KAYSERİ İmam-Hatip lisesinden 1958
yılında mezun oldum. Üniversite kapıları kapalı olduğu için askere gittim, geldim. Üniversite kapıları yine kapalı idi. Üniversiteye kayıt olmak için tek çare, lise diplomasına sahip olmaktı. İmamdım. Namaz vakitleri dışında gece gündüz çalıştım. Kayseri lisesinde okutulan bütün derslerin imtihanını vererek diğer arkadaşlarım gibi lise diplomasına sahip oldum. İlâhiyat fakültesine kaydımı yaptırdım. Vazifemi Ankara’ya nakledemedim. Sene kaybettim.
1963 de Ankara’ya naklim yapıldı. İlâhiyat fakültesinde eğitimim devam ederken, Kayseri’de İmam-Hatip mektebine başlayınca bıraktığım medrese tahsilimi tamamlamak için hoca aramaya başladım. Bu ara arkadaşların telkin ve teşviki ile “Türkiye Hayrat Hademeleri Yardımlaşma Dernekleri Federasyonu” yönetimine seçildim. Medrese eğitimim suya düştü.
Federasyon, 1965 Ocak ayında “Hakses” adında bir dergi yayınlamaya başladı. Federasyonun genel sekreteri derginin de idareci durumunda idim. Zaman içerisinde yazmak mecburiyetinde kaldım. Zorlandım. Zorlana zorlana yazdım, yazar oldum. 13 kitabım yayınlandı. Yayınlanmaya hazır olanlar da vardır. Fakat hâlâ kendimi yazar olarak kabul edemiyorum. Bir yazarda bulunması gerekli olan niteliklerin bende olmadığı kanaatindeyim. Nice yazma kabiliyetli olanlar vardır ki, yazmazlar, kabiliyetleri heba olur, gider. Kabiliyeti olmayanlar da çalışırlar, benim gibi, zorlana zorlana yazarlar, zaman içerisinde zorlanmalarına rağmen yazar olurlar ve yazar diye anılırlar.
Bu kitapta sunduğum ilk yazım, Hakses dergisinde Şubat 1965 de, son yazım ise, Mîsak dergisinde, Ekim 2012 de yayınlandı. İki tarih arasında 45 sene vardır. 45 senenin başlangıcında memlekette, 27 Mayıs 1960 hükümet darbesinin sıkıcı havası vardı. Bir gecede on yıllık millet iradesine dayalı merhum Adnan Menderes hükümeti idaresine son verildi. Millet iradesince seçilenlere “düşükler”, onları seçenlere de “kuyruklar” dendi. Türkiye’nin her tarafında zamanın halk partililerinin düşük ve kuyruk ihbarları ile yüz binler hapishane ve kışlalara dolduruldu.
O zaman İzmir Narlıdere’de bulunan sıhhiye er eğitim alayında yedek subay olarak askerliğimi yapıyordum. Darbe haberi üzerine alayda eğitim ve yapılması gerekli bütün işler durmuştu.
Gece gündüz düşüklerin üniversite öğrencilerini kıyma makinelerine atmaları, hazinedeki devlet paralarını İsviçre’de ki kendi banka hesaplarına yatırmaları anlatılıyordu. Katiller ve hırsızlardan memleketi kurtardıkları için darbeciler övülüyordu. Yalanın ve iftiranın insanları nasıl adîleştirdiğini 27 Mayıs 1960 darbesi ile ilk defa görüyordum Derin bir üzüntü içinde idim. Bir ay sonra terhisim yetişti de alayda ki zehirli havadan kurtuldum. Memlekete gelince aynı zehirli havanın her tarafa hâkim olduğunu gördüm.
Yassıada mahkemesi, her gün radyonun verdiği düşükler getirildi, bağlı olmayarak yerlerini aldılar sözleri ile başladı ve iğrenç haberler ile devam etti. Başvekil Adnan Menderes, Maliye
vekili Hasan Polatkan, hariciye vekili Fatin Rüştü Zorlu idam edildiler. Diğer idareciler ve milletvekilleri de müebbed hapis ve ağır hapis cezalarına çaptırıldılar. Darbeciler, hazırladıkları
yeni anayasa ile hayat boyunca tabi senatör oldular.
15 Ekim 1961 de seçimler yapıldı. Darbecilerin bütün çabalarına ve demokrat parti oyları iki partiye bölünmesine, Halk Partisi birinci parti çıkmasına rağmen gerekli milletvekili sayısına ulaşamadı. Darbecilerin isteği ile darbenin arkasındaki adam diye bilinen İsmet İnönü başbakanlığında koalisyon hükümeti kuruldu. İsmet İnönü, başbakanlığı zamanında “ortanın solu” diye bir solculuk yolu açtı. İnönü’nün açtığı “ortanın solu” yolunu yetiştirdiği Bülent Ecevit “ideoloji” haline getirdi. Yer altında yaşayan komünistler ortaya çıktı. Ecevit’in sol ideolojisini sosyalizme dönüştürdüler. Karl Marks’ın, Lenin’in, Mao’nun ve komünist yazarların eserlerini Türkçeye çevirdiler. Her taraf Marksın, Lenin’in, Mao’nun ve komünist yazarların
eserleri ile doldu.
Ecevit, “ortanın solu” yolunu açan İnönü’yü halk partisi başından uzaklaştırdı, kendisi parti başkanı oldu. Gençlik solcu olan, olmayan diye ikiye ayrıldı. Bu ayrılık birçok müessesede
görüldü. Gazete sütunları sosyalizm maskeli komünistler tarafından dolduruldu. Üniversitelerde sosyalizm taraftarları tarafından işgaller ve çatışmalar başladı. Üniversitelerde bulunan
bazı mescidler tahrip edildi Asayiş yok oldu, huzur kalmadı. Her gün meydana gelen karşılıklı öldürmeler tabii bir hal aldı. Deniz Gezmiş ve Mahir Çayan silâhlı çeteleri açıktan açığa devletle savaşmaya başladı. Bu hengâme içinde “Sosyalizm ve ötesi” adlı yazım “Hakses” dergisinde yayınlandı. Yazım, bazı il ve ilçelerde çoğaltılarak dağıtıldı. Bu makalede şöyle demişim:
“Türkiye’de telkin ve kabul ettirilmek istenen sosyalizm ile komünizm arasında sıkı bir münasebet vardır. Sosyalizm komünizmin göbek adıdır, maskelenmiş adıdır. Komünizm ile
sosyalizm birbirinden ayrı-gayrı bir şey değildir. Bu günkü komünist memleketlerin bir adı da sosyalist memleketlerdir.
Buralarda sosyalist ve komünist tabirleri tamamen eş anlamı ifade ederler. Bir tek sosyalizm vardır, o da komünizmdir.” Sosyalizm azgınlıkları 12 Eylül 1980 hükümet darbesi ile kısmen durdurulabildi. Rusya’da komünizmin çökmesi ile de sosyalizm azgınlıkları yok oldu.
27 Mayıs 1960 darbecileri, merhum Adnan Menderes hükümetini ezan yasağını kaldırdığı ve İmam-Hatip okulları açtığı için suçladılar Bu suçlama sosyalizm azgınları ve İslâm düşmanları tarafından bol bol kullanıldı. Camilerin, Kur’ân kurslarının, İmam-Hatip okullarının kapatılması istendi. Yalan ve yanlış bilgiler durmadan verildi. Sosyalizm azgınları ile İslâm düşmanlarının yalan ve yanlışları hakkında bilgi verelim:
1-“Penceredeki Kızıl” adlı Kasım 1967 tarihli makalemde kızıl bir yazarın cümlelerini şöyle nakletmişim: Kızıl yazar diyor ki, “Camilerde imamlar Amerikan uyduluğunun siyasî propagandasını İslâm ilkeleri diye halka yutturmaya devam ederken…”
Yazıma şöyle devam etmişim: “Bir Amerikalının dinî ve millî değerlerinden habersiz ailelerin çocuklarını satın alırken; din adamları da bu alış verişi ve Amerikalılarca sömürülmeyi İslâmiyet’e uygun olduğunu söylüyormuş.
Yıllarca önce bir ilçe müftüsünün keçisi çalınır. İsmi ağır başlığa çıkmış bay yazarın gazetesi de bu hırsızlığı müftü keçi çaldı diye ilan eder. Galiba bay yazarda yukarıda belirtmiş olduğu
dâhiyane buluşu ile patronlarının yolundan gidiyor. Şimdi bay yazara sorabilir miyiz? Hangi camiye gittiğiniz. Nerede ve ne zaman bir vaizi dinlediniz? Camilerde imamların Amerikan
uyduculuğun siyasî propagandasını İslâm ilkeleri diye halka yutturduğunu hangi din görevlisinden işittiniz? Din adamlarını, sağduyu sahibi cami cemaatini kendin gibi yabancı fikirleri kabule amâde insanlar mı zannediyorsunuz? Bay yazara hatırlatmakta fayda vardır.
Amerika’ya çocuğunu satan ekonomi bakımından bir lokma bir hırkası olmayan değil, bir albay emeklisidir. Yine hatırlatmada fayda görüyoruz ki, bugün yabancılarla evlenen Türk kızlar(!) yüksek(!) sosyeteye mensup ailelerin çocuklarıdır. Dinî ve millî değerlerine bağlı halkımız; değil çocuğunu satmak, en müşkül anlarında ve en sıkıntılı günlerinde bile kendi milletinden olmayanlara minnet etmemiştir. Bahsetmiş olduğunuz çocuk pazarının kurulması iktisadî sebeplerden dolayı değil, birçok aydınlarımız gibi dinî ve millî kültür yönünden kalbi ve dimağı boş olan insanların ihdas ettiği, gerçekten yüz kızartıcı ve elem verici bir olaydır.” “Liselere Din Dersi Konmasından Gocunanlar” adlı yazı Aralık 1967 Ateist bir profesör liselere din dersi konması dolayısıyla şöyle diyor:
2- “Din dersleri adı altında Türk çocukları zehirli, sapık ve tutarsız fikirlerin tohumları genç kafalara akıtılmaktadır.”(15. 11. 1967, Milliyet)
Bu sözleri yazan Koç federasyonu adı ile meşhur, öğretmeni temsil iddiasında bulunan bir teşekkülün profesör unvanlı başkanıdır. Malum kişi tam anlamı ile sapıtıyor. Sapık olan
Müslüman yavrulara Allah’ını, peygamberini öğretmek değil, bunu sapık gören, sapık düşünce ve zihniyettir.. Makale üç sayfayı bulmaktadır.
Basın bildirisi yazı Temmuz, 1968
3- İmran Öktem Yargıtay’ın kuruluşunun 100. yıldönümünde bir konuşma yapar Bu konuşmasında “İnsanlar olmasaydı Allah da olmazdı. Allah’ı insanlar yarattı” der. İmrân Öktem’in
bu konuşması halkımız tarafından nefretle karşılandı, protesto edildi. Biz de bir basın bildirisi yayınladık. Bildirinin son bölümünde şunları yazmıştım: “İmrân Öktem, fert olarak sapık düşüncelere sahip olabilir Ateist olduğunu ilan edebilir. Durkheim’in, Oguste Comte’in,
Marks’ın din konusundaki batıl görüşlerini benimseyebilir. Ama Yargıtay Başkanı olarak “İnsanlar olmasaydı Allah da olmazdı. Allah’ı insanlar yarattı” diyemez, böyle münkirane sözler söyleyemez. Dini konularda fetvalar vermek mevkiinde olmadığını daima hatırlamak zorundadır. Bulunduğu makamı unutarak Müslüman milletimizin itikadına saldırmaya, Türk adâletçilerine yanlış fikirlerini telkin etmeye de hakkı toktur.
Bu konudaki sözlerini nefretle karşıladığımız İmrân Öktem’in bundan sonraki beyanlarını takip edeceğiz. Batıl düşüncelerinden vazgeçmediği takdirde, “Allah’ı insanlar yarattı” hezeyanı
görevimize aykırı olduğu için, inkâr ettiği Allah’ın huzuruna giderken, yapılacak şekli dini merasimine iştirak etmeyeceğiz. İmrân Öktem’e Allah’tan akl-ı selim ve hidâyet dilerken, durumu aziz milletimize ve din görevlilerine duyururuz.” 17.6.1968
Bütün gazeteler bildirimizi, “Din görevlileri İmrân Öktem’in cenaze namazını kıldırmayacak” diye verdi. İmrân Öktem beni hemen mahkemeye verdi. Basın davasına bakan hâkimlerden
biri, bu bildirinin bilirkişiye havale edilmesi lazımdır, der. Mahkeme, bilirkişi isteyen hâkimin isteği üzerine bir Avukatı bilirkişi tayın eder. Bilirkişi, mürur-u zamana kadar raporunu
göndermez. Dava düşer. Davanın düşmesini Allah’ın bir lütfü olarak gördüm ve Elhamdülillah dedim.
İmrân Öktem 1 Mayıs 1969 tarihinde öldü. 3 Mayıs 1969 tarihinde Ankara Maltepe camisinde halkın tepkisi ile cenaze namazı kılınamadı, cenaze namazı kılınmadan gömüldü.
“Aydınlığa Kavuşmak” adlı yazı: Aralık 1969
İşte onlar hayvanlar gibi, hatta daha da aşağıdadırlar (A’râf: 7/179) âyetinin muhatabı olan birisi şöyle yazıyor: “Bu ülke halkının ilâhlara ihtiyacı yoktur. Bizim ilâhımız, devrimleri ile
yeni bir Türkiye yaratan Atatürk’tür.” (25. 11. 1969, Günaydın gazetesi)
İnsanı ilâhlaştırma, karanlıkta kalmanın, aydınlığa kavuşamamanın neticesidir. Yazar nasıl karanlığa düştü. Bunu anlamak için 1950 öncesi karanlık devrin, karanlık çalışmalarını anlatan
merhum Eşref Edib’in “Kara Kitabı”nı okumak gereklidir
“Yazık Değil mi?” Yazı Eylül 1969
Bu başlık altında cumhuriyet devrinin en önemli ve en verimli kararı olan İmam-Hatip okullarının açılma dramlarını anlatmışım. “Yazık değil mi?” demişim. Halk bu okulları ne kadar benimsedi ise; bürokrasi, aydın taifesi tarafından da o kadar benimsenmedi. Okulların açılmaması, düzenli ve sağlam bir eğitimin yapılmaması için her yola başvuruldu.
Süleyman Demirel başbakandı. İktidarda muhafazakâr bir parti vardı. Halk, 80 İmam-Hatip Okulu yapmış. Okulların açılmasını istiyorlar. Yazımızda Aksaray, Turgutlu, Bandırma, Emirdağ,
Bucak, Dörtyol, Erdemli, Senirkent, Kozan Akşehir, Sandıklı ve Kadınhanı İmam-Hatip okullarının yapılış hikâyelerini anlatmaya çalışmışız.
Millî Eğitim Bakanı, Edirne milletvekili İlhami Ertem 29.8.1969 tarihinde Kadınhanı ilçesine gider, okulu görür ve gezer, şahane bir bina der. Fakat bina yine talebe bekler. Yazının devamında şöyle demişim: “Faaliyet ve durumlar hakkında bir kaç örnek verdiğimiz İmam-Hatip okulu açma teşebbüsleri ne zaman gerçekleşecektir? İsimlerini zikrettiğim ilçelerin dışında Hacıbektaş, Salihli, Şereflikoçhisar, Ilgın, Darende, Karapınar, Söke gibi yüze yakın ilçemizde yapılan bu hayırlı teşebbüsler sönmeye mi terk edilecek? Yazık değil mi verilen emeklere?…
1969-1970 eğitim döneminde iki okul Muğla ve Kırklareli İmam-Hatip okulları açılır. Millî Eğitim Bakanı İlhami Ertem’in şahane bina dediği Kadınhanı İmam-Hatip okulu binası o yılda
çürümeye terk edilir. Yazık değil mi?
Gece gündüz çalışan, binbir emekle okul binası yapan insanları üzüntüye sevk etmek, zamanın idarecileri için ne büyük bir vebaldir. Nitekim bu vebalin altında kaldılar. Rahmetle anılmaktan kendilerini mahrum ettiler. Eğer böyle düşünüyorlarsa çok yanılıyorlar. Her türlü baltalamaya rağmen maarifimizin yüz akı olan İmam-Hatip okulları çoğalacak, gelişecek ve vatanın istediği hizmetleri yürütecektir.” Elhamdülillah, İmam-Hatipliler vatanın istediği hizmetleri yürütüyorlar. Allah’ın yardımı ve koruması ile de yürütecekler.
12 Mart 1971 Askeri Muhtıra
Süleyman Demirel 1969 seçimlerini de kazandı. Tek başına iktidar oldu.. Halk Partisi genel başkanı Bülent Ecevit ortanın solu ideolojisini iktidar yapabilmek için gece gündüz çalışıyor sosyalizm azgınlarına da müsamaha gösteriyordu. Asayiş yine yok olmuştu. Huzur kalmamıştı. Genelkurmay başkanı Memduh Tağmaç başkanlığında askeri bir heyet Muhtıra verdi. Süleyman Demirel, şapkasını aldı, başbakanlıktan çekildi, gitti. Muhtıracılar Kocaeli milletvekili Nihat Erim’i, Halk Partisi’nden istifa ettirdiler, bağımsız, tarafsız başbakan yaptılar. Nihat Erim 1950 öncesi Halk Partisi ileri gelenlerinin biri idi. Asayişsizliğin sebebi İmam-Hatip Okulları imiş gibi, İmam-Hatip okullarının orta kısımlarının kapatılması konuşulmaya başlandı.
Hüsnü Dikeçligil, Maraşlı idi. Kayseri Milli eğitim müdürlüğü yapıyordu. Okulumuzu çok sever, dersimize girerdi. 1960 hükümet darbesi yapılınca müdürlükten atıldı. Kayseri halkı
seçimlerde Hüsnü hocamızı senatör seçtiler. Hocamız, bana yarın için Başbakandan randevu aldım, beraber gidelim dedi. Gittik. Hoş karşıladı. Hocamız söz aldı. İmam-Hatip okullarını anlattı, beni İmam- Hatip mezunu olarak takdim etti. Ben de bizim hedefimiz milletimize, dinimize
hizmet etmektir dedim. Hocamız konuşurken Nihat Erim, yazılması, okunması yasak edilen Kur’ân harfleri ile not alıyordu.
Kapatılmasını istiyorlar, ben de aynı görüşteyim, inkılâplara aykırıdır dedi. Nihat Erim İmam-Hatip okullarının orta kısmını kapattı. Kartal’daki köşkünde sosyalizmin bir azgını tarafından öldürüldü.
1973 seçimleri yapıldı. Sağ oylar bölündüğü için Ecevit birinci parti olmasına rağmen, hükümet kuracak kadar milletvekiline sahip olamadı. 48 milletvekili ile meclise giren Prof. Dr.
Necmeddin Erbakan Hoca liderliğindeki Millî Selâmet Partisi ile koalisyon hükümeti kurmak mecburiyetinde kaldı. Merhum Erbakan Hoca, koalisyon için İmam-Hatip okullarının orta
kısmı dâhil yeni okulların açılmasını şart koştu. Koalisyon hükümeti kuruldu. Okulların orta kısmı açıldığı gibi yeni okullar da açıldı.
Bu hal, 28 Şubat 1997 kadar devam etti. İslâm’ı gönüllerden silme 28 Şubat olayı ile, İslâm’ın yaşayış şiarı olan hareketler yasaklandığı gibi, Mesut Yılmaz hükümetinin 8 yıllık eğitim
kararı ile İmam-Hatiplerin orta kısmı yok edildi. Lise kısmında okuyanların üniversitelere girişleri de kat sayı ile sınırlandırıldı. Okullarda öğrenci sayısı süratle düştü.
Dua ile sabırla, ümitle çalıştık. Hiç bir zaman Kur’ân’ın hükümleri, sünneti- seniyyenin edebi dışına çıkmadık. Ahlâkımızla, edebimizle, hayır ve hasenatımızla, fedakârlığımızla örnek olduk.
Allah yardım etti. Bir İmam-Hatiplinin, Sayın Receb Tayyip Erdoğan’ın başa gelmesi ile çıkarılan kanunlarla okullarımız yine öğrencilerle doldu. Yeni okullar da açıldı. Elhamdülillah.
Hıristiyanlık hakkında üç makale yazdım. Makalelerim bu kitapta yer aldı.. Hıristiyanlık hakkında “Teslis Üçlü Tanrı İnancı” ve “İncillerin Hikâyesi” adlı iki kitapta yazdım. Kitapların ikinci baskıları da yapıldı.
1960 hükümet darbesinden sonra ikinci cumhurbaşkanı Cevdet Sunay hakkında da iki yazı yazmışım. Sebebine gelince, Çankaya’da masasına oturunca “Bismillah” dedi. Bilcümle
Kemalistler ve sosyalistler ayağa kalktı. Laik devlette, Atatürk’ün masasında “Bismillah” diyemezsin, dediler. Protesto ettiler.
Sayın Cevdet Sunay, 29.4.1967 tarihinde Diyanet İşleri Başkanlığı’nı ziyaret etti. Başkanlığı ilk ziyaret eden cumhurbaşkanı oldu. Merhum Diyanet İşleri başkanı Ahmed Hamdi
Akseki, İsmet İnönü döneminde bayramlarda Çankaya’ya gider, defteri imzalar, dönermiş. Celal Bayar on sene cumhurbaşkanlığı yaptı. Bir kere bile Diyaneti ziyarette bulunmadı.
Aksine “Atatürkçü sevmek bir ibâdettir” dedi. Şahsa tapınma telkininde bulundu.
Sayın Cevdet Sunay Diyanet İşleri Başkanlığı’nı ziyaret etmekle kalmadı, Dinimiz ahlâkımızdır, dedi, bir konuşma yaptı. O zaman genel ahlâktan bahsediliyor. İslâm ahlâkı diye bir ahlâkı olamayacağı iddia ediliyordu.
Hakses dergisinin Mayıs, 1967 sayısında Ahlâkımız diye bir makalem yayınlandı. Diğer yazım ise, Sayın Sunay’ın Libya ve Suudi Arabistan’ı ziyaret etmesi, Kâbe’nin içine girip dört rekat
namaz kılması münasebetiyle “İslâm Kardeşliği” konusunda oldu.
Merhum Cevdet Sunay, 27 Mayıs 1960 hükümet darbesi havası içinde bir hizmet yapamadı ama besmele çekmesi, dinimiz ahlâkımız demesi ve Kâbe’yi ziyaret etmesi, İslâm düşmanları ve sosyalizm azgınlarına karşı halkımıza bir teselli desteği oldu. Allah rahmet etsin.
Sosyalim azgınları ile İslâm düşmanların sesleri gürültülü çıkı yordu. Adam öldürmeler ve karşılıklı çatışmalar halkı huzursuz ediyordu. Ama dinini, vatanını seven insanlar da durmuyordu. Federasyonumuz 350 aşkın derneği ile vatanın her tarafında Kur’ân-ı Kerîm’in hükümlerine ve Peygamberimiz (sav)’in sünnetine uygun olarak durmadan çalıştı. İmam-Hatip mezunları federasyonu, Millî Talebe Birliği, Ülkücüler, Akıncılar, Komünizmle mücadele dernekleri başta üzere bütün mukaddesatçı teşekküller canla başla çalıştılar. Şehitler verdik ama meydanı mülhidlere ve azgın sosyalistlere bırakmadık.
Bizim sınıfın’da şehidi vardır. Sınıf arkadaşım 51 Mustafa Güneş Ankara Tuzluçayır Lisesi’nde din bilgisi öğretmenliği yapıyordu. Oğlu ile evine giderken azgın sosyalistler tarafından 15.06.1979 tarihinde 15 yerinden kurşunlandı. Şehit oldu. Oğlu da ağır yayınlandı. Bütün şehitlerimizin ruhları şad olsun.
Zaman içerisinde İslâm’ın temel meseleleri ile ilgili makaleler de yazdım. En son yazım ise, Mîsak dergisinde, Ekim 2012’de Yayınlanan Suriye’yi bu feci hale getiren “Nusayriler” hakkındadır. 45 sene içinde Yayınlanan makalelerimi yeniden okudum. Allah’a şükürler olsun, yaşayışımda ve düşüncemde ilâhî
hükümlere ve sünnet-i seniyye’ye bağlılığımın daha da kuvvetlendiğini müşahede ettim.
“Hakses” dergimizin beş yüzüncü sayısı ile ilgili yazdığım makalenin ismine “Geçmiş Zaman Olur Ki,”demişim. Devamı olan “hayali cihan değer” diyememişim. Çünkü 45 senenin çoğu sevinçli mücadele günleri ile değil, hüzünlü mücadele günleri ile geçmiştir. Yine de Allah’a şükür günlerimiz boşa geçmedi. Boşa geçmeyen günlerin hatırı için makalelerimin bir araya getirildiği kitabın adına “Geçmiş Zaman Olur Ki,” dedim. Bir İmam-Hatiplinin, Sayın Receb Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olması ile mücadelemize “Hayali cihan değer”de diyebiliriz. Allah bütün mü’minlere helal rızıklar, makbul ibâdetler, Müslümanca yaşamalar nasip etsin, sonumuzu hayr eylesin. Âmîn. 7.8.2016, Ankara
N. Mehmed SOLMAZ