrı ayrı hatırını sordu. Tarihten bahsetti. Osmanlı’yı meth-ü sena etti. Padişahlara çattı. Naim kardeşim
hoşnutsuzluğunu belirtmek için ayağa kalktı. Bir şeyler söyledi. Cevdet Sunay yanlış konuştuğunu anladı. Çatmayı durdurdu. Anlatma ve dinleme eski havasında olmadı. Ayrıldık. Sayın Cevdet Sunay’ın dil sürçmesi sonucu hoşlanmadığımız sözleri söylediği kanaatine vardık. Naim kardeşimiz de ecdada bağlılığın açık tezahürünü Türkiye Cumhuriyetin en yüksek makamı
olan cumhurbaşkanlığı makamında gösterdi. Cevdet Sunay, 27 Mayıs hükümet darbesini yapan Cemal Gürsel’den sonra Genelkurmay Başkanlığı’ndan Cumhurbaşkanlığına geldi.
Cumhurbaşkanlığı makamına besmele ile oturduğu için lâik taifesinden büyük tepki aldı. Diyanet İşleri Başkanlığı’nı ilk ziyaret eden cumhurbaşkanı oldu. “Dinimiz Ahlâkımızdır”
dedi. “Şark ve garp kültürü ile yetişecek İmam-Hatip okullarına, Yüksek İslâm Enstitülerine, İlahiyat Fakültesine ve mezunlarına büyük ümitler bağlıyoruz. Onlara layık oldukları önem verilmeli ve verilecektir” dedi. Cumhurbaşkanı olarak Kâbe’yi ziyaret etti, namaz kıldı. 27 Mayıs 1960 darbesinin menfi şartları gereği verimli hizmetler yapamadı. O zamana
kadar cumhurbaşkanlarında görülmeyen İslâm’a saygıyı gösterdi. Allah rahmet etsin. Önceki cumhurbaşkanları Diyaneti ziyaret etmediği gibi, hiçbir din heyetini de kabul etmemişlerdir. İsmet İnönü zamanında merhum Diyanet İşleri Başkanımız Ahmed Hamdi Akseki bayram günlerinde Çankaya köşküne çıkar, defteri imzalar, dönermiş…
Öğrenci ve Yurt Hizmetleri
Sovyetler birliği dağılınca Naim kardeşimiz Orta Asya ülkelerinden öğrenci getirdi. Onların ihtiyaçlarını karşıladı, üniversitelerde okumalarını sağladı. Akşemseddin Vakfı’nı kurdu. Sosyal ve eğitim faaliyetlerine devam etti. İçeren köy’de bir hayırseverin bağışladığı arsa üzerine bir yurt inşa ettiler. Akşemseddin adını verdikleri bu yurtla yıllarca öğrencilere hizmet vermiş. Yurdu birlikte ziyaret etmiş, kendisinden geniş bilgi almıştım. Duyduğuma göre gönül ehli arkadaşları yurt binasını yıkmışlar, yerine daha büyük, depreme daha dayanıklı bir yurt yapmaya karar vermişler. Para hazırmış. Proje hazırlanınca inşaate hemen başlanacakmış.
Sen misin O Yahu!
Okulda başarılı, fakat kendi tabiri ile çok yaramaz bir talebe imiş. Zaman zaman dersten kaçar, sokakta bulduğu çocuklarla oyun oynarmış. Babasının disiplini altında hafızlığa çalışırken yaşamadığı çocukluğunun acısını, dersten kaçarak sokak çocukları ile oynayarak çıkarırmış. Sınıflarını yaramazlığına rağmen her sene geçmiş ve 1959 yılında İmam- Hatip okulundan mezunu olmuştur. Okulda talebe iken vaaz etmeye başlar. Konuşma kabiliyeti ile cemaati coşturur, heyecanlandırır. İslâm’a aykırı olan her şeye hücum eder. İmam olur. Vaazlarının sayısını artırır, ses tonunu da yükseltir, Naim hoca diye tanınır. O zaman komünistleri cezalandırmak için ceza kanununun 141-142. maddeleri, Müslümanları cezalandırmak
için de 163. maddeleri vardı. 163. maddeyi ihlalden ağır ceza mahkemesine verilir. Ali Rıza Sağman hoca, ağır cezaya verilen öğrencisini merak eder. Kim olduğunu öğrenmek için kendisi
ile görüşmek ister. Hocanın isteğini Naim kardeşimize bildirirler. Sonrasını kendisi şöyle anlatır: “1965 yılında ağır cezada üç tane aleyhimde dava devam ediyor. Vurucu, kırıcı falan şeklinde hatırlanıyorum. Dediler ki Ali Rıza Sağman hoca seni çağırıyor. Ben okulu 1959 yılında bitirmişim. Okulla alâkalarım kesikti. 1960 ihtilalinin havası içinde atıp savuruyorum. Bir de beyaz cübbe yaptırmışım ki İstanbul’da ilk beyaz cübbe. Yaşım da genç, tüyü toparlak yeniyim daha. Böyle bir dönemde Ali Rıza hocaya gittik. Eski tabirle, o devrin üdebasından arkadaşları falan vardı. Kapıdan girince “Sen misin o yahu, sen misin o yahu” dedi. Bu ne demekti biliyor musunuz? Bunun anlamı
“Sen de adam olur muydun?” demekti. “Arap Camii imamı demek sendin” dedi, sonra başladı ağlamaya… “Oğlum”, dedi.
“Size bir zarar gelmesin. Söyleyin, yapın, edin, ama size bir zarar gelmesinden korkuyoruz” dedi. “Anlat bakalım, ne dedin ne oldu” dedi. Ben anlattım o ağladı. Etraftaki adamlar da
ağlamaya başladılar. Yani hoca bütün talebelerinden böyle bir şey bekliyordu, ama benden değil. Fakat beni de böyle görünce gözyaşlarını tutamaz olmuştu. İşte bizim hocalarımızın bizim üzerimizde gösterdiği bütün ihtimamın asıl nedeni buydu. Bugün bizler nasıl kendi aramızda sohbet edip, bazı meseleleri tartışıyorsak, onlar da öyle zannediyorum kendi aralarında sohbet edip, “Arkadaşlar bu elimize gelen tarihi bir fırsat. Aman bunlara ihtimam gösterelim. Şunu da öğretelim bunu da öğretelim” falan diye konuşuyorlardı Ali Rıza hoca “Biz bunları yapamadık oğlum” dedi.
Samsun Gezisi
Naim kardeşimiz tarihî Arap Camii imamı idi. Vaaz da ediyordu. Tanınmış bir hoca olmuştu. Ama yaramaz talebeliğinden kalma bazı alışkanlıkları kendinden hala uzaklaştıramamıştı. İzinli olduğu günlerde Samsun’a gezmeye gider. “Samsun’da kimse beni tanımaz diye saçlarımı falan taramışım, böyle yürüyordum. Biri Naim Hoca diye caddenin karşısında bağırınca hemen anladım ki bu cemaatin elinden kurtuluş yok. Bu cemaat zarf, biz mazruf. Orada anladım ki bu cemaat bizi adam edecek” Bu hadise ile yaramaz alışkanlıklarına son verir, ciddî bir adam hüviyeti kazanır. Mazruf; zarfın içine konan mektuba ve evrak’a denir.
İrşad Yolunu Seçer
1967 yılında İstanbul vaizliğine tayın ederler. Hukuk fakültesinden mezun olur. Avukatlık stajını tamamlar. O konuşma kabiliyeti, bilgi birikimi ve örnek insanî ilişkileri ile Türkiye’nin en tanınmış ve en çok kazanan avukatı olmaya namzet iken, düşük maaşlı vaizliğe devam etmeye karar verir,
irşat yolunu seçer,2000 yılında resmi görevinden emekli olur, fahri olarak vaizliğini yakalandığı kanser hastalığı kendisini iş göremez hale getirinceye kadar devam ettirir. Bu sefer de internet yolu ile gönül ehli arkadaşlarına Cuma sohbeti mektuplarını gönderir. Hastalığı daha da ilerler, doktoru da cep telefonu ve bilgisayar kullanmanın sağlığına zararlı olduğunu söyler. İnternette Cuma sohbetleri 04. 09. 2013 tarihinde sona erer.
Hafızlığı ve Konuşma Kabiliyyeti
Naim kardeşimizin hafızlığı çok sağlamdı. Babası onu iyi hafız yapmış. Bir araya geldiğimiz zaman bazı konuları konuşurduk. Ben konuyu söyleyince o konu ile ilgili âyet-i kerimeleri hemen yapıştırırdı. Sesi gürdü. Güzel Kur’ân okurdu. Yaramaz talebe olmasına rağmen İmam-Hatipde okuduğu derslerinyanında okul dışında da ders okutan hoca Efendilerden dini ilimleri tahsil etmeye devam eder. Hafızası da kuvvetli idi. Ezberlediğini, okuduğunu muhafaza ediyor, bu hal kendisini geniş bir bilginin sahibi yapıyordu. Hatipti. Rahat konuşurdu. Konuşmasında bilgi ve heyecan vardı. Zaman zaman heyecanlandırır ve cemaati coştururdu. Cemaat onun konuşmasında aradığını buluyor, vaazını heyecanın ve coşkunun olmadığı anlarda bile dikkatlice dinliyordu.
Tasavvuf
Ona göre; bir vaiz dini konularda ve dünyanın gidişi hakkında geniş bir bilgiye sahip olmalıdır. Fakat bu kafi değildir. Bu bilgiyi gönüle, hayata hâkim kılmak, örnek bir yaşayışı göstermek
de şarttır. Bunun için de tasavvufî bir anlayışa sahip olmak gereklidir. Şöyle der: “Okulda edinilen bilgi malzemedir. Bunlar olmadan olmaz. Bu malzemeyi gönüle yerleştirecek tasavvuftur. Hocanın kuruluğunun ana sebebi tasavvuf neşvesinden yoksun oluşudur. Burada gönül ehli makamındaki bir takım cemaatlere imamların uzanması lazımdır. Eğer gönül ehli isen, camideki imam isterse resmi görevli olsun, asıl görevli sensin. İmam Efendi eğer böyle gönül ehli bir çevreyle tanışacak olursa üç beş ay sonra o imam Efendinin her şeyi değişecektir. O imam kapıya çıkıp zeytin satmaz. ve o imamın gence bakışı değişir. Bizim okuduklarımızda tasavvufla ilgili bir şey yok ki. Biz malzeme okuduk. Tasavvufla ilgisi olmayıp da o çevreden
birkaç kişi ile tanışan imamın bile çehresi değişmektedir.
Bir de gönül çevresinin göbeğine düştüğünü düşünün. Yalnız şurası var ki, hocanın göbeğine düştüğü yer aynı zamanda hocayı doyuracak bir malzemeye de sahip olmalıdır. Böyle olunca
hocanın mangalı yanmaya başlar o cemaatin de çehresi değişir. Bir de gözü yaşlı hocalar, İmam-Hatip okulunda olursa, talebeye ana gibi, baba gibi bakarsa, kıvam değişmeye başlar.”
Naim kardeşimiz tasavvuf ehli bir insandı. Okulda öğrendikleri ile tasavvufu mezcediyor, vaaz ettiği zaman gönlü ile birlikte bütün varlığını vererek konuşuyordu. El, kol hareketleri,
yerinden kalkmaları, ses tonunu yükseltmeleri, hatta feryatları, göz yaşları, gönlü ile maddi varlığın, konuşma kabiliyeti ile aşk halinde birleştiğini görüyoruz. Bu tarz vaaz etmenin en üstün
şeklini merhum Konya müftümüz Tahir Büyükkörükçü hocamızda görürdük.
Sohbet Ehli
Naim kardeşimiz sohbet ehli bir insandı. Sohbet etmeyi çok severdi. Sohbet konusunda şöyle der: “Biliyorsun benim temel işim sohbet. Ağlayarak, sızlayarak da yapsam, o beni hiç
yormuyor. Ancak bu ruh zenginliğine sahip olup gelenler ve sohbeti anlayanlar o kadar az ki!” Gönül ne kahve ister ne kahvehane. Gönül sohbet ister kahve bahane. Dostlar olmadan yaşanmıyor. Sizler benim kardeşlerimsiniz. Sizleri göz arıyor, gönül ise özlüyor. Hiçbir şey sizin boşluğunuzu doldurmuyor. Dostlar hayâl edilebiliyor ama bir hayale odaklanma beyni ve gönlü daha çok yoruyor. Bunun için, “gözden ırak olan, gönülden de ırak olur “ denmiştir. Gelin, bayram günleri bir gönül kapısı fazladan açalım” Vaazı umum bir konuşma, sohbeti özel bir konuşma olarak kabul ederdi.
Sohbet yolu ile insan yetiştirmenin daha kolay ve daha verimli olduğuna inanırdı. Peygamberimiz Sallallahü Aleyhi Vesellem de ashabını sohbet yolu ile yetiştirmişti. Acil işi yoksa, vaazdan sonra cami cemaatinden tanıdığı kimselerle dükkânlarda, çay bahçelerinde, yazıhanelerde sohbet eder. sohbete katılanları eğitmeye çalışırdı. Çay içmeyi, yemek yemeyi sohbet için bir vasıta olarak kullanırdı. Cömertti. Yerdi, yedirirdi.
Sohbetine Örnek
Örnek olarak 14. 06-2012 tarihinde yaptığı sohbetini veriyorum: “Eski dostlar unutulmamalı. Yıllar geçtikçe çevremiz yenilenir, yeni dostlar ediniriz. Yeniler, eskileri terk etmemize sebep olmamalıdır. Eski dostlar, ağaçların köklerini besleyen topraklar ve su kaynakları gibidir. Onların sevgisi ile ruhlarımızı besleyerek bu günlere gelmişizdir. Bizi biz yapan değerleri onlarla paylaşmışızdır. Onlar sevinçlerimizi ve dertlerimizi bizimle paylaşarak hep yanımızda olmuşlar, bir gölge gibi bizi izlemişlerdir. Ortak değerler ve unutulmaz hatıralar, bir koza gibi şekillenip bizi kuşatmıştır. Eski dostlarla beraber olmak, sadakatle onlara sarılmak, toplum içinde bize şeref ve itibar kazandırır. Allah nezdinde de insanlar nezdinde de ecir sahibi oluruz. “Vefâkâr insan, asil insan” derler. Hele bu dostluk Allah için olursa, bütünü ile ibâdet olur.
Cuma günlerini dostları ziyaret vesilesi yapmalı, hâl ve hatırlarını bir şekilde sormalı, gönüllerini hoş etmeli, dualarını almalıyız. Yeni ve daha farklı dostlar edindikçe, eskiler daha da değer kazanır; çünkü bütün bu yeni çevreleri onlar sayesinde kazanmışızdır. Gözümüze küflü gibi gözükseler de eski dostlar birer antika gibidirler. Onların yeri ayrıdır ve dolmaz. İnsan gönlü geniştir, her zaman sevgiye açtır, doymaz ve dolmaz. Eskilerin yenileri kıskanmasına mahal yoktur. Kişi sevdikleri ile beraberdir ve onlar gibidir. Allah, kullarını sevdikleri ile haşr eder. İnsanlar dostları ile değer kazanır veya kaybeder. Öyle ise herkes kiminle dost olduğuna bakmalıdır. Duaların kabul günü ve saati, Cumadır. Öyle ise camilere doğru koşalım, gönüllerimizi ve ellerimizi Cenab-ı Hâkka doğru açalım.
Komşularımız ve kardeşlerimizle musafaha edelim ve sarmaşdolaş olalım. Dargınları barıştıralım, dargın olduklarımızla da barışalım. Sevgi, saygı ve dualarımla. Selâmün Aleyküm”
Mehmed’ i
1989 yılında köyüne gider. Babasını ziyaret eder. Dönüşte trafik kazası geçirir. Tek oğlu Mehmed vefat eder. Kendisinin çeşitli yerleri kırılır. Aylarca hastanelerde yatar. Sağlığına kavuştuktan
sonra kaldığı yerden irşad hizmetine devam eder. Mehmed’i ile ilgili kendisine bir şey diyemedim. O da bir şey demedi. Genç yaşta kızını kaybetmiş bir baba olarak Naim kardeşimin duygularını anlıyordum.(1)
Hastalığı
Naim kardeşim kanser hastalığına yakalandı. Hastalığının adı prostat kanseri. Tedavisi olmayan kötü cins bir kanser. Bu cinse “Küçük hücreli kanser” adı veriliyor. Sancılı. Hastaneye yattı,
çıktı, yattı, çıktı. Kemoterapi veya radyoterapi tedavileri gördü. Hastalığın ilerlemesi durdurulamadı. Hastalığı dört seneye yakın sürdü.. Hastalık sebebiyle vaaz edemez duruma gelince, internet yolu ile Cuma sohbetlerine başladı. Sohbetleri son derece bilgi dolu ve yol gösterici sohbetlerdi. Ayrıca bazı dostlarına da internet yolu ile mektuplar gönderdi. Mektup gönderdiklerinden biri de bendim. Mektuplaşmamız ve sohbetlerini almam, benim 20.11.2011 tarihli internet mektubumu göndermemle başladı. Diğer gönül ehli arkadaşları ile daha önce internet yolu ile sohbetlere ve mektuplaşmaya başlamış olabilir. Biz mektuplaşmaya başladığımız zaman hastanede yatıyordu.. Naim kardeşim sancılı kanserin pençesinde, sabırla yaşama mücadelesi verirken bile, irşad vazifesinden geri durmuyor, yaptığı sohbetlerle, verdiği öğütlerle, gönderdiği mektuplarla yol gösteriyor, son günlerinde de Ümmet-i Muhammed’e faydalı olmaya çalışıyordu
———————————————————————
(1) Yeni Nesilleri İnşa Eden Âlimlerimiz, Sh: 30-50, Erkam Yayınları, 2009, İst. Bakınız:
Altınok dergisi, sayı: 8