Anadolu’yu
Hıristiyanlaştırma Çabaları

Hakses dergisi, Şubat 1965

1071Malazgirt zaferinden bu yana Anadolu’muzun devamlı olarak sahne olduğu savaş; zaman zaman siner gibi görünmesine rağmen aslında aralıksız devam eden batının dini ve kıt’avi taassubunun neticesi olan “Müslümanlık-Hıristiyanlık” mücadelesidir. Yüzbinlerce insan hayatına mal olan Haçlı seferlerinin, Müslüman ülkelerle yapılan sonucunun emellerini tahakkuk
ettiremeyeceğini gören Hıristiyan dünyası, gaye ve hedeften ayrılmadan metot değiştirmişlerdir.
Silâh yerine propagandayı, dıştan hücum yerine kaleyi içten yıkmayı benimsemişlerdir. Misyoner teşkilatı bu metoda sonucu daha da genişleyerek kısa bir zamanda dünyayı bir ağ gibi sarmıştır. Misyoner teşkilatının gayesi, Hıristiyan olmayan insanları Hıristiyan yapmak, ülkelerini zapt ederek kendi yurtlarının bir parçası veya sömürgesi haline getirmektir. Bu gayenin tahakkuku için misyonerler her türlü vasıtayı mubah görürler. Çoğu zaman Hıristiyanlık esaslarını anlatmak ve aşılamak yerine dolambaçlı yolları takip ederek sevgiden, insanî kar deşlikten bahsederler. Önce karşılarında bulunan insanların dinî ve millî hislerinin zayıflaması için telkinlerde bulunurlar. Hıristiyanlık esaslarına temas etmekten son derece kaçınırlar.

Zira Hıristiyan inancının ne olduğunu anlayan insanın ve hele
bir Müslüman’ın Hıristiyan olması kolay kolay mümkün değildir. Hz. İsâ’nın bildirdiği, fakat Hz. İsâ’dan sonra piskoposlar tarafından değiştirilen, bunun neticesi ilâhî din olma vasfını
kaybeden, muharref Hıristiyanlığın inançları iki esasa istinat eder:
1- İsâ Tanrıdır. Fakat Meryem’den İsâ suretinde zuhur etti. Sonra öldürüldü, sonra dirildi ve semaya uçtu diye inanırlar.
2- Bu âlemleri yaratmadan önce, Tanrı bir oğlan doğurdu, bu oğlunu Meryem’in karnında peyda ettirerek insan suretinde çıkarıp, İsâ el-Mesih diye isimlendirdi, diyenler. Hıristiyanların elinde bulunan İncil, Allah tarafından İsâ pey gambere indirilen İncil değildir. İsâ’dan sonra insanlar tarafından yazılmıştır. Eldeki İnciller, sayıları çok olan fakat karışıklığa sebep olduğu konsil kararı ile yakılan İncillerin dışında
kalan dört İncildir. Bunlar Matta, Markos, Luka ve Yuhanna İncilleridir. Bu İnciller bir birini tutmamaktadır. Hiçbirinin asıl nüshası elde değildir. Hiçbirinin dili Hz. İsâ’nın konuştuğu dilde değildir. En eski İncil nüshası Yunancadır. Hz. İsâ ise
Yunanca bilmezdi.
Bu konuda Ernest Renan şöyle diyor: “İsâ’nın Yunancayı bilmiş olması muhtemel değildir. Hükümet işlerine iştirak eden kimselerin ve putperestlerin oturduğu Kayseri’ye gibi şehirlerdeki
sınıfların bildiği bu dil Filistin’de pek yayılmamıştır. İsâ’nın öz dili, o zamandaki Filistin’de konuşulan İbranî diliyle karışık Suriye lehçesi idi.”
Renan’ın dediği, tarihen sabit olduğu gibi Hz. İsâ yalnız öz dili olan Aramca konuşurdu, başka dil bilmezdi. Allah’ın Hz. İsâ’ya indirdiği İncilin Aramca olması tabiidir. Hz. İsâ’ya indirilen
İncil’in Yunanca olması ise gayrı tabiidir. Bu da gösteriyor ki, İncil değiştirilmiş, ilâhî kitap İncil yerine, İnciller ortaya çıkmıştır.
İşte misyonerler, değiştirilmiş ve yeniden düzenlenmiş Hıristiyanlığın ve İncillerin propagandasını yapmakla ve insanlara muharref dinin inançlarını kabul ettirmek için bütün gayretlerini sarf etmektedir. Misyonerlerin kesif propagandada bulundukları memleketlerin başında memleketimiz vardır.
Yurdumuzun tarihi, jeopolitik durumu, Hıristiyan dünyası ile yaptığımız mücadeleler, eski Hıristiyan hayatını Anadolu’da yaşatma hülyaları, misyoner faaliyetlerinin memleketimizde hızlanmasına ve artmasına sebep olmaktadır. Misyonerlerin yurdumuz üzerindeki değişmez emelleri İstanbul’u bir Hıristiyan şehri haline getirmek, Anadolu’yu ikinci bir İspanya yapmaktır.
Kapitülasyonların neticesi yurdumuza giren ve yerleşen Hıristiyan kültür emperyalizmi, cumhuriyetten sonra da azalmamış, artmıştır. Bugün yurdumuzda 62 bin öğrenci misyoner
faaliyet ve tesiri altında misyoner okullarında öğrenim yapmaktadır.

Kütüphane, kurs açmakla, burs temin etmekle, şahsı temaslarda Hıristiyan kültür ve inancını aşılamak misyoner faaliyetlerinin diğer bir yoludur. Bunların haricinde son aylarda sık sık
rastladığımız ve gazetelerde okuduğumuz gibi;
a)Telefon rehberlerinden ve çeşitli yollardan temin ettikleri adreslere göndermek,
b)Dükkân ve evlerin kapı altlarından atmak,
c)Sokaklarda halka dağıtmak,
d)Çeşitli vasıtalarla köylere kadar ulaştırmak sureti ile propaganda broşür ve kitapları dağıtmaktadırlar. Görülüyor ki Hıristiyanlık propagandası, planlı, teşkilatlı bütün yurdumuzu
kapsayan bir niteliktedir. Anadolu’da eski Hıristiyan hayatına ait izlerin ortaya çıkması için sarf ettikleri gayreti de gözden uzak tutmamak lazımdır.
Asırlar sonrası Hz. Meryem’in mezarının Efes’te bulunması hikâyesi, tarihi ve ilmi araştırmaların sonucu değil; misyonerlerin hareket noktalarının çoğalması isteğinin neticesidir.
Katolikler hariç hiçbir Hıristiyan mezhebi Hz. Meryem’in mezarının Efes’te olduğunu kabul etmemektedir. Aslında Katolikler de diğer mezheplerle aynı fikirdedir. Fakat ileride
Anadolu’ya sahip çıkmak ve yerleştirmek için Efes hikâyesini kabul eder görünmekte, asıl önemli olanı da bu hikâyeyi bize kabul ettirmek için gayret sarf etmeleridir.

Yurdumuzdaki misyoner faaliyet ve propagandasına paralel
olarak, yurt dışında çalışan işçilerimiz de kesif Hıristiyanlık
propagandası altındadır. İşçilerimizi Hıristiyan yapmak için propagandalara ait gazetelerimizde sık sık yazı ve haberler intişar etmektedir. Bu haberlerden biri de 29.01.1965 tarihli Son Havadis gazetesinde intişar etmiştir. Gazete haberi şöyledir:
“Yurt dışındaki Türk işçilerine sistemli bir şekilde Hıristiyanlık propagandası yapılmaktadır. Bilhassa Almanya ve Hollanda’da bulunan Türk işçilerine genç ve güzel kızlar tarafından dağıtılan küçük el kitapları ve broşürlere Hıristiyanlık dini aşılanmak istenmektedir.. Propaganda faaliyetlerini daha da ilerleten Hıristiyanlar, dinleri benimseyip kabul edebildiği ve Hollanda
tabiiyetine geçildiği takdirde 20 senelik istikbal garantisi vaat edilmektedir.
Bir kısmı Türkiye’de ve Türkçe olarak basılan bu broşürlerle yüzlerce Türk işçisine Hıristiyan dininin aşılandığı bildirilmektedir. İşçilerimiz, kendilerinin huzurunu kaçıran bu gibi hareketlere karşı Çalışma Bakanlığı’nın gereken tedbiri almasını istemektedir.”

Federasyonumuz 3 senedir yurt dışında bulunan işçileri muzır faaliyetlerden korumak için din adamlarının gönderilmesi için çalışmış, bu konuda ilgililerle temasa geçmiş ve müracaatlarda bulunmuştur. Fakat çalışma ve müracaatlarımız müspet bir sonuca ulaşamamıştır. Son defa Almanya’dan dönen sabık Çalışma Bakanı sayın Bülent Ecevit cenazeleri kaldırmak için
din adamları göndereceğiz mealinde beyanatta bulunmuştur. Sanki din yalnız ölenler içinmiş gibi…
Bir millet ancak dini, milli inançlarına sarılmakla yaşar. Bu inançların verdiği kuvvetle çalıştığı zaman ilerler, refaha erer. İnancını kaybeden tarihini unutan ananesine yüz çeviren milletler millet olmaktan çıkarlar, sömürge haline gelirler veya bir daha dirilmemek üzere ölürler. Gerekli hassasiyeti göstermediğimiz, lüzumlu tedbirleri almadığımız takdirde başka inançlara yönelecek vatan çocukları, doğup büyüdüğü yere, bu aziz vatana, Tevfik Fikret’in oğlu papaz Haluk gibi sadece dünya coğrafya haritasında bir yer olarak bakacaklardır.

Oku! Düşün!
Hakses, Mart 1965
ALLAH, amel sahibinin, iş adamının amel ve iş yapınca, iyi ve güzel yapmasını sever. Kişi
sevdiği ile beraberdir.
Hz. Muhammed (sav)
“Muallimim” diyen olmak gerektir imânlı;
Edepli, sonra liyakatli, sonra vicdanlı,
Bu dördü olmadan olmaz; vazife çünkü büyük. (Mehmed Akif)
Bir terbiyecinin öğrencileri karşısında imân sahibi olması, onlara itimat etmesi, menfaat düşüncesinden ve kendini beğenmişlikten uzak bulunması, mütevazı olması, hatta mücadele
ettiği hasımlarına bile sempati göstermesi lazımdır. (Bergson)
Akla mağrur olma Eflatun-u vakt olsan dahi
Bir edib-i kâmili gördükçe tıflı mekteb ol (Nef ’i)

Eb-u ced ile tefahür etmek
Nakd-i gayrı sayı vermek gibidir. (Şehrî)

Her vakte bir bahane bulur bînamaz olan (Yazıcı Raşid)

Eyleme vaktini zayi, deme kış yaz; oku, yaz. (Sünbülzâde Vehbi)

Hıristiyanlar âlim olunca Hıristiyanlıktan, Müslümanlar da
câhil kalınca Müslümanlıktan çıkarlar. (Charles Mismar)

Oku! Düşün!

Hakses, Mart 1965
Bütün insanlar “Âdem’in çocuklarıdır. Âdem
de topraktan yaratılmıştır. İlim öğretin, fakat şiddet göstermeyin. Zira güler yüzlü muallim sert olandan hayırdır. Mü’min olan hem başkaları ile hoş geçinir, hem kendisi ile hoş geçinilir. Hoş geçinmeyen, hoş da geçinilmeyen kimse de hayır yoktur.”
Hz. Muhammed (sav)

Şudur cihanda benim en beğendiğim meslek,
Sözüm odun gibi olsun; hakikat olsun tek. (Mehmed Akif)

Âhir yine hâk olur bu tenler,
Bilmem neye kibr eder, edenler. (Şeyhulislâm Vassaf)

Külâhın sat da harceyle, müdahin olma bir fer’de
Cihanda kelle sağ olsun, külâh eksik değil merd’e (Lâ edrî)

Allah bize hem hayat, hem de hürriyet verdi. (Jefferson)

Nâ ehil olur, muarız-ı ehil,
Her Ahmed’e bulunur bir Ebu Cehl. (Kemal Paşazade)

Oku! Düşün!
Hakses, Aralık 1965
EY imân edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz? (Kur’ân, Saf: 61/2)
Altını, gümüşü yapıp ve biriktirip de Allah yolunda harcamayanlar (yok mu?) İşte bunları pek acıklı bir azap ile müjdele. (Kur’ân, Tevbe: 9/34)
Bir zengine zenginliğinden ötürü tevazu gösteren kimsenin dininin üçte ikisi gider. Halktan iki sınıf vardır ki, iyi olursa dünya düzelir; kötü olurlarsa bozulur: Âlimler ve Âmirler.
Hz. Muhammed (sav)
Bir millete baş olmanın ilk ve en büyük vasfı âdil olmaktır. Hz. Ömer (ra)
Dünya dört şey ile duruyor: Âlimlerin ilmi, Hükümdarların adâleti, Sâlihlerin ibâdeti, Cömert kişilerin sehaveti Hz. Ali (ra)
Her milletin dayandığı temeller, harçlar ve unsurlar vardır. Bu temel unsurların bozulması halinde çatı çöker. İslâmiyet, Türk’ün örfü, âdeti, imânı tek kelime ile karakteri ve seciyesidir. Türk milleti bu dinden uzaklaştığı zaman bütün varlığını kaybeder. (Maraş hâkimi Abdülmecîd Belli)
(Rus Çarına) Türkleri harple yıkmak zordur. Harp mukavemetlerini artırır. Onları yıkmak için dininden edeceksin. Örf ve ahlâkını bozacaksın. (Asılan Patrik Grogoryas)

Bir milleti siyasî huzur ve saadete götüren imkân ve desteklerin başında din ve ahlâk gelir. Ahlâksız bir halk hükümetinin yaşamasına imkân yoktur. Dinsiz de ahlâkın mevcut olmasına
imkân yoktur. (Washington)
Hiçbir kanun, ne kadar mükemmel olursa olsun, bir tembeli çalışkan, bir müsrifi muktesit ve bir sarhoşu ayık yapamaz. Bir milletin ilerlemesi fertlerinin çalışkanlığı, enerjisi ve ahlâk
düzgünlüğü gibi faziletlerin muhassalasıdır. (Samuel Smiles)

Allah’a olan inancımız eski kuvvetini bulduğu gün, bozguncu zihniyetten ve aşağılık duygusundan kendimizi kurtardığımız gün, kendi gururumuzu ve izzeti nefsimizi tekrar elde ettiğimiz gün, gayret ve faaliyetlerimizi azimle harekete geçirdiğimiz gün, emin olun ki, gelecek bizimdir. (Meryem Cemile)

Oku! Düşün!
Hakses, Ocak 1966)
INSAN kendisinin başıboş bırakılacağını mı zanneder? (Kur’ân, Kıyâme: 75/36)
İnsanlar yalnız inandık demeleriyle bırakılıvereceklerini, kendilerinin imtihana çekilmeyeceklerini mi sandılar?

(Kur’ân, Ankebût: 29/1)
İmân edip de güzel güzel amel ve hareketlerde bulunanlara
gelince: Onların Rabbi, imânları sebebiyle kendilerini altlarından ırmaklar akan, o nimetler dolu cennetlerindeki saadetlere erdirir.
(Kur’ân, Yûnus Sûresi: 10/9)
“İyi adam için iyi amel, ne iyi şeydir.” Hz. Muhammed (sav)
“Sizi irşat edecek olan insan kesik burunlu bir zenci olsa da
ona itaat ediniz.”
Hz. Muhammed (sav)
İnsanı insan eden dört şeydir: İlim, sabır, mevcuda kanaat, hak ve adâlete hizmet. Hz. Ali

İki insan: Bilal-i Habeşi ve Hz. Ömer (ra) Biri mal ve rütbeden
nasibi olmadığı halde mala ve rütbeye eğilmeden her türlü işkencelere katlanarak haktan ayrılmayan insan. Diğeri mal ve rütbeye gark olduğu halde bunlara kıymet vermeden tevazu ve kanaat sahibi olarak haktan ayrılmayan ikinci insan.

İki insan birbirine eşit. Çünkü kuvvet aldıkları kaynak bir. Bu kaynağı bütün sahalara müessir kuvvet tesirinde engin İslâm ruhudur. (Prof. Seyyid Kutub)

Sus ey divane. Durmaz kâinatın seyri mutadı Ne yaptın. (Leysel insanü illama sea) vardı. (Mehmed Akif)
İslâmiyet’te topyekün muhalefet veya topyekün muvafakat yoktur. Her fert, devletin iyi ve müspet icraatı karşısında muvafık, yanlış icraatı karşısında ise, muhaliftir. Şâyet fertlerde bu
meziyet yok ise demokrasi yaşamaz. (Abdülmecîd Belli)

Din ve ahlâk duygularının zayıflaması zekânın zayıflaması kadar zararlıdır. (Carrel)

Olgun devlet adamını sevindirmek isterseniz tenkit ediniz. Basit bir hükümet adamını sevindirmek isterseniz övünüz. (Disraeli)

Oku! Düşün!
Hakses, Mart 1966
NE güneş aya yetişebilir, ne de gece gündüzü geçebilir. Her biri bir yörüngede yüzmektedir. (Kur’ân, Yâsîn: 36/40)
Allah gökleri görebileceğiniz direkler olmaksızın yarattı. Yeryüzüne de, sizi sarsmasın diye sabit dağlar yerleştirdi ve orada her türlü canlıyı yaydı. Gökten de yağmur indirip orada her türden güzel ve faydalı bitki bitirdik. İşte Allah’ın yarattıkları! Haydi, Allah’ı bırakıp da taptıklarınızın
yarat tığını bana gösterin. Hayır, zalimler açık bir sapıklık içindedirler.
(Kur’ân, Lokmân: 31/10, 11)
Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde selim akıl sahipleri için elbette ibretler vardır. Onlar ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah’ı anarlar. Göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler. “Rabbimiz! Bunu boş yere yaratmadın, seni eksikliklerden uzak tutarız. Bizi ateş azabından koru” derler.
(Kur’ân, Âl-i İmrân: 3/190-191)
Eğer arzın kabuğu on kademecik kalın olsaydı, karbondioksit oksijeni masseder ve bitki denen şeyden eser kalmazdı. Yahut da dünyanın etrafındaki atmosfer tabakası daha ince olsaydı
her gün bizden uzakta yanıp tutuşan milyonlarca meteor her tarafına çarpar ve her yeri ateşle tutuşturur.
Dünyanın 23 derece bir meyil ile eğri durması mevsimleri meydana getirmektedir. Eğer dünyaya böyle bir meyil verilmeseydi, okyanustan yükselen buharlar kuzey ve güneye akın ederler, kıtaları birer buz parçası yaparlardı. Hayatımızın kaynağı olan güneşin dış tabakasında sıcaklık on iki bin fahrenheittir. Dünyamızın güneşten uzaklığı o şekildedir ki, sönmek bilmeyen bu ateş bizi tam karar ısıtıyor. O kadar. Eğer bu sıcaklık yarı yarıya azalacak olsa soğuktan donardık, yarısı kadar fazla olsa hepimiz kavrulurduk.
Dünya ekseni etrafında saatte bin mil yapar. Eğer böyle olmayıp ta saatte yüz mil yapacak kadar dönseydi, gündüz ve gece
şimdi olduğundan daha uzun olacak, öyle olunca da her uzun
gün bitki namına ne varsa hapsini yakıp kavuracak uzun geceler-eğer kalırsa- geri kalanını dondurup mahvedecekti. (A. Gressy Morrison, Newyork İlimler Akademisi eski başkanı)


Scroll to Top