Din Dersleri

Hakses, Temmuz 1967

LİSELİ gençler dinlerinin öğretilmediğini,
manevî değerlerden mahrum olarak yetiştiklerini açıklayarak; orta dereceli okulların bütün sınıflarında din derslerinin okutulmasını istediler. Gençlerin bu isteğini, çocuğunun Müslüman olarak yetişmesini isteyen, okul sıralarında dinini öğrenmemenin ızdırabını duyan, gelecek nesillerimizi imânlı şahsiyetler olmasını arzu eden vatandaşlarımızın istekleri takip etti.
Din derslerini okullarının bütün sınıflarında okutulmasına dair onbinlerce imzalı dilekçeler ve telgraflar gönderildi. Kısa bir zamanda vatanın her köşesinde hançerelerden aynı ses
yükseldi: “Liselere din dersleri konulmalıdır” Din dersleri okutulduğu zaman ne olacak?

Din dersleri okutulduğu zaman; nesillerimiz niçin yaratıldıklarını, dünyada vazifelerinin neler olduğunu anlayacaklar ve öğreneceklerdir. Hâkka bağlı kalmanın, haksızlığa karşı durmanın, küfürden uzak yaşamanın, vatana faydalı bir unsur olmanın esaslarının İslâm’da mevcut olduğunu görecekler. Din dersleri okutulduğu zaman; çocuklarımız behimi arzulardan
uzak insanî vasıflarla muttasıf, anne, baba ve insan haklarına saygılı, çalışkan birer evlat olarak yetişeceklerdir. Din dersleri okutulduğu zaman; Allah ve peygamber yolunun ne olduğunu
anlayacaklar, Allah’a gerçekten kul olmanın zevkini ve hazzını duyacaklardır. Din dersleri okutulduğu zaman; nesillerimiz inanç buhranından, fikrî yoksulluktan kurtulacaklardır.

Din dersleri okutulduğu zaman; çocuklarımız, bu günkü insanlarımızın bir kısmının düşmüş oldukları feci durumlara düşmekten kurtulabileceklerdir. Bugün cemiyetimiz içerisinde öyle insanlar vardır ki, “Besmele” çekmesini bilmemektedir. Ölümlerinden duyduğu ızdırapla gözyaşları döktüğü anne, baba ve sevdiklerine karşı dini vazifelerini ifa edememekte, onların cenaze namazlarını dahi kılamamaktadır. Mü’minler ölmüşlerine “Fatihalar” gönderirken, onlar mezar taşlarına mahzun mahzun bakmaktadır. Bir kısım insanımız İslâm’ı bilmedikleri için iyilik yapayım derken kötülük yapmakta ve günah işlemektedirler.
Bunlar, İslâm’ın yasak etmiş olduğu ve Hıristiyan dünyasından alınma âdetler ihdas etmek suretiyle tabutların etrafını, mezarları otlarla (çelenklerle) donatmaktadırlar. Bu suretle dünyada israf, âhirette de hem kendileri ve hem de ölüleri için azap kapılarını açmaktadır. Bütün bu saydığımız ve daha da sayabileceğimiz haller, bir devirde insanımızın dini terbiyeden mahrum edilmesi sonucu meydana gelmiştir. Müslüman Türk tarihinde bu devirde olduğu gibi çocuklarımızın okul sıralarında dinlerini öğrenmelerinin yasak edildiği görülmemiştir.
Buna karşılık memleketimizde gayr-i müslimler hiçbir zaman dinlerini çocuklarına okutma ve öğretme imkânlarını kaybetmemişlerdir. Kendilerine mahsus eğitim müesseselerinde din
tedrisatını devam ettirmişlerdir. Müslümanların çocuklarına, aile ocaklarında, cami köşelerinde dini bilgileri vermeleri takibat konusu olmuş ve takibatın neticesi olarak analar, babalar ve
din görevlileri çeşitli cezalara çaptırılmıştır.
Bugün 1950 öncesinin ağır havasından kurtulmuş bulunmaktayız. Vatandaşlarımız “Dini tedrisatın yasaklanması”nın neye mal olduğunu ve bunun zararlarını telafi için büyük bir faaliyet
içerisine girmiş bulunmaktadır.
Kur’ân kurslarının hızla vatan sathına yayılışı, İmam-Hatip okulları, İslâm enstitüleri, İlâhiyat fakültesi bu büyük ve kutsî faaliyetin meyveleridir. Aziz milletimiz bunları da kâfi görmemektedir. Maddî ve manevî kalkınmamız ve ilerlememiz için tek okul sırasının bulunduğu her yerde dinî tedrisatın da yapılmasını istemektedir.
Liseli gençlerin önderliğiyle başlayan “Dinî tedrisatın yaygın hale getirilmesi” bu isteğin bir neticesidir. Şimdi, bütün Müslümanların gözleri ilgililerin üzerlerine çevrilmiştir. Bu haklı ve zarurî isteğe ne şekil ve ne derece cevap vereceklerdir?


Eğitim Üzerine

Hakses, Ekim 1967
INSAN çeşitli kabiliyet ve temayüllerle doğar. Eğitim bu kabiliyet ve temayülleri arzu edilen
yönde geliştirir. Ferde bilgi verir, şahsiyet kazandırır ve hayat prensipleri aşılar. Eğitim bu hedeflere ulaşırken, başlıca iki vasıtadan faydalanır. Bunlar aile ve okuldur.
Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem: “Her doğan çocuk İslâm fıtratı üzerine doğar, ana-babası onu Yahudi, Hıristiyan, Mecusi yapar” buyurmakla, ailenin, çocuğun itikat, fikir ve karakterinin üzerindeki tesirin ifade etmişlerdir. Modern eğitim sistemi de uzun araştırma ve incelemeler sonucu olarak
Peygamberimiz’in bu hadis-i şerifini teyit etmektedir. Aile ile birlikte okulun eğitim görevinde muvaffak olması millî hayatın bekası için gereklidir.

Çünkü eğitim bir milletin temel meselesidir.. İdarî, adlî, iktisadî, ailevî, içtimaî meselelerin halli, eğitimin nizam içerisinde sıhhatle işleyebilmesine bağlıdır. Çünkü hizmetlerin ifası, müesseselerin düzenli olması, fertlerin müspet tutum ve davranışlarına göredir. Konu üzerinde derinliğine durmak icap ederse; eğitim insanı saf olarak ele alır, yoğurur, karakter sahibi
olarak yetiştirir. Dinî ve millî duygularını geliştirir. Vazife ve hak duygusunu, sorumluluk şuurunu teşekkül ettirir.
Bu vasıflarla yetişen fert, hangi sahada, hangi müessesede çalışırsa çalışsın kendisine verilen vazifeleri hakkiyle yapar. Adâlete riâyet eder, haktan, hukuktan ayrılmaz. Milletini düşünür, diğergam olur. Memleketinin ilerlemesi ve refahı için çalışır. Milletine, vatanına, vicdanına ve Allah’ına karşı mesul olduğunu hiçbir zaman unutmaz. Dünyada yaptığı her hareketin ilâhî huzurda hesabını vereceğini de daima hatırlar.
Bu vazifenin ifası ise bu müessesenin başından köy öğretmenine kadar, bütün elemanlarının imânlı, edepli, irfanlı, vicdanlı, bilgili, vazife duygusuna sahip insanlar olması, tatbik edilen
metotların millet bünyesine uygun, millet tarafından benimsenmesi, ders programlarının öğrencileri yukarıda belirtmiş olduğumuz vasıflara uygun yetiştirecek nitelikte bulunması
lazımdır.
Gayri millî metotlar, dağınık, gaye aşılamaktan uzak programlar, yetiştirici vasıflara sahip olmayan öğretmenlerin bulunduğu eğitim sistemi, nesilleri başıboş, seciyesiz, dinî ve millî
değerlerden uzak, yetiştirmekten başka bir fonksiyon icra edemez. Bu durum ise, milletin geleceğinin karanlık olmasına, milleti teşkil eden fertlerin bozulmasına sebep olur ki; bu hale
düşen milletler; tarih dediğimiz bir yüzü milletler mezarlığı olan maziye karışmaktan kurtulamazlar.
Eğitime dair belirtmiş olduğumuz bu umumi görüşlerin ışığı altında kendi eğitim sistemimize daha objektif olarak bakabiliriz: Yıllar yılı çalışılmasına rağmen, kemiyet olarak millî eğitimimiz hedefine ulaşamamış, okulsuz köylere bütünü ile bina olarak okul yapılamamış, vatandaşların okuma nimetinden faydalanmaları temin edilememiştir.
Kemiyet olarak ihtiyaca cevap veremeyen eğitim çalışmaları keyfiyet olarak ta bir çıkmazın girdabına saplanmak tehlikesi ile karşı karşıyadır. Eğitimimizde mevcut keyfiyet buhranı
yıllar geçtikçe artmakta ve derinleşmektedir. İdareci, öğrenci arasında eğitim için şart olan samimiyet, iyi örnek olma, saygı duyma hasletleri azalmakta ve kaybetmektedir. Eğitimden ge-
çen genç nesillerin bir kısmı, Müslüman ruhunu kaybediyor. Okuma yazma bilmeyenlere nispetle daha fazla dinî ve millî değerlerden uzaklaşıyor. Yabancı ve zararlı cereyanlara tabi oluyor. Bugün okul çağında bulunan gençler arasında ahlâkî buhran, gün geçti genişleme istidadı göstermektedir. Gençlik arasındaki gayrı ahlâkî tutum ve davranışlara her gün şahit olmaktayız.

Biz burada gençliğin ve okul çağındaki çocukların halini belirten iki örnek vermekle iktifa edeceğiz. Resmi bir toplantıda yüksek bir okulun bayan müdürü aynen şöyle diyor: “Kız
öğrenciler arasında sigara ve içki içmek gün geçtikçe genişliyor. Sosyal gecelerde salonlar baca gibi gibi dumanla doluyor. Sporla bunları biraz önleyebiliriz. Şiir ve dans geceleri faydalı
olamıyor.”
Bir öğretmen yine resmî bir toplantıda şöyle diyor: “Kız ve erkek öğrenciler arasında müthiş bir samimiyet vardır. Orta bir de çocuklar flörte hevesleniyor. Samimi arkadaşlık birbirini
kovalamaya kadar gidiyor. Bunların not alabilmesi için hükümetin notlara zam yapması lazımdır. Buraya buluşmak içi geliyorlar.” Bir üniversitede yapılan ankette yarınki nesillerin anneleri olacak kız öğrencilerin yüzde kırkı evlenmenin lüzumsuz olduğunu belirtiyorlar.

Tanzimat’tan bu yana yenileşmek arzusu neticesi, yabancı milletlerin eğitim metotları, eğitim felsefeleri benimsenmiş Müslüman milletimizin ruhu bu yabancı kalıp ve metotların
içerisinde öldürülmüştür. Bunun neticesi olarak ta milletimizin ruhuna sahip, yaşayışını bu ruhun ışığında değerlendiren örnek nesil yetişememiştir. Frenk meşrepli, Alman tavırlı, İngiliz-Amerikan edalı, son zamanlarda Rusya’ya özenen sosyalist kisveli aydınlar yetişmiştir. Güzel bir kadın, iyi bir ev, yeni bir araba, bol eğlence, bol para felsefesini şiar edinen ve sayıları hayli kabarık olan okur-yazar sınıfı da meydana gelmiştir.
Müslüman milletimizin ruhuna bîgâne, bu ruhu münkir, asırlık düşmanımıza his ve düşünce yönünden bizi yaklaştırmak isteyen köy enstitüleri de açılmıştır. Bereket versin ki; mayası sağlam, millî ve dinî duygulara sahip köy çocukları bu fesat ve inkâr yuvalarının zararını asgari hadde indirmişlerdir. Pek az kişi kurulan fesat ağlarına düşmüştür. Sadece okuma yazma öğretmenin, ansiklopedik bilgi vermenin sonucu, gayesiz, gün kazanıp gün yaşayanlarımız da mevcuttur. Bütün bunlar, Müslüman milletimize eğitim sisteminin sunduğu zehirli ve zararlı meyvelerdir Bir devrin ve şahısların değil, devirlerin ve zihniyetlerin mahsulü olan bu zehirli meyveler içtimaî bünyemizde çoğaldıkça ahlâkî, fikrî, içtimaî buhranlarımız artıyor, çekişler başlıyor ve kavgalara kadar inkılâp ediyor. Bugün eğitim sistemimizde gerek öğretmenler gerek öğrenciler arasında tesanüt mevcut değildir. Öğretmen camiası parça parçadır. Okul idarecilerini ve öğrencileri müşkül durumda bırakan karar ve yönetmelik değişiklikleri sık sık olmaktadır. Eğitimimizin dış görünüşü bugün böyledir. İç görünüşü ise Allah bilir.

Öğretmen camiası maddî ve bilhassa manevî yönden tatmin edilememektedir. Öğretmenlik ulvî bir meslek olma niteliğini kaybetmektedir. Milletimizin selâmeti ve bekası için eğitim sistemimiz yeniden ele alınmalıdır. Eleman, program, metot, eğitim araçları olarak yeniden düzenlenmelidir. Dinî ve millî değerlerimizi tanımayan ve yaşamayan kişiler, eğitim camiasından ayıklanmalıdır. Müslüman milletimizin ruhunu telkin edecek kurallar uygulanmalı dağınık ve yüklü programlar yeni baştan tanzim edilmek suretiyle yabancı milletlerin tarihini ve coğrafyasını öğrenmek gibi hayatımıza yakın ilgisi olmayan konular asgari hadde indirilmeli, öğrenciler, bugün öğrenip
yarın unutacağı teferruatı ezberlemekten kurtarılmalıdır. Hayatta lazım olan bilgiler verilmeli, bu bilgilere göre yaşayış okul çağında kendilerine örnek olmak suretiyle öğretilmelidir. Eğitimi okul binasından ibaret sanan görüş mutlak surette terk edilmelidir. Eğitim sisteminin temel direği öğretmenler, imânlı, edepli, bilgili, yaşayışı ile Müslüman milletimize örnek olacak bir yaşayışa sahip olarak yetiştirilmelidir.
Eğitim sisteminin bütünü ile millet tarafından benimsenmesi ve desteklenmesi için millî eğitimin birkaç faydalı faaliyetlerinden biri olan İmam-Hatip Okulu örneğinden istifade cihetine
gidilmelidir. Millî Eğitimizin rayına oturması için her şeyden önce idareci ve yön verici durumunda bulunan kişiler, yazımızda belirtmiş olduğumuz imân, seciye, irfan, bilgi, yaşayış
ve iyi örnek olma vasıflarına sahip olmalıdır. Bu vasıflara sahip olmadan yapılacak faaliyetler buz üzerine yazı yazmaktan öte bir değer taşımamaktadır.

Penceredeki Kızıl
Hakses, Kasım 1967

FİKRÎ bir buhranın içerisindeyiz. Eline kalemalan bir şeyler yazdım zannediyor. Kendini yazar, şair, mütefekkir olarak görüyor. Aslında çoğunun yazdığı dedikodu, aktarma fikirler, modası geçmiş düşünce sistemlerinin kırıntılarından ibarettir.Bu arada bazı kişiler dinî ve millî kültürden nasiplerini alamadıkları için sosyalizm fırtınasına kendilerini kaptırmışlar; sosyalizm, sosyalizm deyip durmaktadır.
Bunlar sosyalizm diye 19’uncu asrın anarşist, din ve değer düşmanı kişilerin basit fikirlerini uslûp değiştirerek yeni bir şeyler keşfetmiş gibi ortaya atıyorlar. Kendilerine okuyucu bulmak
için de çoğu zaman halkın hassas olduğu noktalara hücum etmeyi marifet sayıyorlar. Cahiliye devri bir arapın zemzem kuyusuna yaklaşması gibi, bilindiği üzere cahiliye devrinde aradın biri ne yapsam da büyük adam olsam, herkes tarafından anılsam diye düşünür. Bir şey yapmak elinden gelmez. Gider zemzem kuyusuna abdest bozar. Şimdi o Arap anılıyor ama, ne anılış (!) Bizim sosyalistler de öyle…
Bugün memleketimizde mevcut fikir buhranı ve ucuz kahramanlığın sebebi nesillere İslâmiyet’in ve İslâmiyet’le yoğrulmuş değerlerimizin öğretilmemesidir. Hakikat olduğu gibi genç nesillere öğretilmedi, öğretilmiyor. Bundan faydalanan başta sosyalizm hayranları olmak üzere yabancı fikir ve ideoloji taraftarları fikir hayatımıza hâkim olmak ve gençliği kendi arzularına göre yönetmek için durmadan çalışmaktadırlar.
Muvaffak olabilirler mi? Bunu bilemem ama Müslümanlar kendi dinlerini öğrenip millî değerlerine ve tarihi kıymetlerine sahip olmadıkça yabancı ideoloji mensuplarının da menfur hedefleri yönünde ilerleyemeyeceğini kimse iddia edemez. Çünkü bu dünya bir imtihan ve harp yeridir. Çalışan kazanır ve galip gelir.
Son yıllarda moda olan sosyalizm akımının ileri gelen gazeteci bayraklarından biri, bir İstanbul gazetesinde yazı yazmaktadır. Gıyaben de olsa kendisinden bahsetmek zorunda kaldığımız,
âleme “penceresinden” sosyalist gözü ile bakan İlhan Adlı bu yazar, her gün sütununda sömürü, iktisadî bağımsızlık edebiyatı yapmakla, cümle değiştirip temcit pilavı gibi aynı fikirleri tekrar etmektedir. Bay yazar sosyalizme o kadar hayrandır ki; ismini taşıyan ülkeleri sever. Hapisten çıktıktan sonra sosyalist Rusya’da soluğu alan ve “Beni Stalin yarattı, ben Sovyetler Birliği’nin çocuğuyum” diye beyanat veren kızıl şair, vatan haini Nazım Hikmeti;
Canı, cananı bütün varımı alsın da hudâ
Etmesin, tek vatanımdan beni dünyada cüda.
Diyen vatan ve imân şairi merhum Mehmed Akif ’le mukayese eder. Bay yazarı Ankara’da bir toplantıda dinleme imkânını buldum. Başvekilin Bayram gazetesinde çıkan yazısına nazire
olarak bir konuşma yaptı. Konuşma icabı söylemek mecburiyetinde kaldığı “ALLAH” ismini telaffuz ederken çehresi değişiyor, bir istihza havasına bürünüyordu. Amerika sömürücü lüğünden bahsederken de neşeleniyor ve belki de Amerika’da geçirmiş olduğu anları tekrar yaşıyordu. Bursa Din görevlileri Derneğinden 7 Ekim 1967 tarihli bay yazara ait bir gazete küpürü aldım. Bay yazar bu makalesinde Amerikalı Mr. Rıddles Barger’in çocuk pazarından bahsediyor.
Türk ailelerinin Mr. Rıddles Barger’e çocuklarını satmalarını iktisadî sebeplere bağlıyor. Bay yazara göre, iktisadî hayatımız bağımlı, çocuklarımızı satacak derecede de Amerika’ya.

Din adamları ve Müslümanlar bundan ancak üzüntü duymuşlardır. Nitekim birçok din adamları bu olay sebebiyle halkımızı aydınlatıcı konuşmalar yapmışlardır. Tabi bunları sizin dinlemeniz mümkün olmadığı için kendiliğinizden fikir imal etmek suretiyle “Yazayım da ne olursa olsun” kabilinden utanma hissi duymadan büyük bir kitleyi itham etmekten çekinmemektesin.
İthamınıza bir diyeceğimiz yoktur. Çünkü siz sosyalistsiniz. Başka bir sosyalistin söylediği gibi, “Sosyalist yalan söylemez” Ama yalanında ötesinde her türlü tezvir ve iftirayı irtikâp eder.
Siz de bu yoldasınız. İktisadî bağımlılığa gelince, Türkiye’mizin maddî ve manevî yönü ile müreffeh ve mesut bir hale gelebilmesi ne Amerikan sömürücülüğü edebiyatı ile mümkün olacaktır ve ne de Rus ve Kızıl Çin özentisi sosyalist reçetelerle sağlanacaktır.

Millî ruha dayanmayan bütün ilerleme gayretlerinin boşa gittiğini tazimattan bu yana yapılan inkılâplar ve rejim sistemleri ispat etmiştir. Evet! Türkiye kalkınacaktır ve ilerleyecektir.
Ama bu katı kapitalizm ve rezil sosyalizm sistemleri ile değil, bütün alanlarda 1064, 1071 Ani ve Malazgirt zaferlerinin üç kıtaya hâkim olan şanlı devirlerimize ruh veren dini ve millî
değerlerimizin hâkim olduğu milletimizin bütünü ile benimsediği bir nizam içerisinde olacaktır.
Bay yazar siz sosyalizm rüyaları görmeye devam ediniz. Bu asil millet hiçbir zaman rüyalarınızın tahakkukuna müsaade etmeyecektir. Bir nebze de Amerikan sömürücülüğüne temas etmek istiyoruz. Amerika dünyanın iktisadî, askerî ve teknik bakımından en kuvvetli ülkelerinden biridir. Çeşitli devletlerle çeşitli alanlarda karşılıklı anlaşmaları vardır. Millet olarak hükümetlerimizin iradesi ile Amerika ile bizimde yapmış olduğumuz askerî, ticarî vs anlaşmalarımız vardır. Aklı
başında milletimizin hiçbir ferdi, yabancı bir devletin milletimizi sömürmesine müsaade etmez. Ama sosyalistler istemiyor diye de hükümetlerin iradesi ile yapılan anlaşmaları, karşılıklı
taahhütleri anarşist yollarla değiştirmeye tevessül edenlere de rıza göstermez.
Batı dünyası ile yapılan anlaşmalar, görüşmeler neticesi değiştirilebilir, tamamen kaldırılabilir. Ama yok edilen kırımlı Müslüman Türk kardeşlerimizi bütün değerleri ile Kırım’da yaşatmak mümkün müdür? İzmir fuarında görünce içimizin kan ağladığı Özbekistan bayrağındaki orak-çekici karşılıklı görüşme ile kaldırabilir miyiz? Bizim sosyalistlerin hayran oldukları uygar (!) Sovyet Sosyalist Devleti bunun sözünün edilmesine bile razı olur mu?

Gece gündüz Amerikan sömürücülüğünden bahsedenler, Vietnam’daki öldürülen kızıllara ağıt yakanlar, biraz da kendi ırkından olan Türkistan Türklüğünden neden bahsetmezler.
Bahsetmezler, çünkü sosyalisttirler. Sosyalizm ve sosyalistin ne olduğunu anlamak için muhterem okuyucularımızın “Sosyalizm ve Ötesi” başlıklı yazımızı tekrar okumalarını rica
ediyoruz.
Din görevlileri ne Amerikan meddahı ve ne de milletimizin ruh yapısına zıt sistemlerin teşvikçisidir. Din görevlileri cihanşümul İslâm’ın birer hizmetkârıdır. Camiler de dinî hizmet gören bütün meslektaşlarımız bu anlayış içerisinde vazife vazifelerini yapmaktadırlar. Din görevlileri
vazifelerini yaparken geçmişte olduğu gibi, halde ve gelecekte de her türlü baskılara, çirkin tezvir ve iftiralara rağmen vazifelerini İslâm’ın esasına uygun olarak yapacaktır. Biz din görevlileri İslâmiyet’in yüce prensiplerine uygun olarak “Penceredeki Kızıl” bay yazar dahil olmak üzere bütün insanlara Allah’tan hidâyet diliyoruz. Selâm Hüdâya tabi olanlara.

Scroll to Top