İnsanın Yaratılışı
İnsanın yaratılışı ve sahip olduğu vasıflarla ilgili olarak mütefekkir Muhiddin İbn-i Arabî, bir ârif ’i konuşturur. Şöyle ki: Âriflerden[1] birinin yolu seyahat sırasında bir dağbaşı manastırında münzevî bir
hayat yaşayan bir rahibe uğrar.
Ârifle rahip sohbet ederler. Karşılıklı sohbette Ârif, rahibe şunları söyler: “Nimetler, faziletler ve ihsanlar bütün insanlar içindir. Biz hepimiz bu nimetler içinde yürümekteyiz. Fakat bizim seçkin kılınışımız, inanç güzelliği, sağlam görüşlülük, hakikati kabul etmek, inanmak ve Allah (cc)’a teslim olmak sebebi iledir. Allah (cc)’ın yardımı ile hakikatleri bilmeye muvaffak olduk. Bunu elde etmemizin sebebi
ise, imana boyun eğip teslim olmak, muamelelerde doğruluk üzere bulunmak, daima nefsi hesaba çekmek, yola sımsıkı sarılmak, gaybî işlerde tasarrufu terk etmek ve zaman zaman kalbe gelen düşünceler ve ilham gibi duyguları gözetmek gibi güzel hasletlerin Allah (cc) vergisi olarak bizlere bahşedilmesidir. Allah (cc) insanı bir çamurdan yarattı. Sonra onun neslini nutfeden, (meniden) hakir bir sudan meydana getirdi. O suyu nutfe olarak sağlam bir yere yerleştirdi. Dokuz ay onu halden hale çevirdi. Sonra da sağlam bir bünye, tam bir insan şeklinde, ayakta durabilecek bir kıvamda ve duyuları sağlıklıolarak anne karnından onu çıkardı. Bunun akabinde göğüslerden akan, kolayca içilebilen halis bir sütü tam iki yıl ona azık yaptı. Sonra da onu yetiştirip birçok lütuf ve ihsanı ile nice nice hikmetleriyle onu geliştirip yetişkinlik çağına ulaştırdı. Daha sonra ona ilim ve hikmet verdi.
İnsanın Sahip Olduğu Özellikler
Allah (cc); tertemiz bir kalp, hassas bir duyuş, keskin bir bakış, tat alma duygusu, güzel koku alma özelliği, yumuşak bir dokunma hissi, konuşan bir dil, sağlıklı bir akıl, ince bir anlayış, saf bir zihin, iyiyi
kötüden ayırabilecek bir temyiz gücü, düşünme ve anlama özelliği, dileme, isteme ve seçme vasfı gibi üstün özellikleri insana bahşetti
Ayrıca; kendisinin isteklerine boyun eğen organlar, yapıcı eller, yürüyen ayaklar lütfetti.
Sonra ona içindekini açıklama özelliğini, kalemle yazmayı, zenaat, sanat ve ziraati, alım-satımı, yaşamak için tasarruflarda bulunmayı, faydalı şeyler elde etme isteğini, binalar yapıp ev edinmeyi, izzet ve hükümranlık talep etmeyi, emir ve nehyi, başkanlık ve işleri idare
etme özelliklerini öğretti.[2]
Her Şey İnsanın Hizmetinde
Allahü Teâlâ, yeryüzünde bulunan her şeyi, hayvanları, bitkileri ve madenleri insanın hizmetine verdi. İnsan da bu sayede onlara, onların maliki gibi hükmeder oldu. Onlar üzerinde krallar gibi tasarruf
eder duruma geldi. Belli bir zamana kadar onlardan faydalanmak kastıyla böyle tasarruflarda bulunma salahiyetine sahip oldu. Bütün bunlardan sonra Yüce Allah (cc), insana fazl ve ihsanını artırmayı murat etti. Kendisine pek çok üstün ve şerefli nimetler bahşetti. Bunlar, meleklerine, seçkin kullarına ve cennet ehline ikram ettiği ezelî ve ebedî nimet ve ihsanlarıdır. Bunlar öyle nimetlerdir ki, kendilerinde ne bir eksiklik, ne de bir bulanıklık vardır.
Dünya Nimetleri
Dünya nimetleri ise meşakkat ve sıkıntılarla yan yanadır. Lezzetleri elemlerle, sevinçleri hüzünle, ferahlığı gamla, rahatı yorgunlukla, izzeti zilletle, saflığı bulanıklıkla, zenginliği fakirlikle, sağlığı hastalıkla karışıktır. Dünya ehli, dünyada nimetlenir gibi görünürken azap çekerler, güven içinde görünürken aldanmışlık halindedirler. Mükerrem bir görünümde iken aşağılanmış durumdadırlar, huzur ve emniyet değil, korku ve ürperti içindedirler.
İki zıt şey arasında gelir giderler; aydınlık ve karanlık, gece ve gündüz, yaz ve kış, soğuk ve sıcak, kuru ve yaş, susuzluk ve kanmışlık, açlık ve tokluk, uyku ve uyanıklık, rahat ve yorgunluk, gençlik ve
ihtiyarlık, kuvvetlilik ve zayıflık, hayat ve ölüm gibi zıtlar arasında şaşkın şaşkın dolaşır dururlar.
Cennet Nimetleri ve Cennet Hayatı
Ey Rahip!
Rabbimin muradı, onları, bu durumlardan, lezzetlerle karışık elemlerden kurtarıp, kendisinde hoşa gitmeyen şeyler bulunmayan nimetlere, elemi olmayan lezzete, hüznü olmayan bir sevince, gam ve
kederden arınmış bir sürura, zilletsiz bir izzete, aşağılanmışlığı olmayan bir mükerremiyete, yorgunluğu bulunmayan bir rahata, dupduru bir saflığa, korkusuz bir emniyete, fakirliği olmayan zenginliğe,hastalıksız bir sağlığa, ölümsüz bir hayata, ihtiyarlığı bulunmayan bir gençliğe ve birbirlerini gönülden seven bir topluluk haline eriştirmektir.
Artık Rabbimin bu hale eriştirdiği kimseler karanlığı bulunmayanbir aydınlık, devamlı bir uyanıklık, gafletsiz bir zikir, yakınî bir ilim içindedirler. Birbirlerine karşılıklı muameleleri dostluk ve doğruluk üzeredir. Aralarında düşmanlık, haset, gıybet gibi kötü vasıflar barınamaz. Onlar kardeşçe tahtlar üzerinde karşılıklı otururlar. Her türlü korkudan emin ve ebedî huzur içinde mest olmuşlardır.
Allah (cc)’ın Peygamber Göndermesinin Sebebi ve Hikmeti
Allah (cc), peygamberlerini kullarına göndermiştir ki, cennet hayatının müjdesini versinler, oraya davet edip teşvik etsinler, o hayatınyolunu ve oraya varmadan bu dünya hayatında nasıl bir hazırlık
yapmaları gerektiğini göstersinler. Peygamberler göndermenin bir gayesi de, kullara dünyevi alışkanlıklardan en kolay nasıl kurtulacaklarını, onun lezzet ve şehvet ağlarından nasıl kaçabileceklerini, dünyevî güçlük ve meşakkatlerin, musibetlerin açtığı yaraları, tekrar tamir etmek isterlerse bunun en hafif bir şekilde nasıl yapılabileceğini öğretmektedir. Dünya nimetlerinin elden kaçmasından sakındırmışlardır. Zira onu kaçıran kişi, apaçık bir kayba uğramış demektir.
Daha sonra Arif rahib’e dönerek şöyle dedi: ‘İşte ey rahip! Bizim Rabbimizle olan muamelelerimizde görüş ve inancımız budur.’
İmanın Getirdiği Hoş Hayat
Bu inanç sayesinde dünyada hoş bir hayatımız vardır. Yine bu sebeple dünyadan ve şehvetlerinden zühd üzere bulunmak bize kolaylaştığı gibi, âhirete rağbet ve isteğimiz de artar. İbadet bize zor gelmez. Bilakis onu, bir büyük nimet, bir ikram, şeref ve övünç olarak kabul ederiz. Zira o sayede Allah bizi kendisini anmaya ehil kılmış oluyor. Allah kalplerimize hidayet bahşedip göğüslerimizi açmış, görüş ve basiretimizi nurlandırmıştır. Bütün bunlar, Allah (cc), kendi zatını bize bol nimetler vermek ve çeşit çeşit ihsanlarda bulunmak suretiyle tanıtmış olmasındandır.”[3]
Biz de Deriz ki
Ârif ’in sözlerinden hareketle biz de diyebiliriz ki: Bütün varlıklar insana hizmet ediyor.
İnsan toprağı işliyor, ondan çok çeşitli ürünler alıyor. Yer üstü ve yer altı madenlerini kullanıyor bu madenlerden envâ-i çeşit malzemeler ve mamüller elde ediyor, keşif ve icatlar da bulunuyor. Suyu kullanıyor, hava’yı teneffüs ediyor, hayvanlardan çok çeşitli faydalar sağlıyor. Allah (cc)’ın insan için yarattığı nimetler çok çeşitlidir. İnsan, bunları saymaya kalkarsa, sayamaz.[4]
İnsan Niçin Yaratıldığını Anlayabilir mi?
İnsan, Allah (cc)’ın kendisi için yarattığı varlıklardan, Allah (cc)’ın kendisine verdiği akıl, zekâ, ilim ve kabiliyyetlerini kullanarak faydalanıyor. Aklı, zekası, bilgi ve kabiliyyeti ile varlıklar üzerinde hakimiyetini sağlıyor. Gerçi Allah (cc), insana yaratılışta akıl, zeka ve
bir takım kabiliyyetler vermiştir. İnsan aklı, zekâsı ve sahip olduğu kabiliyyetlerle çevresi ve diğer varlıklar hakkında bazı bilgiler edinebilir, bir kısım gerçekleri kavrayabilir, değerlendirmelerde bulunabilir, varlıklar üzerinde hakimiyet kurabilir ve onlardan faydalanabilir.İnsan niçin yaratıldığı gerçeğini anlayabilir mi? Anlayamaz. İnsan başıboş yaratılmadığına göre;[5] niçin yaratıldığını kim bildirecek?
Allah (cc), insanı niçin yarattığını şöyle bildirir: “Ben cinleri ve insanları, ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.” (Zâriyât Sûresi: 51/56)
İbadet demek, Allah’ı tanımak, Allah (cc)’ın emirlerini yapmak, Allah (cc)’ın yasak ettiği şeyleri yapmamaktır. Allah’ı tanımak ve ona ibadet etmek, insanın aslı vazifesidir. İnsan Allah’ı tanıdığı,
O’na ibadet ettiği ölçüde insan olmanın özelliklerini korur ve Allah katında değerli olur. İnsan, Allah’ı tanımaz veya O’nun emirve yasakları doğrultusunda yaşamazsa, insan olma onur ve değerini kaybeder.[6]
—————————————
[1] Ârif: Müslüman kişi, Allah’ı gerçek yönü ile bilen kişi. Âlim: ilmi tahsil ve çalışma sonucu elde eder. Ârif: irfana ilham ve hal yolu ile ulaşır. Doç. E.Cebecioğlu, Tasavvuf Deyimler ve Terimler Sözlüğü Sh: 117, Rehber Yayını1997, Ankara)
[2] Nisâ Sûresi: 4/1, En’âm Sûresi: 6/98, A’râf Sûresi: 7/189,
Hicr Sûresi: 15/28, 29,Hac Sûresi: 22/5, Mü’minûn Sûresi: 23/12-14
[3] İbn Arabî, Fütûhât-ı Mekkiyye’den Öğütler Pınarı, Sh: 273-278 Tercüme Eden
Dr. Adem Ergül, Altınoluk Yayını, 2005, İst.
[4] İbrahim Sûresi: 14/34, Nahl Sûresi: 16/18, Rahmân Sûresi: 55/10-13
[5] Kıyâme Sûresi: 75/36, Ankebût Sûresi: 29/2, 3