HADİSLERDE GEÇEN BAZI DİNİ KAVRAMLARIN ANLAMLARI
(Bu çalışmayı Belgin ÖZKÖK kardeşimiz yapmıştır. Kendisine teşekkür ederiz.)
Âbid: kulluk eden, ibâadet eden; namaz, oruç, dua, zikir, tevbe, takva ve sabır gibi güzel amelleri işleyen; içki, yalan, gasp gibi haramlardan kaçınan, kısaca Allah ve Peygambere itaat eden kimse
Âdil: adaletli ve insaflı olan, hakla hükmeden, hak ve hukuka riayet eden, dürüst ve doğru olan insan. Adil insan Kur’an ve Sünnete göre iman edip salih ameller işleyen, Allah’ın emir ve yasaklarına uyan; fert, aile ve toplum hayatında söz, fiil ve davranışlarını İslâm’a göre ayarlayan kimsedir.
Ahid: birine söz verme, vaat etme, taahhüt, yükümlülük. Ahidde hem kesin söz verme, hem de yemin anlamı vardır.
Amel: davranış, iş, eylem; niyet ve iradeye bağlı olarak dünya ve ahirette ceza veya mükâfat konusu olan iş, davranış ve bilinçli yapılan fiil; bir iş, fiil ve davranışın amel olabilmesi için iradeli ve bilinçli yapılmış olması gerekir. İrade, kasıt ve bilinç bulunmayan fiil, amel olmaz. Dolayısıyla amel, fiilden daha özeldir. Her amel fiildir, ama her fiil amel değildir. Amel-niyet ilişkisi için niyet kavramına bakınız
Avret: insan vücudunda örtülmesi farz, görünmesi ve gösterilmesi yasak olan, başkaları tarafından da bakılması haram olan yerlere denir.
Bereket: çokluk, artmak, ziyadeleşmek, yeterli olmak; verilen nimetin ve maddi imkânın artması, fazlalaşması, genişlik ve bolluk vesilesi olması. (Rızkın bol, helâl ve bereketli olması istenir.)
Buğz: sevmemek, hoşlanmamak, kin gütmek. Buğz, nefreti, nefret de düşmanlığı doğurur, sevgi ve dostluğu yok eder. Başkalarına buğz edip düşmanlık beslemek, İslam ahlakıyla bağdaşmaz.
Câhiliyye: Arapların İslâm’dan önceki inanç, tutum ve davranışları; kabalık, görgüsüzlük ve gayr-ı medenilik
Dua: istemek, yardım talep etmek; insanın bütün benliğiyle Allah’a yönelerek maddi ve manevi isteklerini O’na arz etmesi. Duada biri zikir ve saygı, diğeri de dilek olmak üzere iki unsur hep yan yana bulunur.
Dünya: yeryüzü; insanın ölmeden önceki hayatı, bu hayattayken ilişki içinde bulunduğu varlıklar ve bu varlıklarla ilgili eğilimleri, tutum ve davranışları; âhiret kaygısını geri planda tutan hayat tarzı
Ecr: ücret, karşılık, ödül; dünyada veya âhirette iman ve sâlih amellerin karşılığı olarak verilen mükâfat
Emanet: bir kimseye koruması için geçici olarak verilen mal, iman ve ibâdet gibi dini yükümlülükler, beden ve ruh sağlığı, servet, makam ve mevki gibi imkan ve kabiliyetler. Emanet bırakılan kimse kural olarak emin (güvenilir) kimsedir. Peygamberlerin sıfatı olarak emanet, Allah’tan aldığı vahiyleri, aynen insanlara tebliğ etmeleri anlamındadır; onlar en güvenilir insanlardır.
Ensâr: yardımcılar; dinleri uğruna Mekke’den Medine’ye hicret eden Peygamber (s.a.v)’i ve ashabını Medine’ye kabul eden ve onlara her türlü yardımı yapan Medineli Müslümanlar.
Farz: Allah ve Rasulü tarafından kesin bir delille açık bir şekilde yapılması emredilen fiil ve amel. Farzı yapan sevap kazanır, özürsüz olarak yapmayan azabı hak eder, inkâr eden ise dinden çıkmış olur.
Fâsık: bir şeyden çıkan; inkâr eden veya iman ettiği halde Allah ve Peygambere itaat etmeyen, dini görevlerini terk eden ve günah fiilleri işleyen. Her kâfir fâsıktır, ancak her fâsık kâfir olmayabilir, âsi mü’min fâsıktır ama kâfir değildir.
Fıtrat: yaratılış ve yaratmak; Allah’a yönelme, tevhid inancı ve dinin özünü koruma, İslâm. İnsan Allah’a inanma eğilimi ile doğar, üzerinde yazılar bulunmayan beyaz bir sayfa gibidir.
Gazap: kızmak, öfkelenmek; kızgınlık, öfke duygusu; acı veren kötü bir davranışın kişinin ruhunda uyandırdığı kızgınlık, intikam alma duygusu ve cezalandırma isteği. Bu duygu fıtri olduğundan yok edilmesi değil, bu duygunun etkisiyle yanlış hüküm veya iş yapılmasından kaçınılması gerekir. Ilımlı bir öfke duygusuna “şecaat” veya “hamiyet” denir. İnsanın onurunu, haklarını ve değerlerini koruyabilmesi için hamiyet sahibi olması gerekir.
Gıpta: nimete kavuşma arzusu, sevinç, imrenme; kişinin başkalarının sahip olduğu maddi veya manevi imkân ve meziyetlere imrenmesi, onun elindeki nimetlerin yok olmasını istemeksizin kendisinin de aynı şeylere kavuşmayı arzulaması
Gıybet: bir kimseden, gıyabında hoşlanmadığı sözlerle bahsetmek. Sözle olabileceği gibi yazı, ima, işaretle ve taklit gibi davranışlarla da olabilir. Gıybetin yapılması gibi dinlenmesi de haramdır; gıybete engel olmak, bu mümkün değilse gıybet edilen yeri terk etmek, bu da mümkün değilse gıybete karşı bir hoşnutsuzluk duygusu içinde bulunulması gerekir.
Haram: kesin bir delille, açık bir şekilde yapılmaması istenen fiil. Haramlar ikiye ayrılır: 1) kendisinde bulunan kötülük sebebiyle haram kılınanlar: zina, hırsızlık, adam öldürme gibi. 2) aslında haram olmamakla birlikte, başka bir şeyden dolayı haram kılınanlar: bayram günü oruç tutma, Cuma vaktinde alışveriş gibi.
Haset: çekememezlik; kişinin başkalarının sahip bulunduğu maddi ve manevi imkânlarının elinden çıkmasını veya o imkânların kendisine geçmesini istemesi. Haset dinimizce haram kılınmış, gıpta ve hayırda yarışma teşvik edilmiştir.
Hayâ: utanma, çekinme, ar; kınanma endişesiyle kurallara aykırı davranmaktan kaçınma ve bunu sağlayan duygu, insanı kötülüklerden alıkoyan güçlü bir duygu. Hayâ, müslümanın en belirleyici ahlâki niteliklerinden ve değer ölçülerinden biridir.
Hayr: insanların rağbet ettiği, sevip arzu ettiği ve hayırlı olan şey; daha hayırlı. Şer ve zarar kelimelerinin zıddı. Allah’ın insanlara hayrı, nimeti, ihsânı her şeyden daha çoktur, bütün hayr O’nun elindedir.
Helâk: ölmek, mahvolmak; fert ve toplumların yok edilmek suretiyle cezalandırılması
Helâl: dinen yapılması veya yenilip içilmesi yasaklanmayan, serbest bırakılan şey.
Hevâ: istek, meyil, heves; nefsin, akıl ve din tarafından yasaklanan kötü arzulara karşı olan eğilimi. Hevâsına uyan sapıklığa düşer.
Hidâyet: yol göstermek, doğru yola iletmek ve gerçeğe ulaştırmak; Allah’ın kitap ve peygamberleri vasıtasıyla insanlara doğru yolu göstermesi ve onları bu yola ulaştırması.
Hikmet: ilim, adâlet, dini anlayış, akıl, söz ve işte isabet, hakkı bilme, öğüt, Kur’an ve yorumu. Hikmetin özü; anlayış, gerçeği bilme, düşünme yeteneği, sezgi gücü, iş ve sözlerde isabetli olma, düşünce planında kalmayıp eyleme dönüşen yararlı ve derin bilgi, ilim ve akıl ile doğruyu bulmadır.
İbâdet: itaat etmek, kulluk etmek; İslâm’ın bütün hükümlerini uygulamak, emir ve yasaklarına uymak ve Allah’ın sınırlarını korumak. Uygulama açısından dört kısma ayrılır: 1. iman, niyet tefekkür, sabır, takva..gibi kalbi ibâdetler, 2. namaz, oruç, dua, insanlara iyi muamele.. gibi bedenle yapılanlar, 3.zekât, sadaka..gibi mal ve servetle yapılanlar, 4. hac, cihat.. gibi hem mal ve hem de bedenle yapılanlar. Bir amelin ibâdet olabilmesi için; kişide iman, niyet ve ihlâs olması ve ibâdetin İslâm’a uygun olması gerekir.
İçtihât: bir konuda elden gelen çabayı sarf etmek, bir şeyi elde edebilmek için olanca gücü harcamak. İslâm dininde hükümlerin asli kaynağı âyetler ve hadislerdir. Ancak bu iki kaynağın sınırlı olması, olayların ise çok olması, bu iki kaynağa dayanarak içtihât etmeyi, yani hüküm çıkarmayı zaruri kılmaktadır.
İhlâs: hâlis kılmak, hâlis olmak; iman, ibadet, itaat, ahlâk, amel, dua gibi her türlü dini görevleri, halkın övme ve beğenmesini, yerme ve kınamasını düşünmeksizin sırf Allah için iyi ve hâlis bir niyetle yapmak, şirk, nifâk, riya (gösteriş) ve süm’a (duyurma) gibi şaibelerden uzak durmak, söz, fiil ve davranışlarında samimi ve dosdoğru olmak. Bu şekilde hareket edenlere muhlis denir. İhlâs kalbin amelidir, irade, kasıt ve niyetle doğrudan ilgilidir ve Allah ile kul arasında bir sırdır.
İhsân: bir şeyi iyi ve güzel yapmak; iyilik etmek ve iyi davranmak, güzel fiil işlemek, bir ameli, bir fiili ve bir görevi en iyi bir şekilde ve hakkıyla yapmak. Allah’ın nimetleri ve her şeyi en güzel bir şekilde var etmesi de ihsân kavramı ile ifade edilmiştir. İnsan açısından ihsân üç kısımdır: 1) Allah’a karşı ihsân: iman etmek, emir ve yasaklarına uymaktır. 2) İnsanlara karşı ihsân: en yakınlarından başlayarak insanlara iyilik yapmak, iyi davranmak, haklarına riayet etmek ve kusurlarını bağışlamaktır 3) Kişinin kendisine karşı ihsânı: iman edip salih ameller işleyerek Allah’ın rızasını, rahmet, mağfiret, nimet ve cennetini kazanmasıdır. Allah’a ve insanlara yapılan ihsân da aslında kişinin nefsine karşı ihsânıdır. İhsân; Allah’ın, kullarına kesin bir emridir.
İman: birinin söylediğini kabul etmek; Hz. Peygamberin Allah’tan alıp bildirdiği kesin olarak belli olan dini esasları, hükümleri, haber verdiği şeyleri tereddütsüz kabul ile bunların gerçek ve doğru olduğuna inanmak.
İnfâk: malı ve parayı elden çıkarmak; Allah’ın hoşnutluğunu kazanma amacıyla kişinin kendi servetinden harcamada bulunması, ihtiyaç sahiplerine mal ve para ile yardım etmesi
İstiğfâr: örtmek; hata ve günahların Allah tarafından af ve mağfiret edilmesini istemek; kulun işlediği iyi ve güzel amelleri azımsayıp bunları arttırmaya çalışması, günahlarını çok bulup bunları azaltmaya gayret etmesi. Aynı kökten gelen “gufran” ve “mağfiret” kelimeleri, Allah’ın kulun hata ve günahlarını örtmesi, ona azap etmemesi, günahlarını bağışlaması anlamına gelir. İstiğfâr ile “günahtan vazgeçme” anlamına gelen tevbe arasında fark vardır: Kişi ancak kendi günahından dolayı tevbe edebilir, ama başkalarının günahından dolayı istiğfâr edebilir.
Kanâat: verilene razı olmak; kişinin elinde bulunanla yetinmesi, dünya nimetlerinden kısmetine düşene razı olması
Keffâret: kusur veya günahı örten, izale eden şey. Allah, kullarının işledikleri hata ve günahları çeşitli vesilelerle affetmektedir. İstiğfar ve keffâret bunlardandır.
Kıyâmet: dikilmek, ayağa kalkmak; Allah’ın ezelde takdir ettiği zaman gelince, dünyadaki bütün canlıların ölmeleri, sonra bütün ölmüşlerin Allah tarafından diriltilmeleri, mahşer yerinde toplanmaları, hesaba çekilmeleri ve dünyadaki amellerinin karşılıklarının verilmesidir.
Kibir: büyüklük ve büyüklenme; kendini büyük görme, başkalarını küçük görme
Küfür: bir şeyi örtmek; Hz. Peygamberi ve onun Allah’tan getirdiği kesinlikle sabit olan şeyleri yalanlamak, iman kavramının zıddı. Küfür içinde olana kâfir denir.
Lânet: kovma, hayırdan uzaklaştırma; dünyada Allah’ın rahmet ve yardımını kesmesi, âhirette ise cezalandırması; Allah’ın dışındaki varlıkların lâneti ise genelde beddua anlamı taşır.
Mahrem: haram, haram kılmak, haram kılınmış; genelde Allah’ın haram kıldığı, yasakladığı şeyler, özelde ise evlenilmesi ebedi olarak haram olan kişiler
Merhamet: isim olarak: hayır, iyilik, ihsân, nimet ve kalp inceliği; fiil olarak: acımak,esirgemek, korumak, affetmek, bağışlamak, nimet vermek
Musibet: ansızın gelen belâ, sıkıntı, insana şiddetle dokunan olay ve felâketler; mümini üzen her şey. Musibetler insanlara, Allah’ın izni, iradesi ve takdiri, kötü ameller, nimetlere nankörlük, insanlara zulüm, ilâhi kurallara uymama ve imtihan edilme sebebiyle gelebilir. Musibetler günahlara keffâret olur.
Münâfık: kalbi ile inanmadığı halde inkârını saklayıp, dili ile inandığını söyleyerek mü’min görünen kimse. Münâfığın bu davranışına nifak denir.
Nasihat: başkasının hata ve kusurunu gidermek için gösterilen çaba; iyiliği teşvik, kötülükten sakındırmak üzere verilen öğüt, başkasının faydasına ya da zararına olan hususlarda bir kimsenin onu aydınlatması ve bu yönde gösterdiği gayret; daha umumi olarak: kişinin inanç, ibâdet ve her türlü iyiliklerindeki dürüstlük ve samimiyeti. Allah için nasihat: sahih bir tevhid inancına sahip olup Allah’a ihlâsla kulluk etmeyi ve her türlü fenalıktan kaçınmayı, bu hususta kişinin öncelikle kendi kendinin nasihatçisi olmasını; Allah’ın kitabı için nasihat: Kur’an’ın Allah kelâmı olduğunu tasdik edip emirlerini uygulamayı, ayrıca insanları buna davet etmeyi; Allah’ın peygamberi için nasihat: Hz. Peygamber’e inanıp emir ve yasaklarına uymayı; müslümanların idarecileri için nasihat: hak yolda olanlara itaat edip destek vermeyi, gerektiğinde onlara hatalarını göstermeyi, nasihat ve uyarıda bulunmayı, iyiliğe çağırmayı; müslümanların umumu için nasihat: din ve dünya ile ilgili konularda onları iyi ve faydalı işlere yöneltmeyi, dinleriyle ilgili bilmedikleri konularda eğitmeyi, onlara iyiliği emredip kötülükten alıkoymayı ifade etmektedir. Nasihat farz-ı kifâyedir.
Nimet: insanın sahip olduğu ve kendisine dünya ve âhirette yararı dokunan maddi ve manevi varlıklar, imkânlar ve ihsânlar. İnsanın eşi, çocukları, işi, itibarı ve makamı, malı ve mülkü, aklı, duyuları ve yetenekleri, yiyip içtikleri, giydikleri, sağlığı ve benzeri imkânlar birer nimettir ve Allah’ın insana ihsânıdır. İnsan, Allah’ın verdiği sayısız nimetler sayesinde varlığını sürdürebilir; bu nimetler karşısında insana düşen görev, bu nimetleri veren Allah’ı tanımak, ona ibâdet ve itaat etmek, verdiği nimetlere şükretmek, nimetlerin kadir ve kıymetini bilmek, nimetlere nankörlük etmemektir.
Niyet: karar vermek, kalbin bir şeye yönelmesi, ne yaptığını bilerek yapmak. Niyette kişinin kalpteki bir tercihi söz konusudur. Niyet her şeyin özü ve başıdır; âdeta amellerin ruhudur. Yapılan ameller niyete göre değer kazanır. Niyetin etkisi bakımından ameller üç ana grupta toplanabilir: a) Yasaklanmış fiiller (maâsi) Bunların hükmü niyetle değişmez. Mesela başkasının malından fakire yedirmek, haram malla okul, mescid ve başka hayır yollarına harcama yapmak böyledir. Bunlar niyet iyi de olsa zulüm ve mâsiyet (isyân, itaatsizlik) olmaktan çıkmaz. b) Yapılması emir ve tavsiye edilmiş fiiller (taat) Bunlar gerek aslının geçerliliği gerekse faziletinin katlanması bakımından niyetlerle ilişkilidir. Aslın geçerliliğinden maksat kendisiyle sırf Allah’a kulluğa niyet edilmiş olmasıdır, eğer riyâ niyeti taşıyorsa mâsiyet olur. Faziletinin katlanmasıyla kastedilen ise tek bir taatle birçok hayra niyet edilerek her bir niyet için sevap kazanılabilmesidir. Zira her bir niyet bir hasenedir (iyi amel). Mesela mescidde oturma bir taattir ve bununla Allah’a kulluğun özel mekânı olan mâbedi ziyaret, kötü davranışlardan uzak duracağı bir zaman geçirmek, Allah için yeni dostlar kazanmak, yanlış hareketi olanlara doğrusunu göstermek gibi birçok iyi şeye niyet edilebilir. c) Serbest bırakılmış fiiller (mubâhât) Bunlar sırf mubah kılındığı için işlenirse sevabı veya cezası olmaz; kötü niyetle yapılırsa mâsiyete dönüşür ve cezayı gerektirir, iyi niyetle yapılırsa bundan dolayı ecir alınır. Mesela kişinin güzel bir kokuyu hoşlandığı için sürünmesi mubah olup fiil sırf bu gerekçeyle sınırlı kaldığında ödüle veya muahezeye konu olmaz. Fakat bunu böbürlenmek gibi bir niyetle yaparsa günaha girer; buna karşılık mescide saygı ve birlikte ibâdet ettiği insanların daha huzurlu olmasını sağlama maksadıyla veya Cuma günü Rasulullah’ın uygulamasına tâbi olma niyetiyle yaparsa sevabı hak eder.
Rab: mâlik, sahip, terbiye eden, yetiştiren, düzene koyan, tedbir alan, sorumluluk üstlenen, yöneten, nimet veren, ihtiyaçları gideren. Allah’ın sıfatı olarak Rabb, tüm varlıkları yaratan, yetiştiren, terbiye eden, ihtiyaçlarını gideren,, rızık veren, görüp gözeten, her şeye nizamını, güzelliğini, yeteneklerini veren, yaşamalarını sağlayan, her şeyin mâliki ve sahibi demektir.
Sadaka: Allah’ın rızasını kazanmak niyetiyle, karşılıksız olarak muhtaçlara yardım etme, iyilik ve ihsanda bulunma. Zekât ve zaruret derecesinde ihtiyaç içerisinde bulunan kimseye yardım etmek farzdır; sadaka-i fıtr (Ramazan Bayramından önce verilen fitre) vâcip; diğer sadakalar ise menduptur
(verilirse sevap ve mükâfata hak kazanılır, vermeyen ise kınanmaz)
Salâvat: Hz. Peygamber için okunan ve Allah’ın rahmet ve selâmının onun üzerine olması dileğini dile getiren dualar. Salâvat, salât kelimesinin çoğuludur ve genellikle “ Allahümme salli…” diye başlar.
Şer: kötülük, fenalık, kötü iş; Allah’ın hoşnut olmadığı, sevmediği, meşru olmayan, işlenmesi durumunda kişinin ceza ve kınamaya müstehak olacağı davranışlar. Şer kapsamına giren davranışlar için fesat, münker, seyyie, habis ve haram kavramları da kullanılır.
Şirk: bir şeyi ortak yapmak; Yüce Allah’ın ilâhlığında, sıfat ve fiillerinde ve Rab oluşunda ortağı, benzeri ve eşinin olduğunu kabul etmek. Yapılan ibâdetlerde Allah’tan gayrısını gözetme ve riyâ gibi kötü hasletler için de şirk kelimesi kullanılmıştır. Allah’a şirk koşmak günahların en büyüğüdür. Şirk koşana müşrik denir.
Takva: korkma, sakınma; iman edip emir ve yasaklara uyarak Allah’a karşı gelmekten sakınma. Takva sahibine muttaki denir. Takvanın üç mertebesi vardır: 1- şirk, küfür ve nifâktan korunarak imana sarılmak, 2-Büyük günahları işlemekten, küçük günahlarda ısrar etmekten kendini alıkoymak ve dini görevleri, farzları yerine getirmek, 3-Kalbi, Hak’tan meşgul edecek her şeyden temizleyip bütün varlığı ile Allah’a yönelmek. Takva kavramının kapsamına iman, ihsân, ihlâs, ibâdet, sâlih amel gibi övme ifade eden bütün kavramlar girer.
Tevbe: pişmanlık, dönme, nedamet; günahtan vazgeçme; kulun işlediği kötülük ve günahlara pişman olup, onları terk ederek Allah’a yönelmesi, emirlerine uymak ve yasaklarından kaçınmak suretiyle Allah’a sığınarak bağışlanmasını dilemesi.
Tevekkül: dayanmak, güvenmek, vekil tutmak; her hususta Allah’a güvenmek, dayanmak, teslim olmak, işlerini Allah’a havale etmek. Allah’a tevekkül; Allah’ın yardımına, çalışanın emeklerini boşa çıkarmayacağına, duaları kabul edeceğine, âdil olduğuna inanmak ve güvenmektir. İnsan işini iyi bir şekilde yapacak, çalışacak, sabredecek, başarısı için Allah’tan yardım isteyecek ve O’nun kendisini başarılı kılacağına itimat edecektir.
Vâcib: gerekli, lüzumlu; yapılması kesin ve bağlayıcı bir şekilde istenen fiil. Hanefilere göre farz, delâlet ve sabit olması bakımından kesin delille sabit olmuştur; vâcib ise, kesin olmayan, zanni bir delille sabit olmuştur.
Vesvese: şeytanın kötü bir işin yapılması, iyi bir işin terk edilmesi veya geciktirilmesi, ya da eksik yapılması için insanı kışkırtması, aklını çelmesi.